Evet- kabul etmek istemesek de bu gece son.
Bugünü Hidayet'in Koyu'na ayırdık. Bu kadar zorlayıcı olduğunu bilsek belki de tercih etmezdik; zira minibüs bizi tepede bıraktığında denizi göremeyişimden de anlaşılacağı üzere, epeyce bir yolu kıvrıla kıvrıla inmek zorunda kaldık. İnişi neyse de, bu son güne bastıran deli sıcakta çıkışı nice olacak diye dertlenerek deniz kenarına vardık. Evet dedikleri kadar bakir bir yer, kabul fakat; yere sereceğimiz plastik matlar feci pis, etraftaki plastik sandalyelere oturmadan ayakta yemeyi tercih ettim aşırı biberli patatesli gözlememi, öğlen 1 saat sıra bekledikten sonra, ayrıca zeytin ağaçları altında yatmak hoş olsa da, tam gölge sağlayamadığından epeyce yanıyorsunuz ve başınıza Güneş geçebiliyor...
Yine de pürüzsüz denizi korurcasına sarmalayan bu küçücük koy pek sevimli, tertemiz ve berrak. Öğleden sonra sağlam sıcak basıyor, bir yandan da tepede kara bulutlar toplanıp gök gürlemeye başlıyor-acayip bir hava! Antalya'nın başka ilçelerine yağmur yağarken burada ılık denizde yüzüyorum. Döne döne kitap okumaya çalışıyorum ve yine 5 saat uykuyla durduğum 5. gecenin ertesinde uyuya kalıyorum...Nasıl tırmanacağımızı hiç bilmediğimiz o dolambaçlı ve upuzun yokuşun başında, yola çıkmakta olan bir araba fark edince bir umutla yaklaşıyoruz. Meğer onlar da bizi bırakmayı düşünüyorlarmış zaten-iki Yasin. Dondurma ısmarlamamız karşılığında bindiğimiz arabada sohbete nereden geldiğimiz ve ne kadar kalacağımızla başlıyoruz, ne iş yaptığımızla sürüyor...
Bira dondurmadan daha iyi bir seçenek-Derya Beach'te çalışan tanıdık barmenin yanına oturup birer tane söylüyoruz. Biradan evvel soğuk bir duş beni uyandırıyor, biraz da tütün sarınca keyfim tam yerine geliyor...
Son günü çarşıda gezerek tamamlıyoruz; takılara, çantalara, hediyeliklere bakarken vakit geçiveriyor. Meydana oturduğumuzda gözlerimiz kapanmakta yorgunluktan, yine de otele dönmek gelmiyor son gece insanın içinden. Bu sırada arkamdan yanaşan bir çocuk, beraber dans etmeye gitmeyi teklif ediveriyor. Yüz vermeyince kayboluyor.
Peşinden çok daha komik arkadaşı gelip muhabbete başlıyor; bizi epey eğlendiren bu"dürüst goygoycu" neden bu kadar ciddi durduğumuzu, meydandaki Atatürk heykeline niçin bakıp durduğumuzu ve arkadaşını neden terslediğimizi sorup duruyorken; anında uydurduğumuz her yalana inanıverince 30küsür yaşlarında, evlenip boşanmış bir sanat tarihi öğretmeni olup çıkıyorum bu gece-üstelik eski kocam da hemen karşıdan geçiyor!
İyi güldük, sağolsun. Kaş Camping'i ondan öğrendik. Goygoy dilimize takıldı. Bir de tabi;"kafa yapan" türlü otları bize satmaya çalışan teyzeler şahaneydi. "Çeğne çeğne-kafa yapar-kenevir!" Çocuk da cidden ilgilenir gibi oldu bir ara, paketi 5 lira ne de olsa! "Bu da kafa yapar bah-haşhaş!"
Absürd komedi tadındaki meydan muhabbetinden kalkıp yine bizim bara geçtik. Epey alıştık vallahi!
Haftanın her günü hemen hemen aynı repertuarı çalmaktan bıkmayan enteresan bir kafası var bu grubun. Zaten solist, bar sahibinin eşi; müdavimlerden ikisi davulcunun yeğeni, bir garson diğerinin kardeşi filan-aile ortamı! Köpeklerin en sevdiği bar; sahnenin ortasında, solist"Let Me Hold Your Hand" söylerken malak gibi mikrofonun dibinde yatan köpeğin sağır olduğundan şüpheliyiz.
Burada biz çok keyifliyiz!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder