30 Ekim 2015 Cuma

2320

Yine bir kursta en birinci ben oldum!
Kendimi durduramıyorum-

Gözlüklerimle hocaların göz bebeği inek öğrenci profiline hafif espri katarak bugün ilk iş planımı sundum. Ders çıkışında arkadaşlarım tebriğe geldiler yanıma, kızlar hayran kaldı, erkekler iş birliği teklif etti.

Dondurucu Ayazağa ayazında oto-sanayi bölgesinde bir ev yemekleri restoranı keşfettik bu öğlen, sınıf arkadaşlarımızdan reklamcı hayalperest bir çocuk ve ne yapacağından bihaber komik bir genç kızla sohbet ettik.

Çıkışta bir hevesle Kadıköy'e geçerken yorgunluğumu unuttum, iskelede beni bekleyen erkek arkadaşıma gülümseyerek koştum.

Rahatladığım yer onun yanı...

29 Ekim 2015 Perşembe

2319

Hava çok çabuk soğudu, sert poyraz esiyor bu sabah...
Dünden yorgun ve yarın için gerginim, yine de erkenden dışarı attım kendimi zira bugünü güzel geçirmeye karar verdim!
Karaköy'de arkadaşımla buluşup önce yemeğe oturduk, öğlen dağılan okullardan çıkan gürültülü bir gruba denk geldik.
Enerjimizi toplayınca bienalin gezmediğim mekanlarını keşfe çıktık: önce İtalyan Lisesi.
 Tophane'de küçük galeriler ve iç mimari&dekorasyon dükkanlarına bakınarak yürüdük. Roma'nın tarihi ve bakımsız havası buranın daracık ara sokaklarına, grafiti yapılmış dökük binalarına sinmiş...
 İtalyan Lisesi'nde en sevdiğimiz iş girişteki video oldu: Bulgaristan'ın Osmanlı İmparatorluğu'ndan bağımsızlığını ilan ettiği ulusalcı akımın yayıldığı yılları Sofia'yı görmüş Yahya Kemal ve Cenap Şehabettin gibi yazarların gözlemlerinden alıntılar yaparak anlatıyor.
Üst katlardaki videolar ilgimizi çekmedi pek, ama okul şahane!
Kahve molasını Şimdi'de verelim istedik, buranın hep iyi bir atmosferi oldu; şık ve kendine has tarzını severim. Biraz ısınınca aklımızdaki diğer mekan olan Arter'e girdik. Girişte Aurora Borealis olayına kafayı takmış Norveçli eski bir matematikçinin fotoğraflarına gülerek baktık. Yukarıda gözlerimizi bozan micro ve macro çizimleri duvarlar boyunca izledik.

Sonunda zihnimiz bulanmış ve soğuktan uyuşmuş vaziyette Galata'dan aşağı inip bizi eve yaklaştıran vapura bindik.

28 Ekim 2015 Çarşamba

2318

"Aman tanrım!" bir gün...
İstanbullular tatile çıkmamış onu teyit etmiş olduk.

Sabah erkenden daha dinlenemeden, üstelik rüyalardan ağlayarak uyandım.
Çok şahane bir başlangıç sayılmaz, ama banyonun ardından sucuklu yumurtalı kahvaltı şahane.
Kendime gelmem öğleni buldu, dünden yorgun gözlerim ve ağrıyan ayaklarım biraz normale döndüğünde arkadaşımla haberleştik.
Ne yazık ki taşıyacağımız şeyler filan da olduğundan arabayla çıkmak gibi bir akılsızlığa düştük.

Ataşehir'den bizim buraya gelmesi zaten 1,5saate yaklaşmıştı, hangi yola sapsak lanetlenmiş gibi kilitlendik ve sonunda köprüye ulaşmamız 1 saat daha aldı.
Buna karşılık köprüyü geçmemiz 2.5 dakika, ardından Eminönü-Karaköy civarında otopark kuyruklarına el sallayarak dolanmamız da 45dk. civarında sürdü.

Sonunda deliliğe vurup ona buna laf atmaya başlamıştık ki; yakında çalışan eşine arabayı "Al canım ne yaparsan yap!" diyerek kakaladı arkadaşım. Biz bugünlük çilemizi doldurmuştuk artık!

Eminönü alışverişinden evvel bir mola alalım istedik, yine yanlış seçimle Karaköy Starbucks'a oturduk. Masaları koyarken yanına sandalye sığacak mı hesap etmemişler sanırım.

Meymenetsiz tavuklu sandviçten sonra Tahtakale sokakları bizi "Welcome to chaos!" şeklinde karşılıyordu. Dantel renkleri ve dokuları arasında bonzai kafası yaşadık.

Kadıköy vapuruna binerken hem aşırı üşümüş, hem acıkmış ve yorulmuş, hem de bu günü böyle tükettiğime epeyce sinirliydim. Yine de eve varabilmenin huzuru vardı derinde...

27 Ekim 2015 Salı

2317

İkinci gün; hoş başladı, biraz yorucu ama dolu dolu geçti.
Sınıf arkadaşlarım üzerine geliştirdiğim ön yargılar biraz daha belirlendi, adım attığım yol az daha belirginleşti.
Düşünülecek, araştırılacak çok şey var ve elbet biraz ürkütücü şimdilik.
Kendi küçük ve mutlu dünyamdan çıkıp açılıyorum-büyüme sancıları normaldir.
Ne yapmak istediğimle yüzleşmem için harika bir fırsat bu aslında.

Bugün meyve sepetleri, özel oto servisleri, arıtma su ve doğal kaynak suları ile fırsat siteleri hakkında bir şeyler öğrendim!

26 Ekim 2015 Pazartesi

2316

İşte başlıyoruz!
Beklenmedik trafiksiz yollarla Üsküdar'a vardığımda hava parçalı güneşli ve serin ama ılıktı.
Kısa bir araba ve kısa bir motor yolculuğu peşinden yine kısa bir minibüs seferi ile planladığımdan 45dk erken okula vardım.
Okula benzemeyen ruhsuz bir binanın soğuk beyaz sınıfında yerlerimizi almadan önce birer çay içtik.
Pencereden bakınca denizi görememeyi yadırgadım biraz...

2 haftalık yeni rutinlerim: sabahları devasa sandviç ve termosta kahveyle erken kahvaltı, öğlen üzeri ilk arada belki çay, öğlenleri bizim okulun yemekhanesine benzer bir tabldot menüye 6 katı para verdikten sonra, akşamüstü arasında berbat kahve. Cappucino ile lattesi fenaydı, bakalım sade kahve deneyelim.

Hocamız pek sevimli bıdık bir amca. Tatlı tatlı anlatıyor, öğrenecek ne çok şeyimiz var.
Kendi kabuğumdan çıkıp dışarıda neler döndüğünü görmek iyi geldi, ilk gün tahminimden keyifli geçti.
Girişimci tiplemelerini inceleme fırsatı buldum ve bir ikisinin zeka düzeyine şaştım.
Çok konuşup çok gülen aşırı çirkin ortak kızlar, hangi tarihte eğitim verileceğini bir türlü kavrayamayan kadıncağız, habire parlak sorular soran ama her teneffüs geç kalan yağlı saçlı genç adam...

Bakalım yarın neler getirecek?

25 Ekim 2015 Pazar

2315

Hayır- daha bitmedi! Bitmesin!
Bu hafta sonu bitmemeli, çünkü çok güzel! Yarından itibaren biraz sıkıcı ve yorucu olacak hayatım, ertelemek istiyorum pazartesiyi...

Bugün dünden kalan kahvaltıyı yedik; dünden kalanlar yarına ve ertesi güne devredecek kadar boldu zira.
Ardından izlemediğimiz bir film kalmıştı, onu koyalım dedik: Arayış.
 Savaş filmi izleyesim yoktu aslında, ama iyi bir film olduğunu anladım hemen. 99 Rus-Çeçen çatışmasını konu alan filmin gösterdikleri, bizim Kürt köylerinde yaşananları anımsattı.
 Yeni bir şey söylüyor mu bilemedim; sıradan bir insandan ölüm makinesi yaratma süreci, ordunun askerini ne kadar önemse(me)diği, düne kadar komşuluk ettiği insanları bugün vurabilen vatanperverler, "düşman"lığın anlamsızlığı...
Yeni değilse bile güzel bir bakış sunuyordu; başroldeki Hacı pek tatlıydı o yukarı kalkık kaşlarının altından kocaman bakan gözleriyle.

Sanırım bu filmin en içime işleyen sahnesi; birleşmiş milletler insan hakları örgütü adına çalışan kadının dünyanın bir köşesinde neler yaşandığını bir avuç Avrupalı'ya anlatmaya çalışırkenki çaresizliği olacak...

2314

(24 EKİM CUMARTESİ)

Günlük ufak tefek sıkıntılardan bunalmıştım sabah sabah, belki de annemle yaşamak zor geliyordu artık... Yanına gidince hepsini unutacağımı biliyordum ama, öyle de oldu!
 Muhteşem bir kahvaltı sofrası ile karşılandım: üzümlü peynir tabağı, rose şampanya, omlet, bal, pekmez... Ömrümü böyle geçirebilirim ben!

Bol bol şımardığım, döne döne yatıp dinlendiğim, bu hafta yetecek kadar öpücük biriktirdiğim şahane bir hafta sonu oldu!

Pencereden yağmura baktıkça hiç dışarı çıkasımız gelmiyordu ya, yazdan beri görüşemediğimiz arkadaşımız arayınca sevine sevine çıktık.
Feneryolu tarafında bir meyhanede yerimiz ayırtılmıştı; buranın iki yanı çok yakında bizim mekan olacak...
 Arkadaşımızın sözleşmesinin üzerine kadeh kaldırıp bir ön kutlama yaptık.
Bu tarafın mekanlarını pek bilmem, pek de sevmezdim açıkçası... Ama mezeleri iyiymiş; deniz mahsülü dolgulu enginar ve midyeye bayıldık!
Gerçek dostluklara, eskimeyen dostlara içelim!

23 Ekim 2015 Cuma

2313

Tam da keyifsiz, biraz cesaretsiz hissettiğim bir akşam rastladım bu eski filme: Gökyüzünde bir Ayna / Kathmandu Lullaby. Yanlış hatırlamıyorsam 4 sene önceki bir festivalde seyretmiştim, üstelik çok aptal biriyle!
 İspanyol mutsuz bir kadının, bebeğini aldırıp kocasını terk ederek hayatında yeni bir sayfa açmak isteyip Nepal'de öğretmenlik yapmaya başlaması ile hikayeye giriyor film.
 Katmandu gözlemlediğim kadarıyla Delhi'ye benziyor; kaotik şehir merkezinde korna sesleri, devlet dairelerinde sonu gelmeyen sıralar, tuhaf inançlarına son derece sadık yaşayan insanlar, dokunulmazlar denen toplumun en alt tabakasını oluşturan gecekondu mahallesi sakinleri, karınlarını doyurmak için en ağır koşullarda çalışmak zorunda kalan çocuklar, Allah'a emanet bir eğitim sistemi...
 Bu idealist kadının en büyük şansı belki de, Nepal'de kalabilmek için anlaşmalı evlilik yaptığı Tsering ile karşılaşması oluyor. Akıl almayacak kadar saf ve iyi niyetli bu adam, bozuk İngilizcesiyle pek tatlı!
Dağda yaşayan ailesinin göreneklerine göre yapılan düğün epey gösterişli, rengarenk ve eğlenceli. Acaba mantıklı mantıksız tüm engelleri aşıp, Katmandu'nun en alt kastına özel bir okul yapabilecekler mi? Sonra da kendileri için bir şey yapıp bir aile kurabilecekler mi?

Kesinlikle iyi geldi, azim ve umut verdi, aşkı hatırlattı, neşe getirdi.

2312

(22 EKİM PERŞEMBE)

Yağmurlu ama ılık bir akşam, tiyatro biletimiz var: Kısasa KısasShakespeare oyunları hep biraz edepsizce komik olur, ahlaki ikilemler sunar.
 Bu öykünün soruları: "Herkesin işlediği günah, günah sayılır mı?" 
 "Kardeşimi kurtarmak için kendimi feda edebilir miyim"
 "Suçladığım adamın yerinde olsam, aynı suçu ben de işler miydim? Öyleyse cezalandırma veya bağışlama yetkisi kimindir?"
Oyundan çıkışta Kadıköy'e geçip arkadaşımla buluştum. Bir süredir içmediğimden alkol bağışıklığım düşmüş, 2 cin-tonikten sonra çenem açıldı.
Yağmurdan sığındığımız balkonda doğum günümü Makedonya'da kutlama planları yaptık.
Neden insanlar böyle acayipleşti, diye düşündük, neden ilişkiler böyle yürümüyor?
Erkekler de kadınlar da tembelleşti, bencilleşti, sahteleşti diye dert yandık biraz...
Garsonun sesimi tanıdığını iddia etmesi üzerine, bir ara ona şiir okuduğum bir ses kaydını müzikle birleştiren Finlandiyalı arkadaşımdan bahsettiğimi anımsıyorum.

21 Ekim 2015 Çarşamba

2311

Bugün itibariyle kış geldi, önümüzdeki 1 ay boyunca hayat biraz daha zor olacak gibi: eğitim, yeni bir ortam ve başarmam gereken bir süreç, uykusuzluk ve trafik, üstelik erkek arkadaşım yurt dışında olacak çoğunlukla...
Öyleyse kendime ödüller vermek için fırsat yaratmalıyım, enerjimi yüksek tutmalı ve yeni küçük rutinler oluşturmalıyım. 
Bu tempoya girmeden önce on gece biraz dağıtalım!

20 Ekim 2015 Salı

2310

Sabah kahvaltı etmeden çıktım evden, kısa bir yürüyüşün ardından sahilde bir kafede arkadaşımla buluşup çalıştık. Çalışırmış gibi yaptık kahvelerimizi içerken, sohbet ederken ve internette gezinirken desek daha doğru sanki.

Kışa girmeden son güneşli havaların tadını çıkarmak istiyorum!

19 Ekim 2015 Pazartesi

2309

Herkesin hayatı benimki gibi rengarenk olsa!
Bahar kokan iç açıcı bir çift ayakkabının ardından, sevgiliyle birer fincan kahve...
 
 
 
 

2308

(18 EKİM PAZAR)

Evde mayışmak çok cazip, dışarısı gri bu pazar... Ama zorlayıp kendimizi kaldırabilirsek, görmek istediğim bir yer var.
 Balat'taki Küçük Mustafa Paşa Hamamı'na gidiyoruz. Buralar İstanbul mu? diyorum yürürken.
 Wael Shawky yine bir Cabaret Crusades ile karşımızda; birkaç sene evvel de bu işin ilk bölümünü izlediğimde hayran kalmıştım.
Kerbela hadisesi ile Haçlı seferlerini kuklalarla anlatan bir müzikal diyebilirim, bu kez kuklalar camdan. Kat be kat zor, kat be kat güzel.
 Büyük bir ekip tarafından Venedik'te Murano camından üretilmişler, şeffaflıklarından hareket mekanizmalarını görebiliyoruz ve inceliklerine şaşırıp kalıyoruz.
Çok keyifli, kendine has, benzersiz ve emekli bir iş. En beğendiğim bu oldu.

Öyleyse hamamdan sonra Taksim'e çıksak da bir profiterol yesek mi?

2307

(17 EKİM CUMARTESİ)

Öğleden sonra Bostancı motor iskelesinde buluştuk-istikamet Büyükada!
13. İstanbul Bienali'nin belki de en heyecan verici işini burada göreceğiz.
Hem bahara kadar son ada ziyaretimiz olabilir, tadını çıkaralım öyleyse!
Halk Kütüphanesi'nde Türk bir sanatçının mitolojik göndermeli işine bakıyoruz ilk; Mezopotamya'nın kaosu simgeleyen tuzlu su tanrıçası Tiamat ile Sümer bereket tanrıçası İnanna'ya birer kitap yapmış. Yaratılışı anlatan asit yedirme tekniği baskıları hoştu.
Buradan Splendid Otel'e geçtik. Eski gazete kupürleri ile telefon santrali, Atatürk'ün dans ederken bir fotoğrafı bulunan çok özel bir mekan. Yüksek tavanlı beyaz duvarları, koruyarak sakladıkları zarif ve gösterişsiz eski mobilyaları, avlusundaki Mısır esintisi ile kendine özgü bir atmosferi var. Üst katta Troçki'nin bir konuşmasının perdeye ve pencerelere yansıtılarak karışık sesler, imajlarla yeniden düzenlendiği tuhaf ama akılda kalıcı bir çalışma vardı. 
Kısa bir tırmanışın sonunda Rizzo Palas'a ulaşıyoruz; 19. yy.da inşa edilmiş bu harika ahşap ev artık bakımsızlıktan harap olmuş. 
Bu kadar güzel bir evin sahipsiz kalması beni çok üzdü, keşke burası bizim olsaydı, diye düşündüm. Daracık merdivenlerden çıkılan kulesinden adayı gözlemek nasıl olurdu?
 Kapı önünde sallanan sandalyede örgü ördüğümü hayal ettim... Sani çocukluğum bu evde geçmişçesine dolaştım odaları, köhne mobilyalar ve pis döşekler vardı. Evsizler mi barınıyor acaba?
Evin kendisi içinde sergilenenden daha çok ilgimizi çekti.
 Sırada Mizzi Köşkü var; burası da 19. yy. sonunda ev olarak inşa edilmiş, 1930-40lı yıllarda otel olarak kullanılmış.
 Burası da beni hayallere sürükledi, kuşların mola verdiği Art Deco tarzı kulesi, ejderhalı aydınlatmalarıyla ne acayip ve muhteşem bir yer!
Hem bir Doğu Avrupa stili, hem de sanki biraz tropik havası olan bu oteli işletmeyi ne çok isterdim!
Kışın boşaldığında, seslerin yankılandığı koridorunda yürümeyi, geceleri korku hikayeleri okumayı...
 Giriş katına yerleştirilen fotoğraflara bakınırken mekandaki sesleri dinledik; zira bu bir sesli enstalasyondu.
Bu bienalin hemen tüm işleri; sergilendikleri yerlerle birlikte anlam kazanıyor. Hatta diyebilirim ki pek çoğunu başka bir yerde sergilenseler hiç merak etmeyebilirdim. Bahaneyle İstanbul'u gezdirdiği için minnettarım.
Bir gün adada bir evimiz olur mu? Dilek tutalım en yakın kayan yıldızda...
 En merak ettiğimizi en sona sakladık; Troçki'nin Evi bu vesileyle ziyarete açılmış. Bir zamanlar burada sürgünde kaldığını hayal etmek zor bugün...
 Bu evde günlerini nasıl geçirdiğini, bahçede yürürken neler düşündüğünü, huzursuzluğunu unutmak için bahçesindeki merdivenden denize girdiğini düşledim...
Denize inince The Best of All Mothers işi tüm ihtişamıyla bizi karşıladı.
 Denizden gelmiş, karaya çıkarma yapacak gibi duran, adeta Nuh'un gemisinden kaçmış hayvanlar...
Başka hayvanları sırtlamış, öyle güçlü duruyorlar ki etkilenmemek mümkün değil!
 En ilgi çeken buydu sanırım bienalde; herkes fotoğraf çektiriyordu burada.
Yorulmuş ama memnun, biraz üşüyor ve epeyce acıkmışken iskele tarafına geri döndük.
Onları geride bırakmakta zorlandık, sürekli kalmalarını umduk.

Bu akşam güzel bir rakı&balık sofrasını bizim kadar kimler hak etmiştir?


16 Ekim 2015 Cuma

2306

Ne güzel! İyice dinlendim, sabah mülakatımın olumlu sonuçlandığı haberine uyandım.
Yeni malzemeler arasında hevesle gezindim, yeni modeller yolda, yepyeni bir dönem kapıda!
Rengarenk bir kış beni bekliyor.