30 Nisan 2015 Perşembe

2137

"Ne güzel bi kadınsın ya! Hayatımda olduğun için mutluyum."

Bu şanslı kadın ben miyim?

2136

(29 NİSAN ÇARŞAMBA)
Bugün sevimli bir çift için hazırladım :)

28 Nisan 2015 Salı

2135

İnsanlar çok berbatlar, gerçekten-
Öyle akıl almaz derecede salaklar ve işe yaramazlar ki; her şey olur bu dünyada!
Hiçbir şeye şaşırmam artık, dediğim anda yeniden şaşırtıyorlar beni.
Kendini bilmez, medeniyetten nasibini almamış, aşırı rahat, kadir kıymet bilmez, hepsinden beteri ölümüne aptal insanlarla dolu etrafımız...
Bazen nasıl oluyor da dünya hala dönüyor merak ediyorum.
Sanırım o çok ender rastlanan akıllı, güçlü, edepli ve değerli insan sayesinde...

27 Nisan 2015 Pazartesi

2134

Güneşli bir günde aldığım yeni bir çift stiletto hayata mutluluk katıyor ne yalan söyleyeyim!

2133

(26 NİSAN PAZAR)
İçimiz kocaman bembeyaz çiçeklerle açtı!
Şimdiye kadarki en güzel 3 gün 3 gecesi bu senenin...

26 Nisan 2015 Pazar

2132

(25 NİSAN CUMARTESİ)

Kireçburnu'nda kahvaltıya gitmek fikri bizi her seferinde sevinçli çocuklara çevirir-kuş üzümlü kıymalı kol böreği ile mantarlı su böreği ağzımızı sulandırır ve yataktan çabuk kaldırır!
Böreklerin tabakta son kalan parçalarını paylaşırken biraz enerjimiz düştü de yan masanın yediklerini gözetlemeye başladık. Bir dahakine poğaçayla simit söyleyeceğim-ama hiç fırsat kalmıyor böreklerden!
 
 
Bugün de karşı tarafın boğazında yürüdük; laleler ve pıtır pıtır kır çiçekleri arasında mis gibi bahar havasında...
 
 
Yeniköy'e varınca bir soğuk mola verelim dedik; tarçınlı kahveli dondurma alıp Mua'nın boş masalarından birine oturduk ve birikmiş gazeteleri okumaya koyulduk.
 
 
Hayatımızdakiler yetmezmiş gibi-mahallenin ara sokaklarında kunduracı amcanın dükkanına karşı mavi yuvalarına giren serçeleri sevdik.
 
Trafikte kalmaktan bile sıkılmadık Kadıköy tarafına geçerken-şarkılar söyledik. Sahilde birer bira açıp geçmişten söz ettik.
Her zaman biraz buruk yapar insanı geçmiş; ben birkaç damla yaş döktüm ve sen birkaç defa beni öptün.
Kızıltoprak'a kadar yürüyüp hamburgeri hak ettik sonrasında...

2131

(24 NİSAN CUMA)

İstanbul'u morun tonlarına boyayan harika mevsim geldi!
Şehrin bilmediğimiz köşelerinde gizli kalmış mis kokan leylaklar, eski bahçe kapılarından sarkan mor salkımlar ve Konstantin'in doğumunu müjdeleyen erguvanlar birden ortaya çıktı...
 
Polonezköy'ün tam zamanı-bu güneşli Nisan günü biz de sezonu açtık. Gölgeler biraz serindi ama, sırtımıza Güneş vurunca içimiz ısınıyordu...

 
 Gölgelerimiz uzamaya başladı yürüyüş parkurunun sonuna doğru; yemyeşilde gözlerimizi dinlendirirken sessizliği dinledik...
 
 
Sessizlikte pıtır pıtır kaçan kertenkelelerle, göz açıp kapayana kadar uçuveren kuşları ve rüzgarda eğilirken çatırdayan ince gövdeli ağaçları duyduk...
 
 
 
Dönüşte meydandaki kahveye oturup birer kahve birer soda söyledik...
 
 
Öğleden sonra acıkınca Çengelköy fırınından börek alıp sahildeki çay bahçesine oturduk. Pamuk saçlı eski İstanbul hanımefendileri de yan masaya...
 
Boğaz'da balık tutanlara selam verdik ve akşamüzeri güneşine gülümsedik...
 
 
Akşam bir çılgınlık yağalım dedik; eve dönerken çiğköfte aldık. Birayla çiğköfte seven bir ben miyim? Ama limonlu tatlar çok iyi gidiyor-Urfa usulü sumak ekşili yaprak sarması ile daha bir güzel oldu!



2130

(23 NİSAN PERŞEMBE)

 
Bazen bütün planlardan vazgeçip evde kalmak en güzeli...
Ton balıklı mantarlı pastırmalı şahane pizzamızı birlikte yeniden yapıp, yanında bir şişe şarap açmak ve akşamı sakin geçirmek en iyisi...
 
Pizzaları bitirdikten sonra; bir çocuğun büyüme öyküsünü izledik. Bitmeyecekmiş gibi; aslında hepimizin hikayesi...



22 Nisan 2015 Çarşamba

2129

Stefan Zweig'ın bu kadar canlı olduğunu bilmiyordum, son bir kaç gecedir rüyalarımı renklendiriyor...

4 duvar arasında boşluktan kafayı yiyen savaş esirlerinin satranç şampiyonuna dönüşmeleri, gözden düşmüş kraliçelerin Paris'ten sürülüp atıldıkları taşra şatolarında planladıkları detaylı ve şatafatlı intihar komedileri-hep tanıdık acıklı yalnızlıkla dolu rengarenk biçimlere bürünen, delirme öyküleri...

21 Nisan 2015 Salı

2128

Bir kez daha karar verdim, İstanbul'un en güzel şehir ve Eylül'ün en güzel mevsim olduğuna...
Nisan'da olduğumuzun farkındayım.

Selim İleri okuduğum bir akşamüstü hayal ettim, fırtına öncesi sabahtan bozmuş hava; ben denize inmemişim. Hatta üşüyormuşum, pencere kenarındaki yatağımda hafiften. Rüzgar estikçe kapılar çarpıyormuş içeride, hava kararmaya başlarken...

Bir bardak su içiyorum, dışarıda denizin köpürmesini izleyerek ağır ağır; suya şükrederek. İstanbul'da değilim, Ayvalık'tayım ama İstanbul Eylül'ünü özlemişim. Haklı öfke gibi bir yağmur boşanıyor; durmaya niyeti yok, tam da beklediğim anda. Perdelerle odama saldırıyor fırtına, kediler kaçışıyor.
Kapıdan sen giriyorsun, yetiştiğine seviniyorum, azıcık ıslanmış saçların; alnını siliyorum. Bir şeyler diyorsun telaşlı, camları örtüyorsun beni bir şeyden kaçırır gibi. Sakin, izliyorum, kitabımı bırakmışım. Arkamdan sarılıyorsun bana her zamanki gibi ılık ılık, birlikte artık bastıran fırtınayı seyrediyoruz alaca karanlıkta.

"İstanbul da böyle midir?" diyorsun, gülümsüyorum. Daha sıkı sarıyorsun. Ne kadar mutlu olduğumu  hiç bilmiyorsun!

Sözler için fazla bakir bir sessizlik dolmuş odaya; bembeyaz çarşaflar dağınık, saçlarım sabahtan örülü, yatak başımda elma kabukları ve su bardağı... Deniz fenerinin ışığı yanıp sönüyor, hırçın dalgalar vurdukça şaklıyor aşağıda- uçurumun dibine kurmuşuz evimizi.

Uçurum karanlık bir deniz, baktıkça içine çekip susturuyor ikimizi.

20 Nisan 2015 Pazartesi

2127

23 Nisan'da çocuklar gibi şen bir iki günü memlekete yakın taraflarda geçirmeyi planlıyoruz...

19 Nisan 2015 Pazar

2126

Birkaç gecedir içki içip geç uyuyordum, bu sabah öğlene yakın uyanarak bir posta yorgunluk attım.
Birlikte uyanmak ne güzel-uzun zamandır özlediğimiz şeyleri yapabilmek ne mutlu!
Dünden bugüne inanılmaz soğuyan hava bir de yağmurlu olunca kahvaltıya dışarı gitmek anlamsızlaştı, zaten evde en güzel ithal peynirler ve sarımsaklı fesleğenli baget ekmeği vardı.
Dünyanın en seksi aşçısı da sevgilim olduğuna göre-evde muhteşem bir kahvaltının ardından kanepeye yumulup film seyretmek için ideal bir pazar günü olacaktı.
Yine şeytanlı bir gerilim filmine gitti elimiz, bu kez eski ve korkutmayan ama iyi bir filmdi.
Bitmesini hiç istemediğim ve tekrarlamaktan hiç sıkılmayacağım o günlerden biri...


2125

(18 NİSAN CUMARTESİ)

Limonata gibi bir havada Kireçburnu sahilinde biraz oturduk, akşam ışıl ışıl İstanbul'a bakan restorandaki masamıza geçtik. Eski iş arkadaşları büyük yuvarlak masayı doldurdu, mezeler öncen gelip içkiler geç kaldı-ama çok güzel bir akşam oldu.
Yine düğün sezonu açıldı; bu akşam aynı zamanda sezonun ilk boğaz havasını da almış olduk ve sezonu kapatan balıkçıların ağ temizlemelerini izledik. 
Biraz erken ayrılıp film festivalinden son seçimimize yetişmek için Taksim'e sürdük; gece yarısı kuşağı bizim küçük geleneğimiz oldu. Adından pek söz edilen yeni nesil korku filmi, It Follows geleceğin kültü olarak tanıtılıyordu; heyecanla yerlerimize oturduk. Atmosferi epey ürpertici ve özellikle Dario Argento filmlerini hatırlatan müzikleriyle başarılı bir filmdi, fakat hikayenin anlatımında eksiklikler vardı gibi geldi bize.
Tam anlam veremediğimiz, açıklaması zor bir lanet musallat oluyor mahallenin gençlerine; sevişerek bulaşan bir lanet bu ve sürekli başka formlara bürünen bir varlığın takip etmesiyle hayatı kabusa çeviriyor. Aslında eskiden sık sık gördüğüm kabuslara benzer bir kaçış hali var; senden başkasının göremediği bu şeytani varlığın dik dik gözlerinin içine bakarak üstüne yürüyüşünden kaurtulmak için asla 2. çıkışı olmayan bir yere girmemek gerek.

Uykulu gözlerle yorgun argın eve dönüp saçımdaki tokaları sökmeye başladık yatakta...

2124

(17 NİSAN CUMA)

Uzun bir kitap okumuş gibi olduk; bu romantik dönem filmini seyrettikten sonra.
İngiltere'de 1 kadına 3 adam düştüğünü öğrendikten sonra taşınmaya karar verdik!

Sonrası; 2 bira, 2 cin-tonik ve bol arkadaş sohbeti...