31 Ocak 2015 Cumartesi

2048

Elbet

Birkaç gün evvel, "Artık yalnızca ben varım!" demiştim ya...
Kendi sözüme ihanet ettiğim için, senin 2 güzel lafına inanıverdiğim için sanırım bugün zaman beni sınadı.
Gösterdi ki, gerçekten aslında yalnız ben varım!

Elbet, senin de böyle hissettiğin zamanlar gelecek.
Herkes etrafımda bir şeyler kuruyor ve ben eksik eksik onlara bakıyorken şimdi, elbet bir gün ben de kendi hayatımı kuracağım mutluluk ve aşk üstüne.
Oklarımı geleceğe hedeflerim ben hep...

2047

(30 OCAK CUMA)

Belki 15 yıldır doğru dürüst konuşmadığım ortaokul arkadaşımla, birkaç alakasız arkadaşı daha bir araya getirip Hatay Meyhanesi'nin ücra bir masasında topladım. Garsonun buz getirmeyi hep unuttuğu bu köşe kuytu masaya 1 büyük söyleyip mezeler seçtik, ciğer ve humus istedik. Künefeyi aman dedik efendim, unutmayalım!

Olmazsa olmaz lise anıları, yine bir iki ortak tanıdık, bir konsol oyunu hakkında kısa tartışma, Balkan gezisi planları, kapı önü sigara molaları; birbiriyle yeni tanıştıkları halde çok rahat sohbet kuran insanlar...

Yine mutlu bir gece; yine Hatay Meyhanesi'nde.


29 Ocak 2015 Perşembe

2046

Karaköy'ün serin ve kuytu ara sokaklarında yeni açılmış bir cafe'de gecikmiş kahvaltıya oturduk. Pancakelerin minikliği başta bizi tatmin etmese de, fıstık ezmesi ile limon reçeli beni mest etti. Bir güzel tuzlu tatlı pancake lokması çeşitlemeleri yapıp afiyetle yerken biraz da garsonla şehrimizde açılan ya da açılamayan jazz barlar üzerine muhabbet ettik.
İstanbul Modern'e epeydir girmiyordum; Mehmet Güleryüz sergisi iyi bir bahane oldu. Hayvan-insan ilişkisine kafayı takmış, metamorfoz geçirmiş gibi yamru yumru figürler çiziktiren ve hemen her resminde ürpertici karanlık bir derinlik yaratan bu adamı severim.
 
 
 
Gözlerimiz ağrımaya başlayınca açık havaya çıktık, dışarısı soğumuştu. Yine Karaköy civarında bir kahve molası verdik, ardından Galata'ya çıktık. Güneşli başlayan gün yağmurluya dönünce biz de gezmeyi kısa kesip dönüşe geçtik...
Bunlar da seyfi eğlenceleri :)


2045

(28 OCAK ÇARŞAMBA)

Yerler kabarıp şişen bir çadırımsı kumaşla kaplanmış; arkada kan kırmızı bir ışık... Sahnede kartal timsali siyahlara bürünmüş kargacık burgacık adamlar; kimi ince ve çok uzun, biri tombul, biri yaşlı ve beli bükük, ikisi gencecik, ikisi cüce...
 Müzik tanıdık ve hüzünlü, arada bir görünen kadınların hareketleri çok ağır ve ürkek, ama güçlü... Sahneye yansıtılan ışıklar mekana boyut katmakla kalmayıp, gerçek üstü bir atmosfer yaratıyor... Sahneye çıktıklarında kimilerini güldüren, beni sessizleştiren dev kafalı kuklalar hepimizi ürkütücü bir rüyaya daldırıyor...
Babamın arkadaşı İsmail Kadare'den bir savaş öyküsü seyrettiğimiz bu oyun. Bu gece prömiyeri varmış, uzun sürmesine rağmen tek perde oynandı. Sahne dekoru ve kostümler, ışık ve müzik çok iyiydi.
Savaştan 20 sene sonra ölmüş askerlerinin kemiklerini toplayıp memleketlerine götürmek üzere görevli general ile rahip, mezar kazıcı işçileriyle birlikte Arnavutluk topraklarında dolanmaktalar... Buldukları kemikler kime ait peki; saygı değer bir amirale mi, yoksa sapkın bir pedofile mi? Savaş saygıdeğer insanları zavallı sapıklara mı dönüştürür yoksa..?
Bundan sonraki katliamları planlayan generaller viski kadehlerini tokuştururken, Arnavut halkı yine acıyı taşıyarak, yine vakur, onlara kemiklerini atıp topraklarından def eder.



27 Ocak 2015 Salı

2044

Çocuk-adam analizleri

Fazla dürtüsel ve yersizce çocuksu davranan "iyi niyetli zayıf" erkekler yaşıtlarım arasında çoğunlukta. En sinir olduğum ama en kolay tahammül edilebilir kategori. Onları aciz bebekler gibi gördüğüm sürece kızmak yerine, acımayla karışık bir şefkatle yaklaşabiliyorum.
Bu tiplerden öyle çok var ki etrafta; fotokopiyle çoğaltılmış gibiler-hepsi birbirinin sıkıcı birer kopyası.

Üzerinde tez yazacak denli uzmanlaştığım bu "çocuk-adam" tiplemesi; genellikle eli yüzü düzgünce bir kadın gördü mü feleğini şaşırır. Güzel kadınlar anlar hemen onları, çok kolay ayırt edilirler.
Kadınlara tatlı davranmaya meyilli olduklarından pek de antipatik görünmezler aslında, dedim ya tahammül sınırlarını zorlayan tek tarafları sığ zekalarıdır.
Ağızlarına geleni anında söylemek ve zerre kadar hesap etmeden hareket etmek gibi huyları vardır, zira başka türlüsünü beceremezler.
Genelde sevimli tipler olurlar, esprileriyle hemen ortamı kaynaştıran sıcak kanlı bu adamcıklar için "kadın" henüz ayak basılmamış bir zirvedir. Ulaşmak için ellerinden geleni değil gelmeyeni de yaparlar.

Arkadaş çevrelerinde çok sayıda loser kız vardır ve onlarla her şeylerini paylaşmaya, mıçmıç ilişkilere bayılırlar.
Anlattıkları hikayelerin aşırı ilginç olduğuna dair şüpheleri maşallah hiç yoktur!
Kendilerince çok eğlenceli olan saçma sapan ergenlik anılarını ballandıra ballandıra anlattıklarında neden gülmediğinize anlam veremezler ama susmayı da akıl edemezler.
Oysa "nasıl mutlu olunacağını" keşfettikleri felsefi açılımları ne kadar da eşi bulunmaz derinliktedir!
Kendilerine dair fazlaca bir şeyleri yoktur gerçekte; erkek arkadaş gruplarıyla yurtdışı gezilerinde ziyaret ettikleri striptiz klüplerini yahut Antalya'da seyrettikleri plaj güzellerini saymazsak...
Bazı kadıncıkların alışıldık buldukları bu sığlıklar, hiç de "normal" ve kabul edilebilir sayılmaz oysa.

Kadınlara hayrandırlar, dinledikleri şarkılar kadın sesindendir, izledikleri filmleri aktrisleri çekiciyse severler ancak, kadın öğretmenlerden aldıkları dersleri hatırlarlar bir tek-bu örnekler uzatılabilir...
Rus kadınlardan, masaj salonlarından, Erasmus öğrencisi ev arkadaşlarından filan bahsederler.
"kadın"ı parayla, gösterişle ya da güzellikle satın alınabilir sanan aciz, zavallı çocuk-adamlardır onlar. Doğrusu; ulaşmayı arzuladıkları kadınlar kedi ise, çocuk-adamlar birer yavşak köpektir.

Kendi dünyalarını kuramamışlardır çoğu-30larına gelmiş olmalarına rağmen, sorsan hiçbiri ne yapmak istediğini de ne yaptığını da bilmez!
Ya annelerini pek seven ana kuzusu tipler olurlar, çünkü bodur karanfiller gibi büyümeyip güdük kalmışlardır- muhtaçtırlar.
Bağımsızlığı imaj sanırlar-bir kere bile risk almamışlardır hayatta.
Kitap okumaya, tiyatro bileti seçmeye, film festivallerini takip etmeye yahut herhangi bir entelektüel aktiviteye vakit ayıramazlar; ama meşguliyetlerinden değil de odaklanamadıklarından.
Çocuk-adamlar; hiçbir şeyle 10dakikadan fazla ilgilenemezler tam olarak. Yerlerinde oturamayan, sürekli arayış içinde huzursuz tiplerdir; bu yüzden de çok içerler ve gevezelik ederler.

Hepimiz birkaçını tanıyoruz bayanlar...

2043

(26 OCAK PAZARTESİ)

Uncle Frank: You got any friends, Andy?

Andrew: No.

Uncle Frank: Oh, why’s that?

Andrew: I don’t know, I just never really saw the use.

Uncle Frank: Well, who are you going to play with otherwise? Lennon and McCartney, they were school buddies, am I right?

Andrew: Charlie Parker didn’t know anybody ‘til Jo Jones threw a cymbal at his head.

Uncle Frank: So that’s your idea of success, huh?

Andrew: I think being the greatest musician of the 20th century is anybody’s idea of success.

Jim: Dying broke and drunk and full of heroin at the age of 34 is not exactly my idea of success.

Andrew: I’d rather die drunk, broke at 34 and have people at a dinner table talk about me than live to be rich and sober at 90 and nobody remembered who I was.

 
Charlie Parker'la arkadaş olamadıktan sonra ne anlamı var arkadaş canlısı olmanın?
En iyi olmadıktan sonra ne anlamı kalır herhangi bir şey olmanın?
Müziğin matematiğini ortalama zeka seviyesi öğrenebilir, peki estetiğini kaçımız duyabilir?
İnsanlardan beklenenden çok daha fazlasını almaya çalışarak onları sonuna kadar zorlayan bir hoca, öğrencilerini aşağılayarak yücelen bir narsist mi yoksa gerçek öğretmen mi?
Herkes içinde yerilmeyi, defalarca kere dalga geçilmeyi, uykusuz ve yalnız yaşamaya alışmayı, sadece çalışarak var olmayı göze alabilir misin?
Göze almaktan fazlası, bunu sevebilir misin?
Sonunda elinde kalan ne mi olacak? Ailen ve arkadaşların tarafından asla anlaşılmamak, onlar gibi olamadığın için senden nefret eden tüm diğer insanlar, hiç tanışamayacağın efsanelerle dostluk eder gibi her gün dertleştiğin posterler, bir kaç hoş anı, en fazla sen öldükten sonra arkandan saygıyla iki yaş dökecek bir eski hoca...
 
Delice neşeden payını almayan hiçbir şey başarıya ulaşmaz.* O delilik de yalnız öyle marjinal tarzla, melankoliyle gelmez sıradan insana. Sen güzel vakit geçirmek için yaparsın müziği, ben eğlenmek ve karizmatik görünmek için; ama Bird** yapmadan duramadığı için yapar. Neden çaldığını bilmeden çalar, başka türlü olamayacağı için. Onlarcası sanatçı ruhlu geçinir, yirmi tanesi sınavlardan geçer, yarısı derslerde pes eder, gerisi mezun olur, 1 tanesi devam eder ve belki sonunda "sanatçı" olur. Her şeyinden vazgeçebilenler ancak "bir şey" olabilir. Bir süre sonra "sanatçı"nın artık hayatı ve varlığı eriyip yitmeye başlar, yaptığı sanatın ta kendisi olup yok olur. Kendisi yok oldukça ismi yaşar.
Epeydir iyi müzik dinlememişim, kurumuş boğazlar gibi çektim müziği içime. Mest olmuş vaziyette seyrettim son soloyu ve hatırladım "o an"daki tutkuyu...

Arada bir izleyip hatırlamak lazım, neden burada olduğumuzu. 
Mehmet Güleryüz'ün jazz konulu resmi.

*Nietzsche'nin sözü
**Charlie Parker'ın lakabı

26 Ocak 2015 Pazartesi

2042

(25 OCAK PAZAR)

"Soğuk duş; en sevdiğim işkencedir."

24 Ocak 2015 Cumartesi

2041

Distopyada Bir Gün

Uyumamışım gibi uyanıyorum son günlerde
Eski fotoğraflara bakıyorum, dayım ne kadar da genç
Ve nasıl güler yüzlüymüş, bugün suratı beş karış
Hepimizden bir şeyler törpülüyor zaman değil mi
Onun için bir zamanı geri sarma seansı sipariş ediyorum
Gülümseyecek
Bin pencereli deliler koğuşundan merhaba
Siyah pelerinli bir çocuk mızıka çalıyor
Bir ben duyuyorum, ama çaktırmıyorum
Merdivenler merdivenlere çıkıyor
Eski fotoğraflar birer birer siliniyor
Kapılar kapıları kapıyor
Kendime bir demir bakire ayırtıyorum
Labirentte
Sokağın karşı kaldırımında babam duruyor
Tam karşımda gözlerimin içine bakıyor
Eski fotoğraflarda herkes gülüyor
Uyanmayacak gibi uyuyorum son günlerde
Geçmişimi sildirmek için randevu alıyorum
Bembeyaz bir klinikte sedyeye uzanıp
Bekliyorum

23 Ocak 2015 Cuma

2040

Kuzguncuk'ta geçen güneşli bir cuma sabahı... Küçük ve sakin cafelerden birinde menemen yanına üzümlü scones isteyerek yarattığımız gelenekler karması kahvaltı sofrası... Tanıdıklara selam vererek yürüdüğümüz yokuşun sonunda uğradığımız bizim cafede birer Türk kahvesi... 

Hava içeri kapanmak için fazla güzel, haydi sahilde birer çay içelim derken deniz kenarında deli adamlı selfie... Biz kendimizi çekmeye çalışarak eğlenirken yan banktaki adamın bizi çekmesi...

Sonrasında beyaz önlükler ve steril odalarda bambaşka bir dünya: buhar banyosu, nemlendirici maskeler ve pırıl pırıl, biraz da kızarık suratlar...

22 Ocak 2015 Perşembe

2039

Zamanın İntikamı ve "Canım"a Tavsiyeler

Zaman ne enteresan değil mi canım?
Sana hep derdim, devran döner ve her şey değişir zamanla gözlerin önünde...
Bak şimdi, bir zamanlar senin yaptığın benim içime oturan bazı şeyleri ben yapıyorum.
Gerçek intikam sen hakkın olan öcü almaktan vazgeçince kendiliğinden geliyormuş demek!
Umarım içine oturuyordur.
Çünkü sen az önce açıklamaya çalıştığım, özür diler gibi konuştuğum her şeyi ve daha fazlasını aslında hak ediyorsun.
Dün akşam telefonu kaparken ağladığına da memnun oldum, gözlerinde güçsüz düştüğünü gördüğüme de.
Yanlış anlama-seni seviyorum. sadece benim zamanımın geldiğini hissediyorum.
Bugün ben, dün senin yaptıklarının yarısını bile henüz yapmadığım halde senin canın yanıyor.
Sen de şaşırdın, rahatsız oldun; anlattığım şeyler arasından bir parçasını saklamışım gibi hissedince.
Çok iyi anlıyorum-aynı yollardan geçtim.
Sana tavsiyem canım; aklını koru.
Zor olsa da, aklını koru.

21 Ocak 2015 Çarşamba

2038

Arada vejeteryanlığa bağlayan, bolca saçmalayan, organ mafyasına bike giren, klişe karı-metres ikilemine değinen, annenin en sevdiği oğlunu anlatan, öldükten sonra gidilen soğuk gezegenlerden bahsederken birden disko toplu danslara başlayan absürt bir oyun seyrettik.

20 Ocak 2015 Salı

2037

İçim bir gel gitli, bir ikircikli...
Neden herkes gibi kolay bir hayatımız yok diye isyan mı etsem,
Her şeyi olduğundan zorlaştırmamak için kabullenmeyi mi seçsem,
bilemiyorum bir türlü.
Tek bildiğim; hayat öyle ya da böyle geçiyor
ve çok kıymetli bir şey yaşamak,
özgür olmak,
nefes almak,
görmek,
yürümek
...

19 Ocak 2015 Pazartesi

2036

Son Cümle

Bu hafta...
uykusuz kaldım, direttim, öfkelendim, sözler verdim, yürüyüp durdum, kendimi durduramadım, acı çektim, acı çektirmek istedim, karar veremedim, karar vermek istemedim, su gibi cin içtim, dans edip kafamı dağıttım, sonunda biraz ağladım ve yazıp yazıp sildim.
Son cümle şöyle yazdım: "Biliyorum ki benim içimde en tükendiğim zamanlarda bile sınırsız bir güç var, yeter ki inanayım."

18 Ocak 2015 Pazar

2035

Can sıkıntısı, yorgun gözler ve endişelerle boğuştuğum bir akşamüstü; epeydir görmediğim eski bir arkadaş arayınca reddedemeyip evden çıktım. Birlikte üniversite günlerindeki gibi kuaföre gidip kahküllerimizi düzelttirdik, biraz da neler yaptığımızı güncelledik. Bir yere bira içmeye oturduk, bir arkadaş annesinin yaptığı bürekten getirdi. Börek değil bürek-evet, bizim oraların yeşil böreği...

Hepimizi heyecanlandıran bir dizinin yeni bölümü çıkmış, ondan bahsettik. İskoçya'nın garip hayvanlarından ve ülkemizin rollercoaster gündeminden konuştuk biraz. Bir türlü olamayan ilişkilerden de söz edildi bir ara, türlü komik kadın-erkek durumlarından...

Bu sene sanki daha bir sert olan soğukta caddeyi boylu boyunca yürüdük, hızlı hızlı ısınmak için, bir yandan konuşarak. Kıvırcık saçlarım ve ekose eteğimle kendimi daha genç hissederek eve döndüm, aklımda bürek...

17 Ocak 2015 Cumartesi

2034

Güneşli bir kış günü; Yeniköy'de Parizyen kahvaltı sonrası Miro sergisinde masmavi İspanyol havası...

16 Ocak 2015 Cuma

2033

Bazı günler her şey bir ters gider, insanın içinden hiçbir şey gelmez ya hani...

2032

(15 OCAK PERŞEMBE)

Bir gece yine Araf'tayız...
Ortalık önce biraz boş, sonra giderek kalabalık ve her zamanki gibi eğlenceli.
Biraz yabancı mı kalırız-yok hiç de değil. Hemen önümüzde sallanıp savrulan ecnebi tayfasının arasına girer de gerdan kırmayı öğretiriz!
"Tophane rıhtımında yaparlar gemi aman Allah!"
Siyah-beyaz İstanbul manzarasına karşı bir kadeh rakı dolduran, aynı anda Mona Lisa'dan daha güzel hem hüzünlü hem neşeli olabilen Sadri Alışık'a bir selam çakarız.
"İstanbul'da sultan var...Lay lalala riri ray raray!"
Sultanlardan paşa keyfimiz bu akşam; en güzel biziz, en gülen biz, en gürleyen biz!
"Bıktım dünyayı sırtımda taşımaktan..."
Şarkıları yaşamından müsemma Tanju Okan'ın dramatik sesinden Halet Rezaki'nin şımarık serzenişine eşlik ederiz.

Solist beyimizi epeydir görmemişim; bukleler bırakmış da pek bir sevimli olmuş. Selam ediyorum, belki bir hoş söz, belki bir göz süzüş...
Gece boyunca cin-toniklerimden avladığım limonları yediğimi gözleyen tatlı barmen bana limon dilimleri getirir, alakanıza teşekkür ederim!
Gül kırmızı eteğim şehvetle kıvrılıp dalgalanıyor Kafkas türkülerinde, Azeri türkülerindeyse kollarım kuğu boynu gibi beyaz, incecik bükülüyor...
"İçerideki en güzel kadın sensin, biliyorsun değil mi?" diyor yanımdaki adam, cevap vermem gerekmeyen bu soruya nazlı gülümsüyorum.
"En güzel giyinmiş olan da sensin, en iyi dans eden de."
Hiç oynamıyormuş normalde, öyle diyordu sahne önünde döne döne terleyip kazağını çıkarmadan önce...
İşte biz adamı böyle terletiriz!



14 Ocak 2015 Çarşamba

2031

Bundan sonra sadece "ben" varım

2030

(13 OCAK SALI)

Tam da her şey sıcacık oldu derken...tepetaklak!
Olur ama böyle, bilirim-en iyi de ben bilirim.
Bir sürü saçma sapan şey yazdım-hepsini silmek istiyorum bu sabah
Silmek ve unutmak-
unutmak ve iyileşmek
iyileştikten sonra herkesle oyun oynamak!

12 Ocak 2015 Pazartesi

2029

Sabahın erkeninde uyandım, kalbim pırpır.
İçim içime sığmıyor, sabahın köründe beni kaygılar uyutmuyor.
Belki daha iyi mi böylesi-ne olacağını düşünüp durmak, düşünmeden yaşayıp gitmekten iyi?
2 saat kitap okuyup dönüp durmayı denedim, aklımı susturamayınca pes edip yataktan fırladım.
Gözlerim acıyordu, dışarıda karanlık bir sağanak boşanıyordu...
Çay koydum, omlet yaptım ve güne başladım.
Haydi bakalım!

11 Ocak 2015 Pazar

2028

Buz gibi havalardan sonra Güneş açınca, çıktık yürüdük, insanlar arasından, gülümseyerek...
Havalar biraz böyle güzel giderse, nereleri gezeriz İstanbul'da, planlar yaptık gülümseyerek.

2027

(10 OCAK CUMARTESİ)

2 kişilik 

2 kişilik bir dünya kurduk, 2 günlüğüne
Koyun koyuna küçücük dünyamız birden sıcacık oluverdi
Sığındık çarşaflar altına, kamp çadırı niyetine
Sarıldık, sarılınca diğer her şey aniden harici oluverdi

Kanepe 2 kişilik, patlamış mısır kasesi
Bira bardağı 2 kişilik, 1 tanesi
Yatak zaten 2 kişilik ama yastıkların 1 tanesi
Kırmızı battaniye 2 kişilik


9 Ocak 2015 Cuma

2026

Cemal Süreya'nın ölüm yıl dönümünü anan semtime geçerken teşekkür ettim.

2025

(08 OCAK PERŞEMBE)

Bir iç burkuntusu, sesini duymak
Hatırlamak, kaybettiklerimizi
Olabileceklerimizi düşlemek
Bir anlık

8 Ocak 2015 Perşembe

2024

(07 OCAK ÇARŞAMBA)

Gitsek mi gitmesek mi, kardan yolda kalır mıyız, trafiğe çok takılıp bunalır mıyız, yoksa yerimiz ayırtılmamış mıdır acaba, diye diye evden çıkıp kendimizi soğuğa attık.
Otobüs beklerken sırayla nerelerimizin ne kadar üşüdüğünü sayıp durduk; burnu, ellerim, ayak parmaklarım, alnım, gözlerimin beyazı...
Bu akşam Shakespeare'in ünlü Bir Yaz Gecesi Rüyası Muhsin Ertuğrul'da ilk kez oynanacaktı ve bizim davetiyemiz vardı.
Tahminimizin aksine bomboş yolları görünce erkenden Şişli'ye varacağımızı anladık.
Birkaç durak önce inip kendimizi tiyatro öncesi çikolata soslu muhallebilerle ödüllendirdik.
Bir türlü ısınamıyorduk, çay bardaklarına sarsak da ellerimizi. İçeriler bile soğuktu sanki bugün.
Sahneye yürürken karları kıtır kıtır çiğneyen ayak izlerimize bakındık ve buzdan kaygan hale gelmiş metal mazgallara basmamamız için uyaran görevlilere rağmen düşeyazdık.
Salon arkalara kadar doluydu, herkes bir şekilde gelmiş.
Artur'dan komşumuz Levent Üzümcü baş roldeydi bu oyunda; pek çok kere selamlaştığımız, konuşmalarını dinlediğimiz ve oğullarını sevdiğimiz bu adamı ilk kez sahnede izledim ve gerçekten beğendim. Herkesi gölgede bırakan bir karizması var, biraz da dikkat çekmeyi seven ve bilen bir tip anladığım kadarıyla. Zaten dev gibi cüssesi, güven dolu kalın sesiyle sahneyi dolduruyor.
Sahne  dekorunu çok sevdim; kırmızı perdelerden inen çıkan periler fikri güzel olmuş. Hikaye zaten klasik; Yunan mitolojisinden esinlenen bir romantik-komedya. Seyirci sık sık kahkaha atıp alkışlarla kesti esprileri. 
Seyrettiğime gerçekten memnun olduğum ve uzunluğuna rağmen sıkılmadan bitirdiğim bir uyarlamaydı, tavsiye edilir.

2023

(06 OCAK SALI)

Bugün için İstanbul'da şiddetli kar yağışı uyarısı yapıldı.
İki kişi, akşama doğru yakınlarda buluşmak üzere sözleşti.
Henüz tutmamış sulu kar yağışını arttırmıştı "Merhaba!" dediklerinde.
Bir kenara çekip kahve aldı kadın, adam yanında fındıklı kremalı bir İrlanda likörü getirmişti.
Arka koltukta bardaklar hazırdı, arabayı sahili görebilecekleri bir ara çıkmaza çektiklerinde.
Birer kadeh kahve-likör doldurup denediler, beğendiler.
Karlı akşamlar için jazz şarkıları seçmeye çalıştılar bir süre- Billie Holiday komik bir sürpriz yapmıştı o gece gelmeyerek...
40'ların eve dönüş özlemini anlatan salon danslarına çok iyi giden parçalarından dinlediler, sonra Amerikan country'e geçtiler.
Kar taneleri ıslak yola yağmur gibi düşüyordu, arada sigara içmeye kaldırıma çıktıklarında elleri donuyordu.
Bu soğukta köpek gezdirenleri, hatta koşanları şaşkınlıkla izlediler.
Kadehler yenilenirken, lise ve üniversite yıllarının içlerine işleyen Radiohead, Muse şarkılarına eşlik etmeye başladılar.
Başladığı anda etrafında bir atmosfer yaratan, asla unutulmayacak şakılar... Yıllardır dinlenmemiş, ama bu akşam ezbere söylenen gençlik şarkıları...
Eski doldurma albümlerden arada bir Şebnem Ferah, tek tük Sezen Aksu çıkınca gülümsediler.
Sonunda Rumeli'ne bağlanmayan gece olur mu?
Sejdefu maika'yı söylemeye çabaladılar, boşuna.


2022

(05 OCAK PAZARTESİ)

Kardan önce son güneşli Ocak gününde, her zaman kalabalık Tahtakale'ye gittik, mis gibi kahve kokan aralardan Yeşildirek mahallesine çıktık. Alacağımız kristal taşların renklerini elektrik kesintisi sebebiyle biraz zorlanarak seçtik, gelinlikçi amcadan cep Yasin'i hediye aldık. Her seferinde yeni bir macera sunan bu tarihi yarımadanın en işlek yerinden dönerken biraz pastırma kestirip peynir tatmayı ihmal etmedik. Vapura yetişirken güvercinler telaşla havalandı, tuşu ve kestane kokuları meydanı sardı. İstanbul'a kış kasveti çöktü...

4 Ocak 2015 Pazar

2021

Moda'da sevimli saklı bir Ortodoks kilisenin pazar konserine denk geldiğimiz güzel bir kış günü...
Büyük ciddiyetle keman çalan minik kıza alkışlar, kilise sıralarında yerinde duramayan sarı kafalı oğlanlara göz kırpmalar...
Sokaklarına dalmak her zaman heyecan verici oldu bu semtin; aralarda yeni açılmış küçük dükkanlar keşfedip şaşırmayı hep sevdim.
Yeni nesil kahvecilerin en popülerinde bir vegan kurabiye, acıkınca acı soslu bir hamburger...
Eve dönerken balık pazarından alışveriş yapmayı da çok seviyorum, zeytinci amcayı da.

3 Ocak 2015 Cumartesi

2020

Siyah danteller, ten rengi korseler, leopar satenler, kırmızı fırfırlar, pudra ipekler ve kadife fiyonklar arasında bir dünya...İç çamaşırı kutum!

2019

(02 0CAK CUMA)

Tam da küskün hissetmekteyken, unutuldum diye düşünürken...
Aradın, biraz sıkılmış geliyordu sesin, akşam iş çıkışı hemen eve dönmek istemediğini söyledin, birlikte yemek yiyelim, dedin.
Sevindim, hemen küslüğümü unutuverdim.

Kadıköy'ün hafta içlerini pek seviyorum; mahalleliyle karşılıklı sakince bir kahve içip zencefilli tarçınlı kurabiye yemeyi, kilisenin bahçesinde kedi besleyenleri izlemeyi, dükkanlara girip çıkmayı ve sahaflarda kitap karıştırmayı...

Akşam yine sıcacık geçti-seni sevdiğimi bu kadar çabuk unutmama sinir olsan da, işte güzel tarafı da çabucak hatırlamam!

1 Ocak 2015 Perşembe

2018

Kış sessizliği...

Umut ile umutsuzluk arasında, sadakat ile umarsızlık arasında, küfretmekle kutsamak arasında bir yerdeyim.