29 Şubat 2012 Çarşamba

981

Sanat ve Zanaat Hareketi (Art and Craft Movement) 1860'ların İngiltere'sinde "Sanat ve Zanaat Hareketi" adlı bir hareket ortaya çıktı. Yazar ve mimar William Morris öncülüğünde toplanan bir grup ressam, mimar ve tasarımcı içinde yaşadıkları ortama büyük tepki duyuyorlardı. "Çirkinlik her yerde, artık alışılmış bir şey oldu." diye düşünerek endüstri devrimini takiben oluşan ortamda üretim hızının artmasına paralel olarak kalitenin ve estetiğin kaybedildiğini savunuyorlardı. Bu idealistler grubu, ortaçağ estetiğini yeniden canlandırmayı amaçlıyordu ve şair John Ruskin'den ilham almaktaydı. Ucuz iş gücü ve makine üretiminin getirdiği niteliksiz tasarım ürünlerinin dayatılmasına karşı çıktılar ve sanat eğitimini yalnız sanatçılar için değil, halkın tamamı için zorunlu kılan okullar açtılar...

980

(28 ŞUBAT SALI) 
Yaprak sarma yanında bira ve matematikçilerin hayat bilgeliği 
 Kültürler arası entegrasyona kendimce bir yorum katıp Leffe dark içerken yanında zeytinyağlı yaprak sarması yedim bu akşam... Aslında o kadar acayip sayılmaz-birayla limonlu tatlar her zaman iyi gider. Mesela; herkes midye dolma yerken bira içmeyi sever. Her neyse bence güzel gitti-sonrasında izlediğimiz İspanyol filminde matematikçi karakterler, kapatıldıkları ölümcül tuzak odasından çıkabilmeleri için 1 dakika içinde çözmek zorunda bırakıldıkları sorularla boğuşuyorlardı. Soruların çoğunu biliyordum, ortaokul-lisede bana da sorulmuşlardı... Sonunda kurtulup çıktıkları zaman farkına vardılar ki; 250 yıldır çözülemeyen ve uğruna milletin birbirini öldürmeye kalktığı matematik problemi çözülse de , çözülmese de dünya değişmiyor! Sanırım filmin tüm bilgeliği buradaydı...

27 Şubat 2012 Pazartesi

979

Dün İstiklal'de bir yürüyüş vardı. Hocalı katliamını anma adı altında Ermenileri aşağılama ve öç alma yürüyüşü. Lanet devlet politikası sonucu 92'de Karabağ savaşı sırasında öldürülen Azeri sivilleri bugün bir misilleme aracı olarak kullanan bir grup kendini bilmez, kendi devletinin de azınlıklara en başından beri uygun gördüğü benzer politikayı aklamaya çalışırken komşu halka tehditler savurdu. Yaşanan acıdan devletler değil halkları-tüm Ermenileri- sorumlu tutmaya çalışan şuursuzların düzenlediği bu yürüyüşün gazetelere çarşaf çarşaf verdiği reklamların ve billboardlara yapıştırdığı ilanların giderlerinin sponsorları elbette hazırda vardı ve devletin içişleri bakanı bu hınç kampanyasına destek vermek amacıyla bu gibi pankartlar önünde konuşma yaptı: Dün İstiklal'de işte böyle haysiyetsiz bir yürüyüş vardı. "Bu vahşete insanlık VİJDANIYLA yaklaşamayanların hepsinin Ermeni olması havanlıklarındandır." gibi özlü pankartlarında, sahip çıkmaya çalıştıkları Türklüklerinin önemli bir parçası olan Türkçeyi bile yazmaktan aciz oldukları, bir türlü şu -de, -da eklerini kavrayamadıkları göze çarptı. Bu anma yürüyüşünü "Bana ne bana ne!" tarzı bir cevap olarak kullanan topluluk, "Hepimiz Ermeniyiz" sloganını Türklüğüne hakaret kabul ederek "Hepimiz Ogün Samast'ız" sloganını yeğledi; bir başka deyişle kalleş katil olmayı tercih etti. Komşusunun acısına sahip çıkmak amacıyla yeni pankartlar hazırlamak yerine Hrant Dink suikastine karşı düzenlenen yürüyüşlerde kullanılan sloganları devşirmeyi tercih etmelerinden de anlaşılıyordu ki; onlar kendini karşıtlıkla tanımlayan kışkırtılmış bir küçük topluluktu; kendilerine veya yakınlarına yapılan haksızlığa onurlu değil adice tepki vermeye programlı bir köle güruhu... Ama ya o kadarcık değillerse?? Yüzler kitabında arkadaş listemde yer alan fakat hiç görmediğim bir genç bir kadın-kendini Atatürkçü diye tanımlayan ve İslami kesimi temsil eden hükümetin her yaptığına hemen karşı çıkan bir tip olarak dikkatimi çekmişti daha önce-bana "Bu yürüyüş kesinlikle şuursuz dildi..Benim ailem de Azeri ve Ermeni zulmünden kaçtı...Katliamı anmak neden ırkçılık olsuuun??!! Asıl ırkçılığı Ermeniler yapıyoo" şeklinde bir yanıt verme gereği duydu. Aynen bu şekilde. Dedim ki; "Elbette katliamı anmak tek başına ırkçılık olarak değerlendirilemez, eğer kişisel hikayelerimizi anlatacaksak benim de ailemin bir kısmı Bosna'daki katliamda parçalandı, fakat bu topyekün bir halkı aşağılamaya mazeret teşkil etmez. Sırf kendi devletlerinin azınlıklara yönelik politikasını örtbas etmek amacıyla çocukça bir mızıkçılıkla bir yanlışın karşısına bir başka yanlışı koyuyorlar." Genç hanım belli ki çabuk gaza geliyordu; cevabını yazmakta gecikmedi: "Kişisel hikayemizi anlatmıyoruz biiiiiirr. ! Ben resmen tanık oldum buna ermeniler katliam yaptı yani proof oluyo ikiiiii. Devlet ayrıca azınlıklara değil en büyük kötülüğü Türklere yapıyoo Atatürkçüyüm diyene AKP terörist muamelesi yapıo resmeeen" gibi bir şeydi. Şimdi bu anlama yetisi öfkelenme yetisinin hızına yetişemeyen genç hanıma ben öncelikle sayı saymayı 4 yaşımdan beri bildiğimi mi söyleseydim? Yoksa bana laf yetiştirmek için boşuna çaba sarf etmemesini, aslında onun tarafında olduğumu mu? Devlet politikası derken, şu anki hükümetten daha genel bir şeyi kast ettiğimi de açıklamam lazımdı, ama denemedim. Onun yerine Türkiye Sosyalist Azerbeycanlılar Platformu'nun açıklamasını yazdım: "Hrant Dink'in katli sonrası karanlık güçlere karşı Türkiye'deki Ermeni azınlıkla dayanışma anlamında acı ve öfkeyle dile getirilmiş Hepimiz Ermeniyiz sloganını sulandırmak ve geçersiz kılmak için ortaya atılan Hepimiz Azeriyiz önermesine itiraz ediyoruz. BU oyuna ortak olup Hocalı katliamının bu çevrelerin siyasi malzemesi olmasına göz yummak en başta Hocalı katliamında hunharca katledilen insanların anısına saygısızlık, Hocalıların anısına vurdumduymazlıktır. Biz bu oyunun oyuncusu da seyredeni de olmayı reddediyoruz. Yaşasın halkların kardeşliği!" Ve bütün gün bu genç hanımın neden bir türlü hiçbir şeyi anlayamadığını düşündüm durdum. Bu kadar zor mu gerçekten olan biteni görebilmek?... Hocalı katliamı dahil olmak üzere, tarih boyunca devlet eliyle planlanmış, gerçekleştirilmiş ve örtbas edilmiş olan tüm cinayetlerin, soykırımların unutulmaması çok önemli. Fakat "Hrant Dink'in öldürülmesinin üzerinde neden bu kadar durdunuz da bizim din kardeşlerimiz Azerilerin öldürülmesine fazla ses çıkarmadınız!?" gibi sığ bir değerlendirmeye verilecek en basit cevap; Hocalı katliamının yıllardır anılmasına karşılık Hrant Dink'in katilinin el üstünde tutulması, azmettiricilerin bilerek ve istenerek cezalandırılmamasıdır. Yani sevgili genç Atatürkçü hanım, biz sahip çıkmazsak bu olay unutturulacak! Bunu anlayabildiniz mi? Bakın, Müslümanlara yönelik zulümler yine az çok tepki görüyor bu ülkede ama kendi ayıbını kedinin pisliğini örtmesi gibi gömüyor bu insanlar. Zor geliyor olsa gerek Türk gururlarına; ne de olsa Bizans başından beri kahpe, Yahudiler aç gözlü, Aleviler dinsiz ve Ermeni dölü haindi, öyle öğrenmedik mi?... Şimdi Azerileri öldüren Ermeniler değil de Ermenistan devleti -ve destekçileri-olduğu halde bir insanın sırf Ermeni doğmaktan dolayı piç olduğunu iddia edersek yüzümüz kimlere benzer, anladınız mı?

26 Şubat 2012 Pazar

978

Güneşli Pazar Yorgun hissediyordum aslında, eve geldiğimde. Elime bir kitap aldım: Saki hikayeleri, İngilizce. Kanepeye uzandığımda telefonum çaldı, tanıdık bir ses beni dışarı çağırdı. Erenköy'den Bostancı'ya bir çırpıda yürüdük, hava uzun zaman sonra ilk kez Güneşliydi. Yosun kokan sahil kaykaylı ergenlerle dolup taşıyordu, biz daha çok bisikletlileri kıskandık. Ardından bir Belçika cafesine oturup çikolatalı croissant yanına kahve söyledik, bir bardak da limonata içiverdik. Kitap evi gezmek için mükemmel bir pazardı; bugünün tesadüfü ise adıyla belki karamsar fakat heyecan verici bir derleme sayılabilecek "Ölüm Kitabı" oldu...

977

(25 ŞUBAT CUMARTESİ) Anneliğin paranoyaya ne kadar yakın olduğunu izledik bu gece, bir bağımsız festival filminde... İskandinav yalnızlığı Güneş görmeyen insanları ne kadar renksizleştirebilirmiş, bir sürü küçük pencereli modern toplu konutlarda tek-tip yaşantılar ne derece yavan olabilirmiş, kaybedenler birbirini çektiği halde hayatlarındaki en basit bir haberi bile paylaşmak nasıl zorlayabilirmiş onları, gördük. Çocukluğunda dayağını yediği, yalnız başına onu büyüten annesi ölüm döşeğindeyken Helge, bunu yeni tanıştığı ve kendisi gibi ürkek ve çekingen olmasından başka herhangi bir yakınlıkları bulunmayan endişeli anneye anlatacakken bile öyle ıkınıp sıkınıyor ki... Kimseyle konuşmadan yaşayarak, en yakınlarına yabancılaşarak böylesine suskunlaşmış ve dışarıdan son derece "sıradan" görünen insanların içlerini açtığımızda ne biçim kurtlu böcekli yaralarla karşılaşabileceğimizi düşünmek, ürpertiyor bizleri...

25 Şubat 2012 Cumartesi

976

(24 ŞUBAT CUMA) 
  Ajandaya Düşülen Not 
 Sarhoş sesinle iki büyüğün üstüne bir küçük söyledin, "İçeriz daha değil mi?" diye sordun gevşek gevşek gülerek. "Bence artık içme ama sen bilirsin..."dedim hafif çekingen, sadece iki bira içmiş olduğumdan temkinli. "Taşımayacak mısın??" diye karşı çıktın. "100 kilo adamsın!" diye cevapladım gülerek. Dudaklarını kinle büzdün, sarsak hareketlerle ajandanı çıkarıp "Ben bunu buraya yazıyorum!" diye tutturdun, "Bugün ayın kaçı?" "24." "Hangi ay??" "Mart!" Kıkırdadım. Aradın, sayfaları çevirdin, 24 Şubat'a not düştün: "Daha fazla içme- Zayıfla. Rana"

23 Şubat 2012 Perşembe

975

Bugün
uzun zamandır ilk defa
hayatımın kalan parçalarını-ne varsa
yerden toplayabileceğime dair
ufacık bir umut doğdu içime...

Güneşten mi dersin?

974

(22 ŞUBAT ÇARŞAMBA)

Yine ben aradım sordum
Yine ben geldim yanına
yine ben bitmesin dedim
Yine ben sarıldım
Yine ben öptüm

21 Şubat 2012 Salı

973

Bunca şeyden sonra gerçekten...
ARTIK unutabilir miyim hepsini?
ARTIK ölebilir miyim?
Lütfen!

20 Şubat 2012 Pazartesi

972

Pazartesi Sendromu

Biliyorsun; uzunca bir süredir pazartesilerden nefret ediyorum ve yaşamamak/ölmek için elimden geleni yapıyorum.

971

(19 ŞUBAT PAZAR)

YİNE DE

Zaten bizim yaşadıklarımız
başından beri hep
Bir "yine de"

Yine de
Filme gitmemizi istedim
üstesinden gelmeyi denedim

Bir zamanlar sevdiğin
Kendini paylaştığın birinden
tiksinmenin ne olduğunu bilirim

Yine de
seni sevebilmek
istedim...

970

(18 ŞUBAT CUMARTESİ) 
  Aklımda kalacak Bir Gülümseme: "Tam bir hayal kırıklığıyım!" dedim içimden bağırmak gele gele. "Kendimi bildim bileli hep özel hissettim kendimi...O kadar inanırdım ki istediklerimi yapabileceğime-ama sonunda hiç bir şey olamadım!" içim söküle söküle ağladım. Buna karşılık beni sardın sarmaladın, "Ben sana inanıyorum." dedin. Komik şekillerde teselli ettin beni hep, bir yandan da yoğunlaşırsam her isteğimi alabileceğimi söylerken ciddiydin. Tatlı tatlı, yarı şaka-yarı ciddi anneme borçlarımı ödeyebileceğimi gösterdin. içim ısındı, Güneş açmış gibi gülümsedim. "Sen varsın diye her şey daha güzel-ama hayatımı bir tek sen düzeltemezsin ki!" dedim. Sevinçle sarıldın bana, "Çok güzel söyledin, o yüzden sarıldım." dedin. Gülümsüyordun...

17 Şubat 2012 Cuma

969

Artık bir evim yok-
orası benim evim değil,
kafesim

968

(16 ŞUBAT PERŞEMBE)

Bazen iyi geliyor
yüzküsür yıl öncesinde
anneannemin annesinin
babasının ikinci ve kendinden 33 yaş genç hanımı olduğunu,
fakat ilk karısını dövmesiyle meşhur olan bu demirci adamın
annemin anneannesine bir fiske vurmadığını dinlemek...

967

(15 ŞUBAT ÇARŞAMBA)

Arkadaşlarla çıktım bugün, sık sık gittiğimiz ama epeydir uğramadığım bir Kadife sokak barının arka bahçesinde oturduk, bahçeyle alakası yok aslında-duman altı bir sera gibiydi. insanlar sıkış tıkış oturmuş göz gözü görmeyen bu ağırlaşmış hava altında sohbet ve flört ediyor, yanında da çoğunlukla şekerli ucuz bira içiyorlardı, ben white russian söyledim. Baktım; herkes her zamanki gibiydi: arkadaşlarım konuşuyorlardı, birinin kendi dertleri vardı ama saklıyordu-bir yandan hala çekici görünmeye çalışıyordu, diğerinin de hayatı aslında her birimizinki kadar sıkıcıydı fakat o böyle şeylere şimdilik boş veriyordu, baktım...; kimse benim kadar karamsar değildi. Herkes, benden başka herkes bir şekilde uyduruyordu-kelimeyi seçemiyorum-uyuyordu - uy - uyarlıyordu - kelimeyi bilemedim- o ya da bu şekilde bütün bu insanlar, hemen hepsi genç ve birkaçı yabancı, onlar devam edebiliyordu- ya da nasıl desem işte-onlar yaşıyordu...

14 Şubat 2012 Salı

966

Ben artık hiçbir şeye inanmıyorum biliyor musun?-
Kendime bile.

965

(13 ŞUBAT PAZARTESİ)

965 mi olmuş?
...

13 Şubat 2012 Pazartesi

964

(12 ŞUBAT PAZAR)

Biliyor musun sevgili günlük
benim bugünü hiç mi hiç yazasım yok...
yaşanmasaydı keşke-

11 Şubat 2012 Cumartesi

963

Bu sabah başardın sevgilim!

Gerçekten de başardın!

962

(10 ŞUBAT CUMA)

"Looks like we made it
Look how far we've come my baby
We might've taken the long way
We knew we'd get there someday

They said 'I bet they'll never make it'
But just look at us holding on
We're still together still going strong..."

9 Şubat 2012 Perşembe

961

Ölümümü düşündüm bütün gün
Herkesten nefret ediyorum, ama en çok kendimden
Çünkü başaramadım
En çok da kendime inanmıştım ve ben yanıldım

Ölümü düşündüm bugün saatlerce
Hap içtim bir kutu, ironik aslında-ben hap yutamam ki
Ama bunları yuttum, küçüklerden seçtim, art arda attım ağzıma
Sonra sanırım 18.de filan kustum
Üstüme kustum, yere kustum
Herkesten ölesiye nefret ediyorum- en çok da kendimden
Yaşamayı zaten ama
Ölmeyi bile başarmadım

Doğumumu düşündüm bugün
Karlı bir günde doğmuşum ben
Ben; Rana
Şimdi karlı bir öğlen başlayan bu kısa ve acıklı hikaye
Yine karlı bir öğlen sona eriyor

Ölenleri düşündüm bütün gece
Saçma belki, ama Ahmet Fevzi Demirden'i düşündüm
Ömer Hoxha ile ikisini rakı içerken düşledim
Onlar; dedelerimiz

Bugün yaşadığıma göre
Dünyanın en şerefsiz insanı benim,
En korkağı ben; Rana
Bir zamanlar biri beni sevmişti,
Ama şimdi hatırlamıyor(um) bile

Sabahı beklerken hep kendimi teskin ettim:
"Geçecek...Bir kaç saat sonra hepsinden özgür olacağım..."
Kendimi hiç bu kadar yalnız, bu kadar çaresiz hissetmedim
Ve bunca işe yaramaz!
Beni hala değerli bulan birinin sesini duymak istedim
Ama ondan bile emin değilim-
Sanırım o da vazgeçmiş

Ölümümü düşündüm bütün gün
Kimler üzülecek, umrumda bile değil
Kimler özleyecek, onlar benim değerimi bildiler mi?
Sevgilimin ölsem haberi bile olmayacak, ya arkadaşlarımın??
Bir zamanlar birileri beni sevmişti;
Babam, babaannem.
İşte hepsi bu
-

960

(08 ŞUBAT ÇARŞAMBA)

Ölüm
hiç bu kadar yakın olmamıştı...

Sabaha kadar tek yalvardığım;
hatırlanmaktı...

7 Şubat 2012 Salı

959

Bu gece sana yaptırmak istediklerimi bir bilsen...!

958

(06 ŞUBAT PAZARTESİ)

Bugünleri yazmıyorum-
zaten yoklar...

5 Şubat 2012 Pazar

957

Bugün yeniden güneş açtı.
Sen beni arkadaşlarınla tanıştırdın.
Masada elimi tuttun, beni yalnız bırakmadın.

956

(04 ŞUBAT CUMARTESİ)

Bana korktuğunu anlattı.
Arkadaşlarını kaybetmekten korkuyormuş meğer son günlerde içten içe.
Oysa ben onlara çok güvenmiştim, öyle ki; ayrılmamız gerektiğine karar verdiğimde ben onu arkadaşlarına emanet etmiştim...

3 Şubat 2012 Cuma

955

Bugün yeniden ayağa kalktım
Herkes beni görsün, tanısın istiyorum!

954

(02 ŞUBAT PERŞEMBE)

Gelip giden titremeler ve kasılmalar...Bölük pörçük, kabusumsu düşünceler... Hayaller, şekiller, zihnimde asılı kalan kelimeler...Arada bir kaç dakikalık uyanışlar; bilinç anları...Sonra yine düşüş, bataklığa dalış...Baygınlık...Ürpermeler...Rüyalar; rüya mı? İlaçlar, haplar, suda eriyenlerin fışırdamaları... Ayağa kalkmak öyle uzak ki! Yine de ayağa kalkınca yapmak istediklerim var... Neden hep en güçsüz anlarda en azimli hisseder insan kendini?... kafamı kaldırmayı denediğimde kalkmıyor-şu an yatıyor muyum? Baygınlık...

1 Şubat 2012 Çarşamba

953

Normalde sevinir çocuklar
erken kalkıp okula hazırlanırken
kar tatili olduğunu öğrenince...

Normalde...

952

(31 OCAK SALI)





Karlı akşamda el ele, kar taneleri gözümüze gire gire yürüyüşün ardından sıcak evde sıcak şarap kaynattık, kestane fırınlayıp birbirimize soyduk...