30 Kasım 2012 Cuma

1255

Bugün rehavetle geçti gitti, dün akşam öyle güzeldi ki- hala gülümsüyorum ve kendime bir kupa earl grey çay koyup gizemli bir romana dalmak beni ziyadesiyle memnun etti...

1254

(29 KASIM PERŞEMBE)

Benim hep istediğim, buydu işte!

İş çıkışı, Bostancı'da olmasına rağmen varlığından yeni haberdar olduğumuz, vaktiyle Cemal Süreya'nın müdavimi olduğu Hatay meyhanesine götürdün beni.

Masaya oturur oturmaz bana sevgiyle bakışından o gecenin harika geçeceğini anlamıştım- gözlerin hem tanıdık, hem özlenmiş hissettirdi kendimi. Burayı arkadaşından duyduğunu söyledikten sonra, "Bari ben de ilk defa Rana ile gideyim dedim." dedin, "Ne de olsa, her yere ilk Rana ile gidiyorum." Doğrusu, mutluluğum çok belli oluyordur diye biraz utandım...



Mezelerden her zamanki favorim patlıcan salatası, yoğurtlu pazı, buranınki meşhur olduğundan pastırmalı humus, zeytinyağlı yumuşacık kereviz ve canımız çekti diye midye dolma aldık. Bir de küçük söyledik.

Önce birer dilim leziz beyaz peynir geldi tabaklarımıza, kavun dilimi de pek şekilliydi hani,rakıları tokuşturduk- ve içerken göz göze geldik, sen de fark ettin mi?... Kızarmış ekmek sepeti yeniden doldurulurken geçen yaz tatilimizin kopamadığımız bir parçası olan Zeki Müren şarkılarını tekrar dinlemekte olduğumuzu fark edince gittiğimiz yerleri anımsayıp güldük.

Eski şairlerin duvarlarda asılı berelerine, çantalarına, resimlerine baktık; ruhları da bir şekilde bu küçük samimi meyhanede asılı kalmış gibiydi...


Sen; iş yerindeki küçük ama sinir bozucu olayları anlatmak için bu akşama saklamıştın- ben; yeni siparişlerimi heyecanla anlatmak için bu akşamı beklemiştim. Bir şekilde ikimiz de biliyor olmalıydık; bu akşamın benim hep özlemini çektiğim gibi, karşılıklı otururken göz göze baktığımız, anlattıklarımızı gerçekten dinlediğimiz, neyimiz var neyimiz yoksa her şeyimizle o anda ve orada olduğumuz harika akşamlardan biri olacağını...

Ben temkinli içtim, ama sen hafif yalpalıyordun kalkarken, otobüs durağına yürüdük. İçimden bir ses sürekli "Çok mutluyum!" diye bağırıyordu ya, zor tutuyordum. Eve varan sokaklarda sarma dolaş yürürken sarhoş halinin çocukluğunu çok sevdiğimi anladım, bir de aşure sevdiğini öğrendim ve bunu bir kenara yazdım.

Benim istediğim hep böyle bir geceydi işte!

***

İçki evinden çıkınca
camdan
demin oturduğum yere
baktım.

Sigara paketimi
masada unutmuşum.
sandalyede
tipki benim gibi
oturuyor boşluğum.

Bir eli alnında
benim gibi.
Ama
biraz daha mi hüzünlü?
otururken de
biraz daha mı çıkarıyor
kamburunu?

Biraz daha mi benziyor
babama?

Bir yaş büyüğüm babamdan
ve rüzgar
bir törendeki gibi
çekiştirir durur
yağmurluğumu.


Cemal Süreya



28 Kasım 2012 Çarşamba

1253

Kendimi düşündüğümde, davranışlarımı en çok yönlendiren şeyin arzularım olduğunu görüyorum- isteğin önüne kimse geçemez...

Bazen, birileriyle flört etmeyi çok özlüyorum- ve bu sen ol istiyorum.

27 Kasım 2012 Salı

1252

Beklenmedik bir akşam: pek de tanımadığım hoş sohbet ve güleryüzlü biriyle ilk defa oturduğum bir cafede çay-kahve-sigara eşliğinde birkaç saatlik muhabbet...

26 Kasım 2012 Pazartesi

1251

Bazı günler hayat cidden can sıkıcı oluyor, özellikle yanınızda oflayıp poflayan, şikayet edip duran biri varsa. Bugünler bir an önce geçiversin de yine yaşamaktan zevk aldığımız, her şeyin tadını çıkardığımız günler geri gelsin!

1250

(25 KASIM PAZAR)

Hasta bakmak dünyanın en yıpratıcı işi olmalı.

1249

(24 KASIM CUMARTESİ)

Kendimi çok güzel hissederek hazırlanıp evden çıktığım bu cumartesi günü,hava daha yolda mızıkçılık yapıp yağmaya başladı. Üstelik ben kendisine güvenmiş de şemsiyesiz, deri ceketle çıkıvermiştim!

Tahminimden biraz soğuk, epeyce ıslak ve kesinlikle daha uzun geçen bu rutin-bozan cumartesiye biz-ikisi Güney yarımküreden gelen genç kızlar olmak üzere- Cihangir'in meşhur Van kahvaltısı ile ağır bir başlangıç yaptık: tahinli cevizli yumurtayı sevebileceği aklıma gelmezdi, fakat leziz bir sürpriz oldu, ayrıca daha önce herhangi bir yerde masayı bu kadar donattığımı hiç hatırlamıyorum!



Ardından üşengeç bacaklarımızı kaldırıp Harbiye'ye vardık ve çok metodik biçimde çağdaş sanat fuarı denen şeyi alt kattan itina ile gezmeye başladık. Toplamda 4 saati geçkin bir süre ayırarak ayaklarımıza isyan ettirdiğimiz bu sergide, kimine hiç anlam veremediğimiz, kimine yalnızca şaşırıp geçtiğimiz onlarca işin arasında gözümüze çarpan birkaç tanesinden epeyce etkilendik.


"ben"

"annem"
Esra Rotthoff'un müthiş ekspresif "aile portreleri"...

dekonstrükte edilmiş kadın

Daron Mouradian'ın gözlerimizi esir eden masalsı işleri...

İhsan Oktay Anar'ı anımsatan resimleri...

Ortadoğu'dan çıkan her zamanki gibi "içli sanat"

Kalp denizi

Yunanlı birinden balıklar...

Adeta balık istilası

Etkileyici heykeller...

Yaralı topuklar ve ıslak bacaklarla sonlanan günün akşamını evde battaniyeyi kedilerle paylaşarak geçirmeye karar verdik, yanına da bir film söyledik: Copacabana.

Ne hoş bir değişiklik oldu!

25 Kasım 2012 Pazar

1248

(23 KASIM CUMA)

Bazı memurlar, memurluğun kurallarına karşı çıkarcasına fazlasıyla yardımsever, işten çekinmeyen ve güleryüzlü olabiliyorlar- bugün öyle bir tanesine denk geldiğim için mutlu oldum.

Ama en çok da, günün ikinci yarısında karşıma çıkıveren ve yıllardan beridir görmediğim, gördüğüm zaman hep o senenin çok mutlu geçeceğine, şans getireceğine inandığım masalla gerçek arasında bir yerde, aslında var bile olmayan muhteşem fenomen gökkuşağı ile karşılaşınca sevindim!



Bunu güzel bir işaret olarak alıyorum- 28. yaşımda hayat bana tahmin bile edemeyeceğim harikalar getirecek!

1247

(22 KASIM PERŞEMBE)

Sarsıcı bir filmi* beraber seyrettik, sıklıkla okuduğumuz, haberlerde duyduğumuz, duyunca insanın kulaklarına inanamadığı, fakat zamanla normalleşmiş bir hikaye: enseste zorlanmış genç bir kızın doğurmaya mecbur kaldığı bebeğiyle kurduğu sevgi-nefret ilişkisi...

Epey mide bulandıran bir film olacağı başından belliydi gerçi, yine de şaşırtıcı etkisiyle bizi sessizleştirdi yerlerimizde. Film boyunca içimden - kabuslardan uyandığımda istemsizce yaptığım gibi- işlerin bu noktaya gelmemesi için başka neler yapılabilirdi diye düşünerek huzursuzca oturdum.

Neyse ki sonunda salon aydınlandı da, yeni doğmuş bebeklerin yol kenarına bırakıldığını izlemek mecburiteyinde kalmadığımız küçük sıcak dünyamıza geri döndük ve ben -neden bilmem- bu gece özel ilgi talep ettim; uykumuz boyunca bana sarılmasını istedim!








*Gözetleme Kulesi

21 Kasım 2012 Çarşamba

1246

Talih!

Bazen harika insanların da basiretleri bağlanabiliyor, koşullar normalden saptığında, herkes bir süreliğine kendini kaybedebiliyor, kendi olduğunu unutup gelene dalgalara göre sürükleniyor...

İki hafta evvel söylediğin bir söz, aklıma takıldı- çünkü bizzat benim sözümdü bu- demek 2 yıl sonra bu gece, benle aynı yerden baktığın noktaya gelmiştin artık. Talih!

"Bundan 3 sene önce biri bana deseydi ki ileride o senin hayatından çıkacak, nefesim kesilirdi, onsuz hayatımı düşünemezdim. Oysa şimdi, yokluğunu hissetmiyorum bile!" dedi bana geçen gün, zekasına ve tecrübesine çok güvendiğim bir arkadaşım. Aynısının bugün benim hayatımda artık yeri kalmayan eski bir "çok yakın arkadaş" için geçerli olduğunu fark edince gülümsedim.

Nasıl tahmin edebilirdim, seni tanımaya başladığım, uzaktan uzağa çok değerli bulduğum o eski günlerde, bu günleri?... Kim bilebilirdi, bir zamanlar başkaları için beni bu kadar yaralamış olan senin, günler geçince bütün bunların farkına varıp da bana hakkımı teslim edeceğini, pişman olup her şeyi baştan düzelteceğini, nereden bilirdim bu kadar uzun ve zorlu yol alacağımızı..?

Bu bir mucize aslında- talih!
Biliyor musun- hayat öyle enteresan, öyle bizden büyük ki, hiç tahmin etmeyeceğimiz şeyleri karşımıza çıkarıveriyor da apışıp kalmaktan başka yapacak şeyimiz kalmıyor!

20 Kasım 2012 Salı

1245

Akıllı İnsan

Bir insan, 3 ay çıktığı bir adamdan, üstelik de gelmişine geçmişine -yani o derece- küfür değil ama hakarete varan aşağılamalar yemek suretiyle ayrıldıktan 3 yıl sonra hala neden aynı adamın peşinden koşar? Nasıl bu kadar küçük düşürür kendini, üstelik etrafındaki herkes bunlara tanık olmuşken hala o salak adamın kendini sevmiş olduğunu ve yaptıklarından pişman olduğunu nasıl olur da tekrar edebilir-sahi, kendini kandırmak için kedine ne söyler?

Bir de- bütün bunları yapan kendisini akıllı filan mı zanneder ki acaba?...

1244

(19 KASIM PAZARTESİ)

Bugün gerçek doğumgünüm...

Sevenlerim mesajlar yazdılar, aradılar, aramasalar bile andılar, eminim.

Bugün bundan sonraki hayatımın ilk günü- öyleyse birkaç karar alınabilir:
Artık daha gerçek dostluklar kuracağımız, samimi ilişkilerle örülü, rahat ve kendimiz olabileceğimiz, dopdolu, canlı ve heyecanlı, bereketli, verimli yeni bir yılımız olsun- sık sık keyifli pazar kahvaltıları edebilecek vaktimiz olsun, kendimizi özgürce ifade edebileceğimiz fırsatlar çıksın, içimizdeki canavarla yüzleşebilecek cür'etimiz bulunsun...



18 Kasım 2012 Pazar

1243















Cihangir'de pek doyurucu ve uzun bir pazar kahvaltısı için evden heyecanla erkenden çıktıktan sonra, yağmurlu görünen havaya surat asıp kendime 2. doğumgünü hediyesi olarak aldırdığım mavi fuları doladım. Bugün kapalı havaya inat harika geçmeliydi!

Sıcacık ufak mekanda, en kral masaya oturduk; koskoca kare masanın bir ucunda ikimiz, arkadaşları bekleyemeden bir cuppadak kahvaltıyı paylaştık. İnsanlar gelene kadar yeyip bitirdik ki; sanki çok açmışız gibi 2. tabakları söyleyelim. Kimse bunu bilmemeliydi!

Masanın etrafı dolduktan epeyce bir bekleme süresi sonra, masanın üstü de doluverdi: patatesli menemenler, sosis tabağı, Eggs Benedict, fırınlanmış bacon, jambonlu kaşarlı French toast, dev çaylar, kahveler- gözümüz dönmüş vaziyette saldırıp çarçabuk tükettik!

Karnımız tok-sırtımız pek olduğundan keyifler yerine gelmişti, arkalara yayılıp sohbetin tadını çıkardığımız 1-2 saatin ardından, havanın açmasına sevinerek Beyoğlu'nun artık kalabalıklaşmaya başlamış sokaklarına çıktık. Caddenin sonunda sevimli rengarenk küçük bir dükkanda beni erkek arkadaşımdan gelen 3.doğumgünü hediyem olan çilekli dudak kremi bekliyordu-tombik pembe bir baykuş kılığında!

Bu sakin ve tatlı pazar gününü;yeni bir manikür makinesi, çok cool bir çift küpe ile süslü mü süslü bir çift vintage eldiven kazanarak tamamladım- tabii güzel dilekleri ve öpücükleri saymazsak...

27 yılım kutlu, 28.si mutlu olsun!



















1242

(17 KASIM CUMARTESİ)

Bugün herkes bana bir şeyler ısmarladı, bir şeyler hediye etti:)

Akşam, tatlı bir kutlama yaptık: ikimiz ve bir şişe şampanya.

Doğumgünü hediyemi heyecanla aldım- bir de ne göreyim; hediyem hazır değil- yapmam gerekiyor daha!

Başladık yapmaya; önce yeşil duvarları taktık, minik sütunları koyduk yerlerine, köşelere savaşçı adamcıkları ve tam ortaya da ellerini açmış üstümüze geliyormuş gibi görünen kızmızı boynuzlu, korkunç, kapkara Minotauros'u yerleştirdik...-Artık kendi labirentim olmuştu!






Sanırım bunun ne demek olduğunu, ikimizden başka kimse bilmiyor-bizim sırrımız!

;)

1241

(16 KASIM CUMA)

Birbirini tanımayanlarla, bir zamanlar can ciğer kuzu sarması olup ev arkadaşlığı etmişlerin bir arada olduğu, komşular-arası sokak kapılarının ortak avluya açıldığı, misafirlerin elleri ziyadesiyle bira ve cipsle dolu geldiği, kiminin nar suyu-votka hazırlayıp kiminin armutlu ballı tarçınlı kokteyl yaptığı, yeni öğrenilen adlar sürekli karıştırılırken yeni tanışılan yüzlere hep gülünen, ufak bir salona yaklaşık 30 kişiyle 2 kedinin nasıl sığacağının hiç dert edilmediği, kedilerden birinin anti-sosyalliği tutunca kaçtığı, gece-yarısını geçkin bir saatte yokluğu biraz geç fark edilen ev sahibesinin ceketler ve hırkalarla yığma dolu yatağında sızdığının anlaşıldığı harika bir ev partisi hayal edin...

...Oradaydık !

16 Kasım 2012 Cuma

1240

(15 KASIM PERŞEMBE)

Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi*

Bu akşam, Galata Köprüsü'nden kopamayan eski bir İstanbul beyefendisinin doğup büyüdüğü şehirden ayrılınca, her öğlen uskumru yemeye gittiği Rum balıkçıyı, yetiştiği her odası ayrı temiz kokan konağı, Yüksek Kaldırım'dan Pera'ya çıkarken karşılaştığı aşina yüzleri özleyişinden dolayı, çehresine sinen kederden kurtulamayıp, "Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi"nde bir türlü gülümseyen bir poz veremeyişinin öyküsünü izledik...







*Ziya Osman Saba'nın hikayesini okumak için: http://www.marjinal.com.tr/ebulten/devamizle.asp?nid=154&hid=916&uid=0

14 Kasım 2012 Çarşamba

1239

Koyu bira eşliğinde sonu gelmeyecek derin sohbetler...

13 Kasım 2012 Salı

1238

Kışı hevesle bekliyorum-nane yeşili saç örgülü kazağımın içinde sıcacık hissedeceğim!

11 Kasım 2012 Pazar

1236

İki kıtaya yayılmış dev bir şehirde yaşamakta olduğumuzdan, hayatımız zaman zaman işkenceye dönüşebiliyor- özellikle de bu kıtaları bağlayan köprü kapandığında!

Bir hevesle güneşli bir sabaha uyandım, hemen atmak istiyordum kendimi dışarı, ama biraz beklemem gerekti.

Cihangir'e ulaşmak için: minibüs caddesine yürüyüp, önce çift katlı otobüsle 1. köprüye doğru, fakat o da ne?- köprü hala açılmamış, Avrasya maratonundan sonra, o zaman mecburen 2. köprü yoluna, amma da tıkalıymış of!- Ümraniye'den geri dönüp tünelden gıdım gıdım ilerleyerek yeniden 1. köprü istikametine ve dayanamayıp Altunizade'de indikten sonra sonunda Üsküdar'dan motorla hemencecik Kabataş'a ve daha bitmedi-yer altından Taksim'e...

Bezdiren yola ve şaşırtan soğuğa rağmen yılmadık, Cihangir sokaklarını arşınladık ve hep adlarını duyduğumuz ama bir türlü denemeye fırsat bulamadığımız şurada-buradaki cafeleri keşfettik. Acıkınca bruschetta pizza söyleyip paylaştık. Yaşanılası, tatlı bir mahalle burası; kedileri tosun gibi ve sokakları hep sürprizli...

İstiklal'de epeydir uzak kaldığımız eski göz ağrılarımıza bir ziyaret yaptık- pasajlar! Bir zamanlar kendimize elbiseler, küpeler aldığımız bu alternatif mekanlar artık ruhsuzlaşıp çoktan enteresanlığını yitirmişler.

Köşebaşındaki amca bize bonus geçti ve dev bardak nar-portakal sıktı.

Tünel arızalı olunca Galata'dan inerken karşımıza rengarenk sevimli t-shirtler çıktı. vapur beklerken yorgunluk dizlerimizden ayak bileklerimize indi.

Upuzun bir Beyoğlu gününün daha sonuna geldik, aslına bakarsanız bizi tam kesmedi, bunu saymaz yine geliriz!


10 Kasım 2012 Cumartesi

1235

20 yıl oldu ve ben hala bazı gecelerde babam gelsin diye ağlıyorum.

Şaşıyorum doğrusu; en tatlı hatıralar bile silinirken, acı zamanla hiç hafiflemez mi?
Öyle böyle değil- kıvrana kıvrana ağlıyorum, kusacak gibi tıkanıyorum, iki-büklüm kıvrılıyorum ve en içten sesimle incecik, sayıklıyorum: "Lütfen baba, beni al... N'olur al kurtar beni..." Hiç duyulmayan çığlıklar sarsıla sarsıla birbiri ardına kurşun gibi yağıyor ıslak yastığıma.

Buralarda yapamayacağımı hissettiğim her seferinde, her yenilgimde, yalnız kaldığımda onu giderek daha beter özlüyorum.

1234

(09 KASIM CUMA)

"Seni sevmiyorsam sevdiğimdendir.
Yaşamın iki ağzı vardır çünkü
Bir sözcük bir suskunluk rüzgarı olabilir
Soğuktan pay alabilir ateş
Seviyorum seni sevmeye başlamayı,
Sonsuz bir sevgiye çıkmayı.
Sonsuz kılsın diye sevgimi.
Başlamadım daha sevmeye seni
Seviyorum ve sevmiyorum seni
Bir elim mutluluğa uzanıyorsa
Öbür elim hüzünlü bir gelecekte
Sevgim iki kat seni sevsin diye,
Sevmezken seni sevmem
Severken sevmem o yüzden."
*

Akşam rüzgarlı ve serindi, bir oyun izlemeye gittik; metaforları seven aşık ve saf Postacı ile hayran olduğu şairin hikayesi...

Küçük bir sürpriz olacaktı bu sana; adını gördüğünde anlamandan korktuğum, daha önce beraber izlemiştik filmini.**

Çıkışta maçtan dağılan hepsi bir renk kalabalığa karıştık, Beşiktaş'a yürüdük ve ben mahzunlaştım. Bu filmi ilk defa seyrettiğinde ağladığını söyledin.

Eve yaklaşırken bana en sevdiğim bakışınla baktın- "Eve gidince ne yapacağız?" diye sordun; tecahül-i arif yaptın: cevabını bildiğin halde yine duymak istediğin bir sahte-soruyla bana, sıcacık sarılıp uyumayı ne çok istediğini anlattın...






*Pablo Neruda, Matilde'ye Sone

** Il Postino, 1994 http://www.imdb.com/title/tt0110877/

8 Kasım 2012 Perşembe

1233

Sanırım keyfim bozuk olunca daha fazla korku filmi izliyorum; bir çeşit aklımdaki midemi bozan şeyleri kenara ittirip daha mide bulandırıcı bir şeyler görmek isteği sanki...

Dün gece bir yamyam filminin ardından zar zor uykuya daldım ve kim bilir şimdi hatırlayamadığım ne sapık kabuslar gördüm. Bugün de çok istememe rağmen işleri ertelemeyip yine Beyazıt tarafına geçtim, hem de acayip rüzgarlı havada şapkamı, torbamı tuta tuta üst geçitlere filan tırmanmaktan çekinmeden. Kimi zaman- özellikle boğaz gibi geçitlerde- yürümenin değil, durmanın bile zor olduğu yerlerden hızla geçtim, vapurlara, dolmuşlara, tramvaya bindim.

İçimde çürümüş çöpler birikmiş kokmaya başladığından, yağmur beklerken açan Güneş'e de fazla sevinemedim, yalnız Bauhaus dinleyerek epey kendimi avuttum.

Güzel bir 80'ler kafası için soğuk havada siz de başvurun: http://www.youtube.com/watch?v=jxODM2tSh80





7 Kasım 2012 Çarşamba

1232

Birkaç gün üst üste karşıya geçmek, uzak yerlere gitmek zorunda kaldıktan sonra ertesi günü evde tamamen yayılıp, salaş ve tembel halinle battaniye altına sığınıp, mümkünse kimseyle konuşmak zorunda kalmadan kitap okuyarak geçireceğini düşünmek insana nasıl içine sığdıramadığı bir sevinç verir!!!

6 Kasım 2012 Salı

1231

Bir içe kapanıklık, bir erteleme, bir eli işe gitmeme, bir tembellik isteği, bir ara verme hali, bir bekleme durumu...

5 Kasım 2012 Pazartesi

1230



Kendine getiren, çarpan, sarsan, çok da lezzetli, tadı damağında kalan bir shot- nazdarovya!

1229

(04 KASIM PAZAR)

Pazarlar arasından ne güzel bir pazardı!

Öğlene kadar gazete okudum, kendime keyif olsun diye süslüsünden bir bardak satsuma-soda koydum ve arka sokağımıza gelen akordeon çalan baba-kıza kulak verdim; tembellik en çok pazar sabahına yakışıyor.



Öğleden sonra erkek arkadaşımın telefonuyla hızlıca kotuma girip, spor ayakkabılarımı bağlayıp, güneşe bakarak ceket filan almadan aşağı indim. Eşsiz bir Ekim akşamüstü bize denizin durgunluğundan, çimenin tazesinden, havanın ılık mavisinden, paten kayan çocukların gözlerinden ve daha pek çok yerden göz kırpıyordu...

Büyük bir fincan kahveyi bıcır bıcır konuşarak içtikten sonra, bisiklet, sevgilim ve ben; mutlu bir üçlü olarak sahilin bir ucuna hiç yorulmadan yürüdük.

Hiç ilişkimizden bahsetmedik, hiç özür dilemedik birbirimizden veya hiç bir an kasvetlenmedik- pazarlar arasından ne rahat bir pazardı!

3 Kasım 2012 Cumartesi

1228

"Sen bir seferinde, bana kızgın olduğunda sana sarılmamın seni biraz olsun rahatlattığını söylemiştin. Yatağa girdiğimde bunu düşündüm, hemen sarıldım sana, koluma başını koydum, elini tuttum..."

Ben akşam istediğim gibi geçmediği için bir parça sinirli ve sıkıldığımdan ondan evvel girmiştim yatağa, arkamı dönüp battaniyeyi yukarı çekmiştim.

Sinirlendiğim için pek belli etmedim, ama o kadar iyi geldi ki... Bana böyle sarılmasını hayatta başka hiçbir şeye değişmem- ama söyleyemedim.

2 Kasım 2012 Cuma

1227

Eski Defterleri Açmak:

Eski defterleri açtım demin, biraz boş vaktim vardı aslında, ama sebebim yoktu hiç.

Çoğunun yarısından fazlası dolu, arada bazı sayfalar boş kalmış, bir de son sayfalara dokunulmamış. Hiçbirinde düzen yok; mitoloji parçalarıyla başlayıp, İstanbul tarihi ile devam ederken birden araya ayakkabı eskizleri ve deri hesapları filan giriyor, sonra bakıyorsun birkaç yemek tarifi, okunacak kitaplar akılda kalsın diye bir liste çıkıveriyor.

Eski defterleri açmak hep bir parça buruktur, cesaret ister. iki yıl evvel içimde kıpır kıpır bir kuş, ben o kuşu zor zapt ederek yazmışım birkaç sayfayı, seni yazmışım, bizi yazmışım, içimden gelenleri yazmışım, beni endişelendirenleri yazmışım...

"Eski defterleri açma!" denir ya tartışmalarda, ben demin hiçbiri tam bitmemiş, inceli kalınlı, ikisi düz sayfalı kara kaplı, biri kareli, biri çizgili, biri çok süslü 6 eski defteri karıştırdım. Bir yerin adresini not almışım, korktuğum işte o sayfada başıma geldi: beraber gideriz diye umduğum bir Ermeni meyhanesi, bana başımdan kaynar sular dökülen bir anı hatırlatıverdi.

Bir gün daha fazla vakit ayırıp eski defterlere iyice bakıp elemem lazım; bazı sayfalarını yırtmak, bazılarını seçip saklamak, bir kaç rahatsız edici anıyı çöpe atıp geleceğe yeni hevesler besleyebilmek, yeni planlar kurabilmek için...

1 Kasım 2012 Perşembe

1226

Yeni bir dedektif hikayesine başlamak, her zaman heyecan vericidir- hele hava soğumaktaysa...