31 Mayıs 2010 Pazartesi

343

Hızımın sebebi;
yetişme kaygısı

342


(30 MAYIS PAZAR)

Çocukluk kahramanımı
maskara etmeye
kimsenin hakkı yok!
tamam mı??!!

30 Mayıs 2010 Pazar

341

(29 MAYIS CUMARTESİ)

Erkeklerle olan ilişkim çok tuhaf:

Kimiyle atışmayı,
kimiyle yatışmayı
seviyorum.
Bazısıyla ağlamayı
bazısına kusmayı
seçiyorum
Hepsini aşağılıyor
hiçbirine ait hissetmiyorum
Hem seviyor
hem dövüyorum

28 Mayıs 2010 Cuma

340



"Biliyorsun, her zaman Güçlü'yü oynamana gerek yok" dedi yaşlı Adam.
"Oynayamazsın da..."

"Neden?" diye itiraz etti genç Kadın, "Herkes bir şeyleri oynamıyor mu-
Güçlü, zayıf, öğretmen ya da ukalayı?"


Kadın, hatırladığı anda kırmızı ipine bir düğüm atıyordu, unuttuğu yerler, yüzler ise ipteki kopuklarda kayboluyordu. Şimdi görelim bakalım, diye düşündü Güçlü Kadın, senin yüzün bir düğüm mü atacak ipe, yoksa yüzbinlerce yüz labirentinde kayıp mı olacak?....

27 Mayıs 2010 Perşembe

339

Etrafımdaki herkes öyle yitik ki...

Kimi, mutsuz evliliğinde bulamadığı heyecanı
Yabancıların ilgisinde arıyor umutsuzca,
Kimi eşine veremediği mutluluğu
Başkalarına dağıtmaya çalışıyor boşuna,

Ben yitiklerden olmayı reddediyorum!
Çünkü bir ses fısıldadı kulağıma:
"Kaç dostum, yalnızlığına,
rüzgarın sert ve yaman estiği oraya-
sineklik olmak değildir senin nasibin!"*





*Friedrich Nietzsche'nin Zerdüşt'ünün ağzından...

338

(26 MAYIS ÇARŞAMBA)

Kurtarıcılardan kurtulmak:

Demek bir gün bugün de gelecekti.

Şimdiye kadar hep, 10 yıldır Sen vardın.
Ben dünyanın öbür ucunda yalnız başıma dolanırken bile
Sen hep varlığınla yanımdaydın, hayaletinle konuşur,
Hatıranla yaşar, yürür, Sen'i başkalarına anlatıp ağlardım.

Bilirdim ki; başıma ne gelirse gelsin, Sen hep yanımdasın,
Başım sıkışınca hemen ilk sana koşardım, kurtarıcımdın benim.
Artık Sen yanımda olmayacaksın, bir kurtarıcım yok artık.

Önce boğulur gibi oldum, nefesim kesilene dek ağladım,
Bu sabah bir başkasının kollarında fakat acı içinde uyandım,
Şimdi görüyorum ki; Sen'i azad etmeden Ben olamayacağım.
Her şeyin kendi başıma üstesinden gelebileceğimi bilmeliyim,
Kendi kendime kanıtlamalıyım, sensiz de başaracağımı...
Aslında bu acı benim ilerleyişim olacak, kurtuluşum gibi:
Son adım_kurtarıcımdan kurtulmak...!

25 Mayıs 2010 Salı

337

Buraya
günlük cümlelerimi
geceyarısından önce
yazdığımda,
bugünün
yaşanacaklarını
erken bitirmiş
gibi hissediyorum
kendimi
ve sanki
güne
haksızlık ediyorum...

24 Mayıs 2010 Pazartesi

336

Hepimiz
aslında en çok
potansiyelimizi
sonuna kadar
kullandığımızda
tatmin oluyoruz
_her konuda!

23 Mayıs 2010 Pazar

335



Gezegenimizde turist olan ve
Bir kez daha hayatta kalmaya çalışan
Bir göçmenin duvar yazıları...

334

(22 MAYIS CUMARTESİ)

Dönüş yolculuğunda kendime sorduklarım:

Neden kadınlar belli bir yaştan sonra çenesi düşük çekilmez yaratıklar haline gelirler?
Özellikle öğretmenlerse ve istediklerini yaşayamamışlarsa içlerinde kalanı kusarcasına neden hep çok ve boş konuşurlar?

Selanik'te yaşasaydım tepedeki o sevimli mahallede oturur ve duvarlara ben de anarşist fikirlerimi yazardım. Peki ben de o acayip soğuk kahveden pipetle içer miydim?

İstanbul'dan sonra her yer bana boş geliyor, hangi şehir onla kıyaslanabilir? Ne olursa olsun insan alıştığını mı sever?

Hayattan kaçmayı neden bu kadar seviyorum? Gerçekliğimden kopup bir süre düş kurmayı neden bu kadar istiyorum? Yolculuğu sanırım, bu arada kalmışlık duygusunu verdiği için seviyorum-zamanı durdurup gerçekliği değiştirdiği için.

Peki bu adamın ensesini neden sürekli ısırmak istiyorum? Ben manyak mıyım?


333

(21 MAYIS CUMA)

Yağmurlu bir gecede, reçel kavanozuna düşmüş gibi yoğun, tatlı, ağır yudumlanan bir sevişme esnasında beni bana anlatan adam şunları söyledi:

" Bir kadın tanıdım, çok gençti ama o kadar genç olduğuna inanmak zordu. Fazlasıyla yaşamış gibiydi, hayatta başından çok şey geçmiş gibi gözüküyordu. Ona dokunmam çok hoşuna gidiyordu, özellikle de ayaklarına masaj yapmam, yaptığım her şeyin hoşuna gittiğini söyledi. Hep soruyordu, bu nasıl oluyor, diye... Kendisi de inanamıyordu bu kadar güzel olduğuna... Arkasından sarılmamı da çok seviyordu... Herşeyi ağzıyla hissetmek istiyordu. Bu yüzden ona çilek yedirmemi isterdi ya da yeni dünya çekirdeklerini saatlerce emerdi. Kendisine oral fixation teşhisi koymuştu Freud okuduktan sonra. Sevişirken bir seferinde bana, yaşamak zekamıza bir hakaret gerçekten, demişti. Tüm bu boşluğa rağmen yaşamaya devam etmek gerçekten inceliğimize bir hakaret... Şu anda ölse çok mutlu olacağını söyledi, yaşamayı kendisi seçmemişti ama ölümünün kontrolü onda olmalıydı. Sonra düşündüm; haklıydı-neden bir araba gelip bizi ezsin diye bekleyelim ki, yada hastalanıp ölmek için...? Kendimize muhteşem bir ölüm tasarlayıp sevişirken ölebilirdik, çok güzel olurdu..."

332




(20 MAYIS PERŞEMBE)

Selanik sokaklarından izlenimler:

1. P'nin R, sivrilmiş E'ye benzeyen o garip harfin S, B'nin V ve ters üçgenin L olduğunu keşfettim.
Ama O'lar çok karışık. Sonunda bıraktım.

2. Danışma köşelerinde turistik yerlere ait bilgilerin tümü Yunanca yazıyor. Bilseydim gelmeden kursa gider biraz öğrenirdim.

3. Birine yol sorsam, zaten İngilizce bilmiyordu ya da söylediği meydan ismini tabelada görünce tanımam imkansız oluyordu. En iyisi içgüdüsel gezmek diye karar verdim.

4. Belli bir "eski şehir" bölgesi yokmuş, antik şehir surlarının kalıntılarının yanında karşıma bir davetiyeci çıktı, onun yanında bir ayakkabıcı ya da giyim mağazası, sonra börekçi, hemen dibinde silah satan bir yer vardı.

5. Sırasıyla İstanbul'un Tarlabaşı'ndan başlayıp, Eminönü, Karaköy perşembe pazarı, daha sonra Nişantaşı ve Caddebostan sahilini gördüm, böylece hiç özlem duymadım.

6. Herhangi bir cafede oturduğum yarım saat boyunca en az 4 çantacı, 3 gözlükçü ve 2 dvdci gelip bana bir şeyler satmaya çalıştı.

7. Kiliseye girmeye üşenen aceleci Hıristiyanlar için dışarıda minik dilek ve dua büfeleri yapmışlardı. Yoldan geçerken mesela aklına istediğin bir şey geldi, hemen bir mum yakabiliyorsun, dini günümüze uyarlamak böyle bir şey olsa gerek diye düşündüm.

8. Selanik'in nesi meşhur diye merak ediyordum, en çok soğuk hazır kahvesi meşhurmuş. Büyük cam bardaklarda pipetle içilen köpüklü çirkin renkli bir şey. Her köşede bir boş bardağı duruyordu, herkesin elinde geziyordu.

9. Şimdiye kadar bizim bildiğim zeytinyağlı yaprak sarması "dolmadakia", yalnız Yunanistan'da bulabileceğiniz spesiyalite "Kokoresi", çok özel Yunan içeceği "bildiğin soda" ve revani, tulumba tatlısı, ekmek kadayıfı gibi lezzetlerin Yunan mutfağına ait olduğunu öğrendim. Şaşırdım.

10. İlk otel odamda telefon yoktu, duş vardı. Başka bir otel ararken odada duş olup olmadığını sorduğum amcalardan biri telefonla duşu karıştırdı. İkinci odamdaki duşta ise telefon vardı.

11. Bazı sokak adlarını ezberlemek kolay oldu-mesela "Napıyon sokak".

12. Otobüs terminaline yakın bir bölgede, sürekli ve tekrar tekrar bıyıklı bir takım teyzelerle karşılaştım. Kabuslarıma girecek nitelikte olan bu teyzelerin yaşadıkları yere meğer "bıyıklı kadınlar mahallesi" deniyormuş, uzak durmalıydım.

13. Otobüs şöförümüz, bize iki cümlede anlattığı mola verecek olduğumuz haberini, Yunanca tek kelimede söyleyiveriyordu. Ya biz aptaldık, yahut Yunanlılar leb demeden leblebiyi anlıyordu.

14. İlk gün bütün bankalar, bazı dükkanlar ve şehirdeki iki Starbucks'tan biri kapalıydı. Tahminim doğru çıktı, grev varmış ve çatışmada hasar görmekten çekinen yerler kapatmıştı.

15. Yunan tren istasyonu, yolundan geri döneceğim kadar abuk subuk bir yerde karşıma çıktı. Otobüs seferleri düzenleyenler ise, Üsküp'ü Arnavutluk'ta sanıyorlardı.

331

(19 MAYIS ÇARŞAMBA)

Gülücükler:

Otobüsün ilk mola yerinde, kimsenin gelmediği hayalet düğün salonuna güldüler.

Sınırda aşağı indirilen zenci amcayı sorduklarında kaptanın "Onu geri gönderecekler, dudakları kriterlere uymadı." cevabına güldüler.

Sadece onların tepesinde çalan ve bir türlü susturulamayan radyo hoparlörüne güldüler.

Her an herkese bir şeyler öğretme hevesinde olan adam, otobüse binmekte gecikince neredeyse unutulacakken, kızının korkarak "Babam kaldı! Babam kaldı!" diye bağırmasına güldüler.

Dışarı sadece beyaz tshirt ile çıkan adama "Apaçi amca" ismini takıp ona güldüler.

Kahve istediklerinde önlerine kağıt bardaklarda ve pişmemiş bir Türk kahvesi olarak gelen "küçük kahve"ye güldüler.

Gülecek çok şey buldular, çünkü tadını çıkarıyorlardı her anın...

330

(18 MAYIS SALI)

Hazırlık

18 Mayıs 2010 Salı

329

(17 MAYIS PAZARTESİ)

Hava bozmuş, dalgalar hırsla çarpıyordu,
Bu akşam sahil melankolik ve tenhaydı.

"Hiç geçmeyecek bir acı, değil mi.." dedi adam, anlayarak.
Kadının alt dudağı titredi, gözleri doldu.
"Geçmesini istiyor musun ki?" diye sordu adam, hatırlatarak.
"İstemiyorum,"dedi kadın, "çünkü bu acıyı da unutursam...
Ne kalır geriye ondan?"
Ağlamaya başladı, kapkara bir fırtına bulutu gibi yüklüydü.
Adam da ona sarıldı, babalarını düşünüp ağladılar.

16 Mayıs 2010 Pazar

328

Ne bomboşum
ve birinin çıkıp
beni doldurmasını
beklemekteyim çaresizce
Ne taşmak üzereyim
ki birini bulup
kendimi boşaltmaya
ihtiyaç duyayım delice
Kendime yetecek kadar
var bende benden!

15 Mayıs 2010 Cumartesi

327

Bay Maske ile Bayan Hiciv arasında bir diyalog:

"Yaşamak; zekamıza hakaret, gerçekten
zevkimize hakaret, inceliğimize hakaret-
alaycılığımızı besliyor belki yalnız!"
dedi Bayan Hiciv-ustası.

"Aslında şu söylediğin,
Nietzsche'den uzaklaşıp
Schopenhauer'e seni yaklaştıran bir şey."
dedi Bay Maske-ustası.
"Benim de niyetim zaten
seni şu "bıyıklı"dan biraz çalmak!
Bunun için Platon'la bile işbirliği yapabilirim!"
diye ekledi ardından hevesle.

Bayan Hiciv-ustası güldü kendi kendine
ve hatırladı: "Yalnızca kaybettiklerine
aşık olabilirsin: kendine, babana, ülkene..."

Sonra ikisi karşılıklı güldüler,
aynı anda ölmek istediler,
çünkü biliyorlardı; yalnızlıktan
daha ıssız bir tek şey mümkündü:
Yalnızlığı özlemek...

14 Mayıs 2010 Cuma

326

Erkeklerden bıkmış kızkardeşe:

Elbette seni sevmeyecekler:
Seni sevmeleri için
biraz daha az akıllı olmalıydın,
oysa fazlasıyla alaycısın sen-
hayatla ve kendinle dalga geçebiliyorsun.

Elbette seni anlamayacaklar:
onların zihni oyunlar ister,
entrikalar arar ve ancak
çözmeye çalışırken tatmin olur,
bir sonraki adımlarını planlamak isterler-
bir adım yaklaşır sonra geri çekilirler;
gerçekte sadece çocuklar onlar.

Elbette sana aşık olmayacaklar:
sana aşık olmaları için
bu kadar güçlü olmamalıydın bir kere,
onlara sığınabilmeliydin-
ihtiyaç duyulduklarını hissetmeliler.
zayıflıkların olmalıydı ki;
sana sarılıp seni koruyabilsinler.

Oysa fazla zekisin sen;
hem güzel, hem yetenekli hem güçlüsün
hiç bir erkeğe ihtiyacın da yok
mutlu olmak ve yaşamaktan zevk almak için
öyleyse..?
elbette seni sevmeyecekler- şaşırma buna
onlar sana yetmezler kardeşim.

13 Mayıs 2010 Perşembe

325

Nowhere Road'ta beni durdurup
öpen adama:

Bana dokunduğunda
Her şey anlamsızlaşıyor
Hiç bir şey duymama
Gerek kalmıyor
Belime sar kolunu
Birlikte susalım ve
Denize bakalım sadece

12 Mayıs 2010 Çarşamba

324

Beni soy
Sonra yıka beni
Beni yıka
Sonra kurula
Beni kurut
Sonra öp beni
Öperken yağla
Uzun uzun
Tadını çıkara çıkara
Leylak yağı,
Yasemin,
Belki biraz portakal
Beni öp
Sonra yatır beni
Yatır, uyut beni
Kucağında küçüleyim
Kaybolayım
Tatlı rüyalara dalayım
Beni öp
Sonra uyut beni

11 Mayıs 2010 Salı

323


bu gece birkaç yağmur(luk) terleriz
meşhur mavi yağmurluğu çıkarıp
askıya asınca yatağın kenarındaki
sabaha nemli uyanır ensemizdeki öpücükler
saç diplerimize kondurduğumuz, uyku arası
bu gece birkaç sağanak terleriz
yatağın bir ucundan diğerine, boylu boyunca
ölesiye sevişmelerin ıslaklığından...

10 Mayıs 2010 Pazartesi

322

"Arzulardan özgürleşme"ye
takmışlar kafalarını
tüm doğulu keşişler
ve diyorlar ki ancak
hiç bir şey istemediğinde
tamamen özgür olabilirsin
peki söyleyin sayın
bilge kişiler,
şehvet-kıskançlık-oburluk
ya da öfke,
şiddetli dürtüleri bastırmak
duyguların boyunduruğundan
kurtulmak için verdiğiniz çaba
gerçekte başka bir arzunun
kelepçesini takmak olmuyor mu-
gönül rızası ile?...
"arzulardan kurtulmak arzusu"
böylece ele geçirmiş sizi
öyle ki yemiyor içmiyorsunuz,
arınmak için susuyor konuşmuyorsunuz
sevişmiyor, yaşamıyorsunuz
bedeninizi aşağıladınız
zayıflattınız dürtülerinizi
peki şimdi geriye kalandan
memnun musunuz?
hafiflediniz mi gerçekten?
yoksa daha bir ağırlaştı mı ruhunuz,
bana kalırsa siz küf kokuyorsunuz
rutubetli, uykulu ve uyuşuksunuz
oysa ki kelebek,
kozasını delince
yeniden doğmuş gibi
hafifler-
uykudan uyanmış gibi...


9 Mayıs 2010 Pazar

321

Hemen hemen hemen
Burdan hemen yarın
Uzaklara çok uzaklara
Bilmediğim yerlere görmediğim şehirlere
Gitmek gitmek gitmek
Trenler yollar raylar görmek
İstiyorsam istiyorsam çok istiyorsam
Suç bende mi, gençliğimde mi, baharda mı?

8 Mayıs 2010 Cumartesi

320

Dün gecenin öğrettikleri:

Kendinden son derece emin bir kadın bile
Heyecanlanabilirmiş bazen-öğrendim
Rakıyı hızlı ve buzlu içen güzel kadınlar hep
5 dublede sarhoş olurmuş, erik de yerlerse
Ama bazen dünya, sarhoşken daha güzel dönermiş
Dönen başını harika bir adamın omzuna yasladığında
Pek tatlı görünebilirmişsin uyurken, öyleymiş
Kendini kolay kolay kaybetmeyen bir kadın bile
Kusabilirmiş, ağzını silen bir adamın yanındaysa
Ve beklemediğin kadar sevimli dans eden bir adam
Sana öpüşmenin 3 farklı şeklinin ismini öğretebilirmiş
Yeni ayılmış ve dans etmeye, içmeye geri dönmüşsen
Hayatı hafife alan ve her şeyin tadını çıkaran insanlar
Şahane vakit geçirirlermiş, öğrendim, ne olursa olsun
Ve bana sarıldığında yatağa girip, çıplak bir adam
İçim gidermiş, kokusunu içime çektiğimde, öğrendim...

7 Mayıs 2010 Cuma

319

Bu akşam bana Kadın rolü düştü:

Tırnakları:Pembe Barbie plastiği
Yüzü: Rossetti portrelerinin hüznü
Elbisesi: Belini kavrayan erkek eli
Bacakları: Gülsuyu gezdirilmiş sütlaç
Sözleri: Sigarasını yakmalarını rica ediyor
Hali tavrı: Herkese tepeden bakıyor
Ayakkabıları: Yüksek ökçeli, siyah saten

6 Mayıs 2010 Perşembe

318

Yapılacak o kadar çok şey var ki-
Gezecek yüzlerce şehir ve ülke
Görecek binlerce yer ve olay
Koklanacak çiçekler ile tenler
Öpülecek dudaklar ile yüzler
Hatırlanacak anlar ve unutulacak anılar
Okunacak bir sürü kitap
Sonra..yazılacak onlarca defter
Öğrenilecek daha neler neler var!
Tanışılacak, konuşulacak insanlar
Ağlanacak, gülünecek haberler...

Öyle çok şey var ki daha hayatta-
Yaşamak için sabırsızlanıyorum!

5 Mayıs 2010 Çarşamba

317

Kremalı bezeli yoğurtlu çilekli dudaklı öpücüklü güneşli çimenli mavili kahveli itiraflı
tatlı mı tatlı bir gün...!

316

(04 MAYIS SALI)

Dün gece kötü bir rüya gördüm:
İki umutsuz kız dışarı çıkmışız
Beklediğim adam gelmemiş,
Kendini eve, düşüncelere hapsetmiş
Çoluk çocuk tipler peşimize dolanmış
Arkamızdan koşarak önümüzü kesiyor ve
Bir bira içmezsek kalbinin kırılacağını söylüyormuş

Dün gece bir kabus gördüm:
Herkesin eğlendiği bir barda ikimizmişiz
Ne çalınan şarkıları tanıyormuşuz-
Ne dans eden insanları anlayabiliyormuşuz
Fazla sempatik ve dilinden bal damlayan
Adamları nedense bir türlü sevemiyormuşuz

Dün gece bir rüya gördüm:
Bana değer verdiğini söyleyen adam
Beni aramaya gerek görmüyormuş
Ben bu gece birlikte şarkı söylemeyi isterken
O yalnızlığına kaçmayı seçiyormuş

İki umutsuz kız, iki uyumsuz, düşünüp gülüyormuşuz:
Neden her yerde yabancıyız bir şekilde ve
Bir biz mi tiksiniyoruz insanların sahteliğinden?

4 Mayıs 2010 Salı

315


(03 MAYIS PAZARTESİ)

Bana yazdıklarına bakıyorum şimdi:
Beyaz atletim üstüne karalanmış birkaç satır
Yamuk yumuk harflerle "Güçlü kal tatlı bebek!"*

Bizim gibi insanlar hep güçlü kalmalı, haklısın
"Ne gelirse gelsin başımıza yazgı ve yaşantı olarak-
Hep bir dağa tırmanma vardır bunda"** biliyorum
Ne olursa olsun, bizim gibilerin var olması çok önemli
Bu, kendi mezarını kazan ölülerin dünyasında
Düşüncelerde kaybolmuş ve omuzları düşmüş olmak
Yakışmıyor bizim gibi korlara, ki asla küle dönmeyiz

Bastığımız toprak aniden ayaklarımız altından çekilip alınmış ve
Hep belirlediğimiz hayat güzergahımız bambaşka yollara sapmışsa
Tüm bildiklerimizi unutup yeniden öğrenmeye hazırız biz,
Hafızamızı tazelemeye ve biriktirmeye yeniden başlamaya...
Bütün öğrendiklerimiz, gördüklerimiz, gezdiklerimiz, dinlediklerimiz
Okuduklarımız, anlattıklarımız, şaşırdıklarımız, katlandıklarımız
Bizi biz yapan bütün bunlardan bir fazlası: hepsini alsalar bile
Kimsenin elimizden alamayacağı son zerre-hep içimizde kalacak olan

Bizim gibiler hep güçlü kalacaklar, sen ve ben-
Dünyanın neresine gidersek gidelim, eminim
Her şehir bizi kucaklayacak, evimize gelmiş olacağız
Her insan bize arkadaşlık edecek, dostlarımızı bulacağız
Dünyanın bir ucunda yapayalnız da olsak, her şeyden uzakta
Sahip olduklarımızı geride bırakmış, tüm tanıdık yüzleri terk etmiş
Yine de yalnız kalmayacağız: sevdiğimiz hayaletler bizimle gelecek

Bizim gibiler hep mutlu olacaklar, sen ve ben-
Her sabah yeni günü kutlayarak uyanacağız, aynı Güneş altında
Her gece dans ederek uluyacağız, aynı Ay'a bakarak
Önümüzü görmediğimizde bile yürümeye devam edeceğiz,
Sonunu bilmediğimiz, kimselerin cesaret edemediği yollara
Durmadan, duraksamadan atılacağız, korkaklık yok hamurumuzda
Zirvesini hedeflemediğimiz en yüksek dağlara tırmanmaya
Sırf tırmanışın hazzına müptela olduğumuzdan aşkla devam edeceğiz
Bizim gibiler, sen, ben, ve diğerleri-yolun bir yerlerinde elbet karşılaşacağız...




* Eugene Hutz'un 2007 mayısında üstümdeki beyaz atlete yazdığı son satır.
** Friedrich Nietzsche'den alıntı.


2 Mayıs 2010 Pazar

314

"Erkek dediğin;
seni elinin tersiyle değil avucunun içiyle kavrayacak"

Elimi avucunun içine aldığında,
kıstırılmış veya hapsedilmiş değil-
Güvende ve gururlu hissetmek istiyorum.

"Erkek dediğin;
Sen onu merak ettiğinde, kendisine hesap soruluyor havasına girmeyecek. Senin inceliğine karşılık umursamaz davranmayacak."

Seni aradığımda, sana ulaşmak istediğimde,
takıntılı veya sana muhtaç değil-
Samimi ve sana yakın hissetmek istiyorum.

"Erkek dediğin;
Cesur olacak cesur! Seni seviyorum, derken korkmayacak. Seviyorum, deyip bir sonraki perdede kaçmayacak. Özlüyorum diyorsa gelecek. Kaybetmek istemiyorum diyorsa kaybetmeyecek."

Beni sevdiğini söylerken bu kadar çekingen ve cimri olmana gerek var mı?
Gerçekten böyle düşünerek mi yaklaşılmalı sevgiye, adlandırma çabası içinde, eklentiler ve kategorilerle birlikte...?
Senin için çok değerli olduğumu söylediğinde, buna inanmam için, seni sevmemden ve senden beklediğim sevgiden korkmadığını görmek istiyorum.

"Erkek dediğin;
Seni alnından öptüğünde, bileceksin ki sevgisi geçici ve zayıf değildir. Ve sevgiyle öptüğünde dudaklarından, bileceksin ki öpüşünün tek sebebi şehvet değildir."

Beni arzuladığını gördüğümde hem edepsizce hoşlanırken bundan hem de içten içe korkmama gerek var mı?
Gerçekten sadece isteğin mi bana yönelen-yoksa beni ben olduğum için seviyor musun, güzelliğim ve kadınlığımı da beni ben yapanların bir parçası olarak algılayarak...?
Benle sevişmenin çok güzel olduğunu söylediğinde, buna inanmam için, sevişmenin de bir sevmek eylemi olduğunu ve teknikten çok daha fazlasını barındırdığını bilmeni istiyorum.



Not: Tüm tırnak içine alınmış dizeler, Can Yücel'in "Erkek dediğin" adlı şiirinden alıntıdır.


1 Mayıs 2010 Cumartesi

313

Gerçekten ağlamak veya gülmek istiyorsan
Buna karşılık teselli arama
ve yalnız başına yap bunları.