31 Ocak 2013 Perşembe

1317

Kısaca; işler güçler ve yeni telaşlarla geçti bugün!









1316

(30 OCAK ÇARŞAMBA)

Para sıkıntısı çeken, iş yerinde stresli haftalar geçiren ve sanırım yalnız hisseden arkadaşıma sahipsiz olmadığını göstermek ve onunla hayattan bir gün çalmak istedim, sabahın erken vaktinde kalktım evine kahvaltıya gittim. Çırpılmış yumurtalı, kavrulmuş sosisli, simitli açmalı, ıspanaklı börekli mükellef soframızda ikimize bir de erkek arkadaşından yeni ayrılmış ve geçen gece kafayı çekmiş Nijeryalı genç kız eşlik ediyordu.

Kahvaltıdan sonra, Moonrise Kingdom merak edilenler listesindeydi, onu bir aradan çıkaralım dedik ilk önce, bizi eğlendiren bir film oldu.

Bir yandan sürekli, kanepeyi bizle paylaşan yeni anne Luna ile miniminnacık yumuk gözlü yavrularına bakıp seviyorduk.





Arada bir arkadaş uğrayıp kahvemizi içti, kedimizi sevdi.

İkinci filmde ağır bir tercih yaptık, Funny Games'i izledik, gerildik.

İçimde zaten bir sıkıntı vardı, tam oldu! Neyse, yine de kendince keyifli bir gündü, hatta baya iyi geldi bize, bu zor zamanlarda geçirebileceğimiz en güzel gündü...

Hava yenice kararmıştı evden çıktık, kendimizi soğuk İstanbul havasına bıraktık, yürürken biraz açıldık.

Arkadaşıma veda ettikten sonra benim için bambaşka bir gün başladı sanki; metro kalabalığı ve iş çıkışı köprü trafiği ile şehrin kaosunun tam ortasına düşüverdim-ama mutlu sona ulaşmak içindi.

Gittiğim evde beni sıcacık gülüşüyle bir adam, elinde kaynattığı sıcak şarap kupalarıyla beni bekliyordu...

29 Ocak 2013 Salı

1315

Nişantaşı'nda planlanmayan bir butik turu ile geçen stresli ve buz gibi bir gün:

İşler güçler beni gerdi bugün, iyi yapabildiğim bir işten vazgeçmek istemiyorum ve bu piyasada kaybolmaktan korkuyorum.
Ama pes etmek için henüz sebebim yok, öyleyse devam- yalnız bundan böyle daha saldırgan!

28 Ocak 2013 Pazartesi

1314

Pazartesi sendromuna iyi gelir:

Bir çift yeni ağaç figürlü gümüş küpe ve Kadıköy'ün en sevdiğimiz loş mekanında bir fincan kahveye eşlik eden bademli Beyoğlu çikolatası ile haftaya bomba gibi bir başlangıç! :)

1313

(27 OCAK PAZAR)

Bazen oluyor böyle işte, uçuruma yuvarlanıyorum, ne kadar uğraşsam da tutamıyorum kendimi, kayıp gidiveriyorum.

Her şey anlamsız gelmeye başlıyor, çok tatlı bir rüyadan uyanır gibi, sudan çıkmış balık gibi kalakalıyorum ortada tek başıma, kendimi kandırmışım, diyorum dudaklarımı bükerek.

Bilmiyorum, belki zayıflığım bu, belki aptalca, bir kez düştüm mü uçuruma, hangisi gerçek inan ben de seçemiyorum.

Aslında ben sadece inanmak istiyorum! Bir zamanlar inandığım gibi inanmak, gözüm kapalı güvenmek istiyorum.

10 yıl evvel ona aldığım kazağın hala durduğunu duyunca işte bu yüzden hem çok seviniyorum hem de kahroluyorum. "Neler geldi geçti, o hala duruyor." dendiğinde ağlıyorum, ağlıyorum. Benden geriye kalan bir şeylerin olduğunu görmek içime dokunuyor, hala değerli olduğumu bilmek beni hem memnun ediyor hem mahvediyor-anlatabiliyor muyum?

Her şey bir gün gelir biter, biliyoruz bunu artık. Ama bittiğinde geriye ne kalacak- önemli olan bu. Benden sana ne kalacak, mesela bir yerde baykuş resmi görünce beni anacak mısın, Leonard Cohen'in ölüm haberini okuyunca beni hatırlayacak mısın, yıllar sonra bile başkalarına benden bahsedecek misin, bunu bilmek istiyordum. Biliyordum da, bir daha duymak istiyordum.

Duydum, ağladım, ama çok da memnun oldum.

1312

(26 OCAK CUMARTESİ)

Gece hayatına uzunca bir aradan sonra geri dönüş: akşam Kadıköy'ün barlar sokağının yan yana sıralanmış hepsi de samimi mekanlarından birinde, sokağın sonuna doğru hani,karşılıklı oturup bira yanında basit bir tavuklu sandviçin tadına vararak başladı, işteki sıkıntılardan söz açıldı ilk evvel, arada göz kırpmalar ve gülücüklerle şenlenen minik masamız yanımıza uğrayan veya tesadüfen karşılaşılan arkadaşlarla renklenip genişledi, parti mekanına geçmeye karar verinceye kadar...

70ler Türkçe pop; bambaşka bir atmosfer yaratarak insanı kendinden çıkarıp değiştiren, kah dertlendirip kah çocuklaştıran, absürt hatta kült şarkılarla dans ettiren müzik... Artık yok olan iyimser, naif, şekerli bir dünyanın son işaretleri!

Barış Manço avangartlığında, Sezen Aksu içtenliğinde, Ajda Pekkan şıklığında, Cem Karaca kederinde, Üç Hürel yumuşaklığında, Erkin Koray içliliğinde çok tanıdık, nostaljik bir geceydi, keyifliydi.



25 Ocak 2013 Cuma

1311

Bademcik taşı diye bir şey var ve aslında taş değil, daha ziyade beyaz peynirimsi, fakat sararmış peynirimsi, iğrenç bir şey!

İlk yarısında yine kısa yollu İstanbul turu yaptığım, kalanını da uykum geldiği halde kendimi çalışmaya zorlayarak ve Belçikalı bir kızın düğün ayakkabısına kiraz çiçekleri boyarken baharın hayalini kurarak geçirdim...

Hafta içlerim biraz tekdüze geçiyor sanırım, ama rutin beni sağlıklı yapıyor(her sabahki egzersizler, günlük vitaminler ve düzenli uyku)

fazla sağlık yaşlandırır, öyleyse yarın biraz alkol, biraz gece...!

24 Ocak 2013 Perşembe

1310

Taşkın ve coşkun bir adamın eski sevgilisine hediye edeceği rengarenk eğlenceli bir çift ayakkabı boyadım.









Bir de; gece dansa çıkmayı özledim galiba, öyleyse bu cumartesi gecesi...!

23 Ocak 2013 Çarşamba

1309

Rüyamda amcamlardaydım, evleri değişmiş, bir şömine yaptırmışlar ama içinde yanan ateş yerine tuhaf bir sahte ateş görüntüsü varmış-çirkin bir şey işte.

Birileri gelip gidiyor, babaannem oturuyor, her zamanki basma entarilerinden biri içinde, bakarken benim babaannem ölmüştü, diye düşünüyorum, bir yandan da o ölmüşse ben kime bakıyorum diye düşünerek rahatlıyorum, içimi bir sevinç kaplıyor.

Ona "Ben seni hiç unutamam!" diyorum, "Ölene kadar unutamam ki!" Ağlamaya başlıyorum, "Biz birbirimize emanetiz..." Sarılıyorum.

Göğsümde gün boyu geçmeyecek bir ağırlık ve gözlerimde dökülememiş yaşlarla uyandım.

Huzursuz geçen gecenin sabahında kitap okuyup zorla uykuya dalmıştım zaten, bu gün çalışmamaya karar verdim, dışarıdaki işlerimi öğlene kadar hallettikten sonra sahile inip Bostancı'ya yürüdüm. Bulanık ve soğuk bir çay içtim, ağrıyan ayak bileklerime rağmen eve yürüdüm. Yolda sevişen iki kedi gördüm-erkek dişinin üstüne çıkmış ensesinden ısırıp onu zapt etmişti.

22 Ocak 2013 Salı

1308

Sanırım bu çok güzel oldu:




Bir de çok heyecanlıyım ben, hala, onunla buluşmak için...

21 Ocak 2013 Pazartesi

1307

Sevgi böceği gibi acayip tatlı bir şey oldum çıktım
ve bir çift kan kırmızı şirin mi şirin ayakkabı boyadım! :)













20 Ocak 2013 Pazar

1306





Ama artık çok oluyoruz!

Nedir bu şımarıklık yahu biz kendimizi ne sanıyoruz??

Mantarlı omlet, ıspanaklı-kıymalı börek, zeytinli açma, çıtır simit, cevizli ekmek, rokforlu krem peynir, daha neler neler...Üstüne bir sürü de öpücük!

1305

(19 OCAK CUMARTESİ)

Okuduğumdan beri kendi hikayem gibi hissettiğim, hep peşinden gittiğim, her yere peşimden sürüklediğim, izlerini takip ettiğim efsanenin bir temsili bu akşamüstü Süreyya Operası'nda sahnelenecekti: Ariadne auf Naxos, heyecanla hazırlandım.

Dantel çoraplarımı, ışıltılı bluzumu ve siyah eteğimi giydim; 1912'de Richard Strauss şefliğinde sahneye konmuş Stuttgart premiyerinde güzel kadınların nasıl elbiseler giydiklerini hayal ederek...

Richard Strauss

Başlamasına yarım saat kala kentimizin Avrupa'daki örneklerine kıyasla epeyce mütevazi sayılabilecek opera binasına girmiş bulunmaktaydık, makyajını eksik etmemiş 80 yaş üstü teyzelere merdivenleri çıkmalarında yardım ettim.

Eser bir prolog ardından tek perdelik operadan oluşmaktaydı, benim kişisel bağım bir yana, Almanca okunan aryaları anlamaya çalışmak da bizim için eğlenceli olacaktı-ne de olsa en sevdiğim Almanca hocamla gitmiştim!

J.W:Waterhousse-Ariadne

Benim için hayran olduğum Richard Strauss'un bir operasını İstanbul'da seyretmek başlı başına sevinç kaynağı olduğundan, Ariadne ile Bacchus rollerinin ileri yaştakilerce canlandırılmasına ve yetersiz dekora bir şey demeyeceğim. Yanımda huysuzlanan, sürekli kıpırdanıp cep telefonuna bakan, belli ki sıkılan adama rağmen beni çok etkileyen bu hikayenin tadını çıkardım. Gözlerimi yumunca hayalimdeki Ariadne'yi gördüm, rüyalarıma giren Bacchus'ü duydum ve çok mutlu oldum.

Bu akşam harika bir yemeği hak ediyordu; Kadıköy'ün en eski ve en bilindik şarap evinde tam 2 sene evvel çok mutlu bir günde oturduğumuz masaya oturduk. Bir şişe şarap beğendik ve önden peynir tabağı ile börek, ardından fajita söyledik. Sadece 2 haftadır yediğim tek doğru düzgün yemek olduğundan değil, çok sevdiğim bir adamla yediğim için de bana nefis geldi.

Gülüşerek ayrıldığımız mekandan eve nasıl vardığımızı hatırlamıyorum, çakırkeyif ve neşeliydik. Geve yarısını geçtikten sonra başlayacak olan eski ve saçma bir korku filimini bekledik ama uyku akan gözlerimiz isyan edince çaresiz, yattık!


18 Ocak 2013 Cuma

1304

Haftanın yorgunluğu çökerken, yeni satış haberleri birbiri ardına geliyor, siparişler yoğunlaşıyor ve bana durup dinlenecek vaktim olmadığını hatırlatıyor... Öyleyse şimdilik yalnızca kısa bir ara-yarın bir şişe şarap, bir opera...

17 Ocak 2013 Perşembe

1303

...Ve sonunda, vatanlarını çok sevdiklerini sanan, oysa kendilerini kapattıkları bahçenin dışında neler olup bittiğinden bihaber, vatanlarında tomurcuklanan özgürlük fikirlerine gözleri tamamen kapalı aristokratlar, bavullarını bile kendileri taşımak zorunda kalarak, bütün hizmetlileri tarafından terk edilmiş, köylüler tarafından düpedüz aşağılanmış vaziyette,güvenli evlerinin konforunu terk etmek zorunda kalıp Avrupa'da bilinmeyen bir geleceğe doğru yola çıktılar- babalarının bir zamanlar mutfağına bile girmesine izin verilmediği bu büyük ev ile vişne bahçesini ise, okumayı hiç sevmeyen, kaba cahil, fakat artık Karun kadar zengin olmuş köylülerden bir satın aldı...




1302

(16 OCAK ÇARŞAMBA)

Endişelerin kıskacında, sinsi yılanlar ve yırtıcı kuşların saldırılarından fırladığım kabuslar arasında, bugünü yine de umut dolu, gökkuşağı renklerine boyadım:








1301

(15 OCAK SALI)









Bembeyaz , ışıltılı düşler için bir çift ayakkabı yaptım bugün...

14 Ocak 2013 Pazartesi

1300

Başkalarının Hayatı

Arada iyi geliyor böyle, kendi hayatıma bir iki günlüğüne ara vermek ve bambaşka insanlardan ilham almak- genelde de kış günlerine denk geliyor böyle...

13 Ocak 2013 Pazar

1299

Bir pazar kahvaltısı daha- fakat bu kez mecburi rejimde olduğumdan, tek yiyebildiğim sevgili erkek arkadaşımın elleriyle sürdüğü krem peynirli ballı yumuşak mini sandviç oldu.

Yine de çok tatlı geldi!

1298

(12 OCAK CUMARTESİ)

İki Ağır Film Birden

Önce Barbara: Bildik bir Doğu-Batı Almanya öyküsünü sorunsuz fakat bence biraz sıradan biçimde anlatan, bol rüzgarlı, duygulara pek yer vermeyen soğuk bir film...

PS: İstanbul Modern film gösterimleri biraz pahalı gibime geldi, kitlesi ise orta yaş üstü entelektüel meraklılar.

Yağmurda tek şemsiye altında kol kola biraz yürüyüşün ardından Üsküdar motorlarına biniş ve Kanaat'te yaralı ağzımla yiyebildiğim nadir şeylerden en lezzetlileri: az mercimek çorbası ile etsiz beğendi.

Sonra Aşk: Başımıza hiç gelmemesini dileyeceğimiz bir hikayeyi, serinkanlı ve gerçekçi biçimde anlatan, arada bir rüya sahnesinde Haneke gerilimini iliklerimize kadar hissettiren, insanı yaşlanma korkusuna sürükleyen, sessiz öfkenin filmi...

PS: Aynı durumda kalırsam, biri beni de boğsun lütfen-yalnız ben de çiçekli cenaze isterim.

Gördüklerimizin hayaletlerinin hala ziyaret ettiği zihinlerimiz, ancak uykuya daldığımızda biraz dinlenebildi-tabi kabusları saymazsak...

1297

(11 OCAK CUMA)

Hatırladığım kadarıyla pek de hatırlamak istemeyeceğim türden boş, tatsız, vücudumu çok kırık ve güçsüz hissettiğim, ara ara midemin bulandığı ve yemek yiyemediğim bir gündü-

ama yine de; güzel giyinip Karaköy tarafına geçeceğim, saçlarımı belki farklı toplayıp bir sergi gezeceğim, yeni bir cafe deneyeceğim günlerin hayalini kurarak umut dolu geçti...

1296

(10 OCAK PERŞEMBE)

Şehir dışında bir dağ eteğinde konuşlanmış şehir tiyatroları Ümraniye sahnesinde kimselerin gelemediği oyuna 3 kız azmedip 3 vasıta değiştirip gittik!

Cihan kardeşler börekçisinde kıymalı kır pidesi, gündüzden kalan sertleşmiş su böreği ve yağlı kol böreği vardı. Geleceğe umutlar bağlamak için özel tasarlanan bir hediye olan bir çift ayakkabıyı sahibesine vermek için harika bir yer olacağını düşündük!

Aşırı sıcak ve bunaltıcı sahnede izlemekten yine de keyif aldığımız Toros Canavarı, bizim jenerasyona biraz Kemal Sunal naifliğini anımsatan Aziz Nesin absürd komedisi idi. Finaliyle hafızalarımıza kazındı ve bizleri güldürmeyi başardı...








1295

(09 OCAK ÇARŞAMBA)

Bol karlı, bir fincan salepli bir kış gününün en güzel yanı; erkek arkadaşınızın sürpriz yapıp işe gitmemesi ve birlikte bir film seyretmek için sizin mahalleye gelmesi!







Sahilde kış ışıl ışıldı; hem su, hem buz yan yanaydı. B,r yandan soğuk eldivensiz ellerimizi kesiyor, bir yandan Güneş sırtımızı ısıtıp bizi gevşetiyordu. Ellerimizi bol tarçınlı saleple ısıtıp birbirimize sokulduk...


7 Ocak 2013 Pazartesi

1293

Karlı günlerin son dakika planları; karlı bir romantik-klasik filmin ardından birer fincan tarçınlı salep olabilir pekala...

Gençliğimin aklıma yer eden iki ciltlik devasa romanı Anna Karenina; bir tutku öyküsü. Ama Madam Bovary kadar can sıkıcı değil, çok içli fakat bunaltıcı sayılmaz - bir şekilde onun gibi küçük düşürücü değil...

Dönem filmlerine hep çok yakışan Keira Knightley bir zamanlar neredeyse aşık olduğum Sophie Marceau'dan sonra içime sindiyse, iyi demektir. Göz alıcı Chanel mücevherleri ve bir parça 50ler Dior kostümlerini anımsatan muhteşem elbiseleri içinde harika görünüyordu.



Bu kolyeyi takmayı hangi kadın istemez?



Bordo kadife sezonun favorisi, benim her zamanki favorim...



El işçiliğinin en zarif haline büründüğü yıllar...



Kürk, tüy, ışıltı bir arada ve uyum içinde...



Anna'nınki bir tutku hikayesi, dediğim gibi. Bu zamanda bizlere epeyce fazla gelen ölümcül bir aşk hikayesi, değer yargılarının değişmesiyle günümüzde inandırıcılığını yavaş yavaş yitiren fakat hep büyüleyen bir aşkı anlatıyor.



Meşhur çapkın Kont Vronski için epeyce toy görünen sarışın bir oyuncu seçilmiş; başta biraz çocuksu bulsak da belli bir çekiciliği vardı. Sonradan yorumladığımız şekilde söylersem; bir kadına ulaşmakta ısrar eden erkek, ilk izlenimi itici bile olsa sabırla kadının karşısına çıkmaya devam eder ve her çıkışında onu ne kadar istediğini hissettirmekten çekinmezse, bu pervasızlığı eninde sonunda çekici bulunacaktır...



Aşkın bu kadar vazgeçilmez , böyle hayat pahasına olduğunu düşünmüyorum aslında.
Fakat; cemiyet kuralları doğrultusunda ayarlanan birbirine denk görülen kişiler arasındaki sevgisiz evlilikler çağında, kocanın düzenine isyan edip cesaretle bir başkasını sevdiğini söylemek onurlu bir davranış sayılabilir.



İnsanı hayattan bezdiren aşırı düzenli ve dini bütün, can sıkıcı koca rolünde inanamasam da Jude Law çok iyi olmuş!



Ben de güneşli bir bahar günü bembeyazlar giyinip sevgilimle yemyeşile uzanmak, şarap içip gülüşmek, piknik yapıp öpüşmek istiyorum!