30 Aralık 2015 Çarşamba

2381

Yılın son gününe doğru kışın ilk karı düşmeye başladı bugün.
Sert soğuk, rüzgara Güneşle ara verdi zaman zaman...
Pencerenin kenarında biraz çalıştım, sonra da yarın akşam yemeği için hazırlıklara giriştim.
Garam masala ve poy baharat karışımlarımı yenileyip, acısı gözen çıka hardalımdan yaptım.
Kimyon, kişniş ve hardal tohumları, tarçın, kakule ve karanfil kabukları, muskat, zencefil ve karabiber tozları arasında duyularımı açan, dürtülerimi tetikleyen sıcak saatler...

29 Aralık 2015 Salı

2380

"İsrail kadar hatırımız yokmuş demek!" dediğini duydum bugün bir siyasi parti başkanının-yerden göğe kadar hak verdim.
Komşumuz olacak site yöneticisi densiz kadının, 5 aydır vermediği aidat makbuzlarımı istediğimde suratıma kapıyı çarpması hakaretine sessiz kalan aile büyüklerimin yanında benzer hisleri paylaşıyorum.
Kimse sahip çıkmasa ne yazar-ben bu olayı burada kapatmadım!
Yarın bir gün yaşlılarımız oraya gidemediği zaman ben oturacağım o evde ve hayatı dar etmeye ant içtim o kadına.
Ailemin hatırına sustum, zor tuttum kendimi ama- benim önümde biri anneme, anneanneme, dedeme, kuzenime böyle bir şey yapmaya kalksa onun kapısını başında kırarım!


28 Aralık 2015 Pazartesi

2379

Su akıtan şofben ve aniden bozulan bulaşık makinesinin azizliğinde, artık yaşlılıktan iyice bir tuhaflaşmış anneanne ve dedemle komik maceralarda geçen bir gün.

Kumanda pili değiştirmek, hapları doğru saatte içmek, kalorifer derecesini ayarlamak, fişi prize takmak gibi basit işlerin büyük mesele haline dönüştüğü bir hayat dönemi yaşlılık!

2378

(27 ARALIK PAZAR)

Emirli'mize aylar sonra yeniden geldik. Köyümüz geri dönmüş gibi şendik arabadan inerken. Köpekler bizi selamladı,  Aralık güneşi içimizi ısıttı.

Hep bir avazda giriştik, temizliği kolayladık. Örümceklere karşı savaş, önden süpürge, ıslak bezle silip kuru bezle toz alma faslı derken rutubet kokusundan hızla arındı evimiz.

Şöminenin gevşeten sıcaklığında çıtır çıtır odun ateşi karşısında mayışıp, birlikte yemek yemek keyifliydi.

Bizden habersiz yaptırdığı otomatik kapıyla arabamıza çarparak çizen, hatasını kapımıza gelip telafi etmeye tenezzül etmeyen, her giriş çıkışımızda kendisine muhtaç kalmayalım diye otomatik kapı anahtarını zorla aldığımız, ayrıca aylardır ödediğimiz aidatların makbuzlarını hala vermeye niyetlenmeyen, üstelik hesabını sorduğumuzda kapıyı suratımıza çarparak kapatan komşumuza rağmen güzel 2 gündü.

26 Aralık 2015 Cumartesi

2377

Kafamızı dik tutamadığımız cumartesi

Ben diğer şehirlerin hep İstanbul'a dönüşlerini seviyorum!

Yine beni sabrınla, ilginle, anlayışınla rahatlatıp, nefis yemeklerin ve tatlı öpücüklerinle canlandırmayı başardın bornozlu adam...

25 Aralık 2015 Cuma

2376

Bugun donus var, erken bir sabah kahvaltisindan sonra biraz uzandim ve disarinin gurultuleri arasinda uykuya bir dalip bir ciktim. Yine de iyi geldi, dusumu alip rahat rahat toparlandim.
Simdilik yukaridaki restoranda cam kenarinda aydinlik bir masaya kurulmus internette geziniyorum...
Tabldot yemegim geldi demin, okuldaki gibi bir gozunde az corba, birinde salata, digerlerinde tavuk ile pilav olan metal tepsi beni bekliyor.

2375

(24 ARALIK PERSEMBE)


Ilk gece huzursuzlugum tam gecmedi ama yine de iyi ki gelmisim. Hem ara sira rutinimden uzaklasmak iyi geliyor, hem de ayri kalinca uzaklasma hissim de artiyor.
Sabah kahvaltidan sonra erkek arkadasimi ugurlayinca, canim hic icimden gelmedi. Yapmayi planladigim isleri erteleyip, odada tembellik yapmak istedi canim. Bir film vardi epeyedir aklimda kalan, onu aratayim dedim.
Tesadufen buldum da, Xavier Dolan'in Mommy filmini merak etmistim.
Hiperaktivite bozuklugu ve davranis problemleri oldugu soylenen ama bana daha ziyade bipolar gibi gorunen ergen bir oglanin, islah edildigi merkezden cikip yeniden annesiyle yasamaya baslamasini konu ediyor film. Anne de oglundan hallice, okulu birakmis, abuk subuk giyinen, sigaranin tekini yakip tekini sonduren deli dolu bir tip...
Cocuk tam bir bas belasi ama acayip de tatli: belli ki baglanma sorunu yasadigi annesiyle odipik garip bir iliskileri var-imrenmedim desem yalan olur! Basa cikmasi imkansiz gibi olsa da, kaykayinin uzerinde dans ederken bayildim mutluluguna, market arabasini yolda surerken ozgurlugunu haykirdigi anda onun yerinde olmak istedim.
Bazen ilaclardan olsa gerek icine kapanik ve fazlasiyla etrafindan bunalmis gorunse de, bu firlama serserinin bir ani digerine uymuyor ve cogunlukla ya cosku dolu yahut kudurmus gibi ofkeli...
Market alisverisi, komsularla karsilasmalar, okul gibi siradan hayata dair olgular onun icin cok zor. Durtulerine hakim olamayan ve annesinden surekli ilgi bekleyen cocuk gibi bir ergen, kurdugu cumle basina 3 kufur ortalamasiyla da pek komik.
Bir gun annesiyle kovalamaca oynar gibi ettigi korkunc kavgada yaralaninca, karsi komsulari kekemelik sorunu yasayan sessiz sakin kadin ona yardim ediyor. Bu onun mutemadiyen aradigi ilginin bir parcasi, biraz guven duydugunda asiri derecede baglanabilen bir cocuk o.
Komsu kadinla kurdugu anne-ogul/flort iliskisi ona iyi geliyor, boylece izne ayrilmis bir lise ogretmeni olan kadin ona evde ders vermeye basliyor. Bu sayede is yerinde tutunamayan annesi de kendine gecici isler arayabilir...
Yeni kurduklari kucuk hayatlari biraz yoluna girmisken, bela peslerini birakmiyor: oglanin birkac ay evvel cikardigi yanginda yanmasina sebep oldugu cocugun ailesi tarafindan dava ediliyor. Ama ne avukata paralari yetecek, ne de anneye yakinlasma karsiliginda yardimci olmaya calisan adama tahammul edebilecek bu deli cocuk.
Kiskancligi ofkesini tetikleyince saldirganlasip, annesi tarafindan terk edilme korkusuyla bas edemeyince bileklerini kesecek...

Etkileyici bir filmdi, izledigime memnunum.

Oglen yemegini mutfaktakilerle beraber musakka & cacik ile gecirdikten sonra guzelce banyo yaptim ve uzun uzun kremlendim. Kolay degil-ayak tirnaklarimin kremi ayri, goz kapaklarimin ayri!

Aksamustu yeni modellerimi satisa koydum, biraz boynum agrisa da verimli gecirdim bu otel odasi gunumu,




2374

(23 ARALIK CARSAMBA)


Rahat ve kisa bir ucak yolculugu bu seferki, yine de gerginim-yola cikmak beni geriyor belki, belki bu belirsizlik beni huzursuz ediyor.
Hava alani bos, yaz sezonunun kalabaligindan eser yok. Yanlarina oturdugum teyzeyle amca sikintidan benle muhabbete girmeye calisiyorlar, onlara Denizli'ye gelis amacim hakkinda yalanlar atarak egleniyorum...
Tanimadigim bir kente ilk gelis yabancilik hissi veriyor insana, bir kez daha anliyorum ki kendi ulkemde bile yabanciyim aslinda.
Aksam erken ve kasvetle cokuyor, hava alanindan sehre epeyce yol var, yolda trafik bile var.
Egzos, fabrika bacalari ve komur karisiminin yarattigi hava kirliligi nefes aldirmiyor. otobusun icinde bile genzimi yakiyor.
Otogardan otele kendimi zor atiyorum, her yerede ayni zehir kokusu...
Burasi hani o ic Anadolu'nun hepsi birbirine benzeyen sahsiyetsiz sehirlerinden mi?

22 Aralık 2015 Salı

2373

Sarsılmaz sanıyorken, bu kadar çabuk geri döndüğümü görmek hayal kırıcı...
Çaresiz, güvensiz hissetmek beni çok zayıflatıyor. 
Sabaha karşı içimde kalanlarla yüklü uyandığım, sanki yastığın battığı geceler geri mi gelecekti?
Pek çok kişiyle yüzleştim onların gıyabında bu sabah ezanında.

21 Aralık 2015 Pazartesi

2372

İkilemli, içimde kalanları zorla bastırdığım, pasif agresif, çok sıkıntılı bir gün...

Uyanmayacağım bir uykuya dalmak istiyorum.

2371

(20 ARALIK PAZAR)

Düğüm

Nasıl da tanıdık bu iç huzursuzluğu, bu mide krampları, bu kızarıklıklarım, bu yere bakan gözlerim....

Kanepene oturmuş kalmışım, suskunum, sus gelmiş.
Bir şeyler demişsin, hepsini suratına geri fırlatmak istiyorum, öfkem birikmiş.
Ağzımdan ses çıkmıyor sanki; söylediklerim hep kendi kendime, küskünüm.

Yine mi aynı yere dönüyoruz? Hani yol almıştık, bundan sonra böyle hissetmek istemiyorum bir daha!
Ne çabuk unuttun geçtiğimiz yolları, ben asla geri dönmemek koşuluyla bugün hala yanındayım senin.

Nasıl çözüleceğini bilmediğim bir düğüm var içimde...

2370

(19 ARALIK CUMARTESİ)

Kendimi her şeyin yeniden yoluna girip eskisi gibi olacağına ikna etmeye çalıştığım bu cumartesi gününü hazırlıkla geçirdim. Yemek yaptım, bakımlarımı yaptım, bekledim, kendi kendime konuştum, düşündüm, bekleyişimin sonuna gelmemin gerginliğiyle son saatleri bekledim...
Hep böyle olur ya; uzun süre susar susar da birden patlar insan olmayacak bir lafa, ben de bekledim bekledim sonunda tutamadım kendimi.
Uzun zamandır ağlamamıştım, düşündüm, en son 3 ay önce kendimi bu kadar yenik ve zavallı hissederek ağlamıştım, uzak bir adada...
Bir süredir istediğim gibi değil- bir şeyler eksik, bunu anlatabilmem için bile fırsatım olmadı son haftalarda.
Ama ben sana dedim; doğum günümde ne kadar da mutluydum, nedense sonrasında kendimi iyi hissedemiyorum, dedim.
Benim için yılın en sevmediğim zamanı geldi, dedim. 1-2 yıl öncesine kadar yılın en korkutan vakti Şubat ortasıyken son yıllarda Aralık ortası.
Bir süredir, kısa bir süredir tutkumu kaybetmiş gibiyim, dedim.
diyebildiğim kadar dedim işte ve hep bekledim, hani miden bulanırken kusmaya direnirsin ya aynen öyle direndim, ta ki bu geceye kadar.

18 Aralık 2015 Cuma

2369

En son meyhaneye gideli 1,5 ay kadar olmuş...
En son kendimi unutup dans ettiğim ne zamandı, hatırlamıyorum...
En son şarabı fazla kaçırıp sohbeti uzattığım sanırım 1 sene öncesiydi...
En son tutkuyla ne zaman ürpermiştim peki, belime dokunan ellerle...?

Demiyorum ki bunların üzerine hiç şarap açmadım, hiç oynamadım, hiç sevişmedim, yahut rakı sofrasına oturmadım. Diyorum ki; hayatın tadını çıkardığım zamanların üstünden biraz geçmiş sanki...

Haydi bakalım, yenileme vakti.


17 Aralık 2015 Perşembe

2368

Aynı gün doğan kadın ile adamın rivayeti

Hiç dokunulmamış dudakları özlemek nasıl olur...? Hiç bir araya gelinmeyen bir adamla rüyalarda buluşmak...
Yağmurun sanki yüzüme vurduğu, içime kasvetle gri kışın çöktüğü bir güne ellerim dudaklarımda uyanmak...
Belimde gezinen elleri düşlemek, içimi titreten nefesi duymak, dans edermişiz gibi başka bir zamanda...
Roxanne çalıyormuş sanmak, yine yağmurlu bir Aralık gecesi bir anda elimden tutup beni kaçırdığı andaki gibi her şeyi unutmak...
Her şeyden vazgeçmek bir an için, nasıl olur...?

16 Aralık 2015 Çarşamba

2367

Buzdolabımız bize bir sürpriz yaparak bu sabah çalışmayı durdurdu. Grev yapıyor zaar!
Biz de restine restle karşılık verip yenisini almaya karar verdik.

Günün ilk yarısı soğuk havada buzdolabı seçmekle geçti, sonrasında kendimizi doğru seçimimizden dolayı ödüllendirmek maksadıyla bir kahve molası verdik. İki Kedi'nin balkabaklı cheesecakelerini gerçekten seviyorum. Buranın antika dekorasyonuyla sarı modern sandalyelerini de, çalışan kadını da çok seviyorum.

Buzdolabı ile yetinmeyip annemle birbirimize yılbaşı hediyesi bahanesiyle takılar aldık, yüzlece var evet ama yenilemek lazım arada!

Yeşil saten tonları, dedemlerle Emirli planları, Cinderella arabası(bir balkabağı daha) gibi tuhaf detayları birleştirdi bugün...

2366

(15 ARALIK SALI)

Uzun bir aradan sonra kabuğumdan çıkıyorum; akşamüstü çalışmayı bırakıp kendimi dışarı atıyorum. İstikamet Kadıköy, hedef Karaköy. Eski okul arkadaşımla buluşup biraz sohbet edeceğiz, konser öncesi...

Karaköy'de mantar gibi türeyen mekanlara yenileri eklenmiş; büyükçe bir galeri, abuk subuk bir takıcı, birbirine bener ufak tefek cafeler... Karga burga ara sokaklardan kıvrıla kıvrıla gezindik; önce Naif'e oturduk. Birer kadeh şarap söyledik, menüsü mezeler ve başlangıçlardan yana zengin görünüyordu, bir de mücver seçtik ortaya. kadayıfa sarılı, çeçil peyniri ve tuhaf bir beyaz sosla servis edilen gereksiz yağlı bir mücverdi, sevmedim. Biraz dedikodudan sonra fazla sessiz sakin bu mekandan ayrılıp daha hip bir yer olan Unter'e geçtik. Esasında burayı da pek sevemedim, başlarda alkol servisi olan tek mekandı sanırım, şimdi bana aşırı pahalı gereksiz havalı gibi geliyor...

İkinci kadeh şaraplarımızın yanına peynir tabağı istedik, biraz okuldan tanıdıklardan, biraz işlerden söz ettik. Her seferinde tekrar açılan eski sevgililer muhabbeti yine geldi ortaya bir ara, sanki anımsarken hayattaki tercihlerimizin üzerinden geçtik....

Fazla geçe kalmadan bir taksiye atlayıp Nişantaşı'ndan arkadaşımı alıp Bomonti'ye yola çıktım. Babylon'un eski bira fabrikasındaki yeni mekanını arkadaşlar acayip övüyordu, ben ilk defa görme fırsatı buldum. Epey büyük ve rahat, ama ben ufak bar havasını daha samimi buluyorum sanırım. Burada orjinal ruhu yoktu elbette, yine de yazın daha eğlenceli olabilir dışarıdaki alanları...

Efendim sebebi ziyaretimiz Blonde Redhead, üniversitede dinlediğim ve dürüst olmak gerekirse birkaç parçası dışında aşina olmadığım bir grup. Sahnelerini "ikiz adamların aşırı bol beyaz gömleği ile kadının aşırı dağınık saçları" şeklinde özetleyebilirim, onun dışında evet gerçekten iyi müzik yapıyorlar. Neden bilmem; bu tarz gürültülü alternatif rock havaları beni pek açmıyor. Dans etmeden saatlerce dikilmek de ayaklarımı ağrıtıyor.

Öncesinde Can Güngör, son dönemin modası tıngır mıngır şarkılarıyla beni baydı, yaz sonunda İstanbul Modern bahçesinde dinlerken daha bir keyif almıştım. Anlayacağınız; şahane bir gece değildi belki ama yeniden sahalara dönmek güzeldi. Konser boyu başı öne eğik sap gibi duran çocuğun bir şarkıda aniden coşup zıplamaya başlaması, şarkı biterken canhıraş alkışlayıp, ardından ayrılması bizi cidden güldürdü. Onun şarkısıymış herhalde!


14 Aralık 2015 Pazartesi

2365

Bazen ben hani huzursuz oluyorum da mızıldanıp duruyorum ya-öyle zamanlarda beni hep rahatlatıyorsun... Endişelerimi öfkelenmeden sakin karşılıyorsun, sabırla her seferinde bana güven tazeliyorsun-içim hemen sıcacık oluveriyor...

Her kadının senin gibi bir sevgilisi olmalı, diyorum-ama sen olma mümkünse!

2364

(13 ARALIK PAZAR)

Yeni modellerimiz epeyce ortaya çıkmaya başladı, heyecanlı bir dönem!
Güneş de bugün bana bir kıyak çekti; fotoğraflarımı aydınlattı...
Işıltılı, rengarenk, masalsı ayakkabılarla 2016 düğünleri için hazırız.
 


12 Aralık 2015 Cumartesi

2363

Hani demiştim ya geçen, hayat planlarımıza pek de saygı duymadan kendi bildiğini okuyor, diye...

Yine öyle bir gün: acil sipariş ayakkabılar unutulunca Kadıköy'de 1-2 saat yerine 6-7 saat geçirdiğim, arkadaşları gelemeyince evde takılma planı iptal olan sevdiceğimle sinemaya gidebildiğim sürprizi bol bir cumartesi...

Hava soğuk ama Sarmaşık denen manyak filmi seyrederken içim sıcak, Moda'nın her gelişimde mantar misali türeyen cafelerinden ikisinde kahve denediğim bir kış günü...


11 Aralık 2015 Cuma

2362

Gece yarısı elektriğin geldiğini müjdeleyen küçük gece lambasıyla uyandım, bir müddet uyuyamayınca yeni başladığım Agatha Christie kitabımın bir bölümünü okudum. Artık İngilizceyi geçtim, Almancadan okuyorum-ne havalı!

Bugün çalışma masamda hayaller kurdum: bir haritada işaretlenen adalara seyahatler, kışı sıcacık geçirmek için içecek tarifleri, baharatlı kurabiyeler, ekose battaniyeler, puantiyeli ince çoraplar ve şarap evlerinin loş koltuklarında edilen sohbetler...

2361

(10 ARALIK PERŞEMBE)

Elektriksiz Apartman hayatı: postmodern distopya!
Hayat planlarımıza pek de saygı duymuyor!
Bugün çalışıp yarını yılbaşı hediyelerine bakmaya ayıracaktım güya-tam konsantre olmuşken elektrik kesildi. Hava erken kararıyor, laptopun da şarjı bitik-ne yapalım?
Öyleyse bari hediye bakmaya çıkalım dedik, birkaç saat dolandık, pek de bir şey beğenemedik.
Erkekler için zaten güzel bir şey bulmak zor, yılbaşı süsleri de abuk subuk şeylere bir sürü para vermek demek.
Yine de sevimli kupalar seçtim, mis gibi kahve, sıcak tutacak lacivert bir kazak ve Emirli için bir yılbaşı çelengi aldım.
Mutlu dönüyordum eve-ta ki sokağın başından karanlığı fark edene kadar...
3buçukta da giden elektrik 8'de hala gelmemişti, tırmanmayı göze alamayıp dedemlere gitmeye karar verdik.
2 saat de orada dizi seyredip vakit geçirdikten ve tabi yaşlılığın komik hallerine tanık olduktan sonra 10 buçuk civarında hala karanlıkta olan evimize geri döndük.
Sinirden söylene söylene bir tek mum bile konulmamış apartmanımızdan 12 kat merdiveni tırmandık.
Üstelik bu ilk değil, son aylarda defalarca aynı şey yaşandı; çevredeki inşaatlar yüzünden kopan kablolar sebebiyle elektrik kesintileri sıklaştı. O kadar elimi kolumu bağlayan bir durum ki: ne çalışabiliyoruz, ne ısınabiliyoruz, ne sular akıyor doğru dürüst ne eve girip çıkabiliyoruz istediğimiz gibi.
Kapıcıya bağırıp çağırdık, jeneratör alınana kadar da aidat için kapımıza gelmemesini söyledik.
Senelerdir ev kirası gibi aidat ödediğimiz, üstelik ödemeyenlerinkini de karşıladığımız apartmanımızın çok müslüman sakinlerine bir gırla beddua ederek uykuya daldım...

9 Aralık 2015 Çarşamba

2360

Sabırsızım bugünlerde, bir huysuzum.
Aklımın dibinde bir yerde hep aynı güvensizlik, huzursuzluk duruyor.

Bu sabah erken uyandım, azıcık kahvaltı ettim ve eve dönerken gri gökyüzünden biraz umut süzmeye çalıştım. Vakit kaybetmeden çalışmaya oturdum, akşama kadar sıkılıp ara vere vere devam ettim. Kendime motivasyon olsun diye cuma günü küçük bir program yaptım.

Her zamanki gibi hayat, inişli çıkışlı kendi yolunda sürüyor aslında-fazla kafa yormaya gerek yok!


8 Aralık 2015 Salı

2359

Renk paletleri, düğün trendleri, ışıltılı ve yumuşak dokular arasında geçti bütün gün...
Planlamalar, eskizler, müşteri ilişkileri ve biraz tanıtım...

Akşamüstü keyifle yemek yaptım; bulgur pilavımla zeytinyağlı kerevizim de pek güzel olur!
Evcilik oynamaya erkek arkadaşıma gittim akşam.

7 Aralık 2015 Pazartesi

2358

Bu sabah rahat uyandım; haftasonu demek kendimi biraz arındırabilmişim dünya işlerinden...
Geç bir kahvaltı yaptım; az gazeteye baktım, sonra parkta kısa bir yürüyüşe çıktım.

Kendimi fazla yormadan Göztepe pazarının renkli dünyasına daldım: mis gibi portakallar, minik minik mandalinalar arasından kabuğu en incesini seçtim. Limonların en sulusunu, maydanozların en incesini ve karnabaharın en beyazını koydum pazar çantama. Balık tezgahındaki kurbağa larvası kadar barbunlara burun kıvırıp, 2 dililm somon aldım. Amasya elmasını koklayıp, narın tadına bakıp aldım.

Aydınlık sabahlara dinç uyanmak ne güzel! Her şeyin üstesinden gelebilirmişim gibi Güneş varsa...

2357

(06 ARALIK PAZAR)

Pazar kahvaltısı için Kadıköy'de arkadaşımızla buluştuk, bir tanıdığın yerine oturduk. Buranın acayip tostları meşhurmuş, bence pek bir numarası yok aslında.
Sokak arasında gölgede donunca kalkıp kahve içmeye başka bir yere oturduk. Şapşirik oğlan da geldi kahveden sonra; neşemiz yerine geldi!
Giriş kapısını kapattığımız bu cafe; İki Kedi. Gerçekten güler yüzlü sahipleri varmış, balkabaklı cheesecakelerini de çok sevdim. Hafif baharatlı, enteresan bir tatlı.
Güneş aldatmasın-hava cidden sert. Başımdaki saçmalıklı şapkadan anlayın! Neyse ki baykuşlu eldivenim yanımda, olmadı Üzüm'ü severim...
 Tontik Denizimiz iyiden iyiye ayaklanmış; kapüşonundan kedi yavrusu gibi tutuyor annesi, arabaların arasına kaçmasın...
Moda çay bahçesinde ısınıyoruz biraz; ben bu aheste pazarları nasıl seviyorum!
İçten dışa sanki dinleniyorum...

2356

(05 ARALIK CUMARTESİ)

Yeniden dışarı çıkabildiğime mi sevineyim- havanın böyle güneşli olduğuna mı? Bu şehirde Aralık pek güzel olur...
 Moda pastanelerinden mis gibi mahlep kokusu yükselir, insanı davet eder hiç aklında yokken ay çöreği yedirtir...
 Gün boyu bardak bardak çay içilir, çay ocakları önünde hasır taburelerde iki büklüm oturulur, kediler gibi güneşte gevşenir...
 Üsküdar balık pazarı insanın başını döndürür; ıslıklar, çığlıklar, türküler, bağırışlar...
 Palamutlar iyice semirip yağlanmış, sarı kanatlar boğazda terör estirmeye başlamıştır artık soğuyan havada...
 Mis gibi ızgarası olur palamudun, yanına salatası olur rokalı... Turp yiyen elbet turp gibi olur!
Şekerci vitrinleri rengarenk ve hep mutludur; narlı, kahveli, güllü lokum doldurulur bir kese kağıdına...
Eve dönüşte "babadan baharatçı" aktar abiden kırmızı pul biber ile tane kara biber alınır biraz, kışın içinizi ısıtır...

4 Aralık 2015 Cuma

2355

Haydi bakalım motivasyon düşürmek yok!

Kış kapımızda ama; çalışmaya devam tembellik yok, yürümeye devam eve kapanmak yok, hayal etmeye devam umutsuzluğa kapılmak yok, gülmeye devam endişeye yenilmek yok, yaratmaya devam rutine bağlamak yok!

3 Aralık 2015 Perşembe

2354

Adım adım hayata dönüş...

Yeniden aynaya bakmak güzel-göz altlarım mosmor da olsa- kremlerimi serumlarımı sürüp biraz olsun kendime geldim.
Hemen hemen normal yiyebiliyorum ve çalışabiliyorum artık, yeni bir şeyler çıkarmayı özlemişim.
Öğlen üzeri kahvemi içmeye cesaret edemiyorum henüz-haftasonu kendime ödül vereceğim!
Aslında tuhaf ama; hastalık sebebiyle de olsa, birkaç günlüğüne hayata bir es verip uzun uzun dergi okumak çok hoşuma gitti.
Akşam çok istediğim grubu dinlemeye gidemeyeceğim yine de ama, napalım dans umutlarımız başka haftaya!

2 Aralık 2015 Çarşamba

2353

Tam iyiye gidiyorum derken... Keten tohumlu galetaların azizliğine uğradığım berbat bir gece... 5 saat sonra hala yediklerimi hazmetmeyi reddeden sevgili midem, gece yarısı beni sancılarla uyandırınca tekrar kusacağımı anladım.
Yine de direndim epey, nefes egzersizleriyle, mide asidini alan pastillerle, çam ormanları hayal ederek, yatakta yarı oturur vaziyette, kucağımda en yakın arkadaşım plastik çanağım bekledim... Ama olmadı; sonunda yine kustum. İşin kötüsü; kustuktan sonra da hiç rahatlayamadım, belki 2 saat mide ağrılarıyla kıvranmaktan uyuyamadım...

Yeniden yemek yiyebileceğim, dışarı çıkabileceğim günleri düşlüyorum...

1 Aralık 2015 Salı

2352

Pek uyuyamadıysam da daha iyi kalktım bu sabah; bir daha kusmayacağım hissinin verdiği güçle kalktım. Bir parça peynir ekmek yedim, bir fincan çay içebildim.

Uykuya dalmakla sıçrayıp uyanmak arasında sonuna geldiğim bir kitabı bitirdim ve işte çıkan aksaklıklara endişelendim.

Bitkinliğim yetmezmiş gibi, rüyamda nefret ettiğim insanla arkadaş ortamında birlikte olduğumuzu gördüm; hiç muhatap olmayı istemediğim birine tahammül etmek zorunda kaldığım gerici bir durumdayım... Herkese bu konuda ne kadar haklı olduğumu anlatmaya çalıştığımı anımsıyorum...

Kabus gibi 1.5 günden sonra yarın hayata dönerim umarım!

2351

(30 KASIM PAZARTESİ)

Eminönü dolaylarında sokakları karıştırdığım rüzgarlı serin bir Kasım sonu; giderek çöktüğümü hissediyordum motorla Kadıköy'e geçerken... Akşamüstü kendimi tutamayıp arabanın camından dışarı kusmamla birden günün gerçekliği değişti: her yanımı saran ağrılarla kıvrandığım ve art arda kustuğum saatler geldi... Tarih öncesi bir mumyaya dönüşmüş gibi; içimden yeşil berbat kokan bir zehir fışkırıyordu adeta... Kabuslarda yorulduğum, sıkıntılı rüyalar arasında bir duvara bir kapıya dönüp uyumaya çalışırken ağladığım acayip karanlık bir gece...

29 Kasım 2015 Pazar

2350

Hala iyileşemedik, yorgunuz, birimiz kusuyor diğerimiz öksürüyor-ama birlikteyiz, koyun koyuna mutluyuz!

İnsanların nasıl da beş para etmez olduklarını görüyoruz yaşadıkça, hem de en yakınımızdakilerin bile.
Kendi zavallılıklarına etrafındakilerin egolarını bahane edenleri görüyoruz.
Hatalarını bile bile sonucunu başkalarına yıkmaya çalışanları görüyoruz.
Birini sevince o güne kadarki sevdiklerini bir kalemde silenleri görüyoruz.
Çıkar ilişkilerinin -şimdilik- pek güzel yürüyor olmasına gülüyoruz.

Herkes hak ettiğini yaşıyor.

2349

(28 KASIM CUMARTESİ)

 Bu geceyi aylardır bekliyorum-bu kadar coşkulu adamları bir araya getirmek kolay değil!
 Ortam biraz alışılmadık; tabi açık hava festivallerinin tadı yok-yine de keyfim yerinde. Tüm hastalıklara yağmura çamura rağmen kalktık geldik burdayız!
Tanju Eksek "Seni çok istiyorum"u orjinalinden güzel söyleyip beni hemen tavlıyor...
Cem Köksal çok iyi, Gür Akad zaten ağır abi-bayılıyorum ben bu uzun saçlı deri pantolonlu heriflere!
Mekanı çok sevemedim, ama dağda olsa gelirim bu adamları dinlemeye-iyi müziğe hasret kaldık yahu! Abidik bar gruplarından sıkılmışım, sağlam gitarı özlemişim.
Ortalık bira içinde deli saçması dans eden ergen kaynıyor! Grupların yaş ortalaması dinleyicinin 2 katı.
Kurtalan Ekspres'in sahnesi beni büyülemişti geçen sene, repertuar aynı, solist farklı bu kez. Düşündüm de; solist biraz zayıf kalıyor ama onun haricinde 10 numara bu grup. Cem Karaca gibi, Barış Manço gibi bir frontman lazım bunlara-nerde?-yoksa mükemmeller.
Bulutsuzluk Özlemi de sanki aynı repertuarla çıkıyor, ama her seferinde çok lezzetli! Eşlik etmeye bayıldığım şarkılar...
Gecenin duygusala bağladığı an; Yavuzcan'ın "Benimle Uçmak İster misin?" solosunu babası gibi çaldığı dakikalar oluyor...

Gurur duydum-babasının oğlu!

2348

(27 KASIM CUMA)

Yeni bir şey ortaya çıkarmak heveslendiriyor beni! Bu kez bir anne oğul için tatlı bir hatıra yaptım...
Ezgi Hanım'ın düğün ayakkabılarını da ben hazırlamıştım, şimdi oğlu olmuş-çok sevindim!
Hem oğlunun mevlüdü ile sünneti, hem de ilk çıkan dişinin anısına bu babetleri hazırladım.
 Tekinin önüne leyleğin taşıdığı oğlan bebek boyadım ve doğum tarihini ekledim. Diğer tekine ise sevimli bir diş figürü çizip dişinin çıktığı tarihi yazdım.
 Dış yanlara ismini rengarenk oyuncak harflerle yazmaya karar verdik: "Mert Balıkçı."
 
Soyadı ilham kaynağımız oldu; arkaya kayıkta olta atan tatlı bir çocukla tombik balık yapalım dedik.
İç yanlara ise; Mert'in doğum saati ile kilosu ve boyunu mavi kurdeleler üzerine ekledik.
Diğer ayakkabıya da sevimli bir sünnet çocuğu ile "Maşallah" yazısını koyduk.


Şans getirsin, nazar değmesin!

26 Kasım 2015 Perşembe

2347

Geceleri biraz boğazım yanıyor gibi, hafiften bir halsizliğim var iki gündür.
Hasta olmadan toparlasam!

Bugün öğlene kadar yeni modellerin fotoğraflarını düzenleyip satışa koymakla geçti, sonrasında mali müşavirle görüşmek için Yeldeğirmeni'ne yürüdüm gri nemli havada.
Görüşmenin ardından bir kahve ısmarlayıp kendime, balık pazarına uğradım.

Son baharın kendine özgü puslu romantizmi çöküverdi bugün şehre, ateş başında şarap içme akşamları yaklaştı...

25 Kasım 2015 Çarşamba

2346

Pastırma yazını çekiştirip uzattık, sabahları Mayıs sisine uyanıyoruz, montları yürürken çıkarıyoruz.
Kış gelince de motivasyonumu kaybetmeden, hevesle devam etmek istiyorum...

Bir ev hayali kuruyorum son günlerde; şehre biraz uzak, ufak bahçesine naneler maydanozlar ekeceğimiz, merdivenle yatak odalarına çıkacağımız, şöminesini yakıp kestane yapacağımız ve köpeklerimizle yürüyüşe çıkacağımız göle bakan bir ev...

24 Kasım 2015 Salı

2345

Biraz sıkıntılıyım iki gündür nedense, yorgun uyanıyorum ve huzursuzluk duyuyorum halletmem gereken işlerle ilgili.
Şöyle bir rahatlasam ve yeniden ileri atılacak ilhamı yakalasam!
Sanki kendimi kastıkça, kafamı ufak sorunlara taktıkça daha zorlaşıyor işler.
Bir elimi sallasam hepsinden kurtulup hafiflerim aslında.

23 Kasım 2015 Pazartesi

2344

FERİDUN NADİR
Bu hayatta bilumum iyilikler ve fenalıklar birlikte yürürler. Maalesef böyledir bu. Batı da bir yandan başımızdaki musibetlerin kaynağı ama diğer yandan da hakikaten uygarlığın beşiğidir.
Bunun da farkındadır. Bu yüzden Paris’te ölen 100 kişi ile Ankara’da ölen 100 kişi ve Suriye’de ölen 100 kişi farklı farklı 100’er kişidirler. Cumhuriyet Gazetesi, Sivas katliamı davası için manşet atmış ve manşetinde “aydın yakmak” için verilen cezayı az bulmuştu. Ayakkabı tamircisi yahut amele yakılsa neyse? Bu da öyle bir şey. İnsanlar eşittir, batılılar biraz daha eşittir. Türkiyeliler hikayedir. Suriyeliler, Iraklılar toplama çıkarmada teferruattır.
“Dün 12 Ezidi genç kadını sattılar, 50 kişi Irakta, 80 kişi Suriye’de öldürüldü.” Bu haberin “Londra’da Camden’da bir ses bombası patladı.” haberi kadar haber değeri yoktur. Bütün dünyada.
bati-neden-raki-icmez-90233-1.
Ama bir yandan da o Batılılar Ortadoğulular gibi birbirlerini yiyip durmuyorlar. Bir şekilde birlikte yaşama kültürünü geliştirmişler. İrrasyonel kavga gürültülerini Ortaçağ’da terk etmişler.
Yani beğenmesek de benzemek isteyeceğimiz yer hiç kuşkusuz Batı. Hatta mümkünse İskandinavya filan. Açık adres vermek gerekirse Kopenhag, Christiana diyelim.
Hoş ben kişisel olarak San Cristobal/Meksika yahut Uruguay’dan yana oy kullanırım. Ama bu kadar iPhone’u kim bulacak, filmi kim çekecek değil mi? San Cristobal’de üşenirler nitekim.
Yabancılara boşuna yabancı denmiyor. Kültürleri farklı. Hela temizledikleri leğende çamaşır da yıkayabilirler. Ve Akdeniz ülkelerini tenzih edelim kibirlidirler de. Tek eliyle çekirdek yiyemeyen bu insanlar eşit ilişki kurmayı bir türlü beceremezler.
Ben, Hindistan’da, Jodhpur’da iki ABD’liyle 3 gün çölde kaldım. Tek kelime İngilizce bilmeyen Triballerin arasında. Dünyanın en güzel insanlarıydı. Ve bu 3 gün boyunca bu iki ABD’liyle sabahlara kadar muhabbet ettik, kafa çektik. Birbirimize anlatmadığımız şey kalmadı, bunlar hala kız arkadaşımın fotoğrafını görünce “Aaa, bu bizim gibi yahu, başı açık” diyorlardı. İkisinin toplam genel kültürü ortalama bir BirGün okurunun yarısı dahi değildir, bana sürekli akıl öğretiyorlardı. Şarabın mayalanarak yapıldığını benden öğrenen bu insanlar bana içki içme dersi vermeye kalkıyorlardı.
Bütün bunlar hep kibirden. Geçmez bu kibir. Durum şu kadar vahim: Bir Alman arkadaşım, onu Almanya’dan ABD’ye otostopla geldi zanneden ve aradaki okyanustan haberdar olmayan bir ABD’liyle alay ediyordu. Ve o Alman, Karl Marx’ı Rus sanıyordu. Karl yahu bu. İgor neree, Karl nere?
Velhasıl demem şundandır. Ortalama bir Batılı önündekini bilir sadece. Ne iş yapıyorsa onu bilir. Bir gram öteye gidemez. Bizde hayat entelektüel anlamda çok daha zihin açıcıdır. Ve çok daha az tutucudur.
Bu yüzden bizler şampanya içmeye yakın insanlarızdır. Ama Fransızlar rakı içmeye kolay yaklaşmazlar. Çünkü rakı, bir Avrupalı için “uzaklarda bir yerden etkileyici bir içkidir” ve içilmese de olur.
Ha bir de cehalet var tabii. Maalesef yabancılar rakıyı ya bilmiyor yahut yemek sonrası alınan bir aromalı içki muamelesi çekiyordu. “Ana içki” olmaya doğru sınıf atlayamıyordu. Bu şimdi ince ince değişiyor.
Oysa bir yabancıya rakıyı tane tane anlatması ne zevklidir. Herşeyi şok edicidir onun için.
Bir İspanyol ne yapar? Kurar sofrayı, doldurur porron’u, koyar masanın ortasına, döndüre döndüre içerler. Saatlerce. Ne kolay? Her gün aynı sofra şarabı.
Yahut bir Alman ne yapar? Açar birasını, içer. Bira içmek için açmasıyla dudağı arasına gitmesi arasındaki birkaç saniyeye ihtiyacı vardır sadece.
Bir Fransız en fazla yemeğine göre şarap seçmek için zahmet eder. O da zaten üç beş çeşit şarap evinde zaten bulunur, çeker birini açar işte.
Her şey “zaman kaybetmemek” üzerine kuruludur ya, bütün olay ondan. Batılı insanın zamanı küçük partiküller halinde planlıdır. Daha bir sene sonraki tatil mekanını planlamıştır. Adam aylarca öncesinden ne zaman tatil isteyeceğini bilmekle kalmıyor nereye gitmek isteyeceğini dahi biliyor düşünsenize. Bu adam nasıl rakı içsin? Rakının bir ucu naif bir belirsizliktir çünkü. Hafif anarşisttir rakı. Muhabbet gelişinedir. Kolektif ama bireyseldir. Nezaket zarafet dahilinde herşey serbesttir o masada. Sürprizlere açıktır çilingir.
Hem rakı bir batılı için kolay da değildir. Önce karın doyurmakla rakının arasındaki ilişkiyi koparacaksın. Önce yahut sonra yapılabilir karın doyurma işi. Ama bir yandan da yemeye devam edeceksin. Evet. İşin bu kısmını Akdenizli olmayan bir Batılıya anlatmak çok zordur.
Velhasıl bugünler geçiyor. Bir süredir Batı dünyasında rakı hızla yayılıyor. Hele Avrupa ülkelerinde her geçen gün biraz daha fazla insan tanıyor rakıyı.
Tamam, rakı içmek bir batılı için zordur. Ama tadını bir kere alınca bırakması da aynı şekilde zordur.
Neden Batılıların bizlere göre daha çok canı sıkılır? Her şeyin bu kadar planlı olur, sürprizlere bu kadar kapalı olursan sıkılırsın tabii güzel kardeşim.
Batı’ya “şöyle bir rahatlamayı”, sakin olmayı, “bi durmayı”, kafasını çıkarıp bilmediği suları merak etmeyi ancak rakı öğretebilir.
Nitekim öğretiyor. Rakı, Batı’da hızla ilerliyor.
Şerefe!

2343

(22 KASIM PAZAR)

Dün geceden arta kalanları silip süpürdüğümüz, evi temizledikten sonra baygın yattığımız yorgun ama mutlu pazar günü...
 Gecenin akılda kalan komikliklerine tekrar güldüğümüz mayışık bir öğlen kanepesi...
Birlikte yeni dostlar edindikçe, zamanı beraber paylaştıkça kalbimiz giderek büyüyor gibi hissediyorum...

2342

(21 KASIM CUMARTESİ)

 Efsane doğum günü!
Ecnebi peynir çeşitlerinin yerli bal&kaymakla buluştuğu, haşhaşlı çörek ve patlıcanlı böreklerin çarçabuk bitirildiği dev kahvaltı masasıyla başladı...
 Kişi başına 1er şişe şampanya düşerken 1 şişe artıyordu...
 Mutfakta bir kadeh, girişte bir kadeh, koltukta bir kadeh, salonda bir kadeh derken şişeler patlatıldığı gibi boşalıyordu...
Bu şaşaanın sebebi elbet; çifte doğum günü kutlamamızdı: ikimizinkinin ortasında bir günde buluşturduk arkadaşlarımızı...
"Yine mi şampanya!?" cümleleri kurulmaya başlayınca sütlü Rus arası verdik bir sürahi, en sağlıklı içkiden birer çay bardağı aldık...
30 ve 40. yaş dönümleri elbet sağlıksızlığı hak ediyordu! Bohemya diyarından getirilmiş yeşil otlu votkanın mentollü tadına baktık...
Doğumgünüdaşıma aldığımız Jack de yarının altına inmişti o sıralarda- Şişede durduğu gibi durmuyordu...
Bir yandan koca yanaklı şaşkın gözlü pıtırcığımız yeni teyzesine flörtöz bakışlar atıp, yeni dayısıyla oyunlar oynuyordu...
 Hediyelerimizle ciddiyetli pozlar vermeye çalıştık...
 Ama ciddi olmak giderek zorlaşıyordu-Luxus koyduktan sonra yerimizde duramadık...
Evimiz akşam tanıdık tanımadık dostlarla doldu taştı ve şanına yakışır bir 30. yaş günüm oldu!