16 Aralık 2015 Çarşamba

2366

(15 ARALIK SALI)

Uzun bir aradan sonra kabuğumdan çıkıyorum; akşamüstü çalışmayı bırakıp kendimi dışarı atıyorum. İstikamet Kadıköy, hedef Karaköy. Eski okul arkadaşımla buluşup biraz sohbet edeceğiz, konser öncesi...

Karaköy'de mantar gibi türeyen mekanlara yenileri eklenmiş; büyükçe bir galeri, abuk subuk bir takıcı, birbirine bener ufak tefek cafeler... Karga burga ara sokaklardan kıvrıla kıvrıla gezindik; önce Naif'e oturduk. Birer kadeh şarap söyledik, menüsü mezeler ve başlangıçlardan yana zengin görünüyordu, bir de mücver seçtik ortaya. kadayıfa sarılı, çeçil peyniri ve tuhaf bir beyaz sosla servis edilen gereksiz yağlı bir mücverdi, sevmedim. Biraz dedikodudan sonra fazla sessiz sakin bu mekandan ayrılıp daha hip bir yer olan Unter'e geçtik. Esasında burayı da pek sevemedim, başlarda alkol servisi olan tek mekandı sanırım, şimdi bana aşırı pahalı gereksiz havalı gibi geliyor...

İkinci kadeh şaraplarımızın yanına peynir tabağı istedik, biraz okuldan tanıdıklardan, biraz işlerden söz ettik. Her seferinde tekrar açılan eski sevgililer muhabbeti yine geldi ortaya bir ara, sanki anımsarken hayattaki tercihlerimizin üzerinden geçtik....

Fazla geçe kalmadan bir taksiye atlayıp Nişantaşı'ndan arkadaşımı alıp Bomonti'ye yola çıktım. Babylon'un eski bira fabrikasındaki yeni mekanını arkadaşlar acayip övüyordu, ben ilk defa görme fırsatı buldum. Epey büyük ve rahat, ama ben ufak bar havasını daha samimi buluyorum sanırım. Burada orjinal ruhu yoktu elbette, yine de yazın daha eğlenceli olabilir dışarıdaki alanları...

Efendim sebebi ziyaretimiz Blonde Redhead, üniversitede dinlediğim ve dürüst olmak gerekirse birkaç parçası dışında aşina olmadığım bir grup. Sahnelerini "ikiz adamların aşırı bol beyaz gömleği ile kadının aşırı dağınık saçları" şeklinde özetleyebilirim, onun dışında evet gerçekten iyi müzik yapıyorlar. Neden bilmem; bu tarz gürültülü alternatif rock havaları beni pek açmıyor. Dans etmeden saatlerce dikilmek de ayaklarımı ağrıtıyor.

Öncesinde Can Güngör, son dönemin modası tıngır mıngır şarkılarıyla beni baydı, yaz sonunda İstanbul Modern bahçesinde dinlerken daha bir keyif almıştım. Anlayacağınız; şahane bir gece değildi belki ama yeniden sahalara dönmek güzeldi. Konser boyu başı öne eğik sap gibi duran çocuğun bir şarkıda aniden coşup zıplamaya başlaması, şarkı biterken canhıraş alkışlayıp, ardından ayrılması bizi cidden güldürdü. Onun şarkısıymış herhalde!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder