31 Ekim 2013 Perşembe

1590

Madem ki ben çok evvelden takvimin 31 Ekim gününe not düşmüşüm: "Fulsen'le Cümbüş" diye, eh bu gece eğlenmek bize farz o vakit...!

1589

(30 EKİM ÇARŞAMBA)

Güya parasını kazanan, evini arabasını almış, hayatını kurmuş görünen, iş çıkışı Fransızca kursuna giden ve hafta sonları yelken yapan 30'lu yaşlarına yeni başlamış "ideal" adamlardan biri olup da aynı anda bu kadar beceriksiz, hayattan bihaber, ürkeklikten ölecek halde yeni arabasının çiziklerini kontrol eden, yol tarifi sormak için bir insanoğluna iki laf edemeyecek de onun yerine navigasyon cihazına başvuracak denli asosyal ve İstanbul'u hiç tanımayan biri nasıl olunur?

Peki ya gencecik yaşında, hayatın tam da baharında olup üniversite yıllarını tek arkadaş edinmeden, hemen hiçbir şey öğrenmeden geçiren, daha fazla MAC makyaj bazı satın alabilmek ve kalıcı manikür yaptırmaya para yetiştirebilmek için part-time çocuk bakmayı bile düşünen, bir gün spora ertesi gün dansa, diğer gün dil kursuna başlayıp hepsinden 2 seferde sıkılınca kendi kendine bi-polar teşhisi koyarak psikoloğa başlayan, arayış içinde kaybolmuş vaziyette etrafında kime neye tutunacağını bilemeyen şu kızcağıza ne demeli?...

Yazık! İnsanoğlu koskoca bir yazık...

29 Ekim 2013 Salı

1588

Hep birlikte-
Unutmayalım.

1587

(28 EKİM PAZARTESİ)

Küçük kızların izin alabildiği kadar uzun öpüştük senle: on beş dakika...

1586

(27 EKİM PAZAR)

Ben tutkuya inanırım.
Tutku yoksa hiçbir şey de kalmamıştır.

Geçen gece ben sızmışken sinsice yanıma yatan adamın seni rahatsız ettiğini görünce, henüz her şeyin bittiği noktaya gelmediğimizi anladım. Gözlerin sitemle kısık, "Saçlarını koklamış olması..." deyişini dinlerken ikna oldum. Demek saçlarımın kokusu hala sana aitmiş...

Sonrası tufan, sonrası kıyamet-her zaman böyleydik senle ben; Beyoğlu'nda kanlı bir aşk cinayeti hikayesini yazmışlığımız var bir gece salya sümük tokat ve öpüşmelerle.

Sonrasını boş ver-şimdi aşk zamanı; dans, sarmaş dolaş ve gül kırmızı...

26 Ekim 2013 Cumartesi

1585

Kendime boncuklu işlemeli bir çanta yapmak istiyorum ve bence bugünün en mühim konusu bu!

Daha fazla kitap okumak istiyorum, daha uzun yürümek istiyorum, altın rengi ıslak gibi duran oje istiyorum, Karaköy'de tekrar kahve içmek istiyorum, yarın gece çıkıp sırılsıklam terleyene kadar dans etmek istiyorum, herkes mutlu olsun hep birlikte eğlenelim istiyorum!

1584

(25 EKİM CUMA)

"O son Brezilya romunu içmeyecektik!"

"Bu gece hiçbir şey dans etmemize mani olamaz!" diyerek meydan okuduğumuz evrenin bize şaka yapmasıyla başladı: beklediğimiz grup çalmıyordu.
Olsun-iki tekila shot ile ısındığım gece, saç diplerim terlemeden elimden kurtulamazdı!

Yine kısa bir dans gösterisi sergilerken pek eğlendiğimiz mekandan çıkıp Tünel'e indik, tanıdık barlara sırayla uğrayıp insanlara selam vermeye, sohbet etmeye başladık. Black Jack, white Jack, tatlı-ekşi kokteyl shot, arada 1-2 biranın ardından adını anlayamadığımız bir Brezilya romu ikram edildi, en içimizi yakan da bu oldu sanki. Her zamanki durakta sonlandırdık geceyi; ikimiz çakırkeyif, üçüncümüz elinde bardan çaldığı Jack şişesiyle yakalanmış vaziyette ve barmen hepimizden daha sarhoş halde barı kapatırken bir Alman kızla Avrupa'nın sıkıcı ve eğlenceli şehirlerine dair komik muhabbetler dönmekteydi.

Lezbiyen bir çift olmadığımıza ikna etmek için biraz uğraştığımız sevgili Eva ile cumartesi gecesi aynı barda görüşmek üzere vedalaşıp, hep birlikte eve dönüş yoluna koyulduk-yol üzerinden menemen malzemesi almayı ihmal edemezdik elbet!

Biber, domates ve yumurtamız varken kendimizi daha neşeli hisseden bir gurubuz...

Kendini o gece yaptıklarından ve yapabileceklerinden mesul tutmayan sevimli barmene biraz şefkat göstermek, yürürken bir parça destek olmak zorunda kaldım. Hafiften başım dönmeye başlamışken anaç ev sahibesi tarafından yatırıldığımı anımsıyorum, sonra bir an hayal meyal odaya birilerinin girdiğini ve sinsice yanıma yatmış adamı kaldırıp kanepeye götürdüklerini hatırlar gibiyim...

Epey eğlenceli ve yine değişik geçen gecenin sabahında, bardak bardak su içmek isteyerek uyandık, fincan fincan kahve içmek isteyerek evden çıktık, önce tuzlu sonra tatlı bir şeyler yemek isteyerek Karaköy'e vardık ve sinir bozucu cuma öğlen trafiğini atlattıktan sonra "hiç kalkmak istemediğimiz cafe"yi bulduk.
Gölgeli kuytu sokakta üzüm bağı altında oturup biraz gevşemenin tadını çıkardık, Güneş'i takip ederek sokaklarda dolandık, sonra hadi Eminönü'ne geçelim dedik.

Eminönü'nde çok şekerli bir tütüncü amca bizle tanışmayı bekliyordu zira.

Tütünümüzü alıp puzzlecıya gittik. Evet "puzzlecı".

Deniz havasının da çarpmasıyla hala hafif akşamdan kalma vaziyette bu güzel izin gününü kapattık.





24 Ekim 2013 Perşembe

1583

Vallahi bu perşembelerde bir keramet var!
Farsça "beşinci gün"; bana hep sürprizler, heyecanlar getirmiştir; bu gece bakalım nelere gebe...?

İpuçları: Davet, Gece, Cin-tonik, Çok-kültürlü, Dans, Ter, Kahkaha, Cıgara, Hayat...

1582

(23 EKİM ÇARŞAMBA)

Hiç beklemediğim bir güzellik yaptın bu akşam; benle birlikte, hem de benim uzundur istediğim ama artık istediğimi de unuttuğum bir geceyi; sevdiğim bir barda güzel repertuarla çalan bir grubu dinleyip sabaha kadar dans etmeyi hayal ettiğim ve muhtemelen tantunicide acı biber turşusuyla sona erecek bu geceyi benden habersiz planlayarak, hatta sırf bu fırsatı yaratmak için işten izin alarak ve üstelik; son çıkışımızda aramızda bir uçuruma sebebiyet veren sıkıntılı bir gece geçirmiş olup birlikte eğlenemediğimizi hissetmiş olmamıza rağmen, cesur bir hareketle beni heyecanlandıran bir güzellik yaptın.




22 Ekim 2013 Salı

1581

Yeniden merhaba!
Sisli pazartesiler, Schopenhauer tedavileri, Tibet egzersizleri, kestaneli wafflelar, vazgeçilen hayatlar, silinen telefon numaraları, heyecanlı sokak araları, taş yüzler ve köşe apartmanlar-
hepinize tekrar merhaba!

1580

(21 EKİM PAZARTESİ)

Uzun tatilin ardından işe geri dönen milyonlarca insanın kolektif depresyonuna ortak olmamak için; kahvaltıya Moda'ya gittiğim güneşli, mis gibi bir sabah...

20 Ekim 2013 Pazar

1579

Karaköy'de kahvaltı anıları: loş bir köşeye atılmış ufak bir masada iki şişe Bomonti durmaktadır, kuytuda üşüyen bir kız boynunu içine çeker, ürperince içinden bir şarkı söyler...

19 Ekim 2013 Cumartesi

1578

Kireçburnu Fırını'nın yeri apayrı gerçekten, hele şu ikili var ya şu ikili... Mantarlı su böreği ile kuş üzümlü kıymalı kol böreği nefis!
Üstüne mümkünse boğaz hattını yürümek gerek yalnız; bizim gibi balık ağı toplayan gemileri seyretmek yerine...

Bienalden bu sene pek fazla beklentimiz olmasa da; gezmeden geçmek istemezseniz bir uğrayın derim. 2-3 taneden fazlası benim için hiçbir anlam ifade etmese de, Sulukule'yi konu alan işleri gerçekten beğendim. Gezi'yi kendi perspektifinden anlatan bir Alman'ın duvarına da ilgi gösterdim, ama bayıldığım; Halil Altındere'nin Wonderland vidoesu oldu-Tahribad-ı İsyan'ın polisi dövüp TOKİ tabelasını ateşe verdiği rap klibi...
Gogol Bordello'nun 2008'de Sulukule yıkımına dikkat çekmek ve mahallelinin yanında olmak için sokaklarda müzik yaptığını, bir de şarkı bestelediğini unutmamışlar.

Bienal ayaklarınızdan ziyade zihninizi yorar da kahve molasına ihtiyaç duyarsanız; son yılların hip mekanı Karaköy'de elbet çok seçenek var, fakat bizce Mum's en tatlısı. Karabatak kadar popüler değil henüz, belki biraz ayak altı ama çalışanları kesinlikle çok sevimli, kırmızı meyveli tartları ve kahveleri sıradan değil, gerçekten lezzetli.

Yetmediyse birer tane de Karabatak'ta için canım, biz de öyle yaptık: Franziskaner benim bildiğim harika bir weissbier çeşididir, meğerse kremalı bir kahve türüymüş.

Ayaklar hazır mı? İstikamet Galata Rum Okulu-hatta siz katları pas geçip doğrudan çatıya çıksanız da olur bence; kentsel dönüşüm ve özellikle Sulukule burada sergilenen birkaç işin ortak konusu. Çatıda biraz hava alıp karşıdaki kiliseye de bakılabilir.

Acıktınız mı? Tophane'de seçenek çok; eğer Baltazar Burger'i bulmakta zorluk çekerseniz bizim gibi, fazla kasmadan Burger Lab'e de oturabilirsiniz. Belki çok acayip bir şey yapmıyorlar ama, lezzet yerinde, porsiyonlar da insani boyutta, ağza sığıyor yani.

Bayram tatiline şükür trafiksiz bir şekilde eve dönebilirsiniz bu yorgun, güzel Karaköy gününü bitirirken...


18 Ekim 2013 Cuma

1577

Eve yorgun, uykusuz, sigara kokusu sinmiş ama keyfim yerinde dönerken çift katlı otobüste düşündüm:
Yahu bir insan, aynı insanla, aynı şehirde kaç kere bu kadar acayip, beklenmedik, sürprizli spontane gün ve gece yaşayabilir?
Biz sahilde oturalım derken üzerimize jazz konseri kuruldu, yengeç burcundan nefret gelmişken bir akşam barda yengeç bir adamla tesadüf ettik, menemen çektiydi bir gece canımız da karizmatik bir dj. bize sabaha karşı menemen yaptıydı elleriyle, bir kız astrolojik haritamızı çıkardı, daha neler bekliyor bizi acaba??
Matematikçi sensin, kombinasyonları hesaplayıver ama-bana daha çok şansımız varmış gibi geliyor haberin ola! ;)

1576

(17 EKİM PERŞEMBE)

Yine mi kozmik çarpışmayız- yine mi menemen!

Bu acayip söz dizisi, biz bir araya geldiğimizde ancak mana kazanıyor ve manasını bizden başka bir de etrafımızdaki şanslı insanlar anlayabiliyor.

Bu akşamüstü, Otisabi trençkotum ve yağmurlu İstanbul gecesine önlem mahiyetinde yanıma aldığım şemsiyemle Beyoğlu'nda senle buluşmaya geldim. Kumbaracı'da bir arkadaşın açtığı minicik cafeye uğramayı düşündük, içeriden 3 saat çıkamadık. Arkadaşın bizim astrolojik haritalarımızı çıkarmaya kalkınca epeyce uzun sürecek bir çözümleme-yüzleşme sohbetine girmiş olduk. Söyledikleri şimdi buraya hiç sığmaz ama; sanırım senin manşetin "aslında yükselen yengeçmişsin" ve "duygusal derinliğin varmış" olabilir. Bana söylenen bilmediğim bir şey pek olmasa da; aklımda kalan "Hem Kirke hem Odysseus olmam" ile "büyücülük ve medyumluk yeteneğim" kızcağızı en çok şaşırtan vurgusu oldu haritamın.

Sessiz dinlemeyi tercih ettiğim ama üzerinde düşünmek üzere aklımın bir köşesinde saklayacağım tüm bu tanımlamalar, tespitler bana kim olduğumu bir kez daha hatırlattı.

Loş, kapalı, küçük mekandan biraz bunalmış vaziyete İstiklal'e çıkıp bir şeyler yemeye oturduk. "hesabımızı oraya gitmeden burada kapatalım" diyerek konuşmak için baş başa kalacağımız güne sakladığımız tüm detayları 2şer bira eşliğinde aktarıverdikten sonra, "oraya" doğru yürümeye koyulduk.

Müdavimi olduğumuz 2 barın karşı komşu olması kadar tatlı şey var mı?
Bira eşliğinde sohbetin güzel gittiği komşu barda, karşımıza çıkan zavallı "Yengeç adam"ın birbirimize paslayarak anlattığımız hikayelerimizi dinlerken acayip eğlendiğine eminim.

Sakin olur da arkadaşlarla sohbet ederiz umuduyla geldiğimiz bizim ora, tatilcilerle dolup taşınca, çok içme havasında olmayan biz biraz yorgun hissettik kendimizi. Aslında hem kalıp geceyi eğlenceli bitirmek, hem de evde battaniye altında biraz gevşemek istiyordu canımız. Sonunda sabaha karşı menemen yaptırmayı planladığımız arkadaşları eve davet edip biz önden giderek kedili kanepeye uzanmaya karar verdik.

Saat 3 ile 4 arası biraz kestirip, 4te kapımızı çalan arkadaşlara ballı limonlu ıhlamur kaynatıp, 5te "Alo menemen" dj.imizin ellerine sağlık-klasikleşen menemene taze sıcak pide banma ritüelimizi gerçekleştirdikten sonra üzerine 6 ile 7 arası bir bölüm Black Mirror seyredip, aydınlanan hava ve bastıran yağmurda saat 8 civarı arkadaşları yolcu ettikten sonra uykuya geçtiğimiz bir geceydi.

Yine yaptık! Ben daha ne diyeyim?!


16 Ekim 2013 Çarşamba

1575

Bayram; bizler için ziyafet demek: mercimekli ovmaç çorbası, ciğerli yürekli kavurma, mis gibi tereyağlı pilav, taptaze salata, bahçeden koparılmış acı biber, cevizli kabak salatası, yaprak sarma, barbunya, patlıcanlı börek ve cevizli baklava...

Bugün bayram. Dedemlerin köy evinde hem bütün bu enfes geleneksel yemeklerin yapılışındaki hassas noktaları öğrendik, hem tereyağını yaktığımız için biraz azarlandık, hem yemekten yorgun düştük.

Yağmur sıkıntısının nemli ve sıcak havasında göle doğru biraz yürüdük, köpeklerle dost olduk, turşuluk acı biber topladık ve meşe altında kahve içtik.

Sonra birden rüzgar çıktı, hava karardı, yağmur çiselemeye ve sonbaharın sararttığı meşe yapraklarının hepsi üstümüze hışır hışır yağmaya başladı.

15 Ekim 2013 Salı

1574


Bayramlık ayakkabıların hevesi başka nede var?

1573

(14 EKİM PAZARTESİ)

Karaköy'de Arnavut kahvaltısıyla başlayan gün, tam bir Ekim gibi; gölgede serin esiyor, Güneş açınca yürürken terletiyordu. Tam bir Ekim gibi, belki de son güzel hava olduğundan, çabucak geçiverecekti, çok kıymetliydi.
Kesik peynirli biber, isli kuru et, vazgeçilmez kaymak ve bal, çilek reçeli...
Biraz içimiz üşüyordu dedim ya gölgede, ısınmak için de yumurtalı ekmek, kahve...
Arnavut usulü bol süt ürünlü ve acı biberli kahvaltıyla ısındıktan sonra, Fransız geçidi etrafında son bir kaç yılda mantar gibi türeyen sevimli cafeler arasından Bankalar Caddesi'ne yürüyerek Kamondo merdivenlerini kıvrıla kıvrıla tırmanıp Galata'ya uğradık. "Değişik şeyler" butiklerine girip çıkmak güzeldi, kişiye özel bisikletler, oyuncaksı fotoğraf makineleri, esprili takılar gördük...
Beyoğlu'na çıkınca biraz kitap bakmak istedik ve Robinson'a uğradık. Epeyce doluydu içerisi ve okumak istediğimiz o kadar çok kitap bulduk ki hangisini alacağımıza karar veremedik!
Yürüye yürüye Cihangir'de bulduk kendimizi, biraz ferahlamak için yol üstünde bana hep sevimli gelen küçük bara oturduk, her zamanki gibi boş ve loştu, birer bira söyledik.

Günün ortasını bulmuşken hafiften de yorulmaya başlamıştık ki, burada çok başka bir yere kırdık rotamızı ve pat diye kalkıp Edirnekapı'ya yola çıktık. Bir süredir dilimizdeydi Kariye Kilisesini görmek.
Dakikalarca tavana bakarak anlamaya çalışmaktan biraz başımız döndü diyebilirim.
Meryem'in ataları ve hayatı ile İsa'nın ataları ve hayatı genel olarak açıkça betimlenmişti. Ben en çok, İsa'nın mucizelerini betimleyen mozaiklerden, cüzamlı adamı iyileştirme sahnesinde hastanın tasvirini beğendim. İstanbul'un fethinden hemen önce, demek mozaik üstatları cüzamlı insan derisini kara beneklerle doldurmayı uygun bulmuşlardı.
Bir de, belki meslek icabı; tapınak için çalışan 7 genç bakireden biri olan Meryem'e verilen mor yün yumağı aklımda kaldı. Erguvan rengi Roma'da kutsaldı, fetih öncesi İstanbul'un en güzel rengiydi.

Kiliseden çıkarken yorulmuştuk, hemen yakındaki restoranda ola verip bir şeyler yemek istiyorduk. Burası gerçekten Osmanlı saray mutfağı tatlarını hakkıyla sunan bir yer; bıldırcın veya kavun dolması deneyebilirsiniz.
Farklı ve özenli hazırlanmış mezelerle kendimizi şımarttık; fava, tarçınlı üzümlü humus, dövme hıyar salata, yeşil zeytin ezmesi... Hepsi nefisti.

Edirnekapı'dan daracık sokaklara sıralanan kahvehaneler, nalburlar, börekçiler, hırdavatçılar, tatlıcılar arasından geçerek Balat'a indik. Maç yapan bağırış çağırış mahalle çocukları, çamaşırlarını tarihi eserlere asan ev kadınları, bayramda önünde kuyruk birikecek salıncakçı...

Cibali'den Haliç boyunca balık tutanlara bakarak Eminönü'ne kadar yürüyüp dönüş yoluna geçtiğimizde üstümüze tatlı bir rehavet çökmüştü, İstanbul'un aheste sisi, pusu...






















1572

(13 EKİM PAZAR)

Kadıköylüler bisikletle kahve içmeye gidiyorlar, pastahanelerden mahlep kokuları geliyor, hava güzel, köpeğini gezdirenler yol üstü tanışıyor, en sevdiğim cafe henüz açmamış -belki bugün açmaz- Moda'da manavdan alışveriş yapan uykulu tek tük adamlar görülüyor, sahilde oynayan kızlar bir deniz yıldızı buluyor...

Akşam vakti; İstiklal pazar günü için fazla kalabalık, yan yana Kızılderili ve Karadeniz müzikleri ile köşede darbuka, bir sokak arasına kendimizi zor atıyoruz kahve içmeye, giderek demini buluyor sohbet, yerimizde oturamayıp Galata'ya iniyoruz, sabun kokuları ile döner kokuları iç içe, çaylar geliyor önümüze, geleni geri çevirmiyoruz ve hırpani tiplerle kösele ayakkabıların aynı masayı paylaştığı kahvede birkaç sigara yakıp aklımıza gelen her şeyden biraz konuşuyoruz.

Moda'ya yürümeyi özlemişim, Beyoğlu'nu baştan başa turlamayı özlemişim; bu tatil epeyce yürüyeceğim anlaşılan.

13 Ekim 2013 Pazar

1571

(12 EKİM CUMARTESİ)

Umut

Rahatladım; bambaşka biri gibi çıkmadın karşıma, benden vazgeçmiş gibi gelmedin yanıma.
Şimdi biraz zamana ihtiyacımız var gibi; hem birlikte, hem yalnız, yeniden kurmak için.
Ön-yargılarımızdan, yer etmiş korkularımızdan ve birikmiş öfkemizden kurtulmak için- bu tatil bizi tazeleyecek.
Hevesle bekliyorum aramanı, telefon da inadına pek sık çalar oldu- her seferinde başkası!
Olsun varsın! Elimi tutarak çıktığına göre mahallemizin yokuşunu, elbet arayacaksın. ;)

12 Ekim 2013 Cumartesi

1570

(11 EKİM CUMA)

O kadar berbat kabuslar gördüm ki!
Korkuyorum...

Senle ve birkaç arkadaşımızla tatile gitmişiz, deniz kenarına. Sen; kendini uzaklaştırıyorsun benden. Öyle ki; beni arkadaşlarımla bırakıp ayrı bir oda tutuyorsun, rahat bırakayım diyorum önce. Sabah bir bakıyorum denize inmemişsin, merak edip arıyorum, otobüste oturuyorsun.
"Ne işin var burada, otobüste oturmaya mı geldin? Gel denize girsene!" filan diyecek oluyorum, ama sen sen değilsin.
Sen bambaşka biri olmuşsun, panikliyorum. Saçma sapan konuşuyorsun, anlayamıyorum, başını elime alıp sarsıyorum, tokatlıyorum, kendine gelmiyorsun bir türlü.
Delirmiş gibisin, ne cevap verdiğini tam hatırlayamıyorum şimdi, ama sen sen değilsin, asıl olan bu.
Anlıyor musun nasıl paniklediğimi?
Tatilde denize girmek yerine otobüste oturmak ne kadar mantıklıysa, şimdiki tavrın da o kadar mantıklı geliyor bana işte.
Senin yapacağın bir şey değil gibi geliyor, anlam veremiyorum ve yakından tanıdığım birinin yabancıya dönüşmesinden çok korkuyorum.


10 Ekim 2013 Perşembe

1569

Duvara tosladım.
İlk defa bu kadar fena duvara tosladım sende.
Hiç beklemiyordum seni bıraktığım yerde bulmamayı, doğrusunu söylemek gerekirse...

Bilmiyorum; hiç kestiremiyorum ne olacak cumartesi?
Şimdiye dek hep beni uçurumlara düştüğüm gecelerden sen kurtardın, bu sefer ben seni çıkarabilecek miyim?
Sana güveniyordum, bu geceden sonra tekrar güvenebilecek miyim?

Hiç bir şey bilmiyorum bu gece, ne yazık ki bir perşembe gecesi üstelik!
Schicksal! Ich folge dir... *



*Nietzsche'nin mutlu olmadığı durumları atlatmaya çalışırken sık sık tekrar ettiği "Kader! Seni takip ediyorum..." anlamındaki söz.

1568

(09 EKİM ÇARŞAMBA)

Biraz uzak kalmaya ihtiyacım vardı...

8 Ekim 2013 Salı

1567

İçim üşüyor, bir türlü ısınamıyorum...
Rus klasikleri okuyorum kış geceleri, yalnız yatağımda, gece lambası ışığında, ellerim yorganın dışında kaldıklarından buz gibi sayfaları çevirirken...
Düşünüyorum da; yalnız kalmayı hep çok sevdim ben,çocukluğumda da... Hayal kurmayı, düşlemeyi...

1566

(07 EKİM PAZARTESİ)

Bu berbat halde eve dönemem, gidip birileriyle oturup sohbet etsem, dedim.
Bindik vapura, geçtim karşıya, daha önce hiç baş başa buluşmadığım birini aradım.
İyi ki de aramışım; biraz çekinmiştim ararken ama çok güzel bir akşam oldu.
Ağlamaktan şişmiş kızarık gözlerle ve içim üşüyerek buluştuk, önden bir kuru-pilav yemeye oturduk sevdiğim esnaf lokantasına.
Karnımızı doyurunca eskiden güzel havalarda her gün okul çıkışı uğradığım Mustafa Amca'nın yerine çay içmeye gittik.
Yanında kendini iyi hissettiğin biriyle konuşmak ne güzel!
Saatlerce konuştuk; tarihten, yabancıların Türkiye ön-yargılarından, Beyoğlu mekanlarından, kendi birasını yapan yerlerden, en leziz esnaf lokantalarından...
10 bardak çaydan sonra kaşığı bardağa kapadıysam da durmadı çaycı, getirdikçe getirdi, biz de karşı koyamadık bir 10 bardak daha içtik.
Ellerim buz gibi olmuştu, kalktık yürüyelim dedik şöyle bir; İstiklal bomboş, her yer kapalı...
Gece yarısına doğru bir cafenin sıcaklığına sığınıp birer sıcak şarap söyledik.
Daha güçlü, güvenli hissederek eve döndüm.


1565

(06 EKİM PAZAR)

Bir tek gece ayırmıştım kendime, mutlu hissetmek için.
Rezerve etmiştim kendimce o geceyi yani; iş ve para sıkıntılarından uzakta, müşterilerime hiç kulak asmayacağım, sarhoş olmaktan korkmadan içeceğim ve tüm dertlerimi bir kenara koyacağım bir gece...
Kendimi eskisi kadar güzel, hep olduğumu bildiğim gibi çekici ve harika hissederek geçireceğim bir gece...

Olmadı.
İhtiyacım vardı, gerçekten.
Bir isteği olmayınca hemen bozulan şımarık kızlardan değilim, cidden.

Kız arkadaşlarımla çıktığım gecelerde daha çok eğleniyorum, buna eminim. Sahne önünde dans ederken, herkes bizi izlerken ben benim; ben o Rana olmak istiyorum.
Her seferinde başka bir deneyim yaşamak, birlikte keyifli anılar biriktirmek çok hoşumuza gidiyor; genelde bunu yeni insanlar tanıyarak yapıyoruz.
Bu benim asla vazgeçmeyeceğim bir şey, hayatımın en güzel parçası.

Dikkat çeken ve insanlara kapısını açık tutan bir kadın olmam seni endişelendiriyor olabilir, eyvallah. Yine de keşke senle aynı yerlere gittiğimizde de bu kadar eğlenebilseydik. Ön yargıların ve korkuların tıkamasaydı seni keşke, beraber dans edip gülebilseydik, insanlarla birlikte tanışsaydık mesela, olamaz mı?

Sanki olamayacak gibi geldi bana bu gece.

...

Hayal kırıklığıyla biten gecenin ağlayarak devam eden sabahında, kendimi yalnız bırakılmış hissediyordum ve seni pek de sevmiyordum sanki artık.
Bana eşlik edemediğin için içten içe kızıyordum ve -affedesin bencilce olabilir ama- madem böyle oturup kalacaktın gelmeseydin de ben yalnız çıkardım daha güzel eğlenirdim, diye düşünüyordum. Siz yanımda otururken ben tek başıma deli gibi dans edemiyorum takdir edersin ki, elbette kudurmadan da eğlenilebilir ama ben kudurmayı tercih ediyorum!

Cümbüş'ün bendeki yerini bilmiyor olabilirsin; herhangi bir konser değildi bu benim için; bir kere burada anlaşalım.
Hayatımın en gamsız döneminde keşfettiğim bu grubun alt yapısına ve repertuarına hayran kalmıştım ilk dinlediğim gece. Endülüs, Rum, Arap, Ermeni, yahudi, Çingene, İstanbul türküleri söyleyen bu adamlara bayılmıştım; zira benim hep ait hissettiğim bu çok kültürlülük mirasını sürdürmekteydiler. Hep ait olmak istediğim bu gerçek Anadolu-Rumeli bereketini yaşatıyorlardı.

O yıllarda her hafta gelir ve hep en güzel biz dans ederdik, zaman zaman barı kapanıp da yerler paspaslanırken ben grubun sevimli solistiyle tango yapardım, bir seferinde gece çıkıp Bebek sahilinde sabahlamış ve bankta şarkı söylemiştik, sabah serinliğinden donmak üzere Bebek kahvesi açılınca girip kahvaltı etmiştik.

"Hep geçmişte yaşadıklarını andın, öyleyse git geçmişte yaşa!" öyle mi?
Bunlardan rahatsız olman biliyor musun çok komik, zira senin o kıskançlığı günah sayan yapına tam ters düşüyor şekerim.
Demek benim de geçmişimdeki güzel anılar seni korkuttu, hah şimdi anladın mı benim sana 3 yıl evvel neden kırıldığımı?
Hah canım.

Bence sen beni kıskanıyorsun; evet hep aynı barın önünde elimde bir kokteylle dikilip senin hazzetmediğin bu eğlence tarzından zevk almamı kıskanıyorsun. Dahil olamadın ya, ondan.
Oradaki herkesim bana selam vermesini, canım isteyince barın arkasına geçmemi, muhabbet etmek için o mekana gitmemi kıskanıyorsun.
İnsanlarla tanışmamı, sabaha kadar sohbet edip tantuni yada menemen yemeye gitmemizi kıskanıyorsun.

Kıskanacak bir şey yok aslında; çünkü ben seni kimseden saklamıyorum, kimseyi yedekte filan tutmuyorum hani, için rahat olsun.

Tek beklediğimse; bana eşlik etmekten zevk aldığını görebilmek, herhangi biri değil de benle çıkmanın bir farkı olması yani.
Yoksa ben sana muhtaç değilim elbet; başkasıyla da gece çıkarım, başkalarıyla sohbet eder içerim, dans eder eğlenirim dibine kadar...
Ama senle yapamayacaksak neden sevgili diyoruz birbirimize?

...

Bir şey söyleyeyim mi?
Ben, insan içinde kahkaha atmaktan, ağlamaktan, bağırmaktan çekinen insandan hiç hazzetmem.
Dans edemeyen ve şarkı söyleyemeyen insandan da nefret ederim.
Kendini bırakamayan, ifade edemeyen tiplerden korkarım hatta; samimiyetlerinden şüphe ederim, sır vermem.
Sen de gayet iyi biliyorsun; Cümbüş'ü dinlemeye gittiğimde kazık gibi duranlarla nasıl dalga geçtiğimi.
Ben onlardan bir olmak istemem.
Yaşlanmak istemem, seni de yaşlanmış görmek istemem.
"Baştan beri ben böyleydim" filan deme hiç, tanıştığımızda anlatıyordun sabahlara kadar eğlendiğinizi.
İstersen sen bir düşün; bana ne oldu, yaşlanıyor muyum yoksa değişiyor muyum? Yahut sırf kıskançlığımdan güvensizliğimden mi böyle davranıyorum, kendimi geri çekiyorum?




1564

(05 EKİM CUMARTESİ)

Gecenin Etekliği

Kabuğumdan çıkmaya hazırdım, Taksim dolmuşunda yanımda öpüşüp koklaşan gıcık çiftten bunalmış vaziyette otururken.
Rujum koyu kırmızıydı ve hava buz gibi soğuktu, yeni haline alışamadığım ruhsuz meydana inerken.

Sonrası; her seferinde olduğu gibi gecenin etekliği bizi örttü, kapladı, kapadı, yuttu, kaybetti...

Bir an Çin yemeği yerken bulduk kendimizi, bir an tekila shotları deviriyorduk art arda, sonra birden Rumca, Ermenice şarkılara eşlik ederken yakaladık kendimizi bir teras barında, bir de baktık ki hafiften dans etmeye başlamışız İstanbul türkülerinde, pat dedi gece bizi sakladı; Tünel civarında kalabalığın ortasında dikilirken ortaya çıkardı, simsiyah eteklerine doladı da tantuniciye atıverdi, sonra bir ara trafikte bekletti, göz açıp kapayana kadar da uykuya yatırdı...

4 Ekim 2013 Cuma

1563

Son hafta birazcık sabrımı sınadı doğrusu, artık azıcık mutluluk verici, heyecanlı günler getirebilir misin sevgili hayat?
...

1562

(03 EKİM PERŞEMBE)

İvan Gonçarov'un 19.yy Rusya manzarası: ahlakçı halalarının baskısından kurtulamamış tutkusuz kadınlar, bu güzel fakat sönük kadınların peşinden koşan rahat hayata alışmış, sosyete toplantılarına katılmaktan başka işe yaramayan aşk kölesi zengin adamlar...

2 Ekim 2013 Çarşamba

1561

Biri bana lanet filan mı etti, bilemiyorum ama bu günlerde üzerimde bir terslik var!

Haksız yere huysuzluk eden müşterilerle, bir türlü bulunmayan kargolarla, Amerikan posta idaresiyle, gümrük evrakları ve dış ticaret antlaşmalarıyla, nakliye şirketleri ve faturalarla, 1 saat geç girilen endoskopilerle, reflü ve ülser başlangıcı teşhisleri ile uğraşmaktan hakikaten bıktım usandım, yoruldum ve yıprandım!

Hafta sonunu zor getireceğim gibi görünüyor, ama eğer hafta sonuna çıkarsam; biraz da kafam rahatlamış olabilirse cumartesiye kadar- hayatın zevkini çatır çatır alacağı haberi olsun!

1560

(01 EKİM SALI)

Ne tatlı, sıcacık bir akşam geçirdik!

Birkaç kokteyl hazırladık kendimize, biraz sohbet edip sonra sarılma faslına geçtik...

Sabahın köründe kalkmak bile zor gelmedi pek, birlikte uykulu gözlerle kahvaltı hazırlamak güzeldi, birer dilim ekmeğe peynir koyup atıştırırken göz kırpmak içimizi ısıttı...

1 Ekim 2013 Salı

1559

(30 EYLÜL PAZARTESİ)

Birini beğenmeyi, tanıştığım bir adamdan etkilenmeyi özlemişim.
Birinin ilgisini çekmeyi, yaptıklarımı dinleyince benden etkilenmesini de aynı derecede özlemişim.