23 Mayıs 2023 Salı

4999

 (28 ŞUBAT SALI)

Yakın zamanda gerçekleşecek Venerable eğitimi için heyecanlanmaya başladım yeniden, bütün bu gündemde ne kadar kendimi verebildim pratiklere, bilemiyorum ve her zamanki gibi yeterince çalışmadığımı hissediyorum, ama bakalım nasıl olacak...

Gönderdiğimiz çadırlarda kalan bir öğretmenden aldığımız teşekkür mesajı içimizi hem ısıttı, hem burktu. Herkes haftalardır aynı şeyi düşünüyor bence: Nasıl yardımcı olabilirim? Yarın aynısı bizim başımıza gelirse ne yapabiliriz, nasıl kurtulabiliriz?

Depreme dayanıklı olup olmadığını bilmediğimiz evlerimizde çoluk çocuk hayvanlarımızla birlikte yaşamaya devam ederken, yeni binaların kira fiyatlarının uçuşa geçtiği bir ortamda nasıl taşınabiliriz sorusuna cevap bulamazken, çalıştığımız halde can güvenliğimiz bile yokken bu memlekette neden yaşıyoruz sorusunu artık daha fazla sormaya başladık kendimize...

4998

 (27 ŞUBAT PAZARTESİ)

Bunaltan bu kabusun içerisindeyken bile, arada bir oluyor böyle, kalbimi doldurup taşıran anlar; bir stadyuma fırlatılan peluş oyuncaklar, binlerce, depremzede çocuklara gönderilmek üzere...

Bir stat dolusu kalabalığın birlik olması belki, aynı saniyede aynı anda harekete geçmesi; ne kadar büyük bir güce sahip olabileceğimizi hatırlatıyor. Bizi yalnız bırakan yöneticilere inat-asla yalnız olmadığımızı...

Ve tabi dünya için küçük kişisel tarihim için büyük bir detay; aynı hisleri paylaştığımızı görmek, senin de benim gibi, benimle aynı sahnede gözlerinin dolduğunu bilmek ne güzel...

4997

 (26 ŞUBAT PAZAR)

Bu döneme mi denk geldik, dünyanın bu zorlu döneminde mi hayata geldik? Pandemi, deprem, savaş, ekonomik kriz, çocukların ve hayvanların uğradığı şiddet, baskıcı yönetimler... Bu muydu gerçekten şu hayattan alacağımız pay?

Diye düşünüyorum zaman zaman, öfkelenerek ve kederlenerek, hayatımızı bambaşka yaşayabilirdik oysa, diye... Rengarenk bir dünya kurabilirdik, herkese yetecek kadar mutluluk olan içinde. Kuramadık.

Sonra başkalarını düşünüyorum; dünya savaşının inanılmaz acılarına tanık olan ve sonraki yokluk yıllarını, hastalıkları yaşayan, sevdiklerini kaybeden belki bir uzvunu kaybeden ve aklını kaybetme sınırında bir ömür geçirenleri... Bizim her şeyimiz var oysa, diyorum o zaman. Hasta olduğumuzda doktorlar var ulaşabildiğimiz, canımızın istediğini istediğimiz an sipariş edip yiyebiliyoruz, bu şikayet ettiğimiz dönemde bile bunca özgürlük alanımız var aslında.

Öyleyse hakkını verelim yaşamın, getirdiklerini kabul edelim ve yaşama mucizeleri geri verelim.

4996

 (25 ŞUBAT CUMARTESİ)

Bir doktor tanıdığım ses kaydı göndermiş; deprem bölgesine gönderilen yardımların şimdi kaotik olduğunu, ileriki aylarda nasıl ihtiyaçların artacağını, uzuvları ampute edilen çocuklara rehabilitasyon gerekeceğini anlatmış ve kaynaklarımızı koruyup yardımları sürekli hale getirmenin gerekliliğine dikkat çekmiş. Akla sığmaz bir boyut bu, gerçekten çok ağır bir yük altında eziliyor memleketim ve insanlarımız.

Yıkıntılara sığınmış, korkudan çıkmayan, sahipli veya sahipsiz, aç susuz ve yaralı hayvanları kurtarmak için seferber olan grupları izliyorum. Onlara ne kadar destek olsak az, benim için en büyük kahramanlar onlar. Kimsenin yüceltmediği, hatta insanlara yardım edeceğinize hayvanları mı düşünüyorsunuz diye azarladığı, kocaman yürekli insanlar-hepsine minnettarım.

4995

 (24 ŞUBAT CUMA)

Sanghamızla birleştik, birkaç konteynır ve çadır gönderdik Hatay'ın köylerine, yerine ulaştı, kurulumu yapıldı. Birkaç hafta önce evinde yatan aileler bu gece buralarda uyuyacak ve kim bilir nasıl bir sabaha uyanacaklar. Devletin sağlaması gereken en acil desteği bizler kendi aramızda para toplayarak ve firmalarla görüşerek, nakliyesini organize ederek, tamamen kendi çabamızla sağladık. Hem içim rahatladı hem de rahatlamadı. Ya ilk günlerde buz gibi soğukta yaralı, enkaz altında can verenler...?

Bu unutulmayacak bir acı, iz bırakmaması mümkün değil ve bizlere bu müthiş acıyı metanetle çekmek düşüyor.

4994

 (23 ŞUBAT PERŞEMBE)

Geçmiyor Şubat geçmek bilmiyor...

Düşünsenize; bana bir şey olmadı, aileme bir şey olmadı, hiç bir yakınımı kaybetmedim-yine de hayatıma kaldığım yerden devam edemiyorum. Evini barkını, ailesini, her şeyini bir anda kaybedenlerinki nasıl bir sarsılmadır? Bunca acı nasıl çekilecek, bunca yara nasıl tedavi edilecek?

Kızların küçülen kıyafetlerini, kimsesiz kalmış bir bebek giyiyor şimdi, hastanede hemşirelerin bakımında. Onun büyüdüğünü görmek isterdim, anne babasının yerine yanında olmak, okula gittiğinde elinden tutmak isterdim...

18 Mayıs 2023 Perşembe

4993

 (22 ŞUBAT ÇARŞAMBA)

Tam işime biraz kendimi vermeye başlayacaktım ki; tamamen dağıldım. Bu ay başında çektiğimiz fotoğrafları ancak editlemeye başladım, daha listeleri yüklemem belki yaza kadar sürecek bu gidişle... 

Bir yandan içimiz acı ve öfkeyle doluyken bir yandan birlik olmanın ateşi, yardım etme telaşı ve yardıma koşanlara destek verme çabası vardı-şimdi bir de bunlara evimiz depreme dayanıklı mı endişesi ekleniyor. Tek umudumuz Emirli'de yakalanmak gibi görünüyor şimdilik, belki de hayatımızı ona göre organize edip taşınacağız birkaç ay sonra. Ama o kadar zor ki; kızlarla şehirden uzakta yaşamak, yardımcı almadan devam etmek demek; ki bu durumda ben işimi yapamam. Kedilerin hepsini tek evde birlikte yaşamaya alıştırmak, tüm bunların sorumluluğu gözümü korkutuyor... Deprem ihtimali çok daha korkunç ama! 

Ne yapacağımızı hiç bilmeden, hiçbir şey yapmadan yaşamaya devam ediyoruz şimdilik. Düşünsenize, eğitimli ve çalışan insanlar için bile, bu ülkede depreme dayanıklı binalarda oturmak lüks oldu resmen. Hayat güvenliği bile hak değil.

4992

 (21 ŞUBAT SALI)

Alıştık mı buna da şimdi? Bir yakınını, sevdiğini kaybettiğini öğrendiğin ilk gün değil de, sonraki günler daha zordur ya, onun gibi- bir süre sonra normalleşir bu da. Her sabah uyandığında artık olmadığını hatırlarsın ve uyanmamış olmak istersin. Her boşlukta zihnin aynı yere düşer; "O artık yok." Ben bu hissi Mart sonunda dedemle hissetmiştim en son, geçen sene.

Bu deprem, öyle tuhaf ki; hem her an içindeymişiz gibi yaşıyoruz, aklımız da kalbimiz de burada değil, enkaz altında-hem bize değmediği için ekrandan izlediğimiz gerçek dışı bir felaket filmi gibi geliyor...

Belki de, bu korkunç olayın bizi birleştirdiğini, birlikte daha güçlü ve isyankar kıldığını göreceğiz, belki bu acı bir şeyden kurtulmamıza yarayacak en sonunda, kim bilir...

17 Mayıs 2023 Çarşamba

4991

 (20 ŞUBAT PAZARTESİ)

Artık 2 hafta geçti, 2 hafta öncesine dönmek bence her birimiz için imkansız şimdi.

Artık kurtarılma öyküleri bitiyor, derin ve ürkütücü bir sessizlik hakim oluyor ölü şehirlerin üzerinde...

Hala o yıkıntıların arasında ölümle yüzyüze yaşamaya devam eden hayvanlar olduğunu bilmek içimi yakıyor, belki yaralı, belki susuz, aç ve korkmuş yüzlerce hayvan... Hiçbir suçu olmayan şaşkın canlılar yine felaketin en çok etkilenenleri. Onları orada ölmeye bırakmayan birkaç kahraman kişiye ölene dek minnettar kalacağım. Her sabah meditasyonlarımda andığım o insanlara kalbimden teşekkür ediyorum.

4990

 (19 ŞUBAT PAZAR)

2 haftadır kocaman duygular yaşıyoruz hepimiz; dehşet, korku, umut, umutsuzluk, yıkım, yardımlaşma, birleşme, öfke-hepsi bir arada.

Duygular bu kadar taşkın olunca, kısacık görüntüler gözlerimizi doldurabiliyor bir dakikada: halı sahaya fırlatılan peluş oyuncak yağmuru gibi... Sadece benim değil, hissedebilen herkesin kalbinde bir sıcaklık...

Bazı arkadaşlarımın bu süreçte sosyalmedyada tek paylaşım yapmadan, hatta "normal" hayatlarına devam edercesine fotoğraflar paylaşarak devam etmeleri doğrusu bana çok acayip geliyor. Aynı ülkede yaşamıyor muyuz biz? Dünyamız başımıza yıkılmadı mı?

Bazılarınınsa, tek konuştukları kendi evlerinin güvenliği meselesi; deprem senaryosunda ne yapacakları... Yüzlerce insan bunu yaşıyor tam şu anda, acının ortasında. Elimizden bir şey gelmesi gerekmez mi??

4989

 (18 ŞUBAT CUMARTESİ)

Bugün bile hala birinin sağ çıkarıldığına mucize diye seviniyoruz! Aynı anda, daha çabuk her yere yardım ulaşsaydı kim bilir kaç yüz kişi daha kurtulacaktı diye düşünüp öfkeden deliriyoruz!

Yaşamları dağılan yüzlerce ailenin öyküsüne dahil oldukça bu depremin boyutunu algılayıp iliklerimize kadar ürperiyoruz... Bütün bu insanları ne biçim bir hayat bekliyor artık? Eğitimden yoksun kalacak çocuklar, ailesiz kalan bebekler, işsiz kalan insanlar nasıl devam edecekler? Bu yıkımın ülkemize yüklediği ekonomik yük nasıl kaldırılacak, mümkün mü düzelmesi bundan sonra?


4988

 (17 ŞUBAT CUMA)

Depremle ilgili her sabah dinlediğim yayınlardan anladığım; İstanbul'da hepimizin ipin ucunda yaşadığımız. Ne şehrimiz güvenli, ne binalarımız muhtemelen ve biz devam ediyoruz bu şekilde yaşamaya- her an ölebileceğimizi bilerek! 

Bütün bu deliliğin ortasında bana güç veren; yardım eden insanların ne kadar çok iş başardıkları; kısa sürede toplanan paralarla çadırlar konteynırlar alınıyor, insanlara geçici barınak ve giysi sağlanıyor. Birileri avukatlık yapmaya gidiyor, birimiz yemek yapıp dağıtıyor, birimiz psikolojik destek vermek istiyor... Öyle çokuz ki aslında- öyle çok yere yetebiliyoruz ki organize olunca.

Elbette zor, bir yandan rutin işlere devam ederken bir yandan her gün bir yardımın ucundan tutmaya çalışmak, bir eksiği tamamlamak için bütçe ve zaman ayırmak... Ama bu iyileştiren tek şey bizi.

4987

 (16 ŞUBAT PERŞEMBE)

Depremin tetiklediği ruh halimiz: dehşetle korku filmi izler gibi seyretmekten kendimizi alıkoyamadığımız enkaz görüntülerinin haricinde, bizim başımıza gelirse ne yaparız korkusu...

2 bebek ve 5 kediyle nasıl çıkarız, nereye sığınır nasıl yaşarız sonrasında? Hayatta kalsak bile, yıkılan evden çıkmayı başarabilirsek nerede buluruz kaçan kedilerimizi? Kendimizi Emirli'ye atabilir miyiz, yoksa bir sokak öteye bile geçemeyecek vaziyette mi olur ortalık? Bu deprem İstanbul'da olsaydı yıkım boyutu ne olurdu? Türkiye diye bir yer kalır mıydı geriye? 

Hayatın geçiciliğinin farkındayım elbet, yine de bir anda her şeyimi kaybedebileceğim fikri öyle korkunç ki, içime sığdıramıyorum bir türlü...

4986

 (15 ŞUBAT ÇARŞAMBA)

Bu Şubat bilmem ki nasıl geçecek?

"Neden bu kadar zor bir döneme denk geldik? Pandemi, ekonomik kriz, diktatör yönetim, şimdi de deprem korkusu... Bize mi denk geldi hepsi?" diye isyan ediyor içimdeki ses. 

Haksız sayılmaz, ben de ona diyorum ki: "2 Dünya savaşı birden görmüş olanları hatırla... Çocukken konsantrasyon kamplarında kısacık yaşamını kaybedenleri düşün-çünkü varlar. Onlar da yaşadı ve acı çektiler. Her birimizin payına düşen bir acı var ve her birimize kendimizinki zor geliyor."


4985

 (14 ŞUBAT SALI)

Doğum günümden hemen sonra içine düştüğüm karanlık çukur; o belirsizlik hissi, beklentilerimin sebep olduğu acı ve takip eden hastalıklarla aşağı yukarı Ocak ortalarına kadar sürmüştü. Hayvanların maruz kaldığı türlü işkencelerin gündemiyle katlanarak artan ıstırabım koyulaşmıştı. Tam da Şubat'a başlarken kendimi biraz toparlayabilmiş, yeniden arkadaşlarımla buluşacak gücü kendimde bulabilmiştim. Bu depresif 2 ayın ardından yeniden şevk duymayı başarmıştım; işimle ilgili yapmak istediklerim vardı.

Hatta ay başında beni fazlasıyla uçuran bir buluşma sayesinde içimdeki kuyruklu yıldız ışıldamaya başlamıştı-

Hepsi gitti bitti. Hiçbir şey kalmadı geriye sanki.

4984

 (13 ŞUBAT PAZARTESİ)

Tam 1 hafta olmuş, kabusta yaşıyoruz resmen, bitmek bilmeyen.

Hala umut kaldı mı, derken birinin mucize kurtuluşuna tanık oluyoruz. Kurtarılma anlarını saçma sapan haberleştiren kanalların tiksindirici halleri sinirime dokunuyor. Kurtarılmayı beklerken ölen binlerce insanı düşündükçe delirecek gibi oluyorum. 1 gecede varını yoğunu, evini aileni, çoluğunu çocuğunu, mahalleni komşularını yitirmek nasıl bir duygudur-aklıma sığdıramıyorum.

Bunun ardından nasıl devam eder insan, evleri yıkılmamış ve yakınını kaybetmemiş bizler bile nasıl devam edelim şimdi? Nasıl sindirelim vatandaşını enkazdan çıkaramayan bu utanmaz devleti? Nasıl sürdürelim bu ülkede, bu koşullarda yaşamayı? Çocuklarımızı nasıl büyütelim burada, can güvenliğimiz yokken?...


4983

 (12 ŞUBAT PAZAR)

Kurtulmayı beklerken ölenler, ilk anlarda ne olduğunu anlayamadan ölenler, ölüsü bile bulunamayanlar...

Binlerce binlerce binlerce hayat yok olan...!

Bu inanılmaz korkunçluğun ortasında hiç tereddütsüz yardıma koşanlar; bazen bir kuşu, bir kediyi yıkılmak üzereyken binalardan kurtaranlar, başkasının acısında kendini unutanlar... İşte onlar için, onlar sayesinde devam edebiliyoruz burada yaşamaya bizler de.



4982

 (11 ŞUBAT CUMARTESİ)

Bana aslında şahsen hiç uğramamış olan bu felaketten nasıl etkilendiğimi çok iyi tahmin ettiği için, Hocam destek cümleleri yazıyor ara sıra. "Yapma." diyor, öyle yapma böyle yap. 

Benim küçücük dünyamda bu kısacık mesajların anlamı ne derin, bilmiyor-ya da biliyor-

Tutunmamın sebebi olabiliyor bir kelime bazen, her şeyi bırakmak istediğim zamanlardan geçerken.

Bu acı adeta yakınlaştırıyor bizi, kalplerimizi kanata kanata güçlendiriyor.

4981

 (10 ŞUBAT CUMA)

Bu güne kadar not almışım günlüğüme, bugün bırakmışım yazmayı. 

Zamanın izini kaybettiğimiz, bölük pörçük rahatsız uykular arasına huzursuz gündüzler sığdırdığımız berbat bir labirentin tam ortasındayız.

Acı gelince, diğer her şey silinip anlamsızlaşıyor. 

Neler planlamıştım Şubat ayı için, neler hayal etmiştim... 

4980

 (9 ŞUBAT PERŞEMBE)

Yüreğimiz ağzımızda kurtarmaları izliyoruz hep birlikte. Aynı anda kahroluyor aynı anda sevinçten ağlamaya başlıyoruz. Kalbim binlerce parçaya ayrıldı sanki, her bir parçası bir başkasıyla atıyor...

Nefes aldırmayan bu zorlu duygularla zamanın durduğu dev bir boşlukta yaşarken, kendimi yalnız hissetmiyorum asla. Benim kadar içi yanan, benim gibi diş sıkan milyonlar olduğunu çok iyi biliyorum. 


4979

 (8 ŞUBAT ÇARŞAMBA)

Korkunç bir kabusun içinde sıkışmış gibiyiz, uyanamıyoruz bir türlü. Bu hafta işlerimi tamamen unuttum, sadece deprem haberlerini anlık takip ediyorum. Gönüllüler bölgeye yardıma koştu, bizler ne yapabiliriz buradan? Ne gelir elimizden? Bu nasıl bir çaresizliktir- uzay çağında!

4978

 (7 ŞUBAT SALI)

Topluca bir felaketin dibindeyiz bugün; insanlar, hayvanlar, şehirler... 

Ölmüş olanlar, ölmekte olanlar ve ölülerine ağlayanlar birbirine karışmış...

Kendimizi unuttuk, ne iş ne başka bir şey düşünebiliyoruz şimdi-sadece haberleri takip ediyoruz saniye saniye, sanki biz izlemeyi bıraksak enkaz altındakiler kurtarılamayacakmış gibi tuhaf bir hisle...

4977

 (6 ŞUBAT PAZARTESİ)

Bulutların üstünde gezdiğim 3 günün ardından yere çakıldım; sabah sabah deprem haberini aldım. Elbette, boyutunu idrak etmem saatler sürdü ve ancak akşama doğru nasıl bir felaketin içinde olduğumuzu anlayabildim. Bütün düşlediklerim, planladıklarım geçersiz oluverdi birden. Bu acı ve korkunç belirsizlik hepsini yuttu, kendimi kapkaranlık bir boşluğa düşmüş buldum...

4976

 (5 ŞUBAT PAZAR)

Emirli'deyiz, uykusuz ve sarhoşum hala.

Bakışların gözümün önünde takılı kaldı, yeşil ve ışıltılı... 

Gözlerimi yumduğumda karşımdasın.

Seni yalnız görmek istiyorum, desem, ne dersin?

4975

 (4 ŞUBAT CUMARTESİ)





4974

 (3 ŞUBAT CUMA)

4.5 ay sonra, biraz da kopmuş hissettiğim bir dönemde, hayal kırıklığının sonunda, yeniden ışık parlaması...

Herkesin arasındayız, ama ikimiz başbaşa gibiyiz, masanın iki uzak ucundayken yanyana gibiyiz- öyle değil mi?

Cevaplarım karman çorman ve gizemli; çünkü elim ayağıma dolaşıyor sen sorduğunda. İşte yine- her şeyi sessizleştiren bakışın gözlerime takıldı kaldı...

Meraklı soruların karşısında gardımı alışım, hep tenis maçında topu karşılar gibi hazırcevap ve sarkastik tavrım, aslında senin karşında beyhude bir savunma çabası- biliyorsun zaten. 

Ama ben- hayranlık mı gördüm sanki bakışlarında? Merak mı ediyorsun gerçekten, özel hayatımı? Öyleyse açarsın bir şişe rakı, oturtursun karşına, o zaman anlatırım.

Masanın öbür ucundan adımı çağırdığında duymuştum aslında, duymamazlığa geldim. Bu kadar şanslı olduğuma inanamadım çünkü. 

Ayrılık vakti geldiğinde "Sizi gördüğüme çok mutlu oldum." dedim, herhangi kibar bir veda sözcüğü değildi bu. Biliyorsun. Gözden kaybolana dek gözlerinin bende asılı kaldığı son dakikalardan hemen önce sarılırken "Ben de, ben de" deyişin de herhangi bir cevap değildi, biliyorum.