28 Şubat 2013 Perşembe

1344 -1345

(27 ŞUBAT ÇARŞAMBA)

Güzel günler...Bizi bekler...



(28 ŞUBAT PERŞEMBE)

...Eyvallah dersin, olur biter!

1343

(26 ŞUBAT SALI)

Büyük umutlarla çıkılan yolun sonunda duvar gibi bir hayal kırıklığına çarptım,
yine de-
bütün çiçeklerimi dondurmadım aniden buz kesen Şubat ayazında.

Kendime baharı anımsatan birkaç Kızılderili baskılı bluz aldım, akşam sevildiğimi bildiğimden hep rahat ettiğim evde yemeğe kaldım.

Umutların arkası yarın!

26 Şubat 2013 Salı

1342

(25 ŞUBAT PAZARTESİ)

"Soğuktu ve yağmur çiseliyordu..."


27 yaşımı bitirdim, hala Kadıköy'de loş bir barda oturmayı pek severim arkadaşımla, hala soğuk biranın tadına doyamam ilk bardağında, hala eve dönüşleri biraz hüzünlü bulurum-hele yağmur çiseliyorsa, bunca yıl oldu hala ağlarım ben ara sıra, hala gülerim her şey bombok gitse bile sevdiklerimin yanında, hala kendimle baş başa kalmanın tadını çıkarırım yürürken ve ancak yürürken düşünebilirim aslında, hala en sevdiğim çizgi filmlere rastlayınca sevinirim çocuklar gibi, hala gözleriyle gülenlere gülümserim, hala korkarım ben içten içe-yalnız kalmaktan, kandırılmaktan, kaybetmekten, unutulmaktan... 27 yıldır durum vaziyet işte böyle!

1341

(24 ŞUBAT PAZAR)

Bir adet sevgiyle kabartılmış elmalı tarçınlı kek, her şeyi düzeltebilir! ;)

25 Şubat 2013 Pazartesi

1340

(23 ŞUBAT CUMARTESİ)

Oluyor bazen böyle boktan günler işte-hava güneşli olsa bile!

24 Şubat 2013 Pazar

1339

(22 ŞUBAT CUMA)

Titrek sesiyle kendi hikayesini anlattı, dinledim:

"Bir gün yola çıkmışlardı, acı haberi geldi. Fenalaştı dediler, gittik Cerrahpaşa'ya. Kapılardan sığmaz bir adamdı, el kadar camdan gördüm içeride yatarken. Hemşire dedi, bir senin oğlun değil içeride, göremezsin. Üç gün bekledik, dediler beyin kapanmış, bekleriz ne zaman kalp duracak. Üçüncü gün sedyede çıkardılar, nasıl canlı, biliyor musun, sanki konuşacak! Öptüm soğuk yüzünü, öptüm... Dayın çekti sırtımdan, yeter teyze, dedi. Daha öpecektim. İyilerin iyisiydi, uçtu gitti."

95 yaşında bir kadının, anne babasını, abisini, ablasını sırayla kaybetmiş, siroz olan kocasına ölene dek bakmış , üç oğlunu gömmüş, bir dünya savaşında doğmuş ve diğerinde karneyle ekmek almış, İstanbul'un Fatih semtinde bir ahşap eve göç ettiği gün buradan nefret etmiş ve hep köyünü, kızlığını özlemiş, son 20 yılını sabrederek, ah ederek geçirmiş, yalnız öleceğini söyleyen bu kadının acısı karşısında ezildim de, ağlamaya bile utandım.



22 Şubat 2013 Cuma

1338

(21 ŞUBAT PERŞEMBE)

Bugün bol şans getirmesini umduğum yeni bir başlangıç yaptım!

Bahar yaklaşırken çalışmaya, daha farklı, daha güzel ayakkabılar yapmaya ve yeni insanlara ulaşmaya hız kazandırdım...


21 Şubat 2013 Perşembe

1337

(20 ŞUBAT ÇARŞAMBA)

Kendimi toparladığım günlerden biri daha, üzerimden atamadığım yorgunluğuma rağmen daha güçlü hissediyorum, bir sürü yeni müşteriye gülücükler gönderiyorum...

20 Şubat 2013 Çarşamba

1336

(19 ŞUBAT SALI)

Ölmemiş!

Telefonda sesini duyduğum an deliriyorum sandım!

Gerçekten oydu; bana yalan söylemişler, ama kızamadım bile- o kadar mutlu oldum ki, adeta hayallerim gerçek oldu, rüyalarımda görüyordum hep ölmemiş, evde karşılıklı oturuyoruz, benle konuşuyor olurdu, ağlayarak uyanırdım.

Bugün gerçekten karşılıklı oturup konuştuk, çok sevindi beni gördüğüne, eski resimlere tek tek baktık birlikte.

Biliyorum, yine de bir gün kaybedeceğim onu ama, hiç olmazsa bu şekilde olmayacak, son bir defa gördüm ya artık üzülmem o kadar!

1335

(18 ŞUBAT PAZARTESİ)

Bir Dahaki Sefere Harika Geçecek Olan Gece

İlk gecemizi düşündüm geçen akşam, kendi kendime tekrar hatırladım ve anlattım. Ne kadar beklenmedik ve ne kadar harikaydı!

Bir gece daha yaşamak istedim öyle güzel, bir şişe şarap açtığımız, peynir tabağı hazırlayıp birbirimize meyve yedirdiğimiz...
Öpüşmek istedim uzun uzun, tadını çıkara çıkara dokunmak istedim sana, beni koklamanı istedim.
Yoğun bir iş günü ardından ertesi gün de yine işe gidecek olmanın baskısıyla pek rahat edilmiyormuş, onu anladım- yaşadığım bir kaç şeyi hala içime sindirememiş olduğumu da anladım, bazı geceler arada bir böyle içimi boşaltırcasına ağladığımı senden saklayamadım.

Ertesi sabah erkenden kalmak zorunda olmadığımız, biraz daha gevşeyebildiğimiz bir akşam yine yapalım olur mu?
Çok heyecanla gelmiştim, hayal kırıklığı oldu bir parça ama, yine de eminim bir dahakine harika geçecek!

18 Şubat 2013 Pazartesi

1334

(17 ŞUBAT PAZAR)

Teknik Arızalarla Uğraştığım Sinir Bozucu Bir Gün Aynı Zamanda Belki De Müjdeli Bir Gündür

Gerilmekten yoruldum. Ne yazayım- "Ömrüm işle güçle tükendi, ne kadar zalim yıllar!" mı yazayım?

Bugün senin hayatında önemli bir gün, umarım yeni işin daha güzel günler getirir sana, bize...
Umarım daha fazla vaktin kalır benle paylaşmak için, umarım eskisinden rahat ve huzurlu bir ortamın olur, umarım endişelerim boşa çıkar benim de...

1333

(16 ŞUBAT CUMARTESİ)

Cihangir'de masayı donatan Van kahvaltısını dostlarla paylaştık,yalnız sanırım ballı kavutu ben yedim!
O nasıl güzel bir şeydir, onu kim neden sevmez anlamadım- cevizli, leblebi tozunu pekmezle macunlaştırıp üstüne bal dökmek suretiyle hazırlanan ve yiyeni mesut eden yöresel bir lezzet.

Düz duvara tırmanmamak için, kalkıp cadde boyunca yürüdük, arada bir Duvar Resminden Korkuyorlar sergisine uğradık ve eski gazetelere bakıp güldük. 40 yıl evvele dönüp gazinolarda Bülent Ersoy'u dinlemek, içkili fiks menüyü 130 liraya yemek ve kadınlar matinesinde dansözle oynamak istedik. Kadir İnanır ile Necla Nazır'ın filmini Beyoğlu'nun artık yerinde yeller esen eski sinemalarından birinde seyrederken arada Elvan gazozu içmeyi de çekti canımız. Kanlı 1 mayıs haberlerine baktık, "resme kabiliyetli desinatörler" arayan iş ilanlarına güldük.


Vakti gelince bağımsız film festivalinin belki de en merak edilen filmlerinden birini, Brandon Cronenberg'in babasının oğlu olduğunu kanıtlayan Antiviral'ini izlemeye girdik. Distopik bir gelecekte; takıntılı derecede hayran oldukları ünlülere daha yakın hissedebilmek adına, vücutlarından alınan virüsleri kendi bedenlerine enjekte ettiren "hasta"ları konu eden film, enteresan başladı.


Filmin görsel estetiği başarılıydı; steril mekanları tanımlayan bembeyazla kontrast yaratan kötücül siyah ve gri ara tonlarından başka renk kullanımı yalnızca kan, ruj ve hareli lalelerdeki koyu kırmızı tonlarıydı.


Şimdiki gibi sağlık satan klinikler yerine hastalık satan merkezler olması fikri aslında beni cezbetmişti, fakat sanki bir yerden sonra filmden koptuk. Beklediğim kadar rahatsız edici bulmadım; bir sürü iğne yapma sahnesi ve bir iki iğrenç yemek dışında - ünlülerden alınan dokuların çoğaltılmasıyla üretilen yapışkan sabunumsu "etler"den bahsediyorum - hastalığın etkisiyle baş kahramanın gördüğü halüsinasyonlar bilinç altıma işledi yalnızca:


Biraz ağır gelen filmden kurtulmuş gibi gün ışığına ve temiz havaya çıktık, soğukta boynumuzu içeri çeke çeke yürüdük ve kendimizi sıcacık, güvenli eve attık. O andan itibaren yine çok tatlı bir akşam başladı, kucak kucağa...

1332

(15 ŞUBAT CUMA)

5 kıtada 25 ülkede 5 yılda çekilen muhteşem doğa manzaraları, etnik danslar, yerel kültür ve yaşayış biçimleri, endüstriyel kompleksler, kutsal törenler, dini ayinler gibi görüntülerin birleşiminden oluşan bir çeşit insanlık belgeseli izledik.



Samsara; Sanskrit kökenli modern dillerde birincil olarak "dünya" anlamında kullanılır. Hinduizm, Budizm, Jainizm, Sihizm dinlerinde reenkarnasyon ya da yeniden doğum döngüsünü anlatan bir kavramdır.

1331

(14 ŞUBAT PERŞEMBE)

Anneanne ve dedeyle yenen kart köy horozu bile lezzetli gelebilir.

1330

(13 ŞUBAT ÇARŞAMBA)

Heyecan verici bir iş görüşmesi, hız kazanan işler, içimde yepyeni şeyler yapmanın hevesi; kısacası tüm sistemler çalışıyor!

1329

(12 ŞUBAT SALI)



Çapkın bay damat, şapkasını takmış, bıyık buruyor.
Gelin aşüfte, pembe dudaklarını büküp kırıtıyor.

12 Şubat 2013 Salı

1328

(11 ŞUBAT PAZARTESİ)

"Dar bir alanda toplanmış yüzbinlerce kişi, üzerinde sıkışık bir halde durdukları toprağı boşuna kısırlaştırmaya uğraşıyorlardı; hiçbir tohum yeşermesin diye boşuna taşlarla kaplıyorlardı; bitmeye başlayan her otu sökmeleri, havayı kömür dumanına boğmaları, ağaçları budamaları, hayvanları, kuşları avlamaları da boşunaydı... Bahar, şehirde bile, yine bahardı."


Tolstoy, Diriliş'in giriş paragrafı.

11 Şubat 2013 Pazartesi

1327

(10 ŞUBAT PAZAR)

Huzursuz uyanılan bitkin bir pazar bu kez...
Kahvaltı yine pek keyifli değil, dünkü gibi, ne yazık ki...

Her tarafım dökülüyor, uykumu alamadım, aklımda hiç susmadan konuşan bir ses var, sol gözüme bir şey olmuş batıyor, fazla açık tutamıyorum, başım çatlıyor, boğazım kupkuru, midem hala ayakta...

Ama bazı şeyler yine de, hepsine rağmen güzel: sevdiğin birini öpmek, aslında o hayatında olduğu için ne kadar şanslı olduğunu hatırlamak, kanepeye sığamamak, sevişmek yine güzel...

1326

(09 ŞUBAT CUMARTESİ)

Kapana kısılmış, köşeye sıkışmış hissettiğim, korkularımla baş edemediğim bu günün kahvaltısında kendimi zorlayarak bir parça simit yiyebildim. Midem her an içindekileri boşaltmaya hazır ağzıma yakın bir yerde duruyor gibiydi, duyduğum tek kelimeyle anında karnıma kontrol edemediğim ağrılar giriyordu. Bu kadar strese girmem gerek olmadığını kendime telkin etsem de faydası yoktu; bilinçten başka, daha derin bir şey hakim olmuştu bana, vücudumu o yönetiyordu-bana sormadan.

Saatler ilerledikçe gerginliğim geçmese de biraz azaldı, son anda bir hamle yapıp, gücümü toplayıp dışarı çıktım. Serin hava iyi geldi, makyaj yapmak iyi geldi.

Bir arkadaşın 30. yaşını kutlamak üzere kalabalık bir balıkçıda masaya oturduk, mezeler söylendi. Yavaş yavaş kendime geldim, belki hala içten içe biraz endişeliydim ama, hareketlerimi kısıtlamıyordum artık, bir bira içebildim ve keyfim yerine geldi. Hiç sıkılmadım, hatta güldüğüm, eğlendiğim anlar çok oldu. Korktuğum gibi yalnız kalmadım, dışlanmış hissetmedim, bir yabancı bulmadım yanımda. Bir iki ufak detay beni hafiften rahatsız etse de, üzerinde durulacak kadar önemli değildi.

Sonuç; atlatabildim! Kaçmadım, korkumla yüzleştim, birazcık daha güvendim ve gittim.

Olmasa daha iyiydi, muhtemelen gereksizdi ve bir süre sonra hatırladığımda utandıracak beni, ama güzel tarafı; bundan sonra bir daha bu kadar kötü olacağımı hiç sanmıyorum.

8 Şubat 2013 Cuma

1325

Bir kız vardı; adı Rana.
Her kız gibiydi biraz işte, biraz da bambaşkaydı içten içe
Arka bahçelerde hayali atlara binerdi, beyaz atlara
Okula gidenlere özenir, amca kızına imrenirdi
Bildiği pek bir şey yoktu belki, yine de kendini hep bildi
Kendini bilmeyi en yüce erdem edindi büyüyünce, başka bir şey bilmedi
Bir kız vardı; Rana
Kimsesi kalmayınca ne yapsın, yalnız kendine inandı
Kendi başına idi o hep, kendini bildi bileli
Arka bahçelerde uzay gemilerine binerdi, aluminyum folyodan
Okumayı severdi, boya kalemlerini, kağıt kokusunu bir de
Bir kız vardı; Rana
Kendini hep korudu dünyadan, zira daha beyazdı tanıdığı herkesten
Hep hayaller kurdu bahçelerde, kedileri sevdi
Hayat büyüdükçe güzelleşecek sandı, büyük beklentileri vardı
İstediklerini hep aldı, bir bir aldı, peki elinde ne kaldı?
Koskoca bir hiç ve bir kırık "el veda"
El veda Rana, bu kez olmadı, başka sefere kaldı...







7 Şubat 2013 Perşembe

1324

Ben bu gerginliğimi bastırayım, endişelerimi içime atayım yok korkularımı dışarı ama belli etmeyeyim derken valla kanser olurum!

6 Şubat 2013 Çarşamba

1323

İçten içe gerginim, rüyalarımda huzursuzum, fakat kendime itiraf edemediğim sebepleri sana nasıl açayım?

Üstelik öyle tatlıydın ki dün, o neşeli, şımarık çocuk gibi halini bozmak istemem hiç, güzel giden şeyi mahvetmek istemem.

Kendi başıma üstesinden gelmeliyim bu endişelerin, başa çıkabilmeliyim korkularımla, kendi canavarımı yenmeliyim!



1322

(05 ŞUBAT SALI)

İspanya'ya, Almanya'ya, Amerika'ya, İngiltere'ye ve Peru'ya gönderilen ayakkabıların telaşı bittiğinde, akşamı yanında rahat hissettiğim adamın kanepesinde geçirdim. Yalnız geceleri bu aralar pek rahat değilim ne yazık ki, aklımın bir köşesine takılıp kalan endişeler huzur vermiyor, uykularımı bölüyor... Yine de bunları dile getirip daha da büyütmek yerine şimdilik görmezden gelip gerçekten bir tehdit oluşturmadıkları sürece ertelemeyi seçiyorum. Tek ihtiyacım olan, bir parça daha güvenebilmek...

4 Şubat 2013 Pazartesi

1321



Aslında bütün bunlar dün gece oldu...

Akşam Kadıköy'de buluşulup vapurla Karaköy'e geçildi, oradan hemencecik Galata'ya çıkıldı. Cumartesi gecesi sabahlayan Beyoğlu sokakları pazar rehavetini hala üstünden atamamıştı, biz de bu savunmasız halinden faydalanıp eğlendik!

Galata'nın minik şarap butiğinde birer kadeh şarap yanına Ayvalık peynir tabağı söyledik: en sevdiğim şeyler hep Ayvalık'tan!

Komik garson çocuk önce göz kalemimi beğendiğini söyleyip ardından bize önerdiği bir Büyülübağ şarabını tattırdı. Hadi dedik, birer kadeh de ondan içelim!

Nasıl olduysa oldu ve 2 kadeh şarapla kıkırdamaya başladık-en çok da arkadaşımın çalıştığı hastanede ağzı bozuk 70lik bir teyze varmış, ona güldük.

Mekan kapanmakta olduğundan kovulmamıza ramak kala mecburen son çıkan müşteriler olduk, saat hala gece yarısına varmadığı için gecenin asıl amacını teşkil eden mekana gitmeden önce bir yerlerde iki tek atalım dedik.

Duvarları batman şablonlarıyla doldurulmuş, barın tepesinde abuk subuk bir örümcek maketi ve yarın şişme kadın duran absürd bir rock bara oturduk, cin tonikler, jager shotlar geldi.

gece yarısını 1 saat kadar geçirmiş olduğumuzu fark edince, yanımıza gelen 2 arkadaşla birlikte Hayal'in yeni yerine yürüdük; Erdem Akakçe başlamıştı bile.

Bir iki meşhur yüz görüldü, bir iki tanıdığa rast gelindi, bir iki bira filan içildi ve bol bol sahne önünde dans edildi.

İlk defa sonunu gördüğümüz grubun performansı kah Cemali veya Yavuz Çetin parçaları ile bizleri efkarlandırdı, kah Bu Ne Biçim Hikaye Böyle coverlarıyla eğlendirdi. 4'e doğru temiz havaya çıktık.

Bir sabaha karşı klasiği olarak tantuniciye oturduk, yanımızdan sarhoş sarmaş dolaş gayler, kırmızı pantolonlu travestiler, küfredenler ve kediler geçti.

Bizim yakaya geçen otobüse bindiğimizde 5'i bulmuştu, gözlerimizi açık tutmaya çabalayarak yollara baktık...





3 Şubat 2013 Pazar

1320

Yazmak; rüya görmek gibi tedavi ediyor hayatı, belki de- telafi ediyor...

2 Şubat 2013 Cumartesi

1319



Eric Clapton - Old Love

I can feel your body
When I'm lying in my bed
Too much confusion
Going around through my head

It makes me so angry
To know that the flame still burns
Why can't I get over?
When will I ever learn?

Old love, leave me alone
Old love, go on home

I can see your face
But I know that it's not real
Just an illusion
Caused by how I used to feel

It makes me so angry
To know that the flame will always burn
I'll never get over
Know now that I'll never learn

Old love, leave me alone
Old love, go on home

Old love, leave me alone
Old love, go on home

1 Şubat 2013 Cuma

1318

Yeniye Sone

Yeni ayakkabılar için yeni boyalar; renk renkler ve geniz yakan kokularıyla ellerimi bekliyorlar- onlarla harika şeyler yapacağım!

Yeni bir aya başladığımızı bildiren günde 3 yeni filme için 6 bile- biri loveseat olduğuna göre 60lar rock'n'roll havasında olacak!

Yeni bir mevsim geliyor asıl-hepimize yeni işler, daha fazla güneş ve belki bazılarımıza yeni bir saç rengi ya da yeni bir ev getirecek!