30 Ağustos 2013 Cuma

1528


Dileklerimiz gerçek olsun!
İçimize yıldızlar dolsun!

1527

(29 AĞUSTOS PERŞEMBE)

"Mart
Gül Yapraklı Bıldırcın (Codornices en Petalos de Rosas)

12 gül (tercihen kırmızı)
12 kestane
2 kaşık tereyağı
2 kaşık mısırkökü nişastası
2 damla gül yağı
2 kaşık anason
2 kaşık bal
2 diş sarımsak
6 bıldırcın

Güllerin yaprakları özenle, birer birer ve dikenlerin parmaklara batmasına çok dikkat ederek koparılır; aksi halde bu çok acı veren bir şey olduğu gibi, gül yapraklarının içine kan işleyebilir ve yemeğin tadını bozabilir, ayrıca böyle bir durumun, kimyasal, hem de tehlikeli tepkilere yol açtığı da olur." *

Tehlikeli bir tepkimeye yol açtığı muhakkak ki; yiyenlerin bağrından taşan alev alev şehveti, ne çıplak kadınları dört nala taşıyan atlar, ne aylardır kadına hasret savaşan devrimci generallerin tangosu söndürebildi...





*Laura Esquivel'in "Acı Çikolata" romanından alıntıdır.

28 Ağustos 2013 Çarşamba

1526

Ağustos Sıkıntısı

Ağustos sonu sıkıntısını saç diplerimde hissediyorum-yalnız sıcak mı bu?
Kasvet, bunaltı, fırtına evveli mi bu...?
...
Kaderinde evde kalmak varmış; Meksikalı bir genç kız sevdiğini acı bir kaza sonucu ablasına kaptırmış da ömrü boyunca birbirlerini kaçamak, cadaloz analarından sakınarak gizliden gizliye sevmiş, okşamışlar... Yeğenini öz oğlu yerine emzirip beslemiş de, onu kaybedince kumruları beslemekten deliye dönüvermiş...

27 Ağustos 2013 Salı

1525


Bugün aklımda neşeli kısa yolculuklara çıkmak var...

26 Ağustos 2013 Pazartesi

1524

Bir arkadaş toplantısından izlenimler ve gözlemler:

Sanırım pek bana göre değil, kimin eli kimin cebinde belli olmayan "paylaşımcı" arkadaş grupları...

Gerçi eğlenceli ve rahat bir ortam meydana geliyor kendiliğinden, ama bir parça hayata inancımı zayıflatıyor diyebilirim, anlamsızlaşan ilişkiler...

En yakın arkadaşımın seviştiği adamla ne olursa olsun sevişmemek gibi geri kafalı kendi-ahlak-kurallarım var benim hala...

Bir de; sanki bazı insanlar gereğinden fazla önemsiyorlar kendilerini, ilişkilerini, bunları aslında herkesin yaşadığını unutup pek özel sayıyorlar tecrübelerini...

Kendilerini büyüteç altında incelerken, aslında hafiften gülünç göründüklerinin farkında değiller; dışarıdan bakınca...

Çok da garip değil gerçi; insan bencil bir yaratık sonunda-elbet hepimizde böyle eğilimler mevcut, benimki yalnızca geçen geceden bir gözlem, naçizane...

Bir şey daha var diyeceğim, sıkmadıysa analizlerim:

Bazı erkekler vardır hani; yaramaz çocuk gibidirler, her kadın tarafından sevilmek isterler, başlarını okşarsınız gayri ihtiyari, çapkınlıkları meşhurdur, fırlama itin tekidirler işte ama yine de bir şeytan tüyü vardır ya hani...

Bir ortamda yüksek sesle konuşur, şaka yapar, flört eder, dikkat çekmeden rahat edemezler de bütün kadınlar da onlara ilgi gösterir, şımartırlar da...

Ben sinir olurum öyle tiplere, çekici de olsalar inadına uzak davranır, ilgimi esirgerim, bana ulaşamayacaklarını hissettiririm...

Bu tavır genelde onları kudurtur, daha çok üzerime çeker çünkü alışmışlardır kolay elde etmeye...

İşte geçen gece yine benzer bir durum oluştu; gözlemlerimden bir diğeri...

1523

(25 AĞUSTOS PAZAR)

Son 2 haftadır boş geçmiyorum neredeyse, akşamdan akşama...!

Maşallah, 2 haftada 2 düğüne katıldığımızdan, toplamda 2 akşam sahilde şarap, 4 gece rakı-meze ve 2 akşam da tatilde bira-midye ile geçirip karaciğeri yorduktan sonra; bu akşam reddedemeyeceğim bir rakı-meze toplaşmasına daha katıldım. Dedem gibi siroz olacağım sanki.

Epeydir gözden ırak fakat gönle yakın birini de son anda alakasız şekilde plana dahil ederek, ev sahibesinin organizasyon yeteneğini katılımcılara meze hazırlama-rakı alma-meyve getirme biçiminde görev dağıtmakla kullanması sayesinde mükemmel işleyen bir evde rakı gecesi gerçekleştirdik.

Yola bir yarış arabası ile çıkmış olup, köprüde bizler gibi çılgın gençlerle "kapıştığımız"dan mütevellit; epiy maceralı ve 20 dakikalık bir yolculukla Bomonti'ye vardık. Sarsılmış vaziyette.

Masayı donatıp ev sahibesini beklerken kendisine adeta sürpriz doğum günü hazırlamış gibiydik; masayı fava, barbunya, haydari, kabak salatası, peynirler, meyvelerle donattık. TSM ağırlıklı hafiften 45lik formatına kaçan şarkı listemizi açtık.

Aramızdan bir "Muvakkit" seçmediğimizden, vaktin nasıl geçtiğini anlayamadık...

1522

(24 AĞUSTOS CUMARTESİ)

Bir masa Çinli'nin birkaç masa Türkiyeli ile önce Frank Sinatra, ardından Trakya havalarında oynayıp eğlendiği sevimli bir düğün ile bu yaz düğün sezonumuzu kapattık, hayırlı olsun :)

23 Ağustos 2013 Cuma

1521

Evimi özlemişim de- sokağımı tanıyamadım??

Sokak ben yokken komple sökülmüş, sadece kaldırım değil sokak- taş döşenmiş, pembeli filan, güzelce olmuş...

Ha ne diyorduk-durmak yok tatile devam!

Şehirde çalışırken de tatil modundan çıkmıyoruz ve haftasonları adalarda yüzmece, Moda'larda kahvaltı, sahillerde pineklemece, ormanlarda gezmece, vesaire vesaire; her fırsatı değerlendirip hayatın tadını caaart diye çıkarıyoruz!

22 Ağustos 2013 Perşembe

1520

Evet- bir yerde bunun kısa bir tatil olduğunu, geçici olduğunu kabul etmemiz gerekiyordu.

Aslında İzmir'in leş gibi sıcak olduğunu kabullenmemiz gerekiyordu. Kader bize bu sevimsiz detayları pas geçip hep kıyak geçemezdi ya!

Her gün nerede ne yesek dışında derdimiz tasamız olmadan, her dakika el ele, neşeyle zıp zıp, öpüş koklaş böyle mutlu çiftler gibi sanki, olmazdı zaten, olmamalıydı-kıskananlar olabilirdi!

Dönüş bayıltıcı sıcak, bezdirici ve suskun da geçse; tatilimiz hatırlamak isteyeceğimiz kadar, bir sonraki kaçamak fırsatını kollayacak kadar güzeldi...




1519

(21 AĞUSTOS ÇARŞAMBA)

Gözümüze kestirdiğimiz her şeyi yaptık!

İstanbul'da pisliğinden çekinip uzak durduğumuz midye dolma her öğlen atıştırmamız oldu, en yaramaz akşamüzeri eğlenceliklerimiz patates kızartması/midye tava&bira ile re-tox yaptık adeta! (Re-tox: Son 2 aydır arındığınız toksinlerin vücuda keyifle geri alınımı.)

Gözümüze en sevimli gelen mekanlarda birer defa oturduk en azından, kaydıraktan bir kez olsun saçma sapan kaydık, Karantina adasında görülecek pek bir şey olmasa bile gitmedik demeyiz, bir gece dolunay varken yıldızlara bakarak birkaç şarkı dinlemedik diyemeyiz...

Sakızlı dondurma yemeden döndük tüh, içimizde kaldı hiç demeyiz!

Urla'nın en güzel evleri önünde fotoğraf çektirmeyi de ihmal etmedik, külüstür tandem bisikletlere binip azıcık fırlamalık yapmayı da!

1518

(20 AĞUSTOS SALI)

Bu kesinlikle çılgınca bir tatil! Vuuhuuu!

Uzun araba yolculuğuna alacakaranlık vakti çıkmış olmamız yeterince çılgın değilse bile, yolda tehlikeli solladığımız şoförün bize kızması biraz çılgıncaydı kabul edin-tabi polisin birden bizi kenara çekmesi kadar değil!

Peki ya, Polonyalı bir zengin kızın aile mirasına kalan eski sabun fabrikasının tekinsiz taş binasının kırık dökük pencerelerinden içeri bakmak merakı ile gizlice girdiğimiz gece, aniden havlamaya başlayıp ödümüzü koparan vahşi köpek??

Dolunay gecesi marinada gözümüze kestirdiğimiz tekneye sessizce girip kara bir kediyle beraber güvertede sabahlamamız da mı çılgınca gelmiyor kulağa?

Yahu-bizzat 2 adet düşmanın canını aldık o gece, birini denize döktük İzmir'den, az mı?!

Gece ayrı tehlikeler, gündüz ayrı maceralar; denizden ayak kapan dev midye çıkardık da elimizi zor kurtardık çenesinden...

Herkes kaydıraktan kayarken biz su altında keşfettiğimiz tünellerden yüzdük...

Kahramanlıktan yorgun düştük a dostlar, yoksa eski Kiklad gemilerinden birini kapıp Yunan adalarına da gidecektik...

1517

(19 AĞUSTOS PAZARTESİ)

Tatil rutinine alışmamız pek kısa sürdü; daha ikinci günden kendimizi hiç ayrılmayacağımızı sandığımız bu küçük memlekete ait hissetmeye başladık...

Sabahlara serin ve loş taş binada uyanmaya, bu defa kendi hazırlamadığımız kahvaltıya oturmaya, fazla pişmiş katı yumurta yemeye, kahvaltımızı birkaç kediden korumaya çalışmaya alıştık ilk.

Ardından, el ele manasız bir neşe haliyle sahil boyunca karşıdan sert esen rüzgara direnerek yürümeye, kendimize birer şezlong bulup palmiye gölgesi kapmaya, daha güzel bronzlaşabilmek için sürekli pozisyon ayarlamaya, gazetenin her kelimesini okuyup arka şezlong muhabbeti dinlemeye alıştık.

Duşa giderken Türkçe pop bombardımanına tutulmaya alıştık.

Hayatımızda karşılaştığımız en esprili mısırcı amcanın süt mısırlarını "5 liradan 3 eksik" fiyata satmasına da...

Hava kararmaya ve serinlemeye başlarken, iskeledeki, daha ilk seferde en sevdiğimiz oluveren Yengeç'e oturup kafa dengi garsonlarına meze ısmarlamaya alıştık. En beteri, yemeye alıştık yahu- balığın tazesine, hiç tatmadığımız mezelere, midyenin en leziz hallerine alıştık.

2 akşamın birinde rakı, diğerinde bira içmeye epeyce alıştık sonra.

Rakı muhabbetlerine, arada inceden hüzünlenmeye, geçmiş kırgınlıklarımızı hatırlayınca ellerimizi daha sıkı tutmaya alıştık.

Serin yaz sonu akşamlarında el ele, kaygısız yürümeye, odaya hafif yorulmuş, çok yemiş ve rahatlamış dönmeye, sarılıp uyumaya fena alıştık...


























19 Ağustos 2013 Pazartesi

1516

(18 AĞUSTOS PAZAR)

Bugün resmi olarak tatilimizin ilk günüydü, biz de kutlayalım dedik!

Gelinkaya plajına yürürken gazetemizi de aldık kolumuzun altına, İzmir güneşine önceden hafif pembeleşmiş vücutlarımızı sere serpe teslim ettik!

Öğlen acıkmayı pas geçtik, akşam yemeğine erkence, İskele tarafındaki güzel mekanlardan birinde oturacağımızı biliyorduk zira...

Her akşam rakı içilmez, diyerek bu seferki masamızda mezelere birayı eşlikçi kıldık.


Zeytinyağının hiçbir şeye benzemeyen mis kokusu, yoğurdun en nefisi ile tatlandırılan mezeler İstanbul'da kolay bulunmayacak kalitede idi.

Midye dolma, kabak çiçeği dolması, yoğurtlu semizotu, köz patlıcan dövme, acılı Girit ezmenin ardından taptaze çıtır çıtır tekir söyledik.

Epeyce şişmiş vaziyette ayrıldık mekandan, biraz yürüyelim dedik ve şöyle bir turladık İskele etrafında.

Akşamları hep serinliyor hava, hafif esinti çıkıyor, İstanbul'un pis sıcağı gibi yapışmıyor insana...

Hafiflemiş, dinlenmiş döndük bir zamanlar Yorgo seferis'in yazlık evi olmuş otelimizin taş duvarlı loş odasına...


1515

(17AĞUSTOS CUMARTESİ)

Tatilin ilk günü hava bulutlu,sert rüzgârlı, kıyıya yosunlar vurmuş, yer yer yağmurlu olursa moraliniz bozulur mu?...

Ben çok memnun oldum,yolun tadını kollarım güneşten yanmadan Türk filmi şarkıları söyleyerek çıkardım. Yolda duraklayıp köfte yemeyi, arabada ufak çaplı piknik kahvaltısı yapmayı da ihmal etmedik üstelik.

Urla denen küçük, sakin sayfiye yerine varınca arkadaşlarla buluşup akşamüstü iki duble rakıya taptaze deniz börülcesi ile yoğurtlu kabak, lakerda, kurutulmuş ahtapot, mis gibi beyaz peynir ile midye salatasını bahane ettik...

Sohbetin tadını, dondurmalı incir ile aldık.
Akşam güneşini rüzgârlı ve manzaralı tepede düğün masasında batırdıktan sonra taş duvarlı otelimize döndük ve geceye yorgun fakat keyifli nokta koyduk...

16 Ağustos 2013 Cuma

1514

Galiba ikimiz baş başa bir yola çıkıyoruz-sanki tatil gibi bişey adeta!
Çok seksi!

1513

(15 AĞUSTOS PERŞEMBE)

Yine mi perşembe yine mi çiçek!

Bir araya geldiklerinde kozmik patlamalara sebep olan iki süpernova misali, yine bir aranın ardından buluşup Caddebostan sahilinde gevşemeye koyulmuştuk...
Güneşi batırırken 1 şişe blush'ımızın dibini bulmuş, yeni tanışılan heyecan verici bir adamdan bahsederken, çoğunlukla tokat atarak cevaplayacağımız bir takım hareketlerin bazı kişiler tarafından yapıldığında nadiren pek çekici gelebildiğini anlatmaya başlamıştık...
Bir saat sonra filan, hani hiçbir janra girmeyen ama çok sevilen, tarif edilemeyen enteresan kitaplardan bahsederken iyiden iyiye günün, haftanın, bir ömrün sıkıntısını atmıştık...
Derken, etrafımızda bir hareket, bir bereket; yerlere örtüler serildi, üzerlerine mumlar kondu, bizim tarafa yeni gelenler kibarca "Kalabalık olacağız!" diyerek oturtulmadı, "n'oluyor yahu?" noktasındayken merakımız çok da uzun sürmedi...

Birden arkamı döndüğümde karşıma çıkan bateri-evet bateri- sanki bir tambur-tambur mu gerçekten o??-bir saksafon-sahilde?-ile bir trompet ve minik megafon gördüm. Herhalde bunları az ötede darbuka çalıp oynayan çingenelerle, dilek feneri ve çekirdek satarken caz dinlemeye uğrayan şaşkın amcalar ve "yürüyen tekel"lerle ancak bir rüyada bir araya getirebilirdim...

Akşam yavaştan gecenin kollarına bırakırken kendini-erotik oldu-biz oturduğumuz yerden; kareli piknik örtümüzden şaşırtıcı güzellikteki jazz şarkılarına hafiften köşesinden eşlik etmeye başlamıştık...

Ne diyelim, kozmik çekimimiz pek yüksek yahu!