31 Aralık 2014 Çarşamba

2017

Fırtına yukarı caddeye yürümeme bile zor müsaade etti bugün-sürekli ters dönmeye yahut uçmaya niyetlenen şemsiyeye mi hakim olayım, yoksa kalın oversize mantomun omzunda durmayı reddeden çantamı mı tutayım bilemedim.
Böyle soğuk Aralık ayında İstanbul'da zor...
Zorlayıcı havaya rağmen Kadıköy'de yarım gün çalışıp işten çıkan sevgilimle buluştum ve bir parça özlem giderdik. Önce bir şeyler yemeye oturduk, ardından takvim seçmeye çalıştık, akşamüstü absürt bir İskandinav filmine bilet aldık. İnsanları seyreden güvercini seyrederken güldük, sarıldık, ısındık...
***
Bu saatlerde
Zaman döner ve takvimlerden son yaprak da yırtılırken, yeni yıl için güzel şeyler umut ediyoruz...

30 Aralık 2014 Salı

2016

Beklenmedik, en azından benim tarafımdan umulmadık, bir kar yağdı bütün gün.
Sahlep içmeye davet eden oldu, gitmedim. Evde yalnız kalıp akşama kadar bir kitap bitirmek isterdim, ama çalıştım ve bir yandan aklımdan çıkmayan endişelerle pek de keyifli bir gün geçirmedim sanki...
Yarın yeni bir gün, ertesi gün yeni bir yıl.
Bakalım nesi farklı olacak?

29 Aralık 2014 Pazartesi

2015

Sendromsuz Pazartesi

Dün bütün günü şiş gözlerle sersem gibi geçirdikten sonra bu sabah geç ve dinlenmiş uyandım. Dışarıda fırtına kopuyordu, yetişmem gereken bir işim olmadığına şükrederek yataktan yavaş yavaş çıktım.

Sert rüzgar şakır şakır boşanan yağmuru camlara vuruyor, evin bir cephesini adeta ıslak ıslak dövüyordu. Bugünkü Nişantaşı planını yine ertelesek mi, diye düşünerek tereyağına bir yumurta kırdım.

Gazetemi bitirirken hava biraz durulmaya başlamıştı sanki, hazırlanıp öğlen vakti evden çıktım. Haftaiçi öğlen olmasına rağmen trafikte kalarak tahminimden geç bir saatte köprüyü geçince, birden Osmanbey'de inmekten vazgeçip Beyoğlu'na çıkmak istedim.

Yağmur kesmiş gibiydi, yürümeme müsaade ediyordu, yürüdüm. Yine yabancı turistler vardı etrafta dolanan, alışveriş yapan, şaşkın şaşkın bakınan. Bir iki dükkana girdim bakındım, yılbaşı öncesi kalabalıktı. Ara sokaklardan birinde eskiden daha sık geldiğim Çin lokantasına oturdum.

Çin yemeklerine muhtemelen pek benzemeyen Çin yemekleri yedim, çünkü seviyorum. Chopstickleri kullanmayı başardım, en azından büyük parçalarda. Akşamüstü olduğunu fark edince yapacak pek bir şeyim kalmadığından, iyice kar soğuğuna kesen havada belamı aramadan dönüşe geçmeye karar verdim.

Durakta dolmuş yoktu, yarım saatten fazla bekledim ve dondum. Trafiğe kalmadan yırtabilirim sanmıştım ama, dolmuş şoförümüz Beşiktaş yerine Nişantaşı istikametine sapınca saatin 5 olduğunu ve çoktan her sokağın kilitlendiğini anladım. Sinirimiz bozmadan vitrinleri görmek için camın buğusunu sildim. Fırtına sebebiyle iptal edilen deniz ulaşımından geri dönen yolcular köprüye akın ettiğinden neredeyse tüm şehir abluka altındaydı.

Buradan sonrası asabi ve bezgin şoförün söylenmeleri, kornaları ve sigaraları eşliğinde dinginliğime hakim olmaya çalışarak eve varmakla geçti. Eve yürürken şarküteriden bir parça kaymak aldım ve yine de güzel, diye düşündüm.

28 Aralık 2014 Pazar

2014

Zaman, işte böyle mevzularda insana acı geliyor.
Doğduğumuzdan beri yanımızda olan büyüklerimizin yaşlandığına, artık eskisi gibi olmadıklarına tanık etmek zor geliyor.
Bu kez; dedemin epeyce yaşlandığını yüzümüze tokat gibi çarptı zaman.

Geçen hafta bir akşam yemekten sonra anneannemlere yürümüş, bir iki saat oturmaya gitmiştik. O akşam bana işler nasıl diye soran adamın, geçen gece kendinden olmadığını görmek acayip.

Bir akşam yemekten sonra otururken birden başı düşmüş, kendinden geçmiş. Anneannem de sorularına hiç ses vermeyince panikleyip ambulans çağırmış. dayımlara haber vermiş, doktor yengem de yanlarından hiç ayrılmadan geceyi hastanede geçirmişler. Acilde 2 kez MR çekilip tahliller yapılmış, nörolog hiçbir şeyi olmadığını söylemiş. 6 saat sonra kendine geldiğinde, Yalova'dan ne zaman geldiklerini sormuş. Yani tam kendinde değilmiş belli ki.

İlk yazlığımızdı Yalova. Ben 4-5 yaşlarıma kadar oraya giderdik yazın, dedem henüz genç ve sapasağlamdı. Teknemiz vardı, gezdirirdi bizi.

Eve sabah dönmüş, kahvaltı edip yatmışlar. Biraz uykudan sonra dedem uyanmış, biz de bu olayı tam o vakitlerde haber aldığımız için işte o arada evlerine anahtarımızla girdik. Girdik ki keskin bir gaz kokusu çarptı, hemen camları açmaya başladık. Mutfakta dedemi yerde, yanında su bidonu ve çaydanlıkla bulduğumuzda ödümüz koptu tabi.

Zorla kaldırdık, 2 ocağın açık olduğunu görüp kapattık. Bu arada gaz kokusu biraz hafifledi, dedeme ne yapmaya çalıştığını sorunca kahvaltı hazırladığını söyledi. Kahvaltı ettiklerini unutmuş.

İçeri götürüp oturttuk, sabah Burhaniye'ye gittiğini sanıyordu. Son yazlığımız Ayvalık, Burhaniye'de. Orada da geçen senelerde boğulma tehlikesi yaşayıp acile kaldırılmıştı, onu hatırlıyor.

Biraz dinlendikten sonra tuvalete kalktı, bu arada dayım da uğramıştı yine, biz konuşmaya dalmışken içeriden gelen gümbürtüyle yerimizden fırladık. Dedem düşmüş, üstelik de nedense tuvaletin kapısını kilitlemişti. Seslenip durduk, cevap vermiyordu. Anneannem ağlamaya başladı, biz sakince dedemden yavaş yavaş kalkıp anahtarı kapının altından bize atmasını söylüyorduk. Neyse ki kafasını biraz yarmış fakat bir şey olmamış, sonunda kalkabildi.

Şimdi eski hayatına- normal diyemeyeceğim çünkü parkinson sebebiyle zaten duruş bozuklukları, hareket kaybı ve mimik yitirme durumları vardı- yine de kendi ritmine döndü. Ama bizde bir tedirginlik kaldı tabi, her an onu kaybedebileceğimizin korkusu...

2013

(27 ARALIK CUMARTESİ)

Cemal Süreya'nın izinde...

Dünkü oyunda şiirlerini hatırladıktan sonra, bu akşam da masasını şenlendirmeye Hatay Meyhanesi'ne geldik bu haftasonu Cemal'in izinden.

Bizden, buralı olan ve burayı sevenlerden başka kimsenin anlayamayacağı, yemek içmekten ibaret kalmayan bir toplanma-bir anma.
Epeydir fırsat bulup bir araya gelemediğimiz dostları çağırdık ve masamızı üst katta ayırttık. Keşfettiğimizde büyük heyecan duyduğumuz, bir yandan da bunca zaman yakınımızdaki bu yeri bilmediğimize şaşırdığımız Hatay Restoran gerçek bir meyhane. Duvarlarında el yazısı şiirler, eski müşterilerin deri çanta ve kasketleri, masalarda müdavimlerin adları, yanlarda gazete haberleri... Arkadaşları beklerken rakı söyledik. Zaten hemen tabaklarımıza peynir, domates, salatalık, kavun geliyor.

Meze tepsisinde deniz ürünleri fazla çeşitli sayılmaz; buranın ciğeri ve humusu çok güzel. Önce haydari, köz patlıcan ezme, pilaki, kereviz istedik. Herkes geldikten sonra soslu patlıcan, acılı ezme ve lakerda da aldık masamıza. Arada zaten garson taze çıkan sarmalardan, sigara böreklerinden koyuyor tabaklarımıza. Buraya ilk kez gelen arkadaşlara tattırmak için pastırmalı sıcak humus ve ciğer söyledik sıcaklardan. Ciğer o kadar lezzetli, ipek gibiydi ki; ikincisi hemen istendi.

Geçenlerde bir lise arkadaşımla meyhane sohbeti yapmıştık da; en sevdiğim yerleri düşünmüştüm. Sanırım Kaş meyhanelerinin mis gibi yazlık atmosferi bir yana-en sevdiğim burası benim. Bir kere nostaljik; neredeyse 60 senelik gerçek bir meyhane, mezeleri her zaman aynı lezzette, garsonlar çok kıvamında ilgili ve saygılı, yakın ve fazla popüler değil, hafta içi tek başıma gelip cam kenarında iki tek atabileceğim kadar rahat, fiyatlar makul ve hesabı kontrol etmeye gerek yok. İşte müdavimliğin güzel tarafı burada-ne yiyeceğini de ne ödeyeceğini de gitmeden bilirsin, kötü sürprizler çıkmaz.

75'te burada işe girdiğini söyleyen kalender göbekli amca, bir ara kalkıp masamızı şereflendirdi. Bize Cemal Süreya'nın nasıl paraya tamah etmeyen tatlı bir adam olduğunu anlatırken, darphanede memurken yaşanan bir olayı aktardı: Darphane memuru şair, bütün yolsuzlukları tespit edip raporları Ankara'ya gönderdikten sonra dönemin bakanı teftişe gelir. "Bu kapının arkasında ne var?" diye sora sora tüm kapıları açtırır, bu arada Süreya ile hiç muhatap olmaz, elini bile sıkmaz. Tam giderken Süreya der ki: "Bir kapı var ki-onu size hiç açmayacağız." Bakan "Hangi kapı? Ne kapısı bu?" diye kızınca "Gönlümüzün kapısı." diye cevaplar. Döndükten sonra darphaneyi çok pis bulduğuna dair rapor hazırlayıp kendisini görevden almaya karar veren bakana bu kez şöyle yanıt verir: "Bakanın hakkı var; gerçekten de o gün şanlı darphane tarihinde ilk defa kirliydi. O da bakanın teftişi esnasında..." 
Kadehler bu muzip, gururlu adamın şerefine kalktı.

Bundan sonra kıdemli garson amca bize şu şiirini okudu: 
Ben nerde bir çift göz gördümse
Tuttum onu güzelce sana tamamladım
Sen binlerce yaşayasın diye yaptım bunu
Bir bunun için yaptım

-Garson bira getir
Garsonun adı Barba

Ben nereye gittimse bütün zulumlardı
Bütün açlıklardı kavgalardı gördüğüm
Kötülüklerin büsbütün egemen olduğu
Namussuz bir çağ bu biliyorsun

-Garson rakı getir
Garsonun adı Hakkı

Sen belki de bir resimsin ne haber
Kırmızı bir Beykoz'un yanında duruyorsun
Yapan bir de ağaç yapmış yanına
Dallarına konsun diye kelimelerin

-Garson şarap getir
Garsonun hali harap
Muhabbet ilerledikçe 2. büyük açıldı. Eskişehir öğrencilik anıları keyifle tekrar tekrar anlatıldı. Herkes tadını çıkardı o akşamın ve yeniden burada buluşmak için sözleşildi. Nefis mezelerle doyduktan sonra rengarenk bir meyve tabağı geldi önümüze, ardından kahvelerimizi içip her seferinde olduğu gibi memnuniyetle, neşeyle ayrıldık.





2012

(26 ARALIK CUMA)


7 sene önce, tünelde karşılıklı oturmuştuk da bir akşamüstü, bıyıklı bir çocuk bana şöyle demişti: "Cemal'a aşık olsan ama benden fazla üzerdi seni..." 
Cemal Süreya'ya zaafımı biliyordu tabi, yalnız kendine neden bunca paha verdiğini çözememiştim.
Üzer miydi bilmem ama, benim de bir kırlangıçlı şiirim olurdu diye hayal ediyorum...

Meydan okumanın en zarif hali olan şu kısa şiirin etkileyici şairini anmak için yola çıktık bu akşam üstü.Tiyatro Gerçek'in "Üstü Kalsın" oyunu için biletlerimiz hazırdı. Birkaç yıldır bir türlü denk getirip seyredememiştik; bu yağmurlu cuma iş çıkışına kısmetmiş. 

Çok stresli ve koşturmacalı bir günün ardından Beyoğlu'nda buluşup önce Çukurcuma 49'a oturduk. Biraz konuşup ısındık, oyun Cüneyt Türel sahnesindeydi. Halep Pasajı'nın 2. katında küçük bir sahne, yerler numarasız.
Dekor oldukça yalın tutulmuş; arkada bir tüp gibi tavandan yere inen ağ tüneli, önde bir ufak masa, üstünde bir kadeh rakı, 2-3 kitap ve yere saçılmış sayfalar...
Hakan Gerçek, duyduğum en karizmatik dizelerle başladı oyuna: "...Ama, ayrıca, aldığın şu hayat fena değildir-Üstü kalsın..." 

Cemal'in erotik, çay kokan* şiirlerinden en sevdiklerimi, birkaçını da bilmiyordum aslında, birbiri ardına oynayarak okudu. Kah ayağa kalkıp tumturaklı, kah masaya oturup kitapları aça kapaya, hüzünlü ya da hınzır, kah bir köşeye büzülerek uçurumların dibine düşmüş karanlık içinde canlandırdı şiirleri.
Biz de omuz omuza, arada öpücüklerle, kimini içimizden tekrarlayarak ve bu adamın bizim memleketlimiz olduğuna şükrederek dinledik.

Çıkışta hafif afallamış, ıslak caddede yıldızlara basarak yürürken** Moda'da bir Cemal Süreya sokağı var, belki bir gün orada bir evimiz olur diye hayal ediyorduk...




*Benim şiirlerim çay kokar.
Düşlerimde sade sen...
Demlikte nefesin...
Bardakta gamzen

** “Yıldızlar kıyamet gibiydi kaldırımlarda
Çünkü biraz evvel yağmur yağmıştı
Adam bulut gibiydi, hatırladı
Adamın ayaklarının altında
Yıldızların yıldız olduğu vardı
Adam yıldızlara basa basa yürüdü
Çünkü biraz önce yağmur yağmıştı...”

















25 Aralık 2014 Perşembe

2011

 
Afili Meyhane'de bir çarşamba akşamı çok afiliyiz. Mezeler hoş, içerisi sakin ve ferah. Tanıdık bir Dj arkadaş Sezen Aksu filan çalıyor, üstelik güzel bir kadınla sohbet ederken sofranın tadı daha güzel oluyor. Ben söylemiyorum-karşımdaki harika adam söylüyor...


24 Aralık 2014 Çarşamba

2010

Boşver o veletleri, eli yüzü düzgün bir kadın görünce elleri titreyenleri, kadınlardan korkan adam olamamış "sevimli"leri, orta yaşında hala doyurulmamış kadınlığını hazmedememiş tipleri, hiç kafana takma sen o hepimizin bildiği aptal flört oyunlarını, sömürü ilişkilerinden kurtulamayan sürüngenleri, ilgi çekmek için çaba sarf eden ama bir türlü yetinemeyenleri, etrafına muhtaç insan kuleleri ören yalnızları, sen bunları bir kalemde ayır dünyandan. Ben ayırıyorum.

"Ben sende bütün aşklarımı temize çektim."
İşte bu sözü söyleyebilmek değil midir, bir akşam bir meyhanede, en kıymetlisi?


2009

(23 ARALIK SALI)

Bunu neden yaptığımı bir çözebilsem; kendimi tanımak yolunda büyükçe bir adım atmış olacağım.
Aslında galiba; herkes kadar benim de konuşmak ihtiyacım var, kendimi anlatmak-tercihen anlayacak birine...

22 Aralık 2014 Pazartesi

21 Aralık 2014 Pazar

2007

Aslında kıskanılmak güzel bir bakıma. Ama asla ateşle oynamam.
Bunun iki ucu keskin kılıç olduğunu bilecek kadar şey yaşadım.
Yalnızca fark ettim ki; bazı insanların kıskanmayı, sahiplenmeyi, kendisine ait olanı korumayı bile öğrenmeleri gerek... Doğuştan içimizde barınan duyguları yani, keşfetmeleri gerekmiş.
Belki ikimiz için de bir açıdan iyi oldu böylesi, bir yanlış anlaşılma doğruya götürebilir bazen.
İkimizin de çıkaracağı dersler var bence bu küçük meseleden; ben kendi payımı düşüneceğim biraz...

2006

(20 ARALIK CUMARTESİ)

İlk merhabanın gerginliğini attıktan sonra, her şey yine çok tatlı oldu.
Özlediğim, o tanıdık koku, bir süredir yokluğuna alıştığım beni tutan, güven veren sıcacık eller geri geldi.

Bizi başka diyarlara götüren uzun bir masal seyrettik, biz seyrederken akşam oldu, sonra ben hiç insanlar arasına karışmak istemedim. Evde yemek yapmaya karar verdik, bir şişe şarap açıp konuşmayı tercih ettik.

Birlikte hayatımız Yüzüklerin Efendisi'ni aratmayacak şekilde bir maceradan diğerine atlamakla geçiyor, diye düşündüm. Zor bir dönem vardı önümüzde, şimdi onu geride bıraktık, ama yine daha uzun zorlu bir dönem bizi bekliyor. Neyse ki; artık daha güçlüyüz!

Bir an- hiç beklemediğim bir yerinde sohbetin- bana kızdığını gördüm gözlerinde. Aniden ortaya attığı bir lafında bana sinirli olduğunu görünce afalladım. Sinirlenmeye hakkı olmadığı için değil-bunu buraya kadar sakladığı için çok şaşırdım. Ne düşüneceğimi bilemedim; neden şimdiye kadar açıkça sormamıştı? Bu tavrı samimiyetsiz buldum, ama elbette açıklama yapması gereken taraf bendim.

Bazen oluyor böyle şeyler; kötü niyetle bir şey yapmamış olsa da insan öyle bir durumda kalabilir ve hayat karşısına öyle şeyler çıkarabilir ki; istemeden bir başkasını incitecek şeyler yaparken bulur kendini. Böyle oldu işte, bir şey yapmasam da suçlu hissediyorum kendimi bir parça. Özür dilemek ve onu rahatlatmak istiyorum sadece.

Ama bir yandan hemen aklıma üşüşen o eski anılar yok mu... Çok daha fazlasını yaşamak zorunda kaldığım birkaç yıl önceki kabus zamanlar... Hepsini yeniden hatırladım; o zamanlar nasıl görmezden geldiğini ve dürüst davranmadığını, yalan söylemeyi seçtiğini... Benim yaptıklarım seninkilerle kıyaslanamaz bile-demek istedim.

İçime oturan bu düşüncelerden,rahatsız edici anılardan kurtulmam kolay olmadı. Ama bana sarılması çok yardımcı oldu. Sıcacık, huzurlu bir uykuya daldık birlikte. Her şeyi unutup yeniden kaldığımız yerden mutlu olmak istedim.



20 Aralık 2014 Cumartesi

2005

(19 ARALIK CUMA)

Yeniden Merhaba!

Senin dönüşlerinde sevgilim geliyor diye heyecanlanmaktan ziyade tuhaf bir gerginlik hissediyorum midemde. Döndüğün geceler rahat uyuyamıyorum, kitap okuyorum uzun uzun. Seni nasıl karşılayacağımı bilemiyorum, alakasız şeyler düşünüyorum. Hatta bazen senle görüşmekten kaçmak için başka planlar tasarlıyorum, ama özlemediğimden değil. Çok ayrı kalıp uzaklaştığımdan-bu laftan nefret ettiğini biliyorum da lütfen bir anla. Hep anlatamaya çalışıyorum, sen de hep reddediyorsun; senin benden uzakta neler yaşadığını, neler gördüğünü hiçbir zaman tam bilemeyeceğim için elbette bir parça uzaklaşmış hissediyorum her seferinde. Aramızdaki mesafe genelde geri döndüğün sabahın akşamına kapanıveriyor, korkacak bir şey yok. Ama başta bir tutukluk, ilke "merhaba" da bir temkinli hal illa ki oluyor, olacak. Sen hala sen misin bakalım? Benim sevdiğim adam nasıl biriydi, kokusu, sarışı nasıldı, onu bir hatırlamak isterim önce. Ben seni neden severdim, hala o insan mısın onu bir görmem lazım başta. Gelmeden bir gece öncesine kadar, boynuna atlar öpücüklere boğarım, diyorum kendi kendime ama o ilk karşılaşma anı yok mu-soğuk bir "merhaba"dan fazlası dökülmüyor dilimden. Ne de olsa yabancılaşmışım, 2 hafta da olsa. Anla işte, idare et. Beni hep idare edersin sen!

18 Aralık 2014 Perşembe

2004

Kış Planları

Biri bana "Bu kışın karlı ve soğuk bir akşamında, şömine karşısında birlikte Billie Holiday dinleyerek kahve kanyak içelim..." diyorsa rahatsız olmalı mıyım bundan?

Aslında ben bu kışın en sert gecesini, yalnız başıma yatakta sabaha kadar Yüzüncü Ad'ın peşindeki Baldassare'ın Yolcuğunu'nu okuyarak geçirmek istiyorum...

2003



(17 ARALIK ÇARŞAMBA)

Güçlü bir "Merhaba!" ile başlıyor konser-ilk parça "The Queen is dead!" 
En eğlendiği hobisi İngiliz kraliyet ailesini yermek olan ve her seferinde İngilizleri pek tatlı hicveden Morrissey, yine sahnedeki perdede aptal bakışlı Prenses Kate ile Prens Harry'i gösteriyor bu sırada. Zaten geçtiğimiz referandumda İskoçların United King-Dumb ile bağlarını koparmaları gerektiğini söylemişti.
Hızla "Suedehead" geliyor ardından; arkalara doğru kümelenmiş ölgün kitleyi hareketlendiriyor. Şüphesiz en sıkı bağları herkes eski Smiths şarkıları ile kurmuş-yeni albüm ağırlıklı setlist pek tatmin etmiyor böylelerini. Şahsen ben çok memnunum-yeni albümü epey beğenerek dinliyordum çıktığından beri.

Güzel şehrimize büyük iltifatlarla "It is my good fortune to be in İstanbul!" diyen Moz, "İstanbul" şarkısına ezanla giriyor, üst üste geçmiş seslerin yarattığı oyunlu ritmiyle tam bir İstanbul şarkısı olmuş. Gerçekten tanıdık bir his bırakıyor.

Sonrasında "Kiss me a lot" yeni albümün flörtöz şarkısı genç kitleyi biraz dans ettirmeye başlıyor. Bu arada 2 sene önceki açık hava konserine kıyasla, nedense bu seferki dinleyici kitlesini çok ruhsuz buldum. Morrissey'i aslında tanımayan, son albümünü ve hatta belki solo albümlerini hiç dinlememiş tipler çoğunlukta. Sahne önünde iletişim daha güzel; çiçekler ve resimler verenler, kendini zar zor sahneye atıp sarılanlar var.
Ardından "I'm throwing my arms around Paris" geldi; sevgilinin yokluğunda yalnızlığını Paris'e sarılarak gideren adamı dinledik. Sonrasında yeni albümün en İspanyol parçası "The Bullfighter dies" perdede boğa güreşi görüntüleri eşliğinde çalındı. Gerçekten ben hep boğanın tarafındayım!

Peşinden albümün ismini veren hit "World peace is none of your bussiness" geldi; tam da hükümetin bize söylemek istediklerine tercüman olan bu şarkı, elbette dünya gündemine alaycı bir gönderme. Bizler iyice ısınmış ve ısınamayanları buz dağları gibi arkamızda bırakmışken, bence son turnelerinde en iyi sahne performansını gösterdikleri harika "How soon is now?" girdi. Sanırım Smiths'in ruhu bu şarkıda gizli; tam bir görkemli kaybeden ruhu...
En güzel yerinde "All my hope is gone" sözülerini "All my life is gone" diye değiştirince, içimden bir şey koptu resmen. Ben kendime gelemezken, onlar "Kick the bride down the aisle" ile devam ettiler; bu parçayı anons ederken Morrissey'in akşam ezanını İngilizce'ye tercüme ettiğinde ortaya bu sözlerin çıktığını söylemesi de komik oldu.
"Scandinavia" ithaf edildiği bölgeye yaraşır tekdüzelikte geldi bana. İstanbul ile alakası yok!
"Neal Cassady drops dead" muhtemelen bu seyirci için fazla içeriği yüklü bir şarkı oldu; 50-60lı yılların beat kuşağı müzisyenine ağıt...

Yeni albümden art arda sıralanmaya başladı şarkılar: "Earth is the loneliest planet of all" , "Staircase at the university" , "Smiler with knife" ve "I'm not a man" arada bir "Yes I am blind" ile geri dönüş yaptı. Bu arada tabi "There is a light that never goes out" beklentisi içinde kıvranan gençler epey hayal kırıklığı yaşadılar gördüğüm kadarıyla, ki 2006'dan beri hiç çalmadığını öğrenmek aslında zor değil.

Konserin sonuna yaklaşırken her seferinde suratımıza tokat gibi çarpan o meşhur hayvan çiftliklerinde işkence görüntüleri yansıdı perdeye. Kendini bir bok sanan insanoğlunun zavallılığını izledik ve Ortadoğu'da kafa kesenlere de, Amerika'da düşünmeden adam vuranlara da fazla şaşırmanın yeri olmadığını bir anlayıverdik.
Son şarkı kendi kendime söylemeyi çok sevdiğim, bir isyan gibi çıkan "Speedway" e de aynı zevkle eşlik ettim. Bis yapmak üzere sahneyi terk ettiklerinde elbette alkışlar kesilmedi. Bisin ilk parçası olan "Asleep"i sahnenin bir ucunda spot ışık altında durup söylerken hepimiz sessizleştik, kedi gibi olduk. neyse ki kapanışı "Everyday is like sunday"le yaptılar da içimize çöken melankoliden dans ederek kurtulduk.


Son söz: belki bir daha Morrissey'i sahnede dinleme fırsatım olmayabilir, 55 yaşında vücudunda 4 kez kanserli kitleye rastlanmış bir adam sonuçta. Her ne kadar Arena'yı beğenmesem ve amfi düzeni olmayan kapalı mekanlarda konser dinlemekten keyif almasam da, içeride sigara içenlerden ve havasızlıktan bunalsam da, etrafımda öküz gibi dikilen ruhsuz bir kitle konumlanmış olsa da, ben hemen her şarkıya eşlik ettim ve çok güzel vakit geçirdim. Hepsinden öte-acayip saygı duyduğum 3-5 adamdan birini bir kez daha yakından görme şansına eriştim-çok mutluyum!


16 Aralık 2014 Salı

2002







Visit my facebook page to take a closer look. 
You can order customized shoes at my shop. :)

Yakından bakmak için facebook sayfamı ziyaret edebilir, kişiselleştirilmiş ayakkabılar sipariş vermek için ZETTARZIMON , EMEKSENSİN veya SOPSY dükkanlarıma uğrayabilirsiniz. :)

15 Aralık 2014 Pazartesi

2001

Oldum olası insansever bir tip değilim, merhametim de pek yoktur.
Herhangi birini yakından tanımak yeterlidir, derim hep; ondan tiksinmek için.
Gruplar ve kalabalıklar içinde kendimi hiç rahat hissedemedim.
Bir istisna-Gezi hariç...

Bunu bir tarafa kolayım-asosyal biri de sayılmam.
İnsanlarla tanışmayı, kendimi anlatmayı, onların anlatıklarına şaşırmayı çok severim.
Geçenlerde böyle biriyle tanıştım, çok da hoşuma giden bir sohbeti vardı aslında.
Yine de nedense, tanıştığımız akşamın sonrasında bir şeyler bana itici geldi.

Belki sosyal medyada çizdiği aşırı sosyal profilini samimi bulmadım, biraz da benle tekrar buluşmakta fazla ısrarcı davranması etkili olmuş olsa gerek.
Sonuçta bende bıraktığı izlenim; çok sevimli fakat bir o kadar kolay biri olduğu.
Düşündüm de, ben bu yakıştırmayı pek çok kişiye yapmıştım önceden de.

Galiba; güzelce bir kadın gördü mü ne yapacağını şaşıran adamlar pek çekici gelmiyor.
Hemen yeni tanıştığı bir kadını evine davet eden adamlar pek samimi gelmiyor.
Sürekli güzel olduğumu söyleyenlerin pek kıymeti kalmıyor.
Anlatabildim umarım...

2000

(14 ARALIK PAZAR)

Dışarıda geçirilen koşturmacalı bir gündüzün ardından anneannemle yılbaşı hediyesi alışverişi görevimi tamamladım.
Akşamüstü bir saat dinlenip biraz tazelenip yeniden hazırlandım. Kırmızı mini eteğimle rahatça yürümemi sağlayan en sevdiğim uzun siyah mantoma sarınıp hayatımın sonuna kadar eskimesin istediğim çizmelerimi geçirdim: geceye hazırım!
İstikamet önce Kadıköy'de kuaförümle buluşma, ardından Galata. Çok sevdiğimiz şarap Butiği'nde masamız ayırtılmıştı.
Birkaç yıldır bahsedip bir türlü getirememiştik kendisini buraya, neyse ki geç de olsa geldiğime değdi, diyor ve burayı çok seviyor.
Karşılama aşırı iyi; kendimizi bir tuhaf şımartılmış hissederek masamıza oturup şarap seçimini garson arkadaşa bırakıyoruz. İlk kadehimiz Yanık Ülke OZ.
Peynir tabağının yalnız olmayanı bile biraz yetersiz geldi bana, hatırladığım kadarıyla önceki gelişlerimde böyle değildi. Atıştırmalıklarda çeşit az ve özensiz gibi, pazar akşamı pizza da yapamıyorlarmış ama neyse.
Önemli olan sohbet, ki o da şahane!

Bu kadar zamandır aslında tanıdığım ama pek de muhabbet etmediğim, son bir iki yıldır birkaç kahve sigara paylaşmışlığım olan bir adamla bunca aynı olmamız şaşırtıcı.
Mekan kapanana kadar ailemizden, yabancı arkadaşlarla yaşadıklarımızdan, işte karşımıza çıkan tiplerden, hatta organize dinlerin sahteliğinden dahi konuştuk.
Yanık Ülke Ventus ile devam ettik, kapı önünde birkaç sigara molası verdik.
Gündemdeki Osmanlıca ve zorunlu din dersi tartışmalarından, Kürt ve ermeni politikaları ile Avrupalı samimiyetsizliğinden, dünya umurunda olmayan Amerikalı yapmacıklığından ve mütemadiyen tüketime yönlendirilmekte olan sıkışmış insanlarımızdan konuştuk...
Çok keyifli bir akşamın ardından yeni bir dost edindiğimi hissederek, benim gibi düşünen insanlar da varmış, diyebilmenin huzuruyla eve döndüm.

13 Aralık 2014 Cumartesi

1999

Bugün itibariyle sanırım sesim ve hevesim geri geldi.
O lanet kayboldu.
Bol bol çalıştım, şimdi kendimi ödüllendirmeye hazırım.
Biliyorum ki önümdeki hafta geride bıraktığımdan çok daha eğlenceli geçecek!

1998

(12 ARALIK CUMA)

Hala tam iyileşemedim ve dışarı çıkmayı özledim.
Bir haftadır adeta tuhaf bir kara bulut dolaşıyor tepemde, aksilikler, sinirleri geren vaziyetler...
İçten içe bir de uzak ilişki baskısı sanırım; alttan alttan vuran bir takım endişeler...
Hepsinden bir kalemde kurtulmak için güzel giyinip, çizmelerimi çekip bir kaç kadeh şarap içmeyi istiyordum-rakıyı kaldıramayabilirim bu aralar, hemen sarhoş olurum herhalde- pek bir şey de yiyemediğim için zayıfladım.
Cuma akşamını değerlendireyim dedim, ama hava sağolsun öyle poyraza kesti ve yağmur o kadar istekli sabahtan akşama kadar yağdı ki-yeniden kötüleşirim diye korktum çıkmaya.
Taksim ayazını gözüm kesmedi açıkçası, sesim hala tam düzelmemişken...

Onun yerine arkadaşımla evde takılalım dedik, zaten epeydir de çok sevdiğimiz ev muhabbeti olmuyordu.
Film bile izleyemedik; konuşacak şeyler birikmiş. Bir şeylere bakınıp müzik dinleyerek dedikoduyla vakit geçti, zaten enerjim düşük olduğundan 10da filan uykum geliyor.
Tam o uykum geldi anlarında, uzaktaki erkek arkadaşımdan mesaj geldi: "Ben burda çok sıkılıyorum. Umarım senin gecen benimkinden daha eğlencelidir."
Ne kadar sevindim anlatamam!
Sıkıldığında bana yazdığına göre; yalnız hissettiğini anladım hemen. Sık yaptığı bir şey değil, genelde yalnızlık rahatsız etmez onu. Ama bu gece, yeni işindeki ilk yılbaşı yemeğinde tanımadığı bir ortamda yabancı kaldığını sezdim.
Sıkılmasına üzüldüm ama; bu anında bana ihtiyaç duymasına, benden bir parça huzur ummasına çok mutlu oldum.
Çünkü ben de böyleyim: yabancı bir şehrin sokaklarında kaybolunca bir arkadaşıma yazardım hep, gece yarısını geçtikten sonra yalnız eve dönerken peşimden gelen adım seslerinden ürktüğümde hep birine yazardım. Tanıdık bir şey isterdim, onun bu gece beni yanında istediği gibi.
İçime dokundu bu mesaj-onu sevdiğimi ve geleceği geceyi beklediğimi yazdım.
Yatağa yattığımda minnettardım, bana verdiği her şey için...

12 Aralık 2014 Cuma

1997

(11 ARALIK PERŞEMBE)

Yıllar sonra yeniden Genco Erkal'dan Bir Delinin Hatıra Defteri...
Böyle zekice bir mizah görülmedi Gogol'den sonra...

19.yy. Çarlık Rusya'sınınn acımasız toplumsal sınıflar dünyasında ezilip büzülmüş, zavallı bir 9. dereceden memur Aksetiy İvanoviç Poprişkin'in İspanya Kralı olma öyküsünü izledik.

10 Aralık 2014 Çarşamba

1996

Pasif-agresif Melankoli

Sabah kalktığımdan beri yorgunum, bıkkınım, bırakmak istiyorum.
Dünyanın pisliğinden tiksinmişim, artık hiçbirinizi de istemiyorum.
Belki biraz küskünüm de, biraz kötümser... Zayıflık mı bu-naiflik mi?
İyi ki hep böyle değil hayat-son günlerdeki gibi hep karanlık yüzünü göstermiyor.
Umarım hep böyle olmaz-çünkü gerçekten zoruma gidiyor.
Sen bile anlamıyorsun, başkasından da beklemiyorum zaten anlaşılmayı.
Böyle zamanlarda olduğum kişi, bulunduğum yeri yaptığım şey...
Biliyor musun fazlasıyla anlamsız geliyor.

9 Aralık 2014 Salı

1995

Hoş Huzursuzluk

Gün içerisine arada bir mesaj gönderen, hastayken moral vermeye çalışan birinin olması güzel...
Bana çok iyi gelen opera ve sevdalinkalar göndermesi, kendi söylediği türküleri paylaşması tatlı...
Sürekli yalnız kalmak istediğimi söylediğim halde, ki gerçekten birkaç gün buna ihtiyacım var- her gün birkaç değişik teklifle karşıma çıkması enteresan...

Kanlıca'da yoğurt, Fenerbahçe parkında yürüyüş, Caddebostan'da sahlep, hastayı ayağa kaldıran rakı...aslında hepsi de keyifli.
Sadece ben biraz huzursuz oluyorum; bu kadar sabırsızca benle bir şeyler yapmak isteyen birini nereye koyacağıma bilemiyorum.

8 Aralık 2014 Pazartesi

1994

Pertim bugün.

1993

(07 ARALIK PAZAR)

Bir çocuk çıktı karşıma son haftalarda, nereden çıktığını anlamadım aslında başta.
Başta biraz görmezden geldim, sonra memleketten girince mevzuya, cevapsız kalamadım.
Sorular sordu, biraz da bunalttı diyebilirim, beni tanımaya çalışıyordu ama neden?
Sevimli bir çocuğa benziyordu, sorularına cevap verdikçe laf lafı açtı...

Yeni insanlar tanımayı her zaman severim, yeni biri hayatıma heyecan getirir hep.
Ama içten içe tabi bir rahatsızlık da vardı, ben böyleyim işte-daha hiç bir şey ortada yokken nasıl devam edeceğini hesaplarım. Nereye gider diye bir parça düşündürse de, biraz sohbetten zarar gelmez dedim.

En son buluşmak için sürekli bahaneler ortaya atmaya başlamıştı-komik bir çocuksuluğu vardı aslında.
Merak ettim, görüşmek istedim-ama başka bir hissiyatım asla yoktu.
Hiç olmayacak bir vakitte yine buluşma teklifi gelince, birden kabul ettim.
Görünce tanıyacağımdan bile emin değildim-ilgilenmemiştim pek.

O beni tanıdı hemen, geldi, konuşarak aşağı indik. Birer şişe şarap alıp sahile oturduk.
Hava ılıktı, ben yorgun ve hastaydım ama sohbet keyifliydi.
Bolca Balkan tarihi, Rumeli kültürü, müzik muhabbeti, bir kaç hatıra, değişik yerler, insanlar...
Açlığın da etkisiyle hastalıktan güçsüz düşen vücudum hemen kendini bıraktı; sesim kısıldı, başım dönmeye başladı.

Fazla uzatmadan kalktık, olmaması gereken hiçbir şey olmadı.
Yine de aldığım iltifatlar, karşımdaki adamın benle bir şeyler yapmak için ne kadar heyecanlandığını görmek filan beni biraz korkuttu.
Bu buluşmaya gereğinden fazla anlam yükleyip devamını beklememesini ona anlatmanın bir yolunu bulmalıyım şimdi.

Geceyi çok kötü geçirdim; yatakta kıvrandım, midem bulandı, başım döndü, ateşim çıktı, vücut iflas etti tamamen.
Sabaha kadar ağrılar içinde dönüp durduğum saatlerde sıkıntılar başıma üşüştü.
Kabus gibi bir gece sabaha ererken azıcık rahatlamaya başladım...

1992

(06 ARALIK CUMARTESİ)

Hastalık umduğum kadar çabuk terk etmese de vücudumu, her gün yeni bir safhaya girerek sanki çıkışa ilerliyor...
Ne şanslıyım ki yanımda bana hep iyi gelen adam var!
Uzak mesafe ayrılığının soğuğunu sarılışıyla hemencecik ısıtan, kahvaltısıyla özel hissettiren, görüşemeyeceğimiz günlerin endişesini hafifleten, yanında sümkürmemden iğrenmeyen, bana hazırlayacağı kokteyl için aldığı yeşil limonları hasta çorbama sıkan dünyalar tatlısı bir adam...
Hava bize bir kıyak çekip mavi gökyüzünde Güneş göz kırpınca keyfim yerine geldi-hasta olmak umrumda değil bu hafta sonu! 
Morrissey konserinin ertelenmesi, çok heveslendiğim halde birlikte gidemeyecek olmamız da engel değil gülümsememe.
Biraz Moda gezmesi, ışıklı sokaklara bakan balkonlu evler, Cemal Süreya sokağı sürprizi, bir fincan sütlü kahve, birkaç fotoğraf...


1991

(05 ARALIK CUMA)

Gayet iyi uyandığım günün ikinci yarısında hasta olmaya başladığımı idrak ettim.
Boğazımdan burnuma giden yol cayır cayır yanıyor, sanki asitle gargara yapmışım.
Kazak üstüne hırkayla battaniye altında üşüme geliyor-evet.
Akşamki tiyatroyu kaçırsak da olur, yeter ki hafta sonuna iyi olayım-lütfen!
Hafta sonu öpücüklü, gülücüklü, danslı müzikli ve çok hareketli!

1990

(04 ARALIK PERŞEMBE)

Tehlikeli Kırmızı

Tarif edemediğim bir heyecandan uyuyamıyorum, aslında benim tam da şimdi yataktan çıkıp Beyoğlu'na gidesim var!
Hep gittiğim barda tanımadığım insanlarla kaynaşıp sabaha kadar dans edesim var.
Özlemişim, birikmiş...

Arayan soran umrumda olmasa, kendimi unutana kadar dans etsem ve o gece çok da güzel çalsa...
Biri belime elini koysa, belimin inceliğini anlasam.
Biri aniden elimi tutsa, ellerimin narinliği daha bir ortaya çıksa.
Biri beni çekip öpse, dudağımdaki kırmızı bulaşsa.

1989

(03 ARALIK ÇARŞAMBA)

Naif, buruk, kırık dökük, hayaletli, eşsiz bir şarkı; tam da söyleyeni gibi kendine has, biricik...
80'ler Manchester ara sokakları... Aşırı genç ve biraz çirkin Morrissey, Teddyboy stiliyle feci cool.
Belki başkasında emanet duracak bu tarz, havalı olmak için kasmış olacak, ergen şarkı sözleri kulak tırmalayacakken bu adam o kadar gerçek ki!
Evsiz bir adam, bir sokak çocuğu, serseri olamayacak kadar yumuşak kalpli, hep kendine güvensiz ve iyi talihe muhtaç: tünelin karanlığında bir anlık yakaladığı şansı elinden kaçıran bir kaybeden...
Daha güzel bir kaybeden tanımadım, derdim Leonard Cohen'i tanımış olmasam... And if a double-decker bus
Crashes into us
To die by your side
Is such a heavenly way to die
And if a ten-ton truck
Kills the both of us
To die by your side
Well, the pleasure - the privilege is mine

Take me out tonight
Take me anywhere, I don't care
I don't care, I don't care
And in the darkened underpass
I thought Oh God, my chance has come at last
(But then a strange fear gripped me and I
Just couldn't ask)

Take me out tonight
Oh, take me anywhere, I don't care
I don't care, I don't care
Driving in your car
I never never want to go home
Because I haven't got one, da ...
Oh, I haven't got one

And if a double-decker bus
Crashes into us
To die by your side
Is such a heavenly way to die
And if a ten-ton truck
Kills the both of us
To die by your side
Well, the pleasure - the privilege is mine

Oh, There Is A Light And It Never Goes Out
There Is A Light And It Never Goes Out
There Is A Light And It Never Goes Out
There Is A Light And It Never Goes Out
There Is A Light And It Never Goes Out
There Is A Light And It Never Goes Out
There Is A Light And It Never Goes Out
There Is A Light And It Never Goes Out
There Is A Light And It Never Goes Out

1988

(02 ARALIK SALI)

Bazen kışı seviyorum-evde kalmayı, içe kapanmayı, sessizliği...
Kitap okuyarak geçen hayali saatleri, tarçınlı kurabiyeleri...
Kalın giyinip koca bir palto altında gizlenmeyi, atkılarla berelerle örtünmeyi...
Yağmurlu veya karlı günlerde pencere kenarı saleplerini...

1987

(01 ARALIK PAZARTESİ)

1 haftadır yazamadım. Bir bakalım...

Geçen pazartesi; uzak mesafeden sürdürülen birlikteliklerin zorluğunu düşünüyordum sanırım; 2 haftalık deneyim bile bana yetti!
Hemen her gece konuşsak da, bağlantı kopması yok odadan internet çekmemesi gibi sinir bozucu aksaklıklar arasında hislerini doğru düzgün paylaşmak kolay olmuyor bir kere. Karşılıklı oturmak kadar rahat bir iletişim sağlamıyor görüntülü sohbetler.
Sonra, ne kadar karşılıklı ne yaptığınız bilseniz de, anlatınca sanki detaylar kayboluyor: gittiğin bir restoranda ne yediğini söylüyorsun ama yolda karşına çıkan bir şeye nasıl güldüğünü mesela kaçırıyorsun.
Arada görüşmeyi ayarlamasak, şüphesiz bu 1.5 ay çok zor geçerdi benim için; bir kere sevdiğinin kokusunu unutuyorsun. Hatta ben ne kadar sevsem de, uzaklaşınca yokluğuna alışıveriyorum, hayat ritmim kendiliğinden adapte oluyor yalnızlığıma ve başka insanlarla daha fazla vakit geçirmeye başlayınca bir süre sonra sanki hep böyle devam edecekmiş gibi gelmeye başlıyor...
Dedim ya-Ursula'ya bize ayarladığı 2 haftasonu bileti için dua ettim resmen.
Hiç olmazsa bir hasret giderdik, içimizi ısıttık aralarda, sevgi ve güven tazelemiş olduk.
Şimdi son etap-haydi göreyim bizi!