28 Aralık 2014 Pazar

2013

(27 ARALIK CUMARTESİ)

Cemal Süreya'nın izinde...

Dünkü oyunda şiirlerini hatırladıktan sonra, bu akşam da masasını şenlendirmeye Hatay Meyhanesi'ne geldik bu haftasonu Cemal'in izinden.

Bizden, buralı olan ve burayı sevenlerden başka kimsenin anlayamayacağı, yemek içmekten ibaret kalmayan bir toplanma-bir anma.
Epeydir fırsat bulup bir araya gelemediğimiz dostları çağırdık ve masamızı üst katta ayırttık. Keşfettiğimizde büyük heyecan duyduğumuz, bir yandan da bunca zaman yakınımızdaki bu yeri bilmediğimize şaşırdığımız Hatay Restoran gerçek bir meyhane. Duvarlarında el yazısı şiirler, eski müşterilerin deri çanta ve kasketleri, masalarda müdavimlerin adları, yanlarda gazete haberleri... Arkadaşları beklerken rakı söyledik. Zaten hemen tabaklarımıza peynir, domates, salatalık, kavun geliyor.

Meze tepsisinde deniz ürünleri fazla çeşitli sayılmaz; buranın ciğeri ve humusu çok güzel. Önce haydari, köz patlıcan ezme, pilaki, kereviz istedik. Herkes geldikten sonra soslu patlıcan, acılı ezme ve lakerda da aldık masamıza. Arada zaten garson taze çıkan sarmalardan, sigara böreklerinden koyuyor tabaklarımıza. Buraya ilk kez gelen arkadaşlara tattırmak için pastırmalı sıcak humus ve ciğer söyledik sıcaklardan. Ciğer o kadar lezzetli, ipek gibiydi ki; ikincisi hemen istendi.

Geçenlerde bir lise arkadaşımla meyhane sohbeti yapmıştık da; en sevdiğim yerleri düşünmüştüm. Sanırım Kaş meyhanelerinin mis gibi yazlık atmosferi bir yana-en sevdiğim burası benim. Bir kere nostaljik; neredeyse 60 senelik gerçek bir meyhane, mezeleri her zaman aynı lezzette, garsonlar çok kıvamında ilgili ve saygılı, yakın ve fazla popüler değil, hafta içi tek başıma gelip cam kenarında iki tek atabileceğim kadar rahat, fiyatlar makul ve hesabı kontrol etmeye gerek yok. İşte müdavimliğin güzel tarafı burada-ne yiyeceğini de ne ödeyeceğini de gitmeden bilirsin, kötü sürprizler çıkmaz.

75'te burada işe girdiğini söyleyen kalender göbekli amca, bir ara kalkıp masamızı şereflendirdi. Bize Cemal Süreya'nın nasıl paraya tamah etmeyen tatlı bir adam olduğunu anlatırken, darphanede memurken yaşanan bir olayı aktardı: Darphane memuru şair, bütün yolsuzlukları tespit edip raporları Ankara'ya gönderdikten sonra dönemin bakanı teftişe gelir. "Bu kapının arkasında ne var?" diye sora sora tüm kapıları açtırır, bu arada Süreya ile hiç muhatap olmaz, elini bile sıkmaz. Tam giderken Süreya der ki: "Bir kapı var ki-onu size hiç açmayacağız." Bakan "Hangi kapı? Ne kapısı bu?" diye kızınca "Gönlümüzün kapısı." diye cevaplar. Döndükten sonra darphaneyi çok pis bulduğuna dair rapor hazırlayıp kendisini görevden almaya karar veren bakana bu kez şöyle yanıt verir: "Bakanın hakkı var; gerçekten de o gün şanlı darphane tarihinde ilk defa kirliydi. O da bakanın teftişi esnasında..." 
Kadehler bu muzip, gururlu adamın şerefine kalktı.

Bundan sonra kıdemli garson amca bize şu şiirini okudu: 
Ben nerde bir çift göz gördümse
Tuttum onu güzelce sana tamamladım
Sen binlerce yaşayasın diye yaptım bunu
Bir bunun için yaptım

-Garson bira getir
Garsonun adı Barba

Ben nereye gittimse bütün zulumlardı
Bütün açlıklardı kavgalardı gördüğüm
Kötülüklerin büsbütün egemen olduğu
Namussuz bir çağ bu biliyorsun

-Garson rakı getir
Garsonun adı Hakkı

Sen belki de bir resimsin ne haber
Kırmızı bir Beykoz'un yanında duruyorsun
Yapan bir de ağaç yapmış yanına
Dallarına konsun diye kelimelerin

-Garson şarap getir
Garsonun hali harap
Muhabbet ilerledikçe 2. büyük açıldı. Eskişehir öğrencilik anıları keyifle tekrar tekrar anlatıldı. Herkes tadını çıkardı o akşamın ve yeniden burada buluşmak için sözleşildi. Nefis mezelerle doyduktan sonra rengarenk bir meyve tabağı geldi önümüze, ardından kahvelerimizi içip her seferinde olduğu gibi memnuniyetle, neşeyle ayrıldık.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder