29 Nisan 2014 Salı

1770

"Senden mesaj almak güzel..." yazdım, incecik gülümseyerek.
"Başkalarından da mı alıyorsun?" yazdı, mahsusçuktan kıskanarak.
"Başkalarından pek mesaj almıyorum, aldığımda da seninkiler kadar sevinmiyorum." diye cevapladım, onu yüceltme fırsatını kaçırmadan.

Son günlerde kaybettiğim itki gücünü buldum bu sabah; beni yürüyüşlere çıkaran gücü, çalıştıran ve neşelendiren, konuşturan ve umutlarımı büyüten gücü yeniden kazandım hemen. Öyleyse her şey daha güzel olacak!

28 Nisan 2014 Pazartesi

1769

Tamama bir iki haftalığına motivasyonumu kaybettim ve sonunda da bir iki günümü tamamen kaybettim-
AMA HADİ ARTIK HARİKA BİR ŞEY GELSİN BAŞIMA-LÜTFEN!

1768

(27 NİSAN PAZAR)

Rüyamda çiçekler açmıştı her yanda, Ayvalık'taki bahçemizdeydim ve hiç geri dönesim yoktu buralara...

1767

(26 NİSAN CUMARTESİ)

Bazı günlerde bir acayiplik var...

Havanın ne yağdığı ne açtığı bu sıkıntılı güne, ne yapacağımızı bilemeyerek başladık biz de. Yapabileceğimiz pek çok şey olduğundan seçemiyor gibi bir halimiz vardı, bir de gözlerimi kapatan karanlık havanın alçak basınç hali...

Eminönü'ne geçtik son anda ve biraz eski şehir turu yapalım dedik, amaçsız çıkmaya başladık Sirkeci'den yukarı, Gülhane'yi pas geçip Sultanahmet'e vardık. Arkamıza biraz erken açan at kestanesi ağaçlarını alıp fotoğraf çekerken(selfie demeyin artık gözünüzü seveyim)delimsi bir amcanın manasız tepkisine maruz kaldık. Aslında bu bir işaret olabilirdi bu günün tuhaf gerilimine.

Bol bol şıpıdık terlikli üşümeyen turist gördük ve biraz garipsedik, suskun vitrinlere bakınarak gezinirken tatlı yemeden eski İstanbul turunun tamamlanmayacağını hissettik(belki de şekerimiz düşmüştü)ve Hacı Muhiddin'de bir masa kaptık. Süt ceviz tatlısı ile kaymaklı şöbiyet seçtik onlarca rengarenk tatlı arasından.

Nişanca mahallesinin Suriyeli Arap ve Türkmen ağırlıklı göçmen sakinleri arasında küfürler ve duvar yazıları eşliğinde, beyaz sabun kokan tepemizdeki balkonlara asılı çamaşırlara ve ufak seyyar tezgahlarda satılan balık yumurtası konservelerine bakarak dolandık. Bir sürü kargo şirketinin Kiril harflerinden tabelalarına, köşede bir esnaf lokantasının Arapça tabelasına okuyamadan baktık.

Laleli'ye geri döndüğümüzde de daha az yabancı hissetmiyorduk kendimizi hiç; onlarca acayip ve rüküş, rengarenk baskılı ve taşlı delikli kıyafetler sergileyen mağazalar arasından el ele inerken biraz daha şaşalamıştık(şaşalamak diye bir kelime olmayabilir de)hatta. Türlü ecnebi isimli ama tekinsiz oteller arasından geçerken pek çok dilde konuşmalar ve bağırışlar işittik, hiç biri Türkçe değildi.

Biraz tanıdık mahallere girelim isteyerek Galata'ya çıktık ve arada bir uğramaktan keyif aldığımız şarap butiğinin barında iki iskemle bulduk kendimize. Yorulmuş, acıkmış ve susamış iki kişi, oturduk ve bir şarap seçtik. Sanırım doğru seçimi yapamadık-ki bu da bu tuhaf günün bir parçasıydı adeta. Asidi kaçmış gibi garip bir şarap içtik ve biraz kötümserleştik. Belki birkaç laf soktuk birbirimize.

Rüzgarlı havaya geri çıktığımızda akşam çöküyordu, Koca Mustafa Paşa tarafında bir tiyatro oyununa biletimiz vardı.(bilet de elimizde yoktu aslında ya neyse)Biraz bakınaraktan bulduk ve kapısı aldatmacalı mekana girip günün tuhaflıklarının devamı niteliğinde, hiç kimsenin bilet sormadığı bir salona, hiç teslim almadığımız biletlerimiz cebimizde olmaksızın oturduk.

Oyun iyiydi, seyirci az ve hepsi birilerinin tanıdığı gibiydi. Semaver Kumpanya'nın Veriler oyununu izlerken çok üşüdüm, kendimi kötü hissediyordum ve sanırım birkaç cümlesini aklımdaki sesleri bastıramadığım için kaçırdım. Yine de, İsrailli ve Filistinli birer polisin, yakın geçmişte işlenen faili meçhul cinayeti aydınlatmak üzere işbirliği yaptığı öyküyü de, ele alınışını da beğendim. Sinir bozucu sinek vızıltısını dekor arkasında çıkaran viylacıyı da unutmamak gerek.

Bu acayip günün sonunu ne siz sorun, ne ben anlatayım...


25 Nisan 2014 Cuma

1766

Saçlara nem maskesi, dip bakımı, uçlarını düzelttirme, pedikür, oje yenileme, aromatik yağlarla masaj... mis gibi bahar temizliği!

24 Nisan 2014 Perşembe

23 Nisan 2014 Çarşamba

1764

Önce büyüleyici bir rüya gördük; Doğu Avrupa'nın Prusya ile Bohemya sınırı civarında bir yerlerde olduğu varsayılan Zubrowka adlı bir masal şehrinin en ihtişamlı otelinde, iki dünya savaşı arasında geçen uzun ve nefes kesici bir macera... Karizmatik konsiyerj rolünde Ralph Fiennes, fıs fısladığı çekicilik parfümü ve kırılgan kibarlığının sayesinde, yaşlı savunmasız zengin hanımların çoğunlukta olduğu müşterilerini pek memnun etmektedir. Şapşal görünümlü tecrübesiz bir belboy olan Zero- adı misali hayata sıfırdan başlamakta olan genç bir çocuk- yanında çalışmaya başlayınca, türlü maceralara atılırlar... Kendisine miras bırakılan "Elmalı Oğlan" tablosunu çaldıktan sonra hapisten kaçma serüvenleri ile arka planı besleyen tarz sahibi ZZ askerleri şiddeti arasında romantik dizeler ile espriler havada uçuşuyor.
Bu hoş rüyadan pattadanak uyandık:hastalıklar içinde, zayıflıktan dökülen çökmüş bir kovboyun homofobik ve bol küfürlü, kadınları aşağılık gören maskülen dünyasına tokatla uyandık. Sağlık sektörü ve ilaç firmalarının pompaladığı pislikler bir yandan, toplumun dayadığı acımasız önyargılar diğer yandan sıkıştırmaktayken hayata zamk gibi yapışan Teksaslı adamın karşısında uyandık.

1763

(22 NİSAN SALI)

Kış boyu mikroplara dayanan bağışıklık sistemimde bahar ortasında hafif bir delik oluştu sanırım- öyleyse çaya çorbaya abanalım bir iki gün...

21 Nisan 2014 Pazartesi

1762

Bıyıklıları oldum olası sevmişimdir; tek dişi altın çingene adamlar ile hınzır kedileri...

1761

(20 NİSAN PAZAR)

Sanırım 4. yıldönümü o çilekli gecenin, ya da öyle bir şey...

Kapadokya diyarından bu gece eve şişelerce kırmızı, beyaz, pembe şarap ve kese kağıtlarında taptaze gün kurusu kayısı, ekşi elma kurusu, çıtır çıtır kabak çekirdeği ile mayhoş karadut kurusu geldi.

Baharın bereketine şükran mealinde bir avuç ceplerimize doldurup ormanda yürüyüşlere çıkalım...

1760

(19 NİSAN CUMARTESİ)

Sevgili günlük,

Senin de tahmin edebileceğin üzere; hayatımın en mutlu günlerini filan yaşıyorum ve kapağını açmaya pek tenezzül etmiyorum bu yüzden.
Henüz konuşabilen bir köpeğim olmadı yahut sihirli mantarları bulamadım ama, yine de harikalar diyarında bir kız çocuğu misali eteklerimi savura savura hoplayıp zıplıyorum... İnsanlara uzaktan bakınca, pek manasız ve sıkıcı göründüklerini son günlerde fark ettim.

sepet sepet yumurta-sakın beni unutma sevgili günlük.
(ben senin yaşadığına inanıyorum-bütün oyuncaklarım gibi)

19 Nisan 2014 Cumartesi

1759

(18 NİSAN CUMA)

"Hiç bitmeyen Hakan yapmışlar!"

Özgür Cuma Masalı

Sabah kalkmış bana kahvaltıya gelmiş, cevizli peynir ezmemi de pek beğenmiş...
Yağmur bastırdıktan sonra çabucak geçivermiş de hava açmış; bu adam da benle alışverişe gelmiş...
(Alışverişe eşlik eden sevgilinin eli öpülür)
Akşamüstü güneşi iyiden iyiye ısıtırken içimizi, tatlı bir yorgunluk çöküvermiş...
Evin karşısındaki fırında hala ekmek hamuru varmış; pizza yapmak aklımıza gelivermiş...
Pastırmalı, acı biber turşulu ve ananaslı pizzalar parmaklarımızı yedirmiş...
Şarabın yanına bir parçacık efkar da uykumuzu getirmiş...
Gece kalorifer tıklamalarının ürpertici efektlerinin arasında tuhaf bir korku filmi de iyi gidermiş...

Efendim masalımız burada bitiyor-zira ötesi çocukları ilgilendirmiyor.

1758

(17 NİSAN PERŞEMBE)

Haldur huldur...
harala gürele...

Anneler evden çıkmakta eskeriyetle çok zorlanırlar; ev yani onların doğal ortamı bırakmakta en zorlandıkları ikinci şey olup, çocuk da ilk sırada gelir.
Çocuklar içinse-yaşı ne olursa olsun-anneleri evden gidince kudurmak, kudurmayıp da tek başına film seyretseler bile manasız bir heyecana gark olmak esastır.

17 Nisan 2014 Perşembe

1757

(16 NİSAN ÇARŞAMBA)

Yeniden liseli gibi tazecik ve hafif hissediyorum!
Uçarak iniyorum evden aşağı, her zamanki sokaktan, kedilere selam vererek ve sabah mahmurlarını sollayarak varıyorum sahile.
Sen bisikletine dayanmış beklemektesin beni, illa ki bir beş dakika dahi olsa- bekletmek şanımdandır!
Sarılıp günaydınlaşıp, vakit kaybetmeden yürümeye devam ediyoruz -sahilin bir ucuna kadar hiç yorulmadan- gençliğimizdeki gibi!
Konuşarak şakalaşarak yürürken yer ayaklarımız altından akıyor, daha güneşli köylere tatile çıkılan sabahlar gibi berrak masmavi gökyüzü...
Ancak eve hafif yokuş tırmanıp vardığımda elektriklerin kesik olduğunu- dolayısıyla 12 kat merdiven çıkacağımı- öğrendiğimde yoruluyorum biraz.

15 Nisan 2014 Salı

1756

Şöyle bir dağıtalım-kendimizi unutalım-sabahlara kadar dans edip topukları patlatalım istiyorum!
Sabahın köründe tavuksuyuna az çorbayla kahvaltı ettiğimiz ılık günler kapıda...
Haydi bakalım az kaldı-bu bahar elimizden kaçamayacak!

14 Nisan 2014 Pazartesi

1755

*Sahilde şarabı şişeden içip şarkı söyleyerek sabahladığımız "öpüşme gecesi"
*Bir sabah arabayla basıp uzaklara gittiğimiz, uzun ve keyifli bir kahvaltının ardından doğada yürüyüşler yaptığımız "tatil günü"
*Dans etmeli Beyoğlu gecesi; tercihen pazar gecesi Hayal Kahvesi'nde, fazla kalabalığa dalmadan, rahat
*Piknikli sabah; tercihen Kireçburnu sahilinde sabahın köründe, termosumuz kahve ve poşetimiz börek dolu, balıkçılara selam ederek
*Ucuz ve güzel kıyafetler alabilmek için şehrin öbür ucuna gitmeye üşenmeyeceğimiz "sezonluk alışveriş çılgınlığı"
*Film festivalinde, bilet aldıklarımızın haricinde, gözümüze kestirdiğimiz bir iki filme daha son anda bilet sorup girmeyi denediğimiz "bohem ruhu"
*Haco Pulo'da hafta içi gündüz vakti en rahat köşeye kurulup bardak bardak çay içerken epeydir biriktirdiğimiz dergileri okuduğumuz "tembel entel" günler
*Ada sezonunu açan ve tercihen Heybeli'de Mavi'nin enginar dolmasını iki tek rakıya meze ederken bitirdiğimiz efkarlı akşamlar
*Bizim oranın pazarından taptaze yeşillikler, mis gibi çilek, peynirin tam yağlısı ile köy yumurtası alıp evde birlikte sofra kurduğumuz sağlık dolu sabahlar

Bu liste; işten ayrıldığın günlerde yapmak istediklerimizi hatırlamak amacıyla yazılmış olup, güncellenmeye müsaittir.

13 Nisan 2014 Pazar

1754

"Senin de var mı etrafında senle ilgilenen erkekler...?" diye sordun imalı, televizyondaki bir cümleyi tekrarlayarak sanırım o sırada.
"Yok ya valla, sorma hepsini uzaklaştırdım-hayatım çok sıkıcı!" dedim şımarık suratımla.
Cevabın tam da istediğim gibi hafif sinirli ve pek sevimli geldi:"Nasıl sıkıcı?! Ben varım ya!"
***
Pazar kahvaltısı ardından kanepeye yayılmak bizim en tatlı rutinimiz-hiç bir şeye değişmem!
Başka rutinlerimiz de var sabah-öğlen-akşam...ama söylemem!

1753

(12 NİSAN CUMARTESİ)


Beşiktaş'ta amaçsız buluştuğumuz, nereye gideceğimize ayaklarımızın bize sormadan karar verdiği bir tatil gününden güzel ne olabilir?
Hava sabah yağmurlu, evden çıkarken güneşli, yürürken bulutluydu-bahar genç kılar gibi kararsız ve nazlı!

Beşiktaş çarşısında dolanıp, eskiden bildiğimiz hangi cafeler kaldı, yeni nereler açılmış diye etrafa bakındık. İri istavritlere ve ucuz bulduğumuz kalkanlara göz attık. Kahvaltıcılar sokağını tıka basa dolduran öğrencilere bakarak köşeyi dönüp Akaretler'e çıktık. Rüzgara karşı Teşvikiye'ye tırmanıp vitrinlere ve kahve içenlere baka baka Harbiye'den Taksim meydanına girdik. Baş döndürücü kalabalığa dalınca kendimizi unutup Galatasaray'a iniverdik; uzun yürüyüşümüzün dinlenme durağı küçük ve akşamüstü vakti sakin bir şarap eviydi. İlk kez deneyeceğimiz bir şişe şarap söyleyerek meze tabağından kuru patlıcan dolması, lorlu zeytin ezmesi ve cevizli kırmızı biber ezmesi seçtik. Kuru et-peynir tabağı zaten burada masaya hep gelmeli. Lise yıllarındaki futbol taraftarlığı anılarımızı paylaşarak minik tabakları sıyırdık ve şişenin dibini bulduk.

İkinci durak Karaköy iskelesi idi: karşı yakada bizi bekleyen film biletlerimizi teslim almak üzere yukarı çıkarken, açıldığını yeni fark ettiğimiz bir iki mekan kestirdik gözümüze ve her şey satan komik bir ucuzcu dükkanda aynalı güneş gözlüğü denedik. Seçtiğimiz festival filmi salonu doldurmuştu-meğer Tarantino'nun övgü ve önerisini almış arkasına. Modern ve fena bir "Kırmızı Başlıklı Kız" masalı sunan İsrail filmi "Büyük Kötü Kurtlar", büyük bölümü tek mekanda geçen ağır bir intikam filmi. Sanırım intikam filmi denebilir; zira küçük kızının başsız cesedinin ormanda bulunmasından sonra göz altına alınıp dövülen ve sonunda serbest kalan mülayim din öğretmeni ile onu kovalayan polisi kaçıran babanın hikayesini anlatıyor.
Polis tarafından yakalanıp metruk bir binada dövülerek ifadesi alınmaya çalışılan masum görünüşlü orta yaşlı bir adamı tanıyarak başlıyoruz filmi izlemeye. Sürekli masumiyetini tekrarlayan bu kurban rolündeki adamın kendi halinde hayatını sürdüren bir din hocası olduğunu öğreniyoruz ardından. Zeki olmaktan uzak görünen kaba saba polise pek güvenmediğimizden, adamın suçluluğuna inanasımız gelmiyor başından beri. Sadece bu korkunç suçları üzerine yıkmak isteyecekleri bir pedofil sapık arıyor gibiler.
Adamın peşini bırakmayan polis, onu köşeye sıkıştırmış zorbalıkla itiraf almaya çabalarken, tanımadığımız iri yarı bir adam sessizce gelip ikisini de kürekle vurarak bayıltıyor.
Bu tekinsiz tip, tecavüz edilip öldürülen küçük kızın öfkeli babası. Tek amaca odaklanmış vaziyette: suçuna kani olduğu bu pislik heriften kızının başını nereye sakladığını öğrenene kadar ona işkence etmek- gözü başka şey görmüyor. Bunun için doğanın ortasında Arap köyleri ile çevrili bir inziva kulübesi bile tutuyor. Geniş bodrumda yere sabitlediği koltuğa bağlayıp kızına yaptıklarını bir bir ona yaparak sorgulamaya başlıyor. Bu vesile ile iğrenç detayları öğreniyoruz: sapık katil, kızı şekerlemelerle kandırıp kaçırmış, uyuşturucularla bayıltıp tecavüz etmiş ve parmaklarını tek tek kırarak acıdan kendinden geçirdiği kızı, ayak tırnaklarını sökerek ayıltmış ve sonunda kör testereyle boğazını kesmiş. Baba kararlı-başlıyor parmak kırmadan.
Filmin başından beri haksız işkenceye maruz kaldığını tekrar eden adam artık basbayağı "kurban." Suçluluğuna inanan polis bile bir noktada durdurmaya çalışıyor canavarlaşan babayı. Baba durmuyor ve polisi de kelepçeleyerek sistematik işkenceyi doz doz arttırıyor. İşte filmin unutulma repliği burada geçiyor: "Manyaklar şiddetten korkmaz, manyaklar manyaklardan korkar."
Şiddet tam en yüksek doza ulaşacağı anda araya giren sürpriz olaylar-evhamlı annesinin telefonu, yatıştırıcı koyduğu kekin piştiğini haber veren mutfak saati alarmı, hasta olduğunu sanan babasının beklenmedik ziyareti gibi-filme absürd bir kara-mizah katıyor. Bodruma inip oğlunun iki adamı bağlamış çekiçle vurduğunu gören büyük baba, meğerse en vahşi işkenceci imiş! "Her hayvan gibi insan da en çok ateşten korkar." diyerek torununun başını nereye gömdüğünü sorduğu adamın göğsünü lehim makinesiyle çatır çatır yakıyor. Sanırım Tarantino'nun sevdiği sahne buydu.
Artık dayanamayan adam, kızın başını çalıştığı okulun yakınında bir seraya gömdüğünü "itiraf ediyor". Peki derhal kazmaya giden babanın eli boş dönmesi, adamın sapık katil olmadığını kanıtlar mı?
Filmin sonunda polis, yanlış çocuğa doğum gününde hediye edilmiş bisikletin tekerini çevirirken anlıyoruz... Masumiyet tek taraflı feshedilince, kurban ile katil karışabiliyor.


11 Nisan 2014 Cuma

1752

Kırlangıçları var bizim evin, her senenin aynı mevsiminde çatı arasında bir köşeye gelip tutunan.
Mor salkımlı çardakları var bizim mahallenin, leylaklı gizli bahçeleri var ara sokaklarının...
Daha ne isterdim sevmek için evimi, diye düşünürken, bugün çıkıp yıldız çiçekleri aldım.

10 Nisan 2014 Perşembe

1751

Umut dolu ışıl ışıl bir sabah...!
İçime sığamadım, attık kendimizi çimlere...
Akşamüstü fırtına sürprizi yapıverdi, evlere geri kaçıştık...

1750

(09 NİSAN ÇARŞAMBA)

Nisan mı çarptı ne- kafamı kaldıramadım bugün.

9 Nisan 2014 Çarşamba

1749

(08 NİSAN SALI)

İşten ayrılmak için güzel bir gün!
Eskiyle vedalaşıp yeniye yola çıkmak için harika bir gün!
Tam tazelenme mevsimi-her şey uyanıyor, dışarı çıkıyor, açılıyor.
Güzel şeyler ummak için mükemmel bir gün- bugün senin doğum günün!

7 Nisan 2014 Pazartesi

1748

Bunu duymayı hak edecek ne yaptım, merak ediyorum.

Bir de bir şey diyeyim mi?
Bana haksızlık etme kredini baştan doldurdun sen.

6 Nisan 2014 Pazar

1747

Bahar Yemini

Bir şeyler daha diyecek oldum, içimde kaldı.
Sinir oldum ve şevkim kırıldı.
Benim pek de etkim yoksa madem, çekileyim geri.
Bu süreci daha zorlaştıracak şekilde davranacaksan, baş edemeyip yenik düşeceksen ve somurtmayı seçiyorsan- ben yokum.
Kusura bakma ama; ben de bu baharı dolu dolu geçirmeye ant içtim!

1746

(05 NİSAN CUMARTESİ)

Hepimiz yamyamız.
Uygun koşullar altında...

1745

(04 NİSAN CUMA)

Varsın o da geçmişimin parçası kalsın, varsın hayatımdan usulca çıksın.
Zaten yoktu ki aradığımda yanımda, türlü sebepler uydurduk hep birlikte uzaklaşmasına.
Uzağa taşınmak da yeni arkadaşlar da yeter sebep olmaz oysa, dostluğu harcamaya.
Hayır- başka sebep varsa da bilelim istedik, bilemedik.
Nasıl olsa birkaç aya kalmaz, sevgilisinden ayrılır, aklına geliriz.
O vakit yanında olmak içimden hiç gelmeyecek artık.
Nasıl olsa mutsuz olmanın bir sebebini bulur hep, bu aidiyetsizlik hissi bile yeter içini kemirmeye.
Varsın, o mutsuz, köksüz kalsın. Bir çıkış arayıp durmakla ömrü geçsin- biz yaşamaya bakalım!

İnsan üzülemiyor.

3 Nisan 2014 Perşembe

1744

Birinin beni heyecanlandırması ne kadar zor... Milyonlar arasında, beni etkileyebilen, ışığı gözümü alan bir çift göz... Ne nadir...
Ve sen, bunu hesaba katınca, ne büyük şanssın... Yazı-tura atışının bir taklası... Kuyruklu yıldız çarpması...

1743

(02 NİSAN ÇARŞAMBA)

HAYATA YETİŞEMİYORUM!

1 Nisan 2014 Salı

1742

İnsanın en sevdiği bir çantası olsa, başka ne ister mutlu yürümek için?
Sarınıp saklanacağı çok sevdiği eski bir paltosu olsa... Kendi olmaya daha ne ister?