30 Mart 2013 Cumartesi

1375

"Gözlerimi kaparım vazifemi yaparım..."

Vicdani'ye gelen vurdu, giden vurdu, herkese yaranayım derken zavallıcık sonunda aklından oldu!

1374

(29 MART CUMA)

Alışveriş çılgınlığına kapılmış kadınlar, yanlarında sürükledikleri adamlar, çocuklar, hepsinin elinde aynı torba...

28 Mart 2013 Perşembe

1373

Yağmurlu Gecelerin Aşk Hikayeleri

Yağmurlu, serince bir akşamdı, sanırım Ekim sonu gibi, henüz yeni yakınlaşmaya başlamıştık. Bir arkadaşımla meyhanede bir iki kadeh içip sohbet ettikten sonra onu görmek gelmişti içimden. Her seferinde olduğu gibi biraz huzursuzdum ona giderken, haber vermeden binivermiştim taksiye, korkuyordum beni istemez diye.

Birden mesaj sesi geldi:

"Bu gece yağmur yağabilir... Yatağa yatarken penceremi açık bırakacağım. Bana eşlik etmek ister misin?"

İşte böyle başladı bizim hikayemiz
...

27 Mart 2013 Çarşamba

1372

Eh, artık kazağın da olduğuna göre üşümezsin.
Hem de senin rengin; gri-mavi...
Bir 10 yıl daha hatırlanmayı garantiledim!
Mutlu yaşlar ;)

1371

(26 MART 2013 SALI)

Naif korkular

Ben biraz korkuyorum bazı şeylerden, mecburen daha az görüşeceğimiz bir iki yaz ayı boyunca uzaklaşacağımızdan, bu süreçte hayatımıza başkalarının gireceğinden, başkalarıyla daha fazla şey paylaşacağımızdan, kokunu unutacağımdan, biraz korkuyorum düşündükçe...

25 Mart 2013 Pazartesi

1370

Benim canım bugün yazmak istemiyor,
anlatacağım şeyler olmadığından değil yo-
kafam karışık, elim meşgul olduğundan daha ziyade...

24 Mart 2013 Pazar

1369

Mesela;

Bi' de:
basit şeylere bayılıyorum, mesela;
peynir-ekmek!
mesela;
gazeteyi bakkaldan almak,
mesela;
çocukluğumdaki çizgi filmleri bulmak,
mesela;
eski bir kitaba kütüphanemde rastlayıp yeniden okumak,
mesela;
masal dinlemek,
mesela;
uçan balonların morlusu,
mesela;
eller cepte yayan gezmek,
mesela;
lıkır lıkır su içmek...

1368

(23 MART CUMARTESİ)

Tembel Haftasonu

Aklımı başka bir yerlerden toplayabilseydim, belki daha güzel bir haftasonu olabilirdi.
Ama yine de- böyle şehvetle uyandırıldığım, böylesi enfes sandviçlerle beslendiğim biraz mayışık ve bolca şımarık bir günün neresi kötü sayılabilir?
Sanırım çok şanslıyım!

23 Mart 2013 Cumartesi

1367

(DÜN GECE- CUMA İŞTE)

Yine beklenmedik, yine kendiliğinden, yine pek keyifli bir gece...!

Heyecan verici bir oyun için Kadıköy'den yola çıktık, biraz araştıra taraştıra da olsa sonunda Cihangir'deki Bo sahne denen henüz yeni kurulduğundan pek rahat olmayan, oyun izlemeye katiyen elverişli olmayan ve ters çevrilmiş kelebek kanatları kullanılmış logosunu hayrına değiştirmek istediğim mekana ulaştık.


Bu arada bakkal her şeyi biliyor, hani "biz burada canımız çekince keyfimize göre sanat yapıyoruz ama genelde aheste avare takılıyoruz" tarzı genç yetenekler mahallelerini hiç bilmiyorlar, boşuna sormayın.

Beklerken hafif sosyofobimiz tutmuş olsa da, oyun pat diye bombardıman sesleri ve Wagner'in görkemli Valkyrie uvertürü ile girince, mecburen soğuk ve rahatsız sandalyelerimize yapıştık.


Zaten Hitler'in sığınakta kendini öldürmeyi tasarladığı son 12 saatini temsil eden oyun, sizi yerinize mıhlıyor. Yerlerde sürünen, bombardıman başlayınca masanın altına saklanan, sandalyesini Eva gibi öpen, aynaya tüküren Burak Sergen'i takip etmeye çalışırken zorlanıyorsunuz.


Hitler'in tüm karakteristik mimik ve pozlarını, hitabetini hap gibi yutmuş bu adamı ter içinde bırakan 1.5 saatlik tek kişilik performansını gönülden alkışladık.
Hele tam da tepemizde birdenbire spotların yandığı ve artık Burak Sergen değil bizzat Hitler olan adamın parmağıyla işaret ederek üzerimize yürüdüğü anlarda resmen ürktük. Oyunun sonunda doğaçlama olup olmadığını merak ettiğim kısa bir "aslında hepimizde biraz faşistlik var" konuşması da güzel nokta koydu doğrusu.

Yediğimiz tokadı hazmetmek bize birkaç içkiye mal olacaktı, dolayısıyla her zamanki bara seyrettik. Hava bu kadar can yakıcı soğuklukta olmasa daha iyiydi.

Birer Lynchburg Lemonade, birer "dark ale içine baileys-jack shot bardağının atıldığı" İrlanda kokteyli(adı neydi onun?) devirdikten sonra kendimizi hatırlamaya ve eğlenmeye başladık.

Tesadüfler bizi, arada bir o barın önünde karşılaştığım bir arkadaş ile onun yanına gelmiş tanımadığımız bir başka arkadaşla karşılaştırdı. Çok konuştuk, çok tartıştık, Enver Paşa'dan girdik, Türkçe'nin sadeleştirilme hareketi ve Ziya Gökalp'a vardık, erkek ve kadın cinslerinin dürtülerinden söz açtık, Nietzsche'nin nazi ideolojisinden sorumlu olmadığında hem fikir olduk.

Epeyce üşüdük, bolca içtik,hayli güldük, azcık dans ettik ve tantuniyi eksik etmedik, derken geceyi sabah ettik.

Böyle geceler çok güzel hoş da, ertesi sabahlar pek fena!


























20 Mart 2013 Çarşamba

1365

Ürün kodları, kdv oranları, excel dosyaları, silinen satır ve sütunlar, içeriği kopyalanan hücreler, içerik açıklamaları, kullanım talimatları, ziplenen fotoğraflar ve perakende satış fiyatları ile dolu geçen bunaltıcı ve can sıkıcı bir kaç gün boyunca, haftasonu Polenezköy'de kahvaltı planımızla yaşıyorum!

1364

(19 MART SALI)

Aksanlı Fransızcamla Marsilya'da haftanın her perşembesi (niye perşembe?) yalnız birkaç kişinin dinlemeye geldiği köhne bir barda sahneye çıkıp kırık, buruk aşk şarkıları söyleyen, başından şapkası, cebinden borcu eksik olmayan, çirkin burunlu, dağınık saçlı, yakası bağrı açık gezen serseri görünümlü fakat yumuşacık kalpli bir Yves Montand olmak isterdim!

18 Mart 2013 Pazartesi

17 Mart 2013 Pazar

1362

Yaşlılar pek sevimli, fakat aynı zamanda bir parça zor tahammül edilir oluyorlar.
Ağır ağır yürüyor, etrafa hayretle bakakalıyorlar.
Bugün, yine tatlı bir kahvaltının ardından erkek arkadaşımı Eskişehir'e uğurlayıp anneannemle dedemi yemeğe götürdüm, pek memnun kaldılar.

1361

(16 MART CUMARTESİ)

Yağmur yeniden başlayıp haftasonumuzu biraz yorucu hale soktuysa da, rüzgarlı yokuşlarda içimiz ürperse de, film festivalinden hangi seansa bilet alacağımıza karar vermek başımızı ağrıttıysa da, pek keyifli bir gün oldu!

Cihangir'in samimi cafesinde bir kahvaltı ve bir sosis tabağını paylaştıktan sonra, enteresan ve oldukça ilham verici bir-iki sanat dergisine baktık, ardından bir başka cafenin üst katına kurulup bir sürü filmin hikayesini okuduk. Her zamanki gibi festivalde yer bulmak cumartesi akşamı Nişantaşı'na araba park etmekten zordu, bir tanesini başarabildiğimize sevindik.

Çok üşümüş ve yorulmuş vaziyette trafikte sıkışınca biraz bezginleştik ama evde ısınıp kanepeye yayıldığımızda hemencecik rahatladık. Mutluluğumuzu pekiştirsin diye olacak- bir felaket filmi çekti canımız, biz sıcacık sarılmış koyun koyuna yatarken üç çocuklu bir ailenin tsunami felaketiyle boğuşmasını izledik.

1360

(15 MART CUMA)

Kırmızı ayakkabılı kızıl saçlı kızın masalını hatırlıyor musunuz?
Hani şu, tuhaf arkadaşlarıyla Oz Büyücüsü'nü görmeye giderken sarı tuğlalı yoldan yürüyen...

Bu akşam o eski masalın başlangıcına gittik, beceriksiz fakat bir o kadar sevimli bir sahtekarın Oz halkını kötü cadılardan kurtarmaya gelmiş büyücüye dönüşme öyküsünü seyrettik...

14 Mart 2013 Perşembe

1359

Sonunda hediyeni aldım! ;)

1358

(13 MART ÇARŞAMBA)

Bol tarçınlı, kuru üzüm ve kuru kayısılı, fındıklı cevizli enfes bir kek yaptım, yemesini seyretmeye bayıldığım adama götürdüm.

Geçen seferki gibi memnun oldu, çok yedi ve aslında kek olan "pasta" için teşekkür etti.

Yaklaşmakta olan baharın en güzel havalarını birlikte geçirmek için fazla fırsatımız kalmayacağını düşünerek kendimi üzdüm biraz, ama öyle şanslıyım ki; sabaha karşı 3 ile 4 arasında teselli edildim...

1357

(12 MART SALI)

Ateşkes:

"Seni yine güllerin sardığı bahçe kapısında beklerim o zaman..." dedi, yıllar sonra yeniden görüşecektik.
Vaktinden az evvel geldi, aşağıda, yıllarca onu görmeye alıştığım aynı yerde, ona en çok yakışan renkte giyinmiş bekliyordu; açık mavi...
Bir zamanlar birlikte eskittiğimiz aynı sokaktan sahile yürüdük, defalarca oturduğumuz çimlere yayıldık.
Hava kapalıydı, fırtına yaklaşıyor gibiydi, uzun uzun ortak tanıdıklarımızdan, neler yaptıklarından nasıl olduklarından konuştuk.
Ayrıldıktan sonraki buluşmalarımızda ya ağladığımızı ya da öpüştüğümüzü düşünürsek, sanırım bu bir çeşit ateşkes oldu...

11 Mart 2013 Pazartesi

1356

Güzel ve Çirkin'i yeniden okumak istiyorum, bir kırmızı gül vardı masalda, hatırlıyorum...



10 Mart 2013 Pazar

1355



Dream weekend: Maşukiye'ye araba yolculuğu, dostlar, dev kahvaltı, üstüne yetmedi bir er kahve hatta bir de künefe, doğada yürüyüş, şırıl şırıl su sesi, oksijen çarpması...

1354

(09 MART CUMARTESİ)

Keyifli, durgun bir gün...

Sahil sezonu açıldı, hava biraz bulutlu fakat ılıktı, serçelere selam edildi, arkadaşlarla hoş beş edildi, paslı Duvel içildi, yanına bir sigara yakıldı.



Bir de hiç beklemediğim mis kokan şebboylarım oldu:)



9 Mart 2013 Cumartesi

1353

(08 MART CUMA)

Eskiden daha mı güzelmiş yaşamak?
Bir dilim ekmeği ceplerine atıp
Taşlı yollarda yürüdükleri vakitler hani
İki hırkayla kışı geçirdikleri vakitler
Ne kıymetli olur o hırpani hırkalar...
Eskiler daha mı mutluymuş sanki?
Ceket ceplerinde dürülmüş bir mecmua
Koyuldukları vakitler yola, hayata
İç ceplerinde bir beyaz mendil, işli
Öksürdükleri, çok yaşa dedikleri
Gülüştükleri, selam verdikleri vakitler
İnsanlar, insan gibi


Öldükten Sonra
Diyecekler ki arkamdan
Ben öldükten sonra
O, yalnız şiir yazardı
Ve yağmurlu gecelerde
Elleri cebinde gezerdi
Yazık diyecek
Hatıra defterimi okuyan
Ne talihsiz adammış
İmanı gevremiş parasızlıktan

Muzaffer Tayyib Uslu

Nedamet
Tanrım açamadık içimizi
Arık buluşmamız mahşere kaldı.

Ne yelken ne gemi var limanda
Kaçmak bir uzun sefere kaldı.
Mercan bir sahildeymiş gemiler
Bulmak kasvetli günlere kaldı

Rüştü Onur



7 Mart 2013 Perşembe

1352

İki Masal Parçası

Bir masal anımsıyorum, hayal meyal... Bir kız vardı, belki 3 kız kardeşten biri, belki bir prenses, yahut köylü...
Ay renkli bir elbise dikiyorlardı kıza, sonra güneş renkli bir elbise ve bir gül vardı, kan rengi...
Bir prens vardı muhakkak, ama hatırlayamıyorum hepsini, samanlı kağıda baskı incecik bir kitaptaki masallardan biriydi.
Denizkızı masalı vardı bir de aynı kitapta, deniz altının kralıydı babası, günlerden bir gün yakışıklı bir prense gönül verip,
onu takip edebilmek için kuyruğunu bacaklarla değiştirmişti büyücü kadının yardımıyla, fakat konuşamıyordu hiç.
İki masal parçası kalmış aklımda, unutulmuş rüyalar gibi, ne kadar düşünsem daha uzaklaşıyorlar hafızamdan...

6 Mart 2013 Çarşamba

1351

Bu sabah kahvaltıdan evvel, daha çok acıkıp daha iştahla yemek için yürüyüşe çıktım. Alınacak bir biletim de vardı, aşağı inmişken onu da aradan çıkarttım ama geri dönerken çıktığım yokuş epey nefesimi kesti doğrusu. Daha çok yürümek lazım, dedim kendi kendime, daha çok gezmek, daha fazla değişik şey görmek, daha bir açılmak lazım. 1 saat yürümüşüm, terlemiş ve yorulmuş, ama en çok da acıkmış döndüm eve, hemen suya girdim. Islak saçlarla kahvaltı ettim sonra, ıslak saçlı durmak ban hep yazı hatırlatır da sevinirim. Daha sık yıkanmak lazım, dedim içimden, daha çok yüzmek, daha fazla su kenarına inmek, suya bakmak, dalga sesi dinlemek lazım. Bir yumurta haşladım, bir avuç ceviz koydum tabağa, körpecik tere yapraklarına limon sıkıp zeytinyağı gezdirdim, mis gibi bahar kokuyordu kahvaltım! Daha bir iyice duydum; bahar geliyor- çanlı çıngıraklı, bayraklı marşlı, çoluk çocuk, kafa göz yararcasına, bodoslama, şen şakrak, allı güllü, hem hepimize, hem de bedava- bahar geliyor!

5 Mart 2013 Salı

1350

Hişt Hişt!
Duydunuz mu-
bahar geliyor...

Bu bahar er ya da geç, öyle ya da böyle gelecek
ve inadına çok neşeli, pek cıvıltılı geçecek!

1349

(04 MART PAZARTESİ)

Son günlerdeki durumumuz: bir cenaze, bir akraba, iki aile yemeği, bir ziyaret.

4 Mart 2013 Pazartesi

1348

(03 MART PAZAR)

Arabayı kenara çekti.
"Ben aslında bir şey olabilirdim..." diye büktüm dudaklarımı, dünyaya gücenmiş bir çocuk gibi ağlayarak.
"Herhangi bir şey yani..."
Gözyaşlarım ip gibi aktı önüme, ellerime.
"Ben aslında başarılıydım hayatım boyunca her şeyde!"
Kendimden utanıyordum.
Kendime karşı mahcup hissediyordum, "bir şey" olamadığım için.

Hala yolumu bulamadım ben aslında, bir ara buldum sandım, 10 sene evveldi-
ondan sonra bir şaştım, hala doğrulamadım.

1347

(02 MART CUMARTESİ)

Çok özlenen gece:

6 yıl evvel, henüz gençken ve büyük umutlarımız varken, yaşamaya açken ve yeni insanlar tanımaya bayılıyorken, çok sevimli bir barda keşfettiğimiz Boğaziçili grubun müdavimi oluvermiştik. Klarnet, ut, def gibi Alaturka enstrümanlarla Ermeni, Rum, Anadolu, Endülüs ve Çingene şarkıları çalıyorlardı. İlk gidişimizde, "Hiç böyle bir şey dinlememiştim!" diye düşünmüş, heyecanlanmıştım. Pek cazibeli ve pala bıyıklı solistleri ile sohbet etmiş, yaptığı şeylerden çok etkilenmiştim. Sonra her perşembe artık evimiz gibi rahat hissettiğimiz bara gitmeye başladık. Hep birlikteydik ve hiç bir şeyi takmadan eğlenebiliyorduk, çok güzel günlerdi... Arada bir siyah kumaş pantolonlu, beyaz gömlekli, rugan ayakkabılı İspanyol amcalar dans ederdi, hayranlıkla izlerdik. Kendi figürlerimizi sergilerken sahne önüne gider ve hep dikkat çekerdik. Çok keyifli zamanlar geçirdik...

Geçen gece, bu kez bizim mahallede yeni açılan ve henüz ruhu olmayan bir mekana, artık hemen her elemanı değişmiş olan aynı grubu dinlemeye gittik. Ağırlıklı Rum şarkıları söyleyen bir ön grup bizi biraz sabırsızlandırsa da gece yarısına kadar bekleyip, yenilenen repertuara rağmen yine de çok tanıdık gelen şarkıları dinledik. İlerleyen saatlerde neşelendik, biraz dans ettik, yeniden birlikte, mutlu ve özgür hissettik...

1 Mart 2013 Cuma

1346

Mart'ın ilk günü incecik penye bluz üstüne trençkotla çıkacaksın diye kim derdi?

Bahar çarptı bugün beni, epey yürüdüm, hayaller kurdum, yokuşlar çıktım, vapur rüzgarında üşüdüm.