31 Ekim 2011 Pazartesi

860


Samhain: İskoç-Kelt geleneğinde kasım ayının eski adı.
Aynı zamanda 1 Kasım'a denk gelen bayramın adı.

Samhain; yazın bittiğini, hasatın sonunu işaretlemek amacıyla takvimde önemli bir günü belirler. Yılın aydınlık yarısının sona erdiği, karanlık yarının başladığı tarih olup, ölüler festivali olarak kutlanır. Hayvan sürülerinin toplanıp tahılların ambara depolandığı bu günden itibaren soğuk ve sert kışa hazırlık yapılır. Geleneksel olarak 31 Ekim gecesi ölmüş atalar anılır ve korku hikayeleri anlatılır. Dev ateşler yakılıp etrafından veya içinden yürüyerek geçmek bir arınma ritüeli sayılır. Yitirilen akrabaların ruhlarının yeryüzüne ineceğine inanılan bu gece, öte-dünya ile bizim dünyamız arasındaki perdenin kalktığı, yaşayanlarla ölülerin en çok yakınlaştığı zaman olarak kabul edilir.

30 Ekim 2011 Pazar

859

Bugün düşündüm;

1 sene 6 ay önce, "Haftanın 5 günü görüşüyor olabiliriz ama bir ilişkimiz yok, zaten olamaz!" diye tekrarlamaktaydık.
1 sene önce, "Bizim bir ilişkimiz var evet, ama yürümüyor."lardaydık.
6 ay önce, "Sana değer veriyorum." diyebiliyorduk ama "Seni seviyorum!" dile kolay gelmiyordu.
1 gece önce, bana kendiliğinden, gülen gözlerinle bakıp "Seninle çok mutluyum!" dedin.

Nereden nereye...

29 Ekim 2011 Cumartesi

858

"Göklerdeki Babamız, ismin kutsal kılınsın.
Krallığın gelsin.
Gökte olduğu gibi, yerde de Senin isteğin gerçekleşsin." *

"Bu zayıflar, onlar da günün birinde güçlü olmak isteyecekler, kuşkusuz, günün birinde "krallıkları" gelecektir." **

Bu durumda, güce tapan "kötü"lerden farkları nerede? Hırslarını, güç istemlerini, hep öte dünyaya saklamıyorlar mı? Gerçekte, büründükleri o çileci abanın altından sinsi hınçları şunu fısıldamıyor mu: "Biz zayıfız, bir şey yapamayız, ancak istediklerini yapabilenlerden öldüresiye nefret ederiz, intikam büyütür, kin besleriz." Şimdi-burada isteyebilen ve yapabilenler mutludur_şimdi istemeye ve yapmaya cesaret edemeyenler, sefilliklerinin bedeli olarak hiç olmazsa kutsanmış olmak isterler. Bencilce isteyen, arsızca arzulayan ve kahkaha atanlar, mutlaka bir şeyler çalmış olmalılar onlardan! Tanrı onları kurtarmaya gelecek, en zavallı, en aç olanlarını yanına alacak, göklerde krallığında yaşatacaktır...

Can yakmayan, kimseyi incitmeyen, kimseye saldırmayan, Tanrıya bırakan, kötülükten uzak, hayattan çok az şey isteyen ve çileciliği yücelten "iyi"lerin pasiflikleri yüzünden bu dünyada elde edemedikleri mutluluğu, gücü(krallığı), suya sabuna dokunmadan yaşamaya razı olmaları karşılığında öte-dünyada ele geçirmeyi beklemeleri, onların kendi belirledikleri "iyilik"leriyle bütünüyle çelişmiyor mu??!!







*Matta 6:9-13
**Friedrich W. Nietzsche-Ahlakın Soykütüğü Üstüne 2.Çalışma 15.Bölüm

857

(28 EKİM CUMA)

İstiklal'in ortasında iki adımda bir durup, kimselere aldırmadan, sitemli bakışlarla konuşuyor, birbirimize kendimizi açıklamaya çalışıyorduk:

"Ama... Sen bana dans etmeyi beceremiyorsun demiştin-Ben de utandım bir daha yanında dans etmeye!..."
"Nasıl yani-ciddi misin? Şaka yapmıştım yahu, çok hoşuma gitmişti o gece senle dans etmek!"

Hafif uykulu, hafif kaprisli ama içten içe çok mutlu ve biraz da sarhoştuk:

"Benim için ne kadar zordu biliyor musun Gogol konserine gelmek...? Sen o kadar beğeniyordun ki o adamı-hep anlatmıştın bana onu ne kadar çekici bulduğunu, nasıl tanıştığını... Evet bana da bir bilet almıştın ama, dedim şimdi ya konuşursa o adamla, beni unutup giderse ben ne yaparım...? Ama bu korkuyu aşmak için yine de gelmek istedim o konsere..."
"Canım benim! Ama ben sana anlatmamış mıydım, aramızda hiç bir şey olmamıştı ki, sadece konuşmuştuk..."
"Bilmiyorum ki-ama işte, geldiğimde kıskanmama hiç gerek olmadığını gördüm; sen sahneye bakmak yerine bana döndün, benden hiç ayrılmadın, onla ilgilenmedin bile!"
"Tabii ki öyle yapacağım! Sahnede senden daha çekici bir şey görmedim ki ben!"

Dans etmeye çıkmayı planladığımız geceyi eve bir an önce varmaya çalışarak tamamladık.

28 Ekim 2011 Cuma

856

(27 EKİM PERŞEMBE)

Dur-Baştan!

İkinci bir şans vermek istedim, geçen-aramızda istediğim kadar tutkulu ve yoğun geçmeyen- geceye:
Hani çocuk oyunlarında olur ya- beğenmediğinde bir sahneyi, tekrarlarlar; "Baştan alıyorum! Şimdi sen yeni gelmişsin- baştan gir kapıdan..."

27 Ekim 2011 Perşembe

855

(26 EKİM ÇARŞAMBA)

Beklemiştim...Beklerken, hep kendime sabrı telkin etmiştim...
Bir dahakine telafi edeceğiz, demiştim.
Olmadı.

Şimdi kendime mi, sana mı kızayım?
Hanginizi terk edeyim?

26 Ekim 2011 Çarşamba

854

(25 EKİM SALI)

Yıllar önce bir gece Nevizade'de sanırım-
Sık gitmediğimiz bir öğrenci barında oturmuştuk
Arka bahçesinde, bahçe de kapatılmıştı-
Senle birlikte miydik, değil miydik belli değildi
Saçların uzamıştı, gür ve simsiyah, omuzlarında...
Kaşların çatıktı, her zamanki gibi, biraz
Seni öpmeye çalıştım, dudaklarını çektin benden
Anlayamadığım, ama artık şaşırmadığım
Bir uzaklık peyda olmuştu ne zamandır aramızda
O an arkada çalmaya başladı Ayten Alpman:
"Üzgünüm...Acı sözlerim için...Üzgünüm...Seni kırdığım için
Aşkımız lekesiz olmalıydı...Şüphesiz olmalıydı..."
Sesi billur gibi akıyordu: "Affedemem- ben böyleyim..."
İkimiz birden başladık söylemeye, içlendik birlikte
Artık öpüşemesek de, birlikte ağlayabiliyorduk hiç değilse


Geçen akşam aklıma geldi o şarkıyı söyleyişimiz,
Kendi kendime mırıldanırken, şimdi bir başkası için:
Tam da bunu düşünürken:"Lekesiz olmalıydı...Şüphesiz olmalıydı..."
Kendine her şeye rağmen sahip çıkan bir sesle:"Ben böyleyim...!"

25 Ekim 2011 Salı

853

(24 EKİM PAZARTESİ)

Bir zamanlar düşünmeden yaptığın hatayı şimdi telafi etmek istiyorsun-
Seni anlamaya çalışıyorum, ama anlayış gösteremiyorum.

Çünkü sen çok önemli, temel bir meseleyi gözden kaçırıyorsun:
Şimdi...Sen benim çocuğumu öldürmüşsündür, kazayla arabanla üzerinden geçmişsindir.
Sonra pişmanlıkla, vicdan azabıyla gelir benden özür dilersin.
Ben de seni affedebilmek için, senin boğazını keserim.
Bu işler böyledir, bazı şeylerin affı olmaz.

23 Ekim 2011 Pazar

852

Hani günlerce evden çıkmadan, bir odaya tıkılıp hatta masanın başından kalkmadan çalıştığı, saçlarının yağlandığı ve asosyal olmaya başladığından korktuğu dönemleri vardır ya insanın-4 gündür o haldeyim!

22 Ekim 2011 Cumartesi

851

Biliyor musun,
ben artık
öfkemi, korkularımı, acılarımı, endişelerimi...
kimselere açamıyorum
anlatamıyorum-
senden başka.

21 Ekim 2011 Cuma

850



Umarım en soğuk kışı yaşarız!

849

(20 EKİM PERŞEMBE)

Amsterdamlı yanaklı,güleç amcalar şapkalarının altından bize güldüren,zıplatan,oynatan şarkılar söylediler...

19 Ekim 2011 Çarşamba

848

Kendimi suçlu hissettiğim için anlatmak istedim, önemli bir şey olduğundan da değil aslında... Sen olsan anlatmaya değer bulur muydun böyle dile getirmesi zor tuhaf bir durumu bilmiyorum-başkaları anlatmaya gerek duyar mıydı? Beni rahatsız etti içimde taşımak, senden saklamışım gibi olacaktı, tepkini kestiremediğim halde cesaret ettim söylemeye.

İki türlüsünden de korkuyordum: Bir başkasıyla aramda oluşmasına izin verdiğim, belki ihtiyaç duyduğum yakınlığın seni hiç ilgilendirmemesinden de, bunu olduğundan fazla önemseyip benden uzaklaşmandan da...

Son derece rahatsız edici, hatta kabul edilemez olduğunun farkındayım. Kabul etmeni de beklemiyorum, garip bir şekilde ben hep hafife aldım bunları şimdiye kadar, oyun gibi geldi. Ama artık oyun bozuldu, bir daha izin vermeyeceğim böyle olmasına. Benim için senden başkasının çok da bir değeri yok bu saatten sonra....

18 Ekim 2011 Salı

847

İnançsızın Severek İnanmaya Başlaması ve Sevgilinin Ardından İnancın Kaybedilmesi Üzerine:

"Şimdi aramızda noksan olan şeyin ne olduğunu biliyorum. Bu eksik sana değil, bana ait... Bende inanmak noksanmış... Beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanamadığım için sana aşık olmadığımı zannediyormuşum... Demek ki insanlar benden inanmak kabiliyetini almışlar... Ama şimdi inanıyorum... Sen beni inandırdın."*

"Bazen kendimi bir müddet için unuttuğum, bir insanda kendime yakın taraflar bulduğum oluyordu. Fakat kafama çıkmaz bir şekilde yerleşmiş olan o korkunç hüküm, derhal kendini gösteriyor, 'Unutma, unutma, unutma ki o sana daha yakındı... Buna rağmen böyle yaptı...' diye beni hakikate davet ediyordu. (...) İnanmamak, inanamamak... bunun ne kadar korkunç olduğunu her gün, her an hissediyordum. (...)"**











*Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna'sından, Maria Puder'in ağzından...

**Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna'sından, Raif'in ağzından...

846

(17 EKİM PAZARTESİ)

"İyi ki çağırmışsın!" dedim gece, uyku arasında sarıldığımızda.
"İyi ki geldin!" dedi, her kıpırdayışımda daha sıkı dolanarak bana.

Öyle güzel bir gece oldu ki bu; tekrar edilemez, tarif edilemez-ben hiç bu kadar rahat, böyle yakın olabilmiş miydim ona?... Balkonda soğuktan burnumuz buz kesmiş, Leonard Cohen şarkıları söylüyorduk ve kırmızı kapüşonun altından dudakları nasıl da muhteşem görünüyordu! Yine de yüzünde kırık bir ifade sezdim, içime işledi bu hali, anlamaya çalıştım-bu evi ve bu balkonu sevmiyordu, oysa ben ne olursa olsun, en azından sırf ben varım diye mutlu olmasını istiyordum. Ben hep onu seveceğimi, yanında kalacağımı, sığınmak ihtiyacı duyduğunda bana gelebileceğini söylemek, onu rahatlatmak isterdim, yapabilir miydim bilmiyorum.

Kanepeye uzanmış "Seni gerçekten özleyeceğim...!" derken gözleri doldu, içlendi, bense hiç üzülmesine kıyamazdım! Sarılmaktan başka nasıl avutabilirdim onu?? Geçmişini neredeyse tamamiyle biliyor, yaralarının sızısını en derinimde duyuyordum-bunları unutturmak için onu en tatlı yerlerini öpmekten başka ne yapabilirdim ki? Hafif kaçıyordu bütün bunlar, söylenenler ona bir şey ifade etmiyordu üstelik, buna rağmen ona benim tanıdığım en harika adam olduğunu tekrarlamak geliyordu içimden.

Bütün gece uyuyamadım, onun hemen uykuya dalmasına sevinerek sırtını bana dönmesini fırsat bulup sımsıkı sarıldım. Artık kış geldiğinden terlemedim, nefesimle onu da ısıtıyordum. Uzunca bir süre gözümü kırpmadım, ama sıkıntılı hissetmiyordum-ona sarılıp yatmak her şeyden huzurluydu. Bir ara, gördüğü rüyanın tesiriyle olacak, irkildi hafifçe. O anda daha sıkı sarıldım, teskin etmek için sırtını okşadım, sakince uyumaya devam etti. Arada bir uyanır gibi olup dönüyor, yine bana dolanıyor, karanlıkta gözlerini açmadan dudaklarımı bulmaya çalışarak öpücükler konduruyordu.

Bir şişe beyaz şarap içmiştik, bana büyük bir çanaktan beyaz üzüm yedirmişti. Birlikte geçirmeyi planladığımız bir geceye iş seyahati sebebiyle gelemeyeceği için üzüntülüydü, samimiyeti içimi burktu, kızamadım. Bütün gece düşündüm; bana istediğim her şeyi, hem de ondan hiç beklemeden, zaman içinde vermişti-daha ne isteyebilirdim ki?! Önceden nasıl da yabancıydı: adını doğru bildiğimden bile şüphe eder, evinden her ayrılışımda bir daha onu görmeyeceğimi sanır, iliklerime kadar işleyen yalnızlık duygusuyla üşürdüm... Her mutluluğa yaklaşılan anda manasız bir hiddetle birbirimize hayatlarımızda na kadar geçici ve alelade olduğumuzu tekrarlama ihtiyacı duyardık. Adeta nasıl güzel anlaştığımızı görmekten korkar gibiydik, sevgi sözü ise hiç telaffuz edilmezdi bile.

Bir baktım ki; her şey büsbütün değişmiş: ben ona sevgilim der olmuşum, eskiden eksikliğini her seferinde duyduğum emniyet hissi bugünlerde içimi rahatlatır olmuş. Önceden bana hiç içinden gelip de kendiliğinden bir güzel kelime etmediğinden yakınırdım, bu gecenin sabahında bana yazdıklarını okuyana kadar. "Gerçek bir sevgilisin" diyor ve bana teşekkür ediyordu-niçin? Çağırdığında hemen geldiğim, bir süre yanımda olmayacak diye mesele çıkarmadığım ve şafak sökmeden kalkıp ona tost yaptığım için miydi bu teşekkür? Fakat ben ona nasıl teşekkür edecektim?-bana değer vermediğini hissettiğim günler geride kalmıştı, artık o hayatımın, dahası benim bir parçamdı...

17 Ekim 2011 Pazartesi

845

(16 EKİM PAZAR)

Bu yağmurlu ve soğuk Ekim pazarı bir lise yılları klasiği için mükemmel gündü: Diğerlerinden pek de bir farkı olmayan ama yine de bizi heyecanlandıran korku filmi eşliğinde benim aslında sevmediğim fakat biri yanımda yerken dayanamadığım tuzlu yağlı mısır patlağı!

844

(15 EKİM CUMARTESİ)

Planlanmayan Hafta Sonu:

Planladığım hafta sonu böyle değildi-yağmur yağacaktı belki, ama yine de biz güneşli olacaktık. Evde kalmayıp sokaklara açılacaktık, serin rüzgarda dolaşacaktık. Günün sonunda da bir çok şeyi birden bir güne sığdırmış olmanın sevinciyle hafif yorgun ama memnun olacaktık...

Olmadı, hiç birini yapamadık.

Endişeyle gözlerimi onunkilere dikip "Bu hafta sonu bomboş geçti..." diye yakındığımda bana azıcık sitemle karışık "Birlikte vakit geçiriyoruz-bu senin için hiçbir şey yapmamak mı?" diye sorması beni rahatlattı.

Sonra ikimize leziz bir tavuk pişirdi, yanına da Viyana'dan getirdiklerinden bir şişe şarap açtık ve yemekte birbirimize henüz yeni yeni tanıştığımız zamanlarda birbirimizi nasıl gördüğümüzü anlattık.

14 Ekim 2011 Cuma

843

Şimdi ben mesela senin orospu arkadaşını facebookta arada bir "tanıyor olabileceğiniz kişiler" arasında görüyorsam acaba kendisiyle "arkadaş olup" ana avrat düz gitmeli miyim? Ne dersin??

842

(13 EKİM PERŞEMBE)

Epeydir vakit ayıramadığımız bir günün birlikte keyfini çıkardık; sabahın erken saatlerinde Maçka tarafında bir fincan kahve, ardından içinde hiçbir şey olmayan eğlenceli bir kalabalık aile filmi, sonra Cihangir sokaklarından birinde sessiz bir öğle yemeği: keçi peynirli salata yanında şarap...

12 Ekim 2011 Çarşamba

841

Bugün;
Yaklaşan kışı sıcacık karşılamak için kendime
Yünlü kumaşlar, retro Tom Ford gözlükler ve bir kutu C vitamini aldım.

11 Ekim 2011 Salı

840

Deine Stimme zu hören war schön!*








*Sesini duymak güzeldi!

10 Ekim 2011 Pazartesi

839

Gizemli Telefon Nefesi

Bu akşam geç vakitte telefonum çaldı, ama arayan konuşmadı. Sadece nefesini duyduğum bu gizemli kişi, kim bilir ne zaman nerede tanıştığım ve hayatıma ne kadar girmiş olan-belli ki bir şekilde artık çıkmış olan-bir eski tanıdıktı ki; belki de aylar, yıllar sonra bir sebepten aklına beni düşürmüş ve konuşacak cesareti bulamasa bile en azından sesimi duymak ihtiyacını hissetmişti...

838

(09 EKİM PAZAR)

Son anda hesapta olmayan bir değişiklikle uzun zamandır vakit ayrılmayan uzak bir arkadaşla gidilen klasik bir film: Jayne Eyre ve yanında Paris sohbeti: Eiffel'e karşı kurulan sofralarda içilen Fransız şarapları, sokak müzisyenlerinin piyanoları...

837


(08 EKİM CUMARTESİ)

Bir cumartesi günü, İstanbul'da Ekim ayının belki de son güneşli hafta sonunda, adeta pazar gibi yaşandı-öyle sakin ve sessiz, ama asla sıkıcı değil...

Çok görmüş geçirmiş bir adamla genç bir kadın Boyacıköy'ün Arnavut kaldırımı yokuşlarına tırmandılar el ele, yukarıda Boğaz'a karşı minik, saklanmış, adı sanı olmayan ve demleme çay ile Türk kahvesinden başka şey bulunmayan cafede biraz oturdular. Gazete okumaya çalışırken rüzgarda saçları savrulan kadın gülümsüyordu, kendini tazelenmiş, dertsiz ve yeniden hafif hissediyordu.

Epeyce yürüyüp, Boğaz hattında ayaklarını yorduktan sonra Taksim'e geceye çıktılar, ikişer bira içip belki bir film görmeyi düşünmüşlerdi ama anladılar ki; birbirlerini fazla özlemişlerdi-eve gitmeye karar verdiler...

7 Ekim 2011 Cuma

836

Yarın için tatlı hayallerim var; yağmurda uzun bir Boğaz yürüyüşü ve dondurmalı öpücüklerle dolu....

6 Ekim 2011 Perşembe

835

Slimfit evaze kup climalite serisinden siyah alt ve koyu pembe kolsuz t-shirt ile üstüne yine climalite serisinden, dokununca ipek hissi veren, terletmeyen, koyu pembe çizgili siyah üst-elbette altında da siyah bir çift Adidas!


5 Ekim 2011 Çarşamba

834

Bu sabah beni en çok geren hocama bu dönem yapmak istediğim projemi anlattım.

4 Ekim 2011 Salı

833

Bugün Kadıköy'ün keşmekeşi, kitaplarını ve T cetvellerini almak için birbirini ezen yeni ve hevesli öğrenciler, sonra tüyler, ne tüyü diye sormayın-kuş tüyleri, imitasyon kürk parçaları, leoparlar, gümüşler, titanyum teller, ham keçeler, kar baykuşları, gri-mavi-pembe-turuncu ipler, aydınger kağıt ruloları ve poster baskı plotterları arasında geçti...

3 Ekim 2011 Pazartesi

832



Gelecek yeni buzul çağında...

...yalnızca en iyi uyum sağlayabilenler hayatta kalacak.

831

(02 EKİM PAZAR )

Hasta olursan, sana bakarım
En leziz çorbalarla besler,
Sıcacık sımsıkı sararım
Ensen terlerse siler, öper
Dudak kenarlarına takılan
Gülüşlerini bir bir toplarım

1 Ekim 2011 Cumartesi

830


Paris'te geceyarısı: Nostalji dükkanlarından kimsenin ne işe yaradığını artık bilmediği eski eşya satın almaktan hoşlanan, en ilham verici edebiyatçıların, en büyük ressamların ve en güzel kadınların çağı olan 20'lerde yaşamış olmayı düşleyen, Paris'in yağmurda daha hoş gözüktüğünü düşünen nostalji tutkunu, biraz kayıp ve tutunamamış, iflah olmaz romantikler için güzel zaman...