30 Aralık 2011 Cuma

920

Birkaç hafta boyunca kendimi eve kapatıp okumaya fırsat bulamadığım kitapları okumak, şimdiye dek izleyemediğim filmleri izlemek, dışarısı soğuk ve camlar buğulanıyorken battaniye altında düşünmeye ve yazmaya vakit ayırmak istiyorum...

919

(29 ARALIK PERŞEMBE)

Uyuyamasam da seviyorum sana sarılıp yatmayı...

29 Aralık 2011 Perşembe

918

(28 ARALIK ÇARŞAMBA)

İnanmıyorum.
Ben sana inanmıyorum.
Bu tanrıya inanmamak gibi bir şey aslında-
Bir defa şüphe etmek aklına geldi mi, inanmak artık mümkün olmuyor.
Sanırım,
Geçen sene o gün
Bana yalan söylediğini ilk kez itiraf ettiğin gün
Bir Ekim akşamıydı, telefonda
Hala gözümün önünden gitmiyor
Önce inkar edip defalarca, sonunda mecbur kalmıştın kabul etmeye-
Gözümde öyle düştün ki, yerle bir oldun
Ben seni hep başkalarından farklı sanırdım oysa
O güne kadar-
Senin için değerli olduğumdan hiç şüphe etmemiştim aslında
O güne kadar-
Sağlam bir ilişkimiz yoktu henüz ama, olabileceğinden umutluydum
O güne kadar-
Boşuna ağlamamışım o gün, görüyorsun ya, boşuna değilmiş
Anlamıştım çünkü
Bundan sonra güvenemeyeceğimi.

27 Aralık 2011 Salı

917

Tarabya yolunda boğaz havası, bir de renkler; parlak pembeler, maviler...

26 Aralık 2011 Pazartesi

916

Üstümden tır geçmiş gibi kendime gelemedim birkaç saat.
Sordum, "Neden acaba bilemiyorum!" dedi.

Sonra oturdum, 3 çift ayakkabı boyadım;
Biri cupcakeli, pembe, şeker mi şeker!
Biri siyah-kedi şehrinde gece yarısı...
Diğeri "Aşk öldürür" diyen kuru kafalı:)

25 Aralık 2011 Pazar

915

Bu sefer farklı oldu, gördün mü?
Birlikte geçirdik 25 Aralık'ı, el ele...
Sabah patatesli yumurtalı kahvaltı ettik,
Sonra çıktık dışarı, otobüs bekledik
Bekleyelim, olsun!

Sahilde bir Mardin restoranına gittik
Çeşit çeşit mezelerden yiyip şarap içtik
Renklerine baktık, hepsinden tattık
Doyunca sokağa çıkıp uzun uzun yürüdük
Bir mağazaya girdik pantolon baktık
Bakalım bakalım!

Bu sene bambaşka geçti, gördün mü?
Beraber geçirdik 25 Aralık'ı, ağlamadan...
Akşam yavaş yavaş çökerken İstanbul'a,
İkimiz el ele geldik soğuk günün sonuna
Elimi bıraktın yalnız mahalleye yaklaşınca
Bırak, olsun!

Bu 25 Aralık'ta yan yanaydık, gördün mü?...

24 Aralık 2011 Cumartesi

914

Bir ömre bedel olduğunu bildiğim birinden geldi bana bu şarkı geçen gün:

Demek o da biliyormuş;
uzaktan uzağa-
"bir ihtimal daha" olduğunu...


http://fizy.com/#s/1egfvd

23 Aralık 2011 Cuma

22 Aralık 2011 Perşembe

912

Makyaj yapıp dışarı çıkmayı özledim!!

911


(21 ARALIK ÇARŞAMBA)

"Ses-1 2!"

Öksürük

"Öncelikle kulaklarınıza vereceğim rahatsızlıktan dolayı şimdiden özür dilerim-Yapacak bir şey yok, ses budur!" dedim ve başladım anlatmaya...

Yıllardır tanıdığım, sevdiğim, saydığım, hepsinin ayrı ayrı kendine has huylarını bildiğim hocalarıma donmuş doğa kumaş koleksiyonumu anlattım.

20 Aralık 2011 Salı

910

Bitmesini istediğim, sabrımı zorlayan günler bu günler...
Kendim olarak kalmaya çalıştığım, güçlü durmaya uğraştığım günler-
Yarın büyük gün-

Şans benden yana olsun!

19 Aralık 2011 Pazartesi

909

Söylenecek ne varsa söylendi-
Şimdi yeni şarkılar söylemek istiyorum!

18 Aralık 2011 Pazar

908

Bu pazarın şiirleri; doldurulan melisa kokulu bir küvet ve masaya konan yumurtalara dair-inadına yaşamaya devam eden bir şeyler var içim(iz)de...

Leonard Cohen'den:

İki kalıp sabunum var,
Badem kokulu
Biri sana biri bana.
Banyoyu doldur,
Birbirimizi yıkayalım.
Param yok,
Eczacıyı öldürdüm.

ve

Edip Cansever'den:

Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kâseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini çıkrık sesini
Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
Adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
İşte onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu
Adam masaya onları da koydu
Üç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanındaydı gökyüzü yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
Masaya biranın dökülüşünü koydu
Uykusunu koydu uyanıklığını koydu
Tokluğunu açlığını koydu.
Masa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu.

907

(17 ARALIK CUMARTESİ)

Gece

Bu gece buluşalım dedim, bir plan yapmadıysan
Evde kalmışsın, buluştuk, sinemaya gittik
Sonra dedim bir şeyler içmek istiyorum ben
Sokaktaki tek boş masaya oturduk, konuştuk

Ne olduysa birden kapkaraya kesti gece-
Bakıyordum, karşımdaydın, öfkeliydin
Suçluyordun
Senin yüzünden insanlarla konuşamadım dedin
Kırıldım
Ben böyle sevmeye alışık değilim dedin
Anlamadım
Şarap kadehi elimde kırıldı

Bu gece buluşmak istemiştim, rahatlamak için
Yanında uyuyup gece boyu sarılmayı düşlemiştim
Geceyi de özlemiştim hani, birkaç kadeh içmeyi
Ama rüzgar öyle sert esti, aldı götürdü hepsini

Kesti birden gece kapkaraya-
Sevgimden bunalmışsın sandım
Sandım ki
Sana verdiğim her şeyi toplayıp geri veriyorsun
Kırıldım desem- yetmez
Parça parça oldum
Paramparça oldum

Kapkaraya kesiverdi gece birdenbire-
Rüzgarlı bir sokak köşesinde ağladım
Düşündüm; bütün bunlar, şimdiye dek
Benim için, bizim için yaptıkların
Gerçek olamazdı zaten belki de,
Ama inanır mısın-son zamanlarda
Öyle inandırmıştın ki beni!
Utanıyordum kendimden ve hep korkuyordum
Bir gün bütün verdiklerini
Geri alacak mısın diye
O gün bugünmüş dedim
Parçalandım

Gece kesti aniden kapkaraya-
Her şey gözümde bitti
Telefonunu sildim, yazdıklarını silemedim
Bir kez daha okur öyle silerim dedim

Bana çok farklıyız dedin
İnanamadım
Başından beri hep ne iyi bir ikili olduğumuzu
Düşünmüştüm ben oysa
Beni dibime kadar anladığını
Şimdi sen başkalarıyla paylaştıklarını
Benle biriktirdiklerinden daha mı değerli görüyordun?
Kırıldım desem- vallahi yetmez

Bunun geri dönüşü yok dedim
Ben seni hayatımdan çıkarmak istemiyorum dedin
Ağlamaya başladın
Biliyor musun sen ağlarken küçülmüyorsun
Ben sadece beni rahatsız eden şeyleri söyledim dedin
Lütfen her şeyi yıkıp gitme dedin
Düzeltebiliriz dedin, her şeyi düzeltebiliriz
Ben dedim ki bu geceden geri dönüş yok
Yaptığım her şeyi yıktın sen-
Ben artık sana bir daha güvenemem

Ağlamaya başladın
Sağanak gibi
O an biliyor musun daha bir kapkaraya kesti gece-
Ben seni ağlarken hep sevdim, seviyorum
Özür dilerim dedim, çok kere dedim bunu
Pişmanım senle birlikte olduğuma-
Benden başkasıyla daha mutlu olurdun belki
Kim bilir belki ben zorladım seni buna
Kırk yaşında adamın dedin, ağlamasına bak
Ben senle yaşadığım hiçbir şeyden pişman değilim
Senin verdiklerinden rahatsız değilim-
Ama yetmiyorum sana, sen daha fazlasını istiyorsun
Öncekiler öyle bol vermişler sevgilerini,
Benimkini beğenmiyorsun

Bu gece buluşalım mı dedim, planın yoksa
Sıcaklığında uyumayı özlemiştim, sandım ki
Her zamanki gibi yine yatağa girip sarılacağız
Ama rüzgar öyle sert esti, aldı götürdü hepsini

Yağmur başladı
Sen de ağlamaya başladın
Sen ağlayınca ben dayanamıyorum
Niye sen demiyorsun ki hiç- ama ben inadına diyorum
İşte seni seviyorum!

Geçenlerde bana arkamda durduğunu hissetmiyorum dedin
Zorda kalınca hep hep başkalarından yardım bekledin
Ben sana onların verdiği güveni neden veremedim dedin
Üzüldüm

Yağmur ıslattı, rüzgar üşüttü, sesim kısıldı
Gece zaten katran gibi kapkaraydı
Bir taksi çevirdik, nasıl gittik bilmiyorum
Yine de eve gittik
Beni kimse senin gibi sevmedi dedin
İnanamadım
Hep başkalarını mutlu etmek uğruna beni kırdın dedim
Kırıldım desem yetmez
Ben sana neler yapmışım diye bağırdın, dövündün
Ağladın
Sen ağlayınca ben dayanamam
Sarıldım

Bırakmadım...

17 Aralık 2011 Cumartesi

906

(16 ARALIK CUMA)

Sana tek bir şey için yalvarırdım-
"Lütfen-lütfen bana yalan söyleme!" diye.

(Hiçbir gerçek çünkü can acıtamaz yalandan çok.)

Her şeye rağmen sana inanıyorum-
inanmayı seçiyorum.

905

(15 ARALIK PERŞEMBE)

Akşam konuştuklarımız aklıma takıldı, gece uyuyamadım.
Bana kızdığını, seni kısıtladığımı hissettim, korktum.
Söylediklerin incitmişti beni, yine de öfkelenmedim-
Sabaha karşı sımsıkı sarıldım sana, "Sevgilim!" dedim...

14 Aralık 2011 Çarşamba

904

Yer Göstericiler:

Sinemalarda yer göstericileri var ya hani-
hayatta da öyle yer göstericiler lazım insanlara;
zira bazıları nerede duracaklarını hala öğrenememiş,
başkasının yerine oturmaya çalışıyorlar utanmadan-
eh bu yaşa kadar öğrenmemişlerse o halde
ben gösteririm yerlerini seve seve!

903

(13 ARALIK SALI)

"Ne güzeldi sıcaklığında uyumak
Hem de çıplakken."

12 Aralık 2011 Pazartesi

902

Kediler şehrinde gece yıldızlı...

11 Aralık 2011 Pazar

901

Karabiberli Gouda
Kekikli Gouda
Delikli Emmentaler
İsli Çerkez peyniri
Taze zencefil
Kakule
Kimyon tohumu
Defne yaprağı
Sweet Chili Sos
Rezene
Barbekü sos
Balsamik
Hakiki nar ekşisi
Adaçayı
Biberli fıstıklı hindi füme
Deniz tarağı
Karides
Kalamar
Yumurtalı Kore eriştesi

ağzım sulandı!

900

(10 ARALIK CUMARTESİ)
Koşturmacalı ve aksilikli günün ardından biraz gecikmeyle dışarı çıktık, sonunda Beyoğlu'na varabildiğimie sevinçliydik. Hava ayazdı, çok acıkmıştık. Önceden aklımıza yazdığımız bir Hint restoranına oturduk, tuhaf müzik ve basık mekana rağmen garip ama eğlenceliydi.

Midemizin şişmesiyle kahkahya boğulduk, sonra üşüyüp titreyerek kalkıp yuları yürüdük. Bir arkadaşın çalıştığı bara uğradık, white russian içip konuştuk.

Gece boyunca bir sürü mimara, bir garip oyun yazarına ve doğaçlama tiyatro yapan birine rastladık. Kediler ve köpekler, eve gelen özel tiyatro oyuncuları, bira ve limonlu jack daniels, soda, çizgi film kahramanları ve bunlar gibi acayip acayip konulara dalıp çıkan sohbetimiz keyifle sürdü...



10 Aralık 2011 Cumartesi

899

(09 ARALIK CUMA)

"Bir süredir birbirimize istediğim kadar yoğunlaşamadığımızı hissediyorum" diyebildim sonunda, ıkına sıkına. "Ne bileyim işte-sanki eskisi kadar tutkulu değil, eksikliğini hissettiğim şeyi bilsem, sana söyleyeceğim..."

Düşündüm- otobüs yolculuğu boyunca düşünmüştüm de-neydi azalmış olan? Hala çok çekici bulduğum, sevdiğim bu adamla birlikteyken neden bazen aramızdaki şeyin sıradanlaştığını hissediyordum...?

"Ben seninleyken ne kadar güçlü hissederdim kendimi ilk haftalarda," dedim kırgın gözlerimle- "Yanında hafiftim, neşeliydim, şimdi aklıma takılan şeyler olduğu için sürekli endişeliyim, bu yüzden güçlü hissetmiyorum kendimi."

...

Akşam Beyoğlu'na çıktık, hava tahminimizden soğuktu, üşüyen boynumuzu yakalarımızın içine çeke çeke yürüyorduk. Arada bir gittiğimiz blues çalan bara girdik, herkes bizden küçüktü, oraya yabancıydık-yine de barda oturup öpüşürken hepsi bize bakıyordu.

"Yanımda hafif misin?" diye sordu, gözlerinde hem kırgınlık, hem de "Seni seviyorum işte görmüyor musun!" diyen bir ifade vardı, içime işledi.

Üzerime siyah dantel bluzumu giymiştim, altımda kıpkırmızı uzun bir etek...-eğilip boynuma kaçamak öpücükler konduruyordu, baktım-uykusu gelmişti, kalktık.

Otobüste acayip tipler vardı, bir ara kulak kabarttım bizim hakkımızda konuşuyorlardı-gerildim ama omzuna yatıp gözlerimi yumunca yol geçiverdi.

Eve yürürken gülerek dedim ki "Bence insanlar bizi kıskanıyor!" Sonra bizi kıskanan insanları saydık.

Yatağa önce girip makyajımı silerken beni bekledi, sonra sıcacık-hep düşlediğimiz gibi-sarılıp hemen uykuya daldık...

9 Aralık 2011 Cuma

898

(08 ARALIK PERŞEMBE)

Harem otogarındayım-
En sevdiğim gerçi benim Esenler "Büyük İstanbul Otogarı"
Orada dev tabela var altından otobüsler tek sıra girebiliyor, bazen saatler sürüyor...
İstanbul'un ne büyük bir şehir olduğunu acı acı hatırlatıyor.

Bu kez hayatımda ilk defa yarım saatte bir kalkan İzmit arabasının yolcusuyum, erkence gitmişim, heyecanlıyım.
İstikamet İzmit,peki İzmit'te ne var?-Hiçbir şey yok, yalnızca bir adam var, geceyi koynunda geçirmek istediğim.
Otobüste siyahlara bürünmüş kapalı kadınlar, çok hareketli ve her şeye atlamaya hevesli görünen genç çocuklar, yanımda öksürüp duran hasta bir kız var.

1,5 saatten az sürüyormuş gerçekten, geliveriyorum, söylenen durakta inip tek başıma biraz bekliyorum soğukta, karanlıkta.
Akşam yemeği uzun ve doyurucu, biraz da sarhoş edici, çünkü iki şişe Selection var iki kişi için.
Oda fazla sıcak, biraz havasız, ama hemen uyuya kalıyoruz, sarmaş dolaş.
Bir ara uyanıyorum ki düğüm olmuşuz-arkada basket maçı oynuyor, kalkıp lenslerimi çıkarıp gözlerimin boyasını siliyorum, o da televizyonu kapıyor.

Sonra kaldığımız yerden devam ediyoruz uykuya...




7 Aralık 2011 Çarşamba

897

Yarın gece da yağmur yağsın böyle-
çünkü yarın tek başına olmayacaksın otel odanda,
beyaz tenli siyah saçlı ve sana susamış bir kadın olacak yanında/üstünde/altında/içinde/etrafında/her yerinde...

6 Aralık 2011 Salı

896

Dün Gece

Sekiz gündür görmemiş, yokluğunda beni rahatsız eden şeyler düşünmüş, özlemiştim.
Dün gece sarılabildim sonunda sana, uçaktan yeni inmiştin, bir sürü aksilik ve stres kaynağı arasında birbirimize kavuşmuştuk sonunda-seni doya doya kokladım, inanır mısın bilmem ama- bir başka tatlıydın!

Gece uyku tutmadığında bir kaç şey söyledim sana-aklımdakileri-(hani şu Almanca karşılığını bir türlü oturtamadığımız İngilizce kelime vardı ya, "haunting"; işte o haunting düşünceleri...) ve sen biraz gerildin belki ama, yine de, her endişemde daha sıkı sarıldın bana, her kırgınlığımda bir daha sardın beni, çırılçıplak olduğum halde terledim, öyle sarmaladın...

Çok özlemiştin seni, tadının ne güzel olduğunu unutmuştum neredeyse-ve sen hiç beklemediğim kadar sıkı sarıldın bana.


5 Aralık 2011 Pazartesi

895

Beyoğlu'nun gündüzünü ayrı bir özledim!

Ayağımıza geldiği gibi gezinsek, arada gözümüze çarpan küçük sergilere girsek, yorulunca yeni keşfettiğimiz bir cafede oturup sıcak şarap içsek, belki yan masada oturan yabancılarla tanışsak-mesela tam da ilgimizi çeken bir sohbete dalmışlarmış-laf atıp söze karışsak...


4 Aralık 2011 Pazar

894

Bir Dokumacının Günlüğü:

Bugün neler oldu? Hmmm...bir bakalım-
Dokuma tezgahının çalışma mekanizmasını çözdüm ve baştan ayarladım.
Rahat dokumak için sallanmayanı bulmak amacıyla 3 masa değiştirdim.
Sonra asetat parçaları, uzun beyaz tüyler, mavi ince ipler, eflatun parçalar ve misina kullanarak dokudum da dokudum...

Ama garip biçimde kendimi asosyal hissetmedim-sanki etrafımda bana içki ısmarlayan hoş biri varmış gibi flörtöz hissettim-acaba olmayan sesler duymaya başlamış olabilir miyim?-

3 Aralık 2011 Cumartesi

893

Sonunda bu da oldu: dokuma tezgahını hafta sonu eve attım!

892

(02 ARALIK CUMA)

"Ve (Eyüp) dedi: Çıplak çıktım anamın rahminden dışarı ve çıplak gideceğim oraya, tanrı verdi ve tanrı aldı, kutsanmış olsun tanrının adı."
_ Eyüp 1:21







Bu akşam hayata yazılmış bir şiir izledim...


1 Aralık 2011 Perşembe

891

Bir Agent Provocateur iç çamaşırı giyip karşına geçmek ve kendimi limon kokulu yağla ovdurup emince yumuşacık olan cildimi öptürmek, koklatmak istiyorum...

890

(30 KASIM ÇARŞAMBA)

"Hayalinde canlandırabildiğin her şeyin resmini çizebilirsin-çizmek; hayal etmekten başka bir şey değil aslında..."

Eski bir ev arkadaşının bir gün ona "Eğer gözlerini yumduğunda hoşlandığın kadını olduğu gibi her şeyiyle gözünde canlandırabiliyorsan, onu gerçekten seviyorsun demektir..." dediğini söyledi.
Sonra gözlerini dakikalardır açmadan beni nasıl hayal ettiğini usul usul anlattı; omuz başlarımın yuvarlağından kayıp kendi dudak izlerinin kaldığı daha önce keşfedilmemiş kuytulara kadar her yerimin tadını, kokusunu çizdi...

29 Kasım 2011 Salı

889

Bu geceyi H.P.Lovecraft'ın korkutucu, terkedilmiş, simsiyah çansız çan kuleli dev taş kilisesine bakarak geçirdim...

28 Kasım 2011 Pazartesi

888

MEMORY

In the valley of Nis the accursed waning moon shines thinly, tearing a path for its light with feeble horns through the lethal foliage of a great upas-tree. And within the depths of the valley, where the light reaches not, move forms not meant to be beheld. Rank is the herbage on each slope, where evil vines and creeping plants crawl amidst the stones of ruined palaces, twining tightly about broken columns and strange monoliths, and heaving up marble pavements laid by forgotten hands. And in trees that grow gigantic in crumbling courtyards leap little apes, while in and out of deep treasure-vaults writhe poison serpents and scaly things without a name. Vast are the stones which sleep beneath coverlets of dank moss, and mighty were the walls from which they fell. For all time did their builders erect them, and in sooth they yet serve nobly, for beneath them the grey toad makes his habitation.

At the very bottom of the valley lies the river Than, whose waters are slimy and filled with weeds. From hidden springs it rises, and to subterranean grottoes it flows, so that the Daemon of the Valley knows not why its waters are red, nor whither they are bound.

The Genie that haunts the moonbeams spake to the Daemon of the Valley, saying, "I am old, and forget much. Tell me the deeds and aspect and name of them who built these things of Stone."And the Daemon replied, "I am Memory, and am wise in lore of the past, but I too am old. These beings were like the waters of the river Than, not to be understood. Their deeds I recall not, for they were but of the moment. Their aspect I recall dimly, it was like to that of the little apes in the trees. Their name I recall clearly, for it rhymed with that of the river. These beings of yesterday were called Man."

So the Genie flew back to the thin horned moon, and the Daemon looked intently at a little ape in a tree that grew in a crumbling courtyard.

27 Kasım 2011 Pazar

887

Kocaman bir kahvaltının büyüttüğü kocaman bir göbek bu sabah bana T-shirt altından göz kırptı!

886

(26 KASIM CUMARTESİ)

(...)birden çıkan lodosla karların eridiği ve İstanbul’un üzerindeki kir bulutlarının temizlendiği kış gününde, antenlerin, minarelerin ve adaların arkasından bana gösterdiğin Uludağ’ı değil, başını omuzlarının içine çekerek ürperen seni severdim(...)
Kara Kitap'tan



Sabahın erkeninde Haldun Taner sahnesi önünde buluşmamızla başladı gezimiz, hava soğukça fakat güneşliydi. Otobüste uykulu gözlerle birbirimize gülümsedik ve sıcak poğaçalarımızı yedik.

İlk durak Samatya idi-cumartesi pazarı içinde kalan Surp Kevork Ermeni Kilisesi'ni gördük, aşağıda bir ayazması olduğundan "sulu kilise" deniyormuş.
Ermeni kiliselerinde ayazma bulunmadığından burada eskiden bir Rum kilisesi olduğuna karar verilmiş. Ayazmaya inerken yanlış kapıdan girince kendimizi morgta bulduk. Kutsal kabul edilen küçük bir su kaynağı ile üzerindeki oyuklara mum dikilen büyük taş bir kozalak figüründen ibaret olan ayazmaya girebilmek için izin almakta zorlandık. Kiliseyi gezerken simsiyah parlak bir tabut ve peşinden beyaz saçlı, uzun boylu, siyahlar giymiş bir adam geçti önümüzden-cenazesi vardı, sessizleştik...

Beyazıt'a geçip benim de sık sık arşınladığım sokaklarda ilerleyerek bir lastik atölyesinin altına indik, örümcek ağlarıyla kaplı zifiri karanlıkta fenerlerle aydınlattığımız impost sütun başlıkları*nı ve bunları yapan taş ustalarının üzerlerine kazıdıkları adlarının baş harflerini görmeye çalıştık. Bir alfa, bir delta...
* impost sütun başlığı: bir sütun başlığı üstüne yastıklı ikinci bir başlık eklenmesiyle oluşturulan sütun başlığı türü. 5.yy.dan itibaren Doğu Roma'da kullanılmıştır.

Beyazıt Antik Otel'in bodrumundaki kalıntılar yine erken Bizans dönemine aitti, duvar örgülerini, değirmen taşlarını inceledik. Mozaikler ve sütunlar arasında öğle yemeklerini yemekte olan çalışanlara afiyet olsun dedik-yüzyıllar nasıl da iç içe!

Star İş Merkezi altında yine bir Bizans kalıntısı-muhtemelen nüfuzlu bir senatöre ait olan saray, bugün çöplük gibi, toprak altından çıkan kemerleri biraz görebiliyoruz. Forum Tauri**'ye alttan destek olması amacıyla yapıldığı da düşünülüyor.

**Forum Tauri:Bugünkü Beyazıt meydanı'nın 4.yy.daki adı "Boğa Meydanı" anlamındadır.

Birbirine çok yakın bir çok halıcıdan da izin alıp alt katlarını gezdik, bir tanesi özellikle ilgimi çekti; el dokuması tekstil duvar panolarının arkasında yüzyıllar evvelinden ayakta kalan sütunlar heyecan verici bir görüntüydü:

Başdoğan Halıcılık'ın altındaki Doğu Roma kalıntılarının imparatorun kabul odası olduğu tahmin ediliyor. 4 kemer üstüne oturtulan kubbeleri rahatlıkla inceleyebildik.

Gezinin şüphesiz en heyecanlı bölümü; AyaSofya yakınlarında bir otoparkın içindeki delikten eğilip bükülerek girdiğimiz kapkaranlık, nefes alamadığımız büyük Bizans sarayı kalıntılarıydı. Four Seasons Oteli'nin ek binaları altında kalan bu "Sacrum Palatium" (Kutsal Saray) 4-11.yy.lar arasında pek çok imparatora ev sahipliği yapmış. Bazılarının girmeye cesaret edemediği bu karanlık ve define kazılarından çukurlarla dolu tehlikeli "fare deliği" içerisinde tam anlamıyla diri diri gömülmüş gibi hissettim-nefes aldıkça içime toprak çekiyordum-fakat bu heyecan için hepsine değerdi!

Fatih'te devam ettiğimiz gezimizin bir diğer durağı Sultan sarnıcı oldu. Burası düğünlere ev sahipliği yapan bir restoran, "windblown" denen rüzgardan eğilmiş gibi duran yaprak süslemeleri bulunan sütun başlıkları bulunuyor.

Hep merak ettiğimiz Zeyrek'teki Pantakrator sarnıcına girdik, epey büyük ve sütunlardaki izlerden sonuna kadar su ile dolu olduğunu anladığımız bu sarnıcın sütunlarının kaideleri birbirinden farklı- bu da bize devşirme olduklarını gösteriyor. 12. yy.da Pantakrator Manastırı'nın su ihtiyacını karşılamak için yapıldığı biliniyor, yakında çalışmalar bitecek ve ziyarete açılacak, biz özel izinle girebildik.

Bin-yıllar boyunca üst üste binerek, yıkılarak, yanarak kat kat yükselmiş bu esrarengiz şehrin bu Kasım sabahı üzerinde yürüdüğümüz dolambaçlı Arnavut kaldırımı sokaklarının altında Bizans imparatorlarının sarayları, kim bilir hangi celladın eline düşmüş zavallıların kemikleri, belki de sadist Macar Voyvodası'nın kafatası, taş zindanlar, rutubetli mahzenler, upuzun dehlizler yatıyor... Neyi bulmayı umduğunu unutuverip, arayışa dalmak ve yolu kaybedip her an bir hayalete dönüşerek zamana karışmak işten değil...

25 Kasım 2011 Cuma

885

Uzunca bir aradan sonra arkadaşlarla yeniden Kadıköy akşamında bir iki kahve içimlik buluştuk, dertleştikçe gördük ki hiçbirimiz eskisi kadar neşeli değiliz bu aralar; kiminin işle, kiminin sevgilisiyle, kiminin ailesiyle derdi var-bir şekilde hafif hissetmiyoruz, endişelerle tıkanmışız...

884

(24 KASIM PERŞEMBE)

Acıtan bir öğretmenler günü kutlaması:

Bugün,
"en sevdiğim öğretmenlerim" listesinde ilk sırada yer alan öğretmenimin
öğretmenler günün kutlarken ona şöyle yazdım:
"Her ne kadar, kimlerin hayatında bir iz bıraktığını düşünürken
Bir seferinde başka bir öğrencinin adını saymış olsan da,
'Kimseye olmasa bile ona bir şeyler öğretebildiğime memnunum.'
diyerek beni ve diğer başarılı öğrencilerini hiçe saymış olsan bile,
unuttuğun bazı öğrencilerinde de büyük izler bırakmışsın bak-
bunu anlaman için öğretmenler gününü kutlamak istedim..."

23 Kasım 2011 Çarşamba

883

Yeniden heyecanlanmak-
gerekirse azarlanmak
Yeniden eğlenerek çalışmak
ve çalışırken her şeye boş vermek için
İlk adım-şimdi bir daha!...

22 Kasım 2011 Salı

882


Yeniköy'de mantı yiyip okulu astığım bu güneşli Kasım gününün ojeleri bu renkti...

21 Kasım 2011 Pazartesi

881

Bir sırttan gelen görüntülü mesaj(Kafka hikayesi değil):

Bu sabah, belki daha karanlıkken, şüphesiz çok soğukken, ben mışıl mışıl sıcak yatağımda uyurken...
Dünyanın EN şahane EN lezzetli EN kıvrımlı EN geniş EN güzel kıvamlı EN mis kokulu EN ılık EN sarılınası EN mayıştıran(...) sırtı, artık tek başına bir karakter kazanmış olmanın gururuyla ve olanca görkemiyle bana kendini gösteriyordu...

20 Kasım 2011 Pazar

880

Bitmeyen doğumgünü:

Bu sabah, doğum günümün ardından yine, yine yeniden o dünya tatlısı adam tarafından şımartıldım-pastaneden taptaze su böreği ve çıtır simitlerin yanına yaptığı karabiberli yumurtayla, bembeyaz göbeğimi baştan aşağı öpmesiyle, haftaya vereceği doğumgünü hediyemden bahsetmesiyle, "Bugün yüzünde ayrı bir güzellik var..Mutluluk var..." demesiyle... Şımarmaya alıştım!

879

(19 KASIM CUMARTESİ)

Doğumgünümün unutulmazları:
Lavantalı ve güllü creme brulee; yeniden yorumlanmış bir klasik-herkes için biraz fazla tuhaf olabilir, bence son derece başarılı-her şey yerli yerinde.
Herkesin tartışmasız favorisi profiterol piramidi-üstelik limonlu portakal aromalı!
Bizi birleştiren Ülker Napoliten-Gelenekselleşen kırmızı ve sütlü hediyem:)
İstanbul, yine bir şekilde geceye yayılıyor-etrafımızda, içimizde, tepemizde, her yerde...
Ev yapımı rezeneli sosisler ve dana bacon tabağı-doyuran bir başlangıç.
"Annesi diğer yavruları götürmüş, bunu bırakmış-bu yüzden hüzünlü bakıyor."

Ufuk hafif sisli, Kasım'ın son güneşli günlerinden birinde renkler uzakta eriyor...
Başımızı kaldırdığımızda renklere boğulduk-yer gök sarı, yeşil!
Son baharda ağaçlar yapraklarını, hayvanlar tüylerini, insanlar saçlarını döküyor ve en çok da yaprakların dökülüşünü izlemek keyifli oluyor...

----------------------------------------------------------------------------------------------
Erkenden başlayan doğum-günüm dolu dolu geçti: Önce taptaze bir köy kahvaltısı, ardından temiz havada yürüyüş, akşam Tünel tarafına geçtikten sonra başlayan gurme akşam yemeği ve geceyi noktalayan müthiş ses oyunlarıyla dolu bir serbest soul-folk-jazz konseri... Ama şüphesiz en tatlısı, dünyanın en ılık sırtına sarılarak uykuya dalmaktı...!

Bu akşamın şarkısı Elif Çağlar ile Ferhat Öz'den geldi:
"What if you go away?"
"Babe I promise I'll stay"
"What if you start to lie?"
"Baby I'll never make you cry"
"Should I trust you?"
"Trust me"
"Trust you"
"Trust me"

Gülümseyerek düşündüm-ellerin belimdeydi-güveniyorum, benimle kalacağına...


18 Kasım 2011 Cuma

878

Olgunluk Çağı

Bir zamanlar kendimi evimde hissettiğim okulumda artık bir yabancı gibiyim-ama kimseyi tanımayan değil, herkesi tanıyan, her şeyi ciğerine kadar bilen ve tüm bildiklerinin yüküyle beli bükülmüş, hep çok bilmekten bıkmış bir yaşlı gibi...

Ne 8 sene önceki kadar inceyim, ne o kadar heyecanlı... Meğer ne çok güvenirmişim kendime ve ne iyi bilirmişim yapacaklarımı!... Tüm gördüklerimin, öğrendiklerimin, 8 yılın bendeki tortusu; hiç kimseye(en kötüsü kendime bile) fazla güvenememek ve hiçbir şeyi fazlaca istememek.

Şimdi buna "olgunluk" mu diyoruz?

17 Kasım 2011 Perşembe

877

Okul günleri yeniden başladı!

Boğaz manzaralı sınıflarda sabah çözgü çekmeye başlayıp akşama gözlerimin bozulduğunu fark edişlerim, öğlen tıklım tıklım dolan yemekhanede yer bulamayıp boş sınıfın bir köşesinde çekiştirip uzattığım tost ve fırtınalı rıhtım havası yeniden...

876

(16 KASIM ÇARŞAMBA)

Ses Kaydı:

Geçtiğimiz yazdan kalma bir ses kaydı geçti elime, tesadüfen bugün.
Dinlerken gülümsedim, nasıl komikti bilsen-bir akşam sahilde otururken, bana unuttuğumda hatırlatması için bir sürü güzel şey söylemişsin:
"Du bist schön. Du bist sexy. Du bist heiss und hot. Du bist sehr süss..."*
Ve tatlı sesinle bitirmişsin: "Yine uyuyamadığın gecelerden birinde bunu dinle olur mu...?"




*"Sen güzelsin. Seksisin. Ateşlisin(Hem Amanca hem İngilizce). Çok tatlısın..."


875

(15 KASIM SALI)

Tüm geçmişimi sonsuza dek kaybettiğimi düşünüyordum. Yalnız benim tutunduğum, en umutsuz gecelerimde sığındığım anılarımı onun toptan anlamsızlaştırdığını sanmıştım.

Bu sabah bana gönderdiği mesaja kadar;
Ayvalık'ta bir sahil gazinosunda yıllar önce bir yıldızlı yaz gecesi tesadüfen çalınan şarkıyı da eklemişti mesaja - "Evrenin bir yerinde sonsuza kadar yaşayacak bir anı, his, bilinç..."diyordu...

Ağladım.
Dinledim.


874

(14 KASIM PAZARTESİ)

Keçeleşen yünler, misinayla örülmüş danteller ve rüya gibi incecik uçuk mavi, eflatun tüylü ipler arasında geçen meşgul ve ıslak, sabunlu bir gün...

873

(13 KASIM PAZAR)

Gelecek uzun sürer:hakikaten uzun sürüyor ve bunu Nuri Bilge filmlerinden bunalmayan biri söylüyor. Gercekte olsa cok enteresan bir deneyim olabilecek agit toplama ve sehrin atmosferini kaydetme fikri,fonda hepimize dokunan hikayeler dinlesek bile,Diyarbakirli cocuklarin bir sabah "Türk'üm,dogruyum" diye ant icmelerini duydugumuz güzel sahnelere ragmen doldurulamamis,kopuk kalmis bir film...

12 Kasım 2011 Cumartesi

872

Genç ve Masum

Yağmurlu Kasım sabahını, kahvaltı sonrası siyah-beyaz bir Hitchcock filmiyle geçirmek, bana yapmam gereken her şeyi, işi gücü, bir süre ayrı kalacak oluşumuzun verdiği endişeyi, bütün stresimi unutturdu...

871

(11 KASIM CUMA)

Doğumgünü Kartı

Onun verdiği kartı hala saklıyormusun diye görmek istedim. Çünkü sen de biliyorsun ki; asla bir doğumgünü kartı değildi bu-senden hoşlandığını anlatmak için seçtiği flörtöz bir mesajdı.

Masana baktım, ikimizin fotoğrafını gördüm önce, gülümsedim. Sonra bir partide çekilmiş ya hani, üçünüzün gözlüklü komik fotoğrafına güldüm.

Tam arkamı dönüp çıkacakken kartı gördüm, orada duruyordu, rafta. Gözlerim karardı bir an, sanki arkamda bıçaklı bir adam görmüşüm!

Panikledim. Elime aldım, ellerim titriyordu-açıp okudum, gerçi be yazdığını gayet iyi biliyordum. Bu sefer daha önce görmediğim bir cümle daha okudum: "Bleibt immer noch so!"* Tarih düşülmüştü: 09.04.2010

Başım döndü birden, dizlerim boşaldı. Tek düşünebildiğim; seninle geçen sene doğumgününü beraber kutlamıştık-demek ertesi gün onunla buluşup bir şekilde, aranızdaki ilişkinin hala aynı kaldığını yazmışsın(ız). !

Daha önce de sana o kartı masanda gördüğümü söylemiştim, açıklama yapma gereği duyarak onun benle beraber olmadan önceki doğumgününde verildiğini söylemiştin ve sonra kaldırmıştın, şimdi anlıyordum: sırf ben sinirlenmeyeyim diye ortadan kaldırdığın bu kartı aslında saklamış ve verilişinden bir sene sonra da -bana inat- not düşme gereği duymuştun(uz): "Hala aynı duruyor!"*

Düşecek gibi çıktım odadan, kart elimde, elimi yakıyordu. Deli gibi seni aradım, sonunda açtın. "Bu karta bu yazı geçen sene mi eklendi??!!" diye bağırdım-anlatmaya çalıştın ama dinleyemedim. Tek duyduğum "2010 değil 2011'deki doğumgünümde biz beraberdik, o kart senle birlikte olmadan birkaç hafta önce verildi ve o yazı da sonradan eklenmedi." demendi.

Telefonu kızıp yüzüme kapadıktan sonra sakinleşebildim, yarım saat boyunca parmak hesabı yılları, ayları saydım. Sahiden, ben karıştırmıştım: Benim 2010 doğumgünümü kutlamışız birlikte, fakat senin 2011'dekini, bu yüzden şaşırmışım... Sonra bir daha okudum: "Bleib immer so!"** Bir anda "noch" yok olmuştu; bu durumda sonradan eklenmemiş olabilirdi pek ala o cümle- "Hep böyle kal"** yazılmıştı sadece.

Avazım çıktığı kadar bağırdım: "Hala eskisi gibi kalmadın sen- ben girdim hayatına ve artık her şey değişti!"

Sakinleştikten sonra bölük pörçük rüyalarla kesilen son derece huzursuz bir uykuya daldım, senin yastığında. Rüyalarımdan birinde işten eve erken gelmişsin, yatağa giriyorsun usulca, elimi tutuyor, yanaşıyorsun-demek bana kızgın değil, diye düşünüyorum...




10 Kasım 2011 Perşembe

870

Geçmişimin-belki de hayatımın-en değerli parçası olan insan, neden-nasıl-şimdi böylesine abartılı bir umursamazlıkla davranıyor? Ondan rica ettiğim şey-rica edebilmiş olmam dahi-aramızda bir zamanlar olan-şimdi kopmuş bulunan-bağa güvenerek yapılmış bir hareket, bunu görmüyor mu? Daha beteri, bunu önemsemiyor mu? "Öyle bir şey olsa bile", diyor, "ben neden kirlenmiş olayım ki?" Onun her lafını ciddiye almamam gerektiğini biliyorum, yine de üzülüyorum-neden kirlenmiş olsunmuş...? Buna cevap vermesem daha iyi! Hiç olmazsa anlamsızlaşmamıştı bende, diğer(ler)i gibi. Hiç değilse bir parçası kalmıştı içimde, ben onla avunuyordum, yalnız ve umutsuz kaldığım gecelerimde. Hiç düşünmüyor mu beni, hiç özlemiyor mu, diye merak edip kahrolurken, birden bana bir şarkı gönderince-ikimizin birlikte sevdiğimiz bir Stevie Ray-anlıyorum, beni hala hatırladığını ara sıra. Peki şimdi, ne diye bu hal-bu insanlığından çıkmış, hepten konuşulmaz hale gelmiş vaziyeti nedir?? Hiç olmazsa içimde bir yeri vardı-en derinlerimde sakladığım-her şeyi toptan değersizleştirmese olmaz mıydı??!!

9 Kasım 2011 Çarşamba

8 Kasım 2011 Salı

868


Her durumda alışveriş rahatlatır, yorgunluğu alır, pembe bir iç çamaşırı, diz üstü çorap, peşinden bir donut da iyi gidebilir;)

867

(07 KASIM PAZARTESİ)








Eskişehir'de Renkler

07:00 Eskişehir expresi yolcularından biriydim, gelirken simit almıştım, kızarık ve biraz fazla pekmezliydi. Yanımdaki adamı beslemeyi pek sevdiğim için kıpkırmızı elma, turuncu mandalina, fındık getirmiştim, bir de yeşil kalın kazak... Yeşiller arasından geçiyordu tren, rüzgarda boyun büken sazların yanından, her meyvenin yetiştiği ovalardan, renk renk üzüm bağlarından...

Odunpazarı sokaklarına girdim çıktım, evler hep aynı ve renk renkti, kapıları alçak, ortalık boştu. Bir ara cam üfleyen çocuğu seyre daldık; kor camdan kuşlar, ağaçlar yapıyordu-renkler birbiri içinde eriyordu. Lületaşı ise bembeyazdı, yürürken baktık; köprülerin her biri ayrı renkti:yeşil, mavi, mor... Düşen yapraklar sararmıştı, ağaçların çoğu henüz yeşildi oysa, Porsuk kenarında içimizi ısıtan çay kıpkırmızı...

Tesadüfen girdiğimiz Rum meyhanesi loştu, bar sımsıcak ışıklar altında yanıyordu ve biranın yanında gelen yeşil erik turşusu pek lezzetliydi. Eşlik ettiğimiz eski şarkılar bizi kim bilir nerelere götürdü, içlendik, öpüştük, konuştuk... Çıktığımızda şehrin renkleri kararmış, hava soğumuştu. Üstelik aksi gibi bütün oteller de tıklım tıklım doluydu! Akşamın son trenine yetişmek için gara koştuk-yolda içtiğimiz bira sarı sarı ışıldıyordu.

Ayaklarımız ağrıyarak ve nerede olduğumuzu anlamaya çalışarak yatağa girdiğimizde düşündük: Ne uzun, ne keyifli bir gündü...!


866

(06 KASIM PAZAR)

Bayram sabahına öpülerek uyandırıldım.
Tüm sevilen çocuklar gibi biraz şımarıktım.

Anneanneme giderken koyun kokuları, acaba ne yemek yapmıştır soruları arabayı dolduruyordu.

Sofrada ovmaç çorbası, nohutlu pilav, yaprak sarması, makarnalı börek, kadayıf duruyordu.

Bayram günü tüm çocuklar gibi biraz daha neşeliydim.

865

(05 KASIM CUMARTESİ)

Mucha resimleriyle dolu sevimli bir cafede güneşli ve huzurlu bir kahvaltı; sanki pazar sabahı...

Bostancı istikametine doğru kış gelmeden yakalanan son güzel havalardan birinde uzun, aheste bir yürüyüş; eller belde... Çok sevilen sahilde bir Kasım öğleden sonrası yala yala bitmeyen çilekli dondurma sonrası yapış yapış öpücüklerle dolu bir iki saat; Güneş altında gevrediğimiz...
Acıkınca yengeç sepeti; keçi boynuzu gibi sulu ve tatlı bir öze ulaşmak için çabalamamızla kesilen parmaklar, kırılan kıskaçlar, devrilen biralar eşliğinde kahkahalar... Mavi yengeç kovasının dibini bulurken eşlik ettiğimiz neşeli, hüzünlü blues şarkıları...

Daha pek çok şey; izlenen ürpertici bir film, kaçınılmaz bir tartışma ve yatağa girince sımsıkı sarıldığım mis gibi kokan, alabildiğine pürüzsüz, kocaman bir sırt...

Ne dolu bir gündü!


864

(04 KASIM CUMA)

Bu akşam tartışırken, elimi bırakmama izin vermedin.
"Sinirli bile olsan, elimi tut!" dedin-bırakmadım.

3 Kasım 2011 Perşembe

863

Yeni bir etek
ve yeni bir yaş için
yepyeni hevesler!

2 Kasım 2011 Çarşamba

862






Karlarla kaplı Ilgaz dağlarında denim parçalarından spontane çevrede lif sanatı örnekleri ortaya çıktı...

861

(01 KASIM SALI)

Hiçliğe anlam katmaya çalıştık...

31 Ekim 2011 Pazartesi

860


Samhain: İskoç-Kelt geleneğinde kasım ayının eski adı.
Aynı zamanda 1 Kasım'a denk gelen bayramın adı.

Samhain; yazın bittiğini, hasatın sonunu işaretlemek amacıyla takvimde önemli bir günü belirler. Yılın aydınlık yarısının sona erdiği, karanlık yarının başladığı tarih olup, ölüler festivali olarak kutlanır. Hayvan sürülerinin toplanıp tahılların ambara depolandığı bu günden itibaren soğuk ve sert kışa hazırlık yapılır. Geleneksel olarak 31 Ekim gecesi ölmüş atalar anılır ve korku hikayeleri anlatılır. Dev ateşler yakılıp etrafından veya içinden yürüyerek geçmek bir arınma ritüeli sayılır. Yitirilen akrabaların ruhlarının yeryüzüne ineceğine inanılan bu gece, öte-dünya ile bizim dünyamız arasındaki perdenin kalktığı, yaşayanlarla ölülerin en çok yakınlaştığı zaman olarak kabul edilir.

30 Ekim 2011 Pazar

859

Bugün düşündüm;

1 sene 6 ay önce, "Haftanın 5 günü görüşüyor olabiliriz ama bir ilişkimiz yok, zaten olamaz!" diye tekrarlamaktaydık.
1 sene önce, "Bizim bir ilişkimiz var evet, ama yürümüyor."lardaydık.
6 ay önce, "Sana değer veriyorum." diyebiliyorduk ama "Seni seviyorum!" dile kolay gelmiyordu.
1 gece önce, bana kendiliğinden, gülen gözlerinle bakıp "Seninle çok mutluyum!" dedin.

Nereden nereye...

29 Ekim 2011 Cumartesi

858

"Göklerdeki Babamız, ismin kutsal kılınsın.
Krallığın gelsin.
Gökte olduğu gibi, yerde de Senin isteğin gerçekleşsin." *

"Bu zayıflar, onlar da günün birinde güçlü olmak isteyecekler, kuşkusuz, günün birinde "krallıkları" gelecektir." **

Bu durumda, güce tapan "kötü"lerden farkları nerede? Hırslarını, güç istemlerini, hep öte dünyaya saklamıyorlar mı? Gerçekte, büründükleri o çileci abanın altından sinsi hınçları şunu fısıldamıyor mu: "Biz zayıfız, bir şey yapamayız, ancak istediklerini yapabilenlerden öldüresiye nefret ederiz, intikam büyütür, kin besleriz." Şimdi-burada isteyebilen ve yapabilenler mutludur_şimdi istemeye ve yapmaya cesaret edemeyenler, sefilliklerinin bedeli olarak hiç olmazsa kutsanmış olmak isterler. Bencilce isteyen, arsızca arzulayan ve kahkaha atanlar, mutlaka bir şeyler çalmış olmalılar onlardan! Tanrı onları kurtarmaya gelecek, en zavallı, en aç olanlarını yanına alacak, göklerde krallığında yaşatacaktır...

Can yakmayan, kimseyi incitmeyen, kimseye saldırmayan, Tanrıya bırakan, kötülükten uzak, hayattan çok az şey isteyen ve çileciliği yücelten "iyi"lerin pasiflikleri yüzünden bu dünyada elde edemedikleri mutluluğu, gücü(krallığı), suya sabuna dokunmadan yaşamaya razı olmaları karşılığında öte-dünyada ele geçirmeyi beklemeleri, onların kendi belirledikleri "iyilik"leriyle bütünüyle çelişmiyor mu??!!







*Matta 6:9-13
**Friedrich W. Nietzsche-Ahlakın Soykütüğü Üstüne 2.Çalışma 15.Bölüm

857

(28 EKİM CUMA)

İstiklal'in ortasında iki adımda bir durup, kimselere aldırmadan, sitemli bakışlarla konuşuyor, birbirimize kendimizi açıklamaya çalışıyorduk:

"Ama... Sen bana dans etmeyi beceremiyorsun demiştin-Ben de utandım bir daha yanında dans etmeye!..."
"Nasıl yani-ciddi misin? Şaka yapmıştım yahu, çok hoşuma gitmişti o gece senle dans etmek!"

Hafif uykulu, hafif kaprisli ama içten içe çok mutlu ve biraz da sarhoştuk:

"Benim için ne kadar zordu biliyor musun Gogol konserine gelmek...? Sen o kadar beğeniyordun ki o adamı-hep anlatmıştın bana onu ne kadar çekici bulduğunu, nasıl tanıştığını... Evet bana da bir bilet almıştın ama, dedim şimdi ya konuşursa o adamla, beni unutup giderse ben ne yaparım...? Ama bu korkuyu aşmak için yine de gelmek istedim o konsere..."
"Canım benim! Ama ben sana anlatmamış mıydım, aramızda hiç bir şey olmamıştı ki, sadece konuşmuştuk..."
"Bilmiyorum ki-ama işte, geldiğimde kıskanmama hiç gerek olmadığını gördüm; sen sahneye bakmak yerine bana döndün, benden hiç ayrılmadın, onla ilgilenmedin bile!"
"Tabii ki öyle yapacağım! Sahnede senden daha çekici bir şey görmedim ki ben!"

Dans etmeye çıkmayı planladığımız geceyi eve bir an önce varmaya çalışarak tamamladık.

28 Ekim 2011 Cuma

856

(27 EKİM PERŞEMBE)

Dur-Baştan!

İkinci bir şans vermek istedim, geçen-aramızda istediğim kadar tutkulu ve yoğun geçmeyen- geceye:
Hani çocuk oyunlarında olur ya- beğenmediğinde bir sahneyi, tekrarlarlar; "Baştan alıyorum! Şimdi sen yeni gelmişsin- baştan gir kapıdan..."

27 Ekim 2011 Perşembe

855

(26 EKİM ÇARŞAMBA)

Beklemiştim...Beklerken, hep kendime sabrı telkin etmiştim...
Bir dahakine telafi edeceğiz, demiştim.
Olmadı.

Şimdi kendime mi, sana mı kızayım?
Hanginizi terk edeyim?

26 Ekim 2011 Çarşamba

854

(25 EKİM SALI)

Yıllar önce bir gece Nevizade'de sanırım-
Sık gitmediğimiz bir öğrenci barında oturmuştuk
Arka bahçesinde, bahçe de kapatılmıştı-
Senle birlikte miydik, değil miydik belli değildi
Saçların uzamıştı, gür ve simsiyah, omuzlarında...
Kaşların çatıktı, her zamanki gibi, biraz
Seni öpmeye çalıştım, dudaklarını çektin benden
Anlayamadığım, ama artık şaşırmadığım
Bir uzaklık peyda olmuştu ne zamandır aramızda
O an arkada çalmaya başladı Ayten Alpman:
"Üzgünüm...Acı sözlerim için...Üzgünüm...Seni kırdığım için
Aşkımız lekesiz olmalıydı...Şüphesiz olmalıydı..."
Sesi billur gibi akıyordu: "Affedemem- ben böyleyim..."
İkimiz birden başladık söylemeye, içlendik birlikte
Artık öpüşemesek de, birlikte ağlayabiliyorduk hiç değilse


Geçen akşam aklıma geldi o şarkıyı söyleyişimiz,
Kendi kendime mırıldanırken, şimdi bir başkası için:
Tam da bunu düşünürken:"Lekesiz olmalıydı...Şüphesiz olmalıydı..."
Kendine her şeye rağmen sahip çıkan bir sesle:"Ben böyleyim...!"

25 Ekim 2011 Salı

853

(24 EKİM PAZARTESİ)

Bir zamanlar düşünmeden yaptığın hatayı şimdi telafi etmek istiyorsun-
Seni anlamaya çalışıyorum, ama anlayış gösteremiyorum.

Çünkü sen çok önemli, temel bir meseleyi gözden kaçırıyorsun:
Şimdi...Sen benim çocuğumu öldürmüşsündür, kazayla arabanla üzerinden geçmişsindir.
Sonra pişmanlıkla, vicdan azabıyla gelir benden özür dilersin.
Ben de seni affedebilmek için, senin boğazını keserim.
Bu işler böyledir, bazı şeylerin affı olmaz.

23 Ekim 2011 Pazar

852

Hani günlerce evden çıkmadan, bir odaya tıkılıp hatta masanın başından kalkmadan çalıştığı, saçlarının yağlandığı ve asosyal olmaya başladığından korktuğu dönemleri vardır ya insanın-4 gündür o haldeyim!

22 Ekim 2011 Cumartesi

851

Biliyor musun,
ben artık
öfkemi, korkularımı, acılarımı, endişelerimi...
kimselere açamıyorum
anlatamıyorum-
senden başka.

21 Ekim 2011 Cuma

850



Umarım en soğuk kışı yaşarız!

849

(20 EKİM PERŞEMBE)

Amsterdamlı yanaklı,güleç amcalar şapkalarının altından bize güldüren,zıplatan,oynatan şarkılar söylediler...

19 Ekim 2011 Çarşamba

848

Kendimi suçlu hissettiğim için anlatmak istedim, önemli bir şey olduğundan da değil aslında... Sen olsan anlatmaya değer bulur muydun böyle dile getirmesi zor tuhaf bir durumu bilmiyorum-başkaları anlatmaya gerek duyar mıydı? Beni rahatsız etti içimde taşımak, senden saklamışım gibi olacaktı, tepkini kestiremediğim halde cesaret ettim söylemeye.

İki türlüsünden de korkuyordum: Bir başkasıyla aramda oluşmasına izin verdiğim, belki ihtiyaç duyduğum yakınlığın seni hiç ilgilendirmemesinden de, bunu olduğundan fazla önemseyip benden uzaklaşmandan da...

Son derece rahatsız edici, hatta kabul edilemez olduğunun farkındayım. Kabul etmeni de beklemiyorum, garip bir şekilde ben hep hafife aldım bunları şimdiye kadar, oyun gibi geldi. Ama artık oyun bozuldu, bir daha izin vermeyeceğim böyle olmasına. Benim için senden başkasının çok da bir değeri yok bu saatten sonra....

18 Ekim 2011 Salı

847

İnançsızın Severek İnanmaya Başlaması ve Sevgilinin Ardından İnancın Kaybedilmesi Üzerine:

"Şimdi aramızda noksan olan şeyin ne olduğunu biliyorum. Bu eksik sana değil, bana ait... Bende inanmak noksanmış... Beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanamadığım için sana aşık olmadığımı zannediyormuşum... Demek ki insanlar benden inanmak kabiliyetini almışlar... Ama şimdi inanıyorum... Sen beni inandırdın."*

"Bazen kendimi bir müddet için unuttuğum, bir insanda kendime yakın taraflar bulduğum oluyordu. Fakat kafama çıkmaz bir şekilde yerleşmiş olan o korkunç hüküm, derhal kendini gösteriyor, 'Unutma, unutma, unutma ki o sana daha yakındı... Buna rağmen böyle yaptı...' diye beni hakikate davet ediyordu. (...) İnanmamak, inanamamak... bunun ne kadar korkunç olduğunu her gün, her an hissediyordum. (...)"**











*Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna'sından, Maria Puder'in ağzından...

**Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna'sından, Raif'in ağzından...

846

(17 EKİM PAZARTESİ)

"İyi ki çağırmışsın!" dedim gece, uyku arasında sarıldığımızda.
"İyi ki geldin!" dedi, her kıpırdayışımda daha sıkı dolanarak bana.

Öyle güzel bir gece oldu ki bu; tekrar edilemez, tarif edilemez-ben hiç bu kadar rahat, böyle yakın olabilmiş miydim ona?... Balkonda soğuktan burnumuz buz kesmiş, Leonard Cohen şarkıları söylüyorduk ve kırmızı kapüşonun altından dudakları nasıl da muhteşem görünüyordu! Yine de yüzünde kırık bir ifade sezdim, içime işledi bu hali, anlamaya çalıştım-bu evi ve bu balkonu sevmiyordu, oysa ben ne olursa olsun, en azından sırf ben varım diye mutlu olmasını istiyordum. Ben hep onu seveceğimi, yanında kalacağımı, sığınmak ihtiyacı duyduğunda bana gelebileceğini söylemek, onu rahatlatmak isterdim, yapabilir miydim bilmiyorum.

Kanepeye uzanmış "Seni gerçekten özleyeceğim...!" derken gözleri doldu, içlendi, bense hiç üzülmesine kıyamazdım! Sarılmaktan başka nasıl avutabilirdim onu?? Geçmişini neredeyse tamamiyle biliyor, yaralarının sızısını en derinimde duyuyordum-bunları unutturmak için onu en tatlı yerlerini öpmekten başka ne yapabilirdim ki? Hafif kaçıyordu bütün bunlar, söylenenler ona bir şey ifade etmiyordu üstelik, buna rağmen ona benim tanıdığım en harika adam olduğunu tekrarlamak geliyordu içimden.

Bütün gece uyuyamadım, onun hemen uykuya dalmasına sevinerek sırtını bana dönmesini fırsat bulup sımsıkı sarıldım. Artık kış geldiğinden terlemedim, nefesimle onu da ısıtıyordum. Uzunca bir süre gözümü kırpmadım, ama sıkıntılı hissetmiyordum-ona sarılıp yatmak her şeyden huzurluydu. Bir ara, gördüğü rüyanın tesiriyle olacak, irkildi hafifçe. O anda daha sıkı sarıldım, teskin etmek için sırtını okşadım, sakince uyumaya devam etti. Arada bir uyanır gibi olup dönüyor, yine bana dolanıyor, karanlıkta gözlerini açmadan dudaklarımı bulmaya çalışarak öpücükler konduruyordu.

Bir şişe beyaz şarap içmiştik, bana büyük bir çanaktan beyaz üzüm yedirmişti. Birlikte geçirmeyi planladığımız bir geceye iş seyahati sebebiyle gelemeyeceği için üzüntülüydü, samimiyeti içimi burktu, kızamadım. Bütün gece düşündüm; bana istediğim her şeyi, hem de ondan hiç beklemeden, zaman içinde vermişti-daha ne isteyebilirdim ki?! Önceden nasıl da yabancıydı: adını doğru bildiğimden bile şüphe eder, evinden her ayrılışımda bir daha onu görmeyeceğimi sanır, iliklerime kadar işleyen yalnızlık duygusuyla üşürdüm... Her mutluluğa yaklaşılan anda manasız bir hiddetle birbirimize hayatlarımızda na kadar geçici ve alelade olduğumuzu tekrarlama ihtiyacı duyardık. Adeta nasıl güzel anlaştığımızı görmekten korkar gibiydik, sevgi sözü ise hiç telaffuz edilmezdi bile.

Bir baktım ki; her şey büsbütün değişmiş: ben ona sevgilim der olmuşum, eskiden eksikliğini her seferinde duyduğum emniyet hissi bugünlerde içimi rahatlatır olmuş. Önceden bana hiç içinden gelip de kendiliğinden bir güzel kelime etmediğinden yakınırdım, bu gecenin sabahında bana yazdıklarını okuyana kadar. "Gerçek bir sevgilisin" diyor ve bana teşekkür ediyordu-niçin? Çağırdığında hemen geldiğim, bir süre yanımda olmayacak diye mesele çıkarmadığım ve şafak sökmeden kalkıp ona tost yaptığım için miydi bu teşekkür? Fakat ben ona nasıl teşekkür edecektim?-bana değer vermediğini hissettiğim günler geride kalmıştı, artık o hayatımın, dahası benim bir parçamdı...

17 Ekim 2011 Pazartesi

845

(16 EKİM PAZAR)

Bu yağmurlu ve soğuk Ekim pazarı bir lise yılları klasiği için mükemmel gündü: Diğerlerinden pek de bir farkı olmayan ama yine de bizi heyecanlandıran korku filmi eşliğinde benim aslında sevmediğim fakat biri yanımda yerken dayanamadığım tuzlu yağlı mısır patlağı!

844

(15 EKİM CUMARTESİ)

Planlanmayan Hafta Sonu:

Planladığım hafta sonu böyle değildi-yağmur yağacaktı belki, ama yine de biz güneşli olacaktık. Evde kalmayıp sokaklara açılacaktık, serin rüzgarda dolaşacaktık. Günün sonunda da bir çok şeyi birden bir güne sığdırmış olmanın sevinciyle hafif yorgun ama memnun olacaktık...

Olmadı, hiç birini yapamadık.

Endişeyle gözlerimi onunkilere dikip "Bu hafta sonu bomboş geçti..." diye yakındığımda bana azıcık sitemle karışık "Birlikte vakit geçiriyoruz-bu senin için hiçbir şey yapmamak mı?" diye sorması beni rahatlattı.

Sonra ikimize leziz bir tavuk pişirdi, yanına da Viyana'dan getirdiklerinden bir şişe şarap açtık ve yemekte birbirimize henüz yeni yeni tanıştığımız zamanlarda birbirimizi nasıl gördüğümüzü anlattık.

14 Ekim 2011 Cuma

843

Şimdi ben mesela senin orospu arkadaşını facebookta arada bir "tanıyor olabileceğiniz kişiler" arasında görüyorsam acaba kendisiyle "arkadaş olup" ana avrat düz gitmeli miyim? Ne dersin??

842

(13 EKİM PERŞEMBE)

Epeydir vakit ayıramadığımız bir günün birlikte keyfini çıkardık; sabahın erken saatlerinde Maçka tarafında bir fincan kahve, ardından içinde hiçbir şey olmayan eğlenceli bir kalabalık aile filmi, sonra Cihangir sokaklarından birinde sessiz bir öğle yemeği: keçi peynirli salata yanında şarap...

12 Ekim 2011 Çarşamba

841

Bugün;
Yaklaşan kışı sıcacık karşılamak için kendime
Yünlü kumaşlar, retro Tom Ford gözlükler ve bir kutu C vitamini aldım.

11 Ekim 2011 Salı

840

Deine Stimme zu hören war schön!*








*Sesini duymak güzeldi!

10 Ekim 2011 Pazartesi

839

Gizemli Telefon Nefesi

Bu akşam geç vakitte telefonum çaldı, ama arayan konuşmadı. Sadece nefesini duyduğum bu gizemli kişi, kim bilir ne zaman nerede tanıştığım ve hayatıma ne kadar girmiş olan-belli ki bir şekilde artık çıkmış olan-bir eski tanıdıktı ki; belki de aylar, yıllar sonra bir sebepten aklına beni düşürmüş ve konuşacak cesareti bulamasa bile en azından sesimi duymak ihtiyacını hissetmişti...

838

(09 EKİM PAZAR)

Son anda hesapta olmayan bir değişiklikle uzun zamandır vakit ayrılmayan uzak bir arkadaşla gidilen klasik bir film: Jayne Eyre ve yanında Paris sohbeti: Eiffel'e karşı kurulan sofralarda içilen Fransız şarapları, sokak müzisyenlerinin piyanoları...

837


(08 EKİM CUMARTESİ)

Bir cumartesi günü, İstanbul'da Ekim ayının belki de son güneşli hafta sonunda, adeta pazar gibi yaşandı-öyle sakin ve sessiz, ama asla sıkıcı değil...

Çok görmüş geçirmiş bir adamla genç bir kadın Boyacıköy'ün Arnavut kaldırımı yokuşlarına tırmandılar el ele, yukarıda Boğaz'a karşı minik, saklanmış, adı sanı olmayan ve demleme çay ile Türk kahvesinden başka şey bulunmayan cafede biraz oturdular. Gazete okumaya çalışırken rüzgarda saçları savrulan kadın gülümsüyordu, kendini tazelenmiş, dertsiz ve yeniden hafif hissediyordu.

Epeyce yürüyüp, Boğaz hattında ayaklarını yorduktan sonra Taksim'e geceye çıktılar, ikişer bira içip belki bir film görmeyi düşünmüşlerdi ama anladılar ki; birbirlerini fazla özlemişlerdi-eve gitmeye karar verdiler...

7 Ekim 2011 Cuma

836

Yarın için tatlı hayallerim var; yağmurda uzun bir Boğaz yürüyüşü ve dondurmalı öpücüklerle dolu....

6 Ekim 2011 Perşembe

835

Slimfit evaze kup climalite serisinden siyah alt ve koyu pembe kolsuz t-shirt ile üstüne yine climalite serisinden, dokununca ipek hissi veren, terletmeyen, koyu pembe çizgili siyah üst-elbette altında da siyah bir çift Adidas!


5 Ekim 2011 Çarşamba

834

Bu sabah beni en çok geren hocama bu dönem yapmak istediğim projemi anlattım.

4 Ekim 2011 Salı

833

Bugün Kadıköy'ün keşmekeşi, kitaplarını ve T cetvellerini almak için birbirini ezen yeni ve hevesli öğrenciler, sonra tüyler, ne tüyü diye sormayın-kuş tüyleri, imitasyon kürk parçaları, leoparlar, gümüşler, titanyum teller, ham keçeler, kar baykuşları, gri-mavi-pembe-turuncu ipler, aydınger kağıt ruloları ve poster baskı plotterları arasında geçti...

3 Ekim 2011 Pazartesi

832



Gelecek yeni buzul çağında...

...yalnızca en iyi uyum sağlayabilenler hayatta kalacak.

831

(02 EKİM PAZAR )

Hasta olursan, sana bakarım
En leziz çorbalarla besler,
Sıcacık sımsıkı sararım
Ensen terlerse siler, öper
Dudak kenarlarına takılan
Gülüşlerini bir bir toplarım

1 Ekim 2011 Cumartesi

830


Paris'te geceyarısı: Nostalji dükkanlarından kimsenin ne işe yaradığını artık bilmediği eski eşya satın almaktan hoşlanan, en ilham verici edebiyatçıların, en büyük ressamların ve en güzel kadınların çağı olan 20'lerde yaşamış olmayı düşleyen, Paris'in yağmurda daha hoş gözüktüğünü düşünen nostalji tutkunu, biraz kayıp ve tutunamamış, iflah olmaz romantikler için güzel zaman...

30 Eylül 2011 Cuma

829

"Hayat" sevgilimi elimden aldı-
Ve benim bunu kabullenmem bekleniyor!

828

(29 EYLÜL PERŞEMBE)

Tasarım haftasıymış, Haliç'teymiş, çok da ilgimi çekmiyor bütün bunlar-keyfim bozuksa.
Onun yerine enseni kemirmeyi, kıvrılıp yatmayı, yağmuru dinlemeyi tercih ederim, senin yanında.

Sana anlattım, kaldıramıyorsun ama; ben de haklıydım hani-ışığına üşüşen sinekler konusunda!
Benden duyunca kızıyorsun, rahatsız oluyorsun ama; kabul edemediğim onca şey biriktirdim ben işte aylarca.

Şimdi bana diyorsun ki; aynılarını sen de yapıyorsun ama ben sana güveniyorum, çünkü elini tutuyorum.
Ne güzel!-keşke ben de arkamı dönünce bile inansaydım hala orada olduğuna...


28 Eylül 2011 Çarşamba

827

Her şey berbat gidiyor, hayatımdaki her şey baş aşağı devrilmiş ters gidiyor, düşüyor, kaybediyorum.

Dün gece rüyamda yine senle uğraştım, yine sana ulaşamadım.

Birlikte arabayla gidiyorduk, sen sürüyordun, okulun oraya geldiğimizde karşı yönden renkli bir minibüs geldiğini gördüm, içinde Eugene vardı. Sağa çektirdim arabayı, indim yürüdüm onlara doğru. Yolunu kestim onun, bütün çekiciliğiyle sırıtıyordu-biraz da sarhoş... Bir şeyler diyordu bana, içeri girdik sonra. İçerisi kalabalık. Bir bakıyorum ki ayağı kırılmış adamın nasıl olduysa-kanıyor, topallıyor. Yardım için bağırdılar, ben de koştum buz getirdim, bütün katları dolaştım aradım. Sonra bir torba buzu onlara bırakıp çıktım, birden aklıma sen geldin. Seni dışarıda unutmuştum! Panikledim, aradım, hala orada mısın diye düşündüm. Bana çok kızmıştın, baktım meğer 4 saat geçmiş. 4 saattir seni nasıl unutmuşum anlayamadım, açıklayamadım. "Beni bıraktın gittin." diyordun, sesin buz gibiydi, "Ben de gittim sonra." Korkuyordum, sen hiç olmadığın kadar uzaktın, "Lütfen gel!" dedim. Gelmiyordun. "Benden ayrılmak mı istiyorsun?" diye sordum, "Evet"dedin, buz kestim. "Lütfen yalvarırım geri gel, özür dilerim, nasıl oldu anlamadım 4 saat geçmedi ki içeride..." kendimi affettirmeye çalışıyordum. Ama olmadı.

Panikle uyandım, acıyla uyandım.

27 Eylül 2011 Salı

826

Gördüğüm rüyadan sabaha karşı sinirli, bitkin, sabrımın son sınırında uyandım, içimde isyan eden bir ses vardı.
Kabul edemediğim şeyler, içimde biriken tortuya pusa dönüşmüş beni dumana boğmuş, boğazımı tıkamıştı.
Bir bardak kırayım dedim, yere fırlatsam belki rahatlarım.
Onun yerine biraz nefes almaya çalıştım, sonra kolunu aldım, üstüme koydum, kendime sardım.
İyi oldu böyle, sana dolanıp göğsüne yattım, sığıverdim oraya bir şekilde, o zaman rahatladım...

825

(26 EYLÜL PAZARTESİ)
Bir zamanlar Anadolu'da koyun can derdinde, kasap et derdindeymiş...