30 Mayıs 2012 Çarşamba

1072





Nar Çiçeği renginde bir yaz bizi bekliyor...

28 Mayıs 2012 Pazartesi

1070

Bir durgunluk... bir tıkanıklık...

1069

(27 MAYIS PAZAR)

Uzundur ertelenmiş, uzun bir telefon konuşması...

27 Mayıs 2012 Pazar

1068

(26 MAYIS CUMARTESİ)

Cumartesi Menüsü

Bazen cumartesi gününü evde geçirmek güzeldir-hatta hava güzel bile olsa eve kapanmak harikadır;

Eğer çok tatlı bir adam size bütün marifetiyle özene bezene ÇanÇinÇon Tavuk yapıyorsa...
-ÇanÇinÇon Tavuk, içine ananas giren bir yemek çeşidi olup bu özelliği itibariyle bazı insanları şaşırtsa da, yendiğinde ağızda sırrı çözülemeyen bir hafif ekşili tatlı tat bırakır. Aslında o esrarengiz içerik portakal suyundan başka bir şey değildir.-

Ve siz de mutfakta yanında olmaktan hoşlandığınız için, tavuğun yanına TavuktanKalan Noodle yapıyorsanız...
-TavuktanKalan Noodle, birazcık çok pişmiş olsa da, yağına cömertçe serpilen köri rayihasıyla burnunuzu damaklarınızdan evvel okşayacak, ne yazık ki taze soğan almayı unuttuğunuzdan ve yeşil ile kırmızı biberleri de erkek arkadaşınız kullandığından artık onlardan artan ne varsa değerlendireceğiniz bir yemek türüdür. Son anda hava atmak için içine doğrayacağınız bir nektarin de hafif mayhoşluk kazandıracaktır.-

Bir de iki yıl önce sizi tavlamak niyetiyle yapılan büyüleyici Çilekli Tatlı, çilek mevsiminin başlamasıyla yeniden ortaya çıktıysa...
-Çilekli Tatlı, iki yıldır çözülemeyen esrarengiz içeriğiyle yiyeni yapana aşık eden tılsımlı güce sahip afrodizyak bir tatlı türüdür. Aslında bu büyüleyici karışımın, şekerle çırpılmış krema ve bazıları için tatlılarda olmazsa olmaz yoğurttan ibaret olduğuna inanmak zordur.-

Bunların ardından kahvaltıya DominantlığıAzalmış Sucuk adlı yeni bir spesiyal deniyorsanız...
-DominantlığıAzalmış Sucuk, menemen yapacakken evdeki yeşil biberlerin dün akşam tükendiğini fark eden becerikli adamların kız arkadaşlarına enerji depolamak amacıyla hazırladıkları bol sebzeli bir kahvaltılıktır. Kırmızı soğan, kırmızı biber ve kırmızı domatesler o kadar kıpkırmızı bir sonuç verirler ki, içlerine doğranan küp küp sucukların baskın tadı azalır, daha bir lezzetli olur. Yerken bu kaloriyi nasıl harcayacağınızı planlamak ise ayrı bir keyiftir.-

Afiyet olsun!

26 Mayıs 2012 Cumartesi

1067

(25 MAYIS CUMA)

Ben artık uzaylılar gelsinler bizi istila etsinler filan istiyorum
Kıyamet de kopabilir, Maya takvimi de bitebilir-fark etmez!

25 Mayıs 2012 Cuma

1066

(24 MAYIS PERŞEMBE)

Gecikmeli Teşekkür

Dün gece rüyamda sizi gördüm hocam,
biliyor musunuz ben ara sıra
sizi görürüm hala, konuştuğumuzu

bir yere yürüyordum, karşılaştık
sizi yaşlanmış gördüm biraz,
zayıflamıştınız ve gözlükleriniz vardı
durdurdum, gülümseyerek konuştum
biliyor musunuz ben kendimce işte
size çok değer vermiştim hocam,
sizin gibi birini ben daha hiç tanımadım

İçten içe bildim bir yandan hep,
sizin de beni farklı bulduğunuzu,
hani bir gün demiştiniz ya:
"Kırmamaya dikkat ediyorum seni
Cam bir vazo gibi..." unutmadım bunu

Belki unutmadığımdan, geçen sene bir gece
Kendimi kalabalığın ortasında yapayalnız
Hissettiğimde, birden düşünmeden numaranızı çevirdim
Ve size sekiz yıl gecikmeli teşekkür ettim.

23 Mayıs 2012 Çarşamba

1065

Her şeye hazırdım, en kötüsüne, yalnız kalmaya bile-sensiz kalmaya hazırdım.

Birden, hiç beklemediğim bir şey yaptın-"Gitmiyorum!" dedin, ağlamaya başladım.

1064

(22 MAYIS SALI)

Saydım: 4 gündür görmemişim seni, oysa aramızdaki uçurum 4 haftalık derinleşmiş...

Bir yaklaşıp bir uzaklaşmak ve bu gel-gitli mıknatısa alışmak kolay değil, dediğim gibi...

Bazen, korkudan, öyle sımsıkı kapamış oluyorum ki kendimi-bir türlü açılamıyorum, sen beni şefkatle açsan bile, bir tutukluk kalıyor üzerimde, hırpalanmış eski bir kapı kilidi pası kaplanmış içim...

- ve uçurum demişken...
Erken yatağa girdik, yastığı duvara dayayıp otururken uçurumları sevdiğimi düşündüm, kanatlarım da var mıdır dersin...?

21 Mayıs 2012 Pazartesi

20 Mayıs 2012 Pazar

1062

Senin Tipin Nasıl?

Aynı gecede iki erkek tipiyle karşılaştık: biri, pantolonu parçalanabilirmiş diye, bizimle birlikte yere oturmaktan sakınıyor-diğerleri, sabaha kadar kendilerinden geçmiş vaziyette dans edip azıtırken üstlerini başlarını eve nasıl gideriz diye hiç düşünmeden paramparça ediyorlardı...

1061

(19 MAYIS)

Daha...
Güçlü.

19 Mayıs 2012 Cumartesi

1060

(18 MAYIS CUMA)

Cuma gecesini kötü kılan benim vicdan azabım mıydı
yoksa
aramızda ne kadar çabalasam da hiçbir zaman doğru düzgün
sürekli
istediğim(iz) gibi
sorgulamaya gerek kalmayan
huzurlu, besleyici
tek taraflı olmayan
birlikte olduğumuzu hep hissettiğim
bir ilişki olamayacağıyla bir kez daha
yüzleştiğim için mi?...

18 Mayıs 2012 Cuma

1059

(17 MAYIS PERŞEMBE)

Akşam Galata Kulesi dibinde içilen rüzgarlı birer bira ile başlamıştı, uzun zaman ara verdiğimiz bir "kız kıza gece"ye hazırdık.

Çocuk büyütmenin zorlukları, iş hayatının anneliğe izin vermeyişi ve gelecek çağın çocuklarının sorunları üzerine dönüp dolanan bir sohbeti bitirmiştik kalkarken, nereye gitsek diye düşünürken tanıdık bir küçük barda mola verelim dedik.

Barmene selam verip birer jack-kahlua shot diktik, ısınınca daha fazla konuşmaya, daha bol gülmeye başladık.

Bir ara kendimi içi zaten boş olan ufak barın bir masasında yalnız başıma oturmuş buldum, elimi çeneme dayamış, alt kattaki arkadaşım nasıl diye bakıyordum ki-birden , kimi kısacık pembe şortlar ve parmak arası terlikler, kimi 90lardan kalma neon eşofmanlar ve yırtık pırtık t-shirtler giymiş, kimi kollarına rengarenk püsküller, kimi başlarına çoraptan saç bantları filan takmış absürt bir erkekler grubu içeri daldı.

Kafalar çoktan belli güzeldi ve herkes ama herkes onlara bakıyordu, birden sokağın neşesi oluverdiler.

Kıyasla daha az sarhoş görünen ve konuşabilen biri içlerinden, bana 8 erkek bu kostümlerle girebilecekleri bir bar var mı diye sorunca epey kafa yordum ve sonunda, bizim gitmeyi planladığımız yeri bir denemelerini önerdim. Balkan beatlerine bayılıyorlarmış.

Grubu bölük pörçük ve dil dökerek içeri soktuğumuzda, bize de bira ısmarlayıp deliler gibi dans etmeye başladılar. Bir yandan sürekli fotoğraflarımızı çekiyor, bir yandan arada kulağımıza "You are awesome! You are great girls!" diye bağırıp duruyorlardı. Grubun tamamını içeri almak için gösterdiğimiz çabaya inanamadılar ve bizi beş dakika bile dinlenmemize fırsat vermeden pistten indirmeden döndüre döndüre dans ettiler!

Başımız dönüyor, ayaklarımız ağrıyordu, sırılsıklamdık ama unutulmaz bir gece yaşadığımızın farkındaydık. Belki hayatımda hiç bu kadar eğlenmemiştim, hiç bu kadar eğlenen grup da görmemiştim. Ne zaman nefes nefes kalıp bir köşeye çekilecek olsam yine biri bana hınzır bakışlarla yaklaşıyor, elimi ister gibi elini uzatıyor, anında beni çekip döndürerek yeniden ortaya çekiveriyor, hiçbir şarkıyı pas geçmeden dansa devam ediyordu...

Gece ilerledikçe tanıdık şarkılarla iyice coşan gruptan birkaçı oldukça iyi dansçı çıktı, dizleri üzerine çömelip yerde yaptıkları Kafkas hareketlerini herkes alkışladı, gittiğimiz her yerde olduğu gibi burada da herkes bize bakıyordu. O gece her ortamın neşesiydiler. İçlerinden sevimli bir tanesi, önce yüzüklerimi, sonra dans edişimi, sonunda beni beğendiğini söylerken o kadar çocuksuydu ki gülmeden duramadım.
"I like the way you move!"
"hahaha! There is a song like that."
"No really, I like the way you move. And your hair..is amazing!"

Onda hala, kadınları henüz tanımayan, yanlarında ne yapacağını bilemeyen ve uzaktan bu bilinmez cinse hayranlık duyan saf bir çocuk hali vardı...

Arkadaşının yırtık ve kıro kıyafetlerini işaret ederek "He looks like shit. I look like shit, You look awesome. Sehr schön!" deyip duruyor, bu kadar iğrenç kılıkta olmalarına rağmen onları aramıza kabul ettiğimiz için teşekkürler ediyordu.

Ter içinde belden çekişler, elden tutup döndürüşler ve havaya kaldırışlarla süren gece sabaha yaklaşırken zorla biz bunları dışarı çıkardık. Bitap düşmüş vaziyette bir şeyler atıştırmaya giderken yaramaz çocuklar gibi yine parka gitmek için tutturuyorlardı! "Where is the next bar?"

Deneye deneye ve kapıdaki adamlara uyuz olarak birkaç bardan geri çevrildikten sonra sonunda Mojo'ya girdik-good old Mojo!

Sahnedeki grup onlara tanıdık gelen şarkılardan girince iyice coştular, "Whoohoo!" "Should I stay or should I go?" gibi klasik bar şarkıları... En son üstlerie giydikleri hemen her şeyi parçalayıp yarı çıplak kalınca neredeyse atılıyorduk ve üzerine çıkıp duvara tırmanmaya çalıştıkları masalar devrildi filan ama biz, sırf onları izleyerek bile eğleniyorduk. "Feel free!" diye düşündük, bambaşka bir ülkede olmak, kimseyi tanımamak, bir daha görmeyecek olmak ne büyük hafiflik veriyor insana...

Enerjileri tükenmek bilmiyordu, son şarkı bitince sabah ezanına fazla bir şey kalmadığını görüp hoşçakal dedik. Ceketlerimizi çıkarmaya çalışan eller, ısrarla çekiştiren "Stay!" diye bağıran üzgün çocuk suratlara artık bizden bu kadar dedik.

Uzun zamadır bu kadar eğlendiğimi hatırlamıyorum!

16 Mayıs 2012 Çarşamba

1058

Bir Çeviri Denemesi:


Yırtıcı Kuşlar Arasında

Buradan aşağı inmek isteyeni,
Ne hızlı
Yutar derinlik!
-Ama sen, Zerdüşt,
Hala daha seversin uçurumu,
Çam ağacını da sever misin aynen?

Çam köklerini salar,
Kayanın bile
derinliklere ürpererek baktığı yerde-
Uçurum önünde duraksar-
etraftaki her şeyin
aşağı inmek istediği yerde:
Sabırsızlığı arasında
vahşi kayaların, çağlayan derelerin
Sabırla katlanarak
sağlam, suskun, tek başına…

Tek başına...!
Kim cüret etti başka
Burada konuk olmaya,
Sana konuk olmaya?...

Yırtıcı bir kuş belki,
Kendini, o sarsılmadan katlananın
saçlarına asarak, acısından zevk alarak,
Delice kahkahayla,
Yırtıcı-kuş-kahkahasıyla...

Neye bu kadar sabır?
alay eder acımasızca
Kanatları olmalı insanın, uçurumu seviyorsa...
Asılı kalmamalı
Senin gibi, "asılmış"!

Oh Zerdüşt,
En zalim Nemrut
Geçenlerde hala avcısı Tanrının,
Tüm erdemlerin tuzak-ağı
Kötünün oku!
Şimdi-
Senin kendin tarafından avlanan,
Senin kendi avın,
Senin kendine saplanmış...

Şimdi-
Tek başıma seninle,
İkimiz kendi bilgeliğimizde,
Yüz ayna arasında
senin önünde, kendisi yanlış
Yüz hatıra arasında
belirsiz,
Her yarada bitkin,
Her donda üşüyen,
Kendi ipinde boğulmuş
Kendinin yargıcı!
Kendinin celladı!

Niye bağladın kendini
Bilgeliğinin ipiyle?
Niye kandırıp çektin kendini
İhtiyar yılanın cennetine?
Niye süründün kendi içine?
Kendi içine-kendi içine...?

Artık bir hasta,
Yılan-zehrinden hastalanmış;
Bir esir
en çetin kurayı çekmiş:
Kendi çukurunda
Beli bükük ter dökerek,
Senin içine oyulmuş,
Senin kendini kazarak,
Beceriksiz,
Sert, katı
Bir ceset_
Üstüne yüz yükün yığıldığı
Senin tarafından aşırı yüklenmiş
Bir "bilen"!
Bir "Kendini tanıyan"!
O bilge Zerdüşt!...

En ağır yükü aradın:
Orada kendini buldun_
Kendini atamazsın kendinden...
Pusuda,
Çömelmiş,
Artık doğru duramayan biri!
Daha da yaklaşıyorsun bana mezarınla
Çarpık ruh!

Ve daha geçenlerde öyle gururlu,
Gururunun tüm cambazlıklarıyla!
Geçenlerde daha tanrısız münzevi,
Şeytanla birlikte çifte-münzevi,
Kızıl prensi her taşkınlığın!

Şimdi-
İki "Hiç" arasında
İçine bükülmüş
Bir soru işaretisin,
Yorgun bir bilmece-
Yırtıcı kuşlar için bir bilmece...

Seni "çözecekler" elbet
şimdiden acıkmaktalar senin "çözüm"üne
Uçuşuyorlar şimdiden senin etrafında, bilmecelerinin
Senin etrafında, "asılmış"!...
Ey Zerdüşt!...
Kendini tanıyan!...
Kendinin celladı!...




Kayalıkta kök salan çam ağacına duyduğu hayranlığa hayran kalan bir ben miyim?
Çam ağacı sabırla katlanırken, dallarına tutunan alaycı yırtıcı kuşun ağzından dökülen bilgelikle; "Neye bu sabır?!" - asılı kalanların değil, uçuruma düşmeyi göze alanların, ancak kanatlarına güvenenlerin derinliğe ulaşabileceğini hatırlatışının zalimliğine hayran kalan bir ben miyim?
Zerdüşt'ün ona bir bilmeceyi, kendi içine bükülen bir soru işaretini anımsatmasına hayran kalan bir ben miyim...?




1057

(15 MAYIS SALI)

"Çünkü siz titreyen ellerinizle bir ipi yoklayarak inmek istemezsiniz; ardında ne olduğunu kestirdiğiniz yerde tiksinirsiz kapıyı açmaktan..."*

Bilinmezlikten sadece korkmayan, ardını göremediğine cesaret edebilen değil-bilinenle ilgilenmeyen, beklenen ve kestirilebilenden canı sıkılan okurlar arıyordu Bay Bıyıklı kendine. "Herkes ve Hiç kimse" için yazdığını ilan ettiği kitabı; daha ziyade kafiyeli, belli bir ritmi sürdüren, belli noktalarda esler veren, senfonik upuzun bir şiir gibiydi, okudukça iç kabartan...

Okuyucular yerine yol arkadaşları araması bundandı, hasat arkadaşları araması bundan...





*F.W.Nietzsche'nin öz-eleştirel son kitabı Ecce Homo'dan alıntıdır.

14 Mayıs 2012 Pazartesi

1056

Yeniden Bay Bıyıklı'yı okumaya başladım; bu iyiye(kötüye) işaret!

13 Mayıs 2012 Pazar

1055

Yırtıcı Kuşlar Arasında* idim bütün gün...






*F.W.Nietzsche'den bir Dionysos ditrambosu. (1884-88)
Bugün orjinalini okudum ve önce İngilizce'ye, sonra Türkçe'ye çevirmeyi denedim.

12 Mayıs 2012 Cumartesi

1054

Metrobüste arkamdaki deli teyzeye teşekkür borçluyum, yol kısalıverdi sanki-
etrafından her duyduğunu defalarca, önce coşkulu, haykırarak, sonra giderek tonajını düşürüp sakinleyerek, adeta yankılanır gibi, bıkmadan onlarca defa tekrar eden teyzecik!

Hani tam senden kurtuldum sanmışken Zincirlikuyu'da beni yakalayıp tam arkamda dikilmeyi seçtin ya, iyi oldu aslında, böylelikle stresimi unuttum senin o
"BURDAYUUUUZ! BURDAAAAYUZ! BURDAYUZ! Burdayuz... Burdayuz... Burdayuz.." larını sayarken!
Hele anons edilen her durağı bir de senin o Karadenizli şivenle tekrarlaman yok muydu, bir kapayıp bir açan ve yağmadığından bir türlü rahatlayamayan rutubetli İstanbul havasına bire birdi vallahi!
"MECİDİYAKOOOOOYYYYY!!!! AHAHAHAHHAAAA! MECIDIYAKOOOY! MECIDIYAKOY! Mecidiyakoy...Mecidiyakoy..." Bu kadar değil ama, dakikalarca.
Güngören'e gidene kadar aklımda yankılandı vallahi Mecidiyeköy.
"DURACAAAAAAAAK! HEHEHEHHEHEHHE! DURACAAAAK! HEHHEEE! DURACAK! Duracak. Duracak... Heheee"
Bir dahakine Avcılar'a gidelim olur mu?

1053

(11 MAYIS CUMA)


"Evet kirli bir ırmaktır insan. Kirli bir ırmağı içine alması ve bozulmadan kalması için deniz olmalı kişi."*



Bu gece barın ardından fark ettiğimde onu rahatsız eden bir şey olduğunu, yanına geçip ısrarla sordum.

Verdiği cevap onu zorluyordu, çünkü utanıyordu-ancak gururluların utanabileceği şekilde...

Yaşadıklarından sonra içindeki pis suyu akıtamadığı için kendini kirlenmiş hissettiğini söylüyordu, ancak saf olanların hissedeceği bir mide bulantısıyla...

Ona demek isterdim ki: "Dostum, uçsuz bucaksız derin bir denizsin sen-masmavi!

Öyleyse artık düşünme bunları-sen yüklerini sırtından attın, sen onları pis sular gibi geride bırakarak ileri aktın, hafifledin.

Değil mi ki sen masumsun-kim lekeleyebilir seni!?"






*F.W.Nietzsche'den alıntıdır.












1052

(10 MAYIS PERŞEMBE)

Bugün bir söz verdim:bir daha olmayacak.

10 Mayıs 2012 Perşembe

1051

(09 MAYIS ÇARŞAMBA)

Öz-İntikam

Bütün gün kanlı gözlerimi açamadım
ve rüyalarımda birilerini öldürdüm...

1050

(08 MAYIS SALI)

İntihar Mektubu


yine her şeyi berbat ettim
belki de böyle
ama bana öyle geliyor ki
herkes ektiğini biçiyor
ve sen belki aylar önce yazdığın
intihar mektubunda
sevgili "arkadaşların"a
bırakmasaydın bir şeyler
adlarını anmasaydın onların
benimkinin yanında
kim bilir
bu kadar değersiz ve sıradan hissetmezdim
herhalde şimdi
senin yanında





7 Mayıs 2012 Pazartesi

1049

Bilmiyorum gerçekten
hiç anlayamıyorum neden
böyle koptum
son iki gündür
acaba hastayım diye mi?
evde kaldım diye mi?
birden bire
üstelik her şey
güzel gidiyorken
iki haftadır
yaşamaktan zevk alıyorken
bu kadar uzaklaştım
hayattan
senden
ve kendimden

6 Mayıs 2012 Pazar

1048

Bu sabah
kaybetmekten en çok korktuğum 3 insanı
Moda'da kahvaltıya götürdüm,
belki de ilk ve son defa...

5 Mayıs 2012 Cumartesi

1047

Sabah sabah beni kabustan uyandıran
yaramaz mı yaramaz bir genç-adı Hikmet-
kahvaltıya çağırdı, menemen yapacakmış...

Gittim, yedim, geldim!

Not: Mayıs'ın tek kötü yanı alerji mevsimi olması. Yoksa bir sürü güzel yanı var:pembe-beyaz kocaman kocaman at kestaneleri açtı, mor mevsim bitiyor ama kırmızı mevsim geldi! (Erguvan-mor salkım-leylak üçlüsü yavaştan geçiyor, güller başladı.) Bu mevsimde sahilde yeşile uzanıp gazete okumak keyifli oluyor, çilekli-yoğurtlu dondurma yemek çok tatlı geliyor, üstelik çileğin tadını doya doya çıkarmak için daha 2 ayımız var rahat! Mayıs, bisiklete binmek demek, yürüyüşe çıkıp kedileri beslemek demek... Mayıs, fotoğraf çekmek demek, piknik yapmak demek, günübirlik gezilere çıkmak demek... Mayıs'ın alerjik hapşırmalarına tahammül gösterebilirim sanırım.

1046

(04 MAYIS CUMA)

"HER ŞEYİ YAPABİLİRİM" KAFASI

Eski günleri hatırladık; geçtik ve heyecanlıydık, yeniye her an hazır ve açtık.
Karanlık bir sokağa dalmaya bir anda karar verişimiz o zamanlarda oldu, ne yaptığımızı düşünmeden az önce konserinde en ön sırada terden sırılsıklam dans ettiğimiz ve adını çok komik şekilde yanlış telaffuz ettiğimiz adamın balkonu altında bağırıp aşağı çağırmamız yine bu cesur zamanlarımıza denk geldi.
Gençtik ve korkmuyorduk-ne olabilirdi ki??
İlk defa gittiğimiz yabancı bir ülkenin hiç bilmediğimiz şehrinde, dandik bir müzik festivalinde soyunma odalarına girmek için kapıdaki görevliye yalvarırken hep bu her şeyi yaparım kafası işliyordu.
Geçtik ve her şeyi yapabileceğimizden emindik-neden olmasındı ki?!

Bu akşam eski bir dost ile eski günleri hatırladık, yine yapalım dedik böyle şeyleri-böyle cesur olalım!
Bir kere daha gidelim bir yerlere, neresi olursa-yeter ki o her şeyden uzak olmanın rahatlığı olsun kafamızda.
Yine çıkalım geceleri ara sıra, dedik-birileriyle tanışalım; ama flört etmek için değil illa-sadece biraz açılalım.
Yine bir grup keşfedip birkaç sene evvel yaptığımız gibi, onun tüm konserlerine gidelim, elemanlarla tanışıp bir şeyler öğrenelim.
Eskisi gibi canlı hissedelim, dünya önümüze serilsin; öyle ki- aklımıza gelen her şeyi ama her şeyi yapabilelim!

4 Mayıs 2012 Cuma

1045

(03 MAYIS PERŞEMBE)

"Ben seni kandırmıyorum..."dedi, gözleri kırgındı.
Gülümsedim, inandım.

"Öyleyse mutlu olmaya devam edebilirim." dedim, çünkü
gece yarısı gıcık tutar veyahut iş güç stresi beni uyutmazsa
uykusu arasında dönüp bana sarılan, sağ omzuma uykulu öpücükler konduran adam oydu.


1044

(02 MAYIS ÇARŞAMBA)




Umarım en güneşli yazı geçiririz!
;)

1043

(01 MAYIS SALI)





Erkenden Gümüşsuyu'na vardık; sosyalist Çerkesler çalıp oynayarak bekleyen küçücük ama çok sempatik bir gruptu, Tekirdağ lisesi gençleri üşenmeden gelmişlerdi, bizim okul da minik bir grupla yerini almış beklemekteydi. En çok TKP bayrakları görülüyor, etraf kıpkırmızıya bulanıyordu ve Taksim'e çıkmayı beklerken türküler çalınıyordu.

Meydanda neşeli bir hava hakimdi, tedirginlik yoktu, heyecanla beklerken tiyatrocular Nazım ile Neruda'dan şiirler okudular. Cumhuriyet anıtının " Mayıs 77-suçlular yargılansın" afişiyle kaplanmış olması dikkatimizi çekti-zaten meydandaki herkesin ortak dileği buydu.

Sırayla gruplar alana giriş yapmaya başladılar, adlarını bilmediğimiz partiler, solcu gençlik örgütleri, tiyatrocular, sinemacılar, hayvan haklarını savunanlar, Müslüman sosyalistler, bağımsızlık mücadelesi içindeki Kürtler, eşcinseller, öğrenciler, sağlık sektörü çalışanları, mimar ve mühendisler ve gidişattan memnuniyetsizliğini ifade etmek isteyen herkes, beraberce kutlanan bayramlardan korkulmaması gerektiğini göstermek isteyen herkes, İstanbul'a edilen işkencenin takipçisi olacağını duyurmak isteyen herkes, çoğunluktan biri olmadığını ama var olduğunu belirtmek isteyen herkes, nasıl biri olursa olsun her insanın yaşama hakkı olduğunu hatırlatmak isteyen herkes, yaşam kalitesinin devlet eliyle bozulduğunu görüp bunu sindirmeyen herkes, faşizmi ve ırkçılığı reddeden herkes, sömürü düzeninin bir parçası olmayı kabul etmeyen herkes...

Hepimiz bir arada oradaydık.
Nazım oradaydı.
Uğur oradaydı.
Hrant oradaydı.
Erdal oradaydı.
Mahir oradaydı.

1042

(30 NİSAN PAZARTESİ)

Gelsin yeni yüksek ökçeler!