30 Kasım 2010 Salı

525


Rugan ayakkabılar...İpek kurdeleler...Dantel fiyonklar...İnci düğmeler...Deri şeritler...Metal tokalar...Payetli bluzlar...Şifon gömlekler...Transparan detaylar...Organze eteklikler...

...arasında geçen günler...

29 Kasım 2010 Pazartesi

524

Yeni bir dönem için yeni umutlar...

523

(28 KASIM PAZAR)

Yeniden başlamaktan başka çare var mı-bırakıp gidemiyorsam?

Yaşamın her şeyden fazla bir inşa faaliyeti olduğunu görmek, göstermek lazım.

27 Kasım 2010 Cumartesi

522

Korkuyorum
Kaybetmek istemiyorum
Böyle olsun istemiyorum
Tekrar hayal kırıklığına uğramak istemiyorum
Lütfen anlaşılmak istiyorum en başta
Sevdiğim, değer verdiğim güvenmeyi çok istediğim birinin beni bu kadar yalnız bırakmasını kabul edemiyorum
Lütfen!

521

(26 KASIM CUMA)

Her şeyin herkesin satılık olduğu bir dünyayı seyrettik
Işıltılı mücevher dükkanında güven bile satılıktı

Ben, kendimi yapayalnız ve bir kenarda kalmış hissettiğimden
Gecelerdir saatlerce ağlıyorum...

25 Kasım 2010 Perşembe

520

Yok olmayacak galiba
Hiçbir şey istediğim gibi...

Bir koca asık yüzüm bugünlerde, bana bakan düşmemek için tutunuyor uçurumuma.

24 Kasım 2010 Çarşamba

519




Pencere-önü Melankolisi:

Gecenin sessizliği kuşattı etrafımı, pencere kenarında yağmuru dinleyerek kitap okumak geldi bir an içimden, sonra okurken sayfaların birinde, aniden duraklayıp kitabı kucağıma kapadığımı hayal ettim, dışarı bakarken gördüm kendimi, usul usul geceye yürüyenleri izlerken: bir kedi, elleri cebinde paltolu bir adam, kürk mantolu dalgalı saçlı bir kadın... Kendime dışarıdan baktım, daha yaşlı gördüm yüzümü, ellerimi daha beyaz, hiçbir şeyi tutamayacak kadar kırılgan gördüm, ürperdim. Herkesin kederden grileştiği bir şehirde buldum kendimi, saat kulesi altında randevulaşıp gelmeyen aşıkları, ölümü bekleyen içli yalnızları düşündüm, onlarca erkeğin ilan-ı aşkına maruz kalmış evine yollanan çiçeklerden bıkmış kırmızı rujlu kadınları düşledim, kendi yüzümü koydum onların başına anlar gibi, kalabalıklar içinde hep ıssız kalan, bir türlü hiçbir yere ait olamayan bu güzelliği hüzünlü kadınları kimselerin yanında açılamayan güllermişçesine hatırladım... Korku doluydum bu şehirler şehrinde kaybolmuş olmaktan, yine de gücüm yoktu çıkıp gitmeye surların kapısından, dışarıda başka şehirler vardı biliyordum, başka insanlar vardı beni dinleyecek anladığını söyleyecek sevdiğini sanacak, ama ben nerde olursam olayım yabancı kalacağımı da gayet iyi biliyordum; günün ağarmasını beklerken uyuyamayacağımı, kimin yatağında olursam olayım sabah ezanında kalkıp üşüye üşüye ağlayacağımı...


23 Kasım 2010 Salı

518

İstek-Dilek Kipi

Bir İstek:

Bundan sonra hiç eteklerimden çekiştiren tedirgin vicdanımı dinlememek, üzdüklerim ve haksızlık ettiklerim için daha fazla suçluluk hissetmemek, hayallerimi önce kurup sonra yıkanlar yüzünden inci tanesi gözyaşlarımı artık harcamamak istiyorum...!

Bir Dilek:

Hayat hep sahilde omzuna elimi atarak dolaştığım adamın ensesine pizzalı öpücükler kondurduğum anlar kadar kısacık ve dopdolu olsa, bisikletin önüne rahatsızca oturup birden açılan fıskiyelerin altından şarkı söyleyerek geçtiğim geceler kadar hafif ve kolay aksa...!

22 Kasım 2010 Pazartesi

517

Kırmızı bir çift ayakkabı istiyorum,
dantelli siyah elbisemle puantiyeli ince siyah çorabımın altına giymek
ve siyah dantel eldivenlerimle kırmızı rujumu sürebilmek için...

516

(21 KASIM PAZAR)

Tuhaflıklar:

Bugün bir deneme kabininde kot gömleğimin iki ucunu birbirine bağlarken anaya bakıp simsiyah saçlarımı geriye attım ve kendime gülümserken yanımda hafif göbekli, hafif kel, yaşı geçkince bir adam olmasını düşledim...

21 Kasım 2010 Pazar

515

(20 KASIM CUMARTESİ)

Şaraplı bir akşamdan kalma vaziyeti,
Geçmesin istenen mayışıklık mahmurluk...

...Bugünü yatakta geçirmemin sebepleriydi

20 Kasım 2010 Cumartesi

514






(19 KASIM CUMA)

Yeni bir yaş için şarkı...

19 Kasım 2010 Cuma

513

(18 KASIM PERŞEMBE)

İnci gözyaşları:

Dünyadaki herkes unutsa da, ben unutmayacağıma söz verdim seni.
Herkes unutmuş olsa da en azından ben ölene kadar, benimle yaşayacaksın.
Gittiğim her yere beraber geleceksin, içimde, cebimde saklanır gibi,
Yabancı şehirlerde göçebe gibi dolanırken senle konuşacağım yine.
Eve dönerken karanlıktan ürperdiğimde yalnızlığımda seni düşleyeceğim
Herkes unutsa bile, ben unutturmayacağım seni, çocuklarım bilecekler
Nereden geldiklerini, ben kim olduğumu ancak seni düşününce hatırlayacağım.

Dün gittim ziyaretine, gözlerinin feri solmuştu, anladım daha bir yaklaşmıştı
Ölüme annen, sessizleşmişti, affetmişti oğullarını, gördüm bunu yüzünde
Ayrılırken sarılınca bana, unutma beni, dedi, bütün gece ağladım bunun için
Ben onu nasıl unutabilirim ki? Sessizce ölüyor annen, kimsenin haberi olmadan
Sana kavuşacağını düşleyerek doldurduğu sabır ve çile yıllarını sonlandırıyor
Uslu çocuklara benziyor bakışı, her zaman hafif utangaç kanaatkar gülüşü
Nereden geldiğimi, kim olduğumu ben sizleri hatırlayarak unutmayacağım.

18 Kasım 2010 Perşembe

512

(17 KASIM ÇARŞAMBA)

Şifon hayaller ile vişneli dilekler:

Kendime yeni bir elbise alsam, etekleri fırfırlı
Doğum günümde onu giysem düzelir miyim?
Belki yeni saten iç çamaşırları, şifon gecelik...?
Kocaman bir dilim vişneli pasta yesem, çikolatalı
Doğum günü pastamı erken kessem gülümser miyim?
Tek mumu üflerken bir dilek düşünsem, uzatmalı
Bir tane yetmese, söndürüp tekrar yaksam olur mu?
Bütün dileklerimi sıralasam inanır mıyım yeniden...?

16 Kasım 2010 Salı

511

Artık hiç doğmak istemediğim bir doğum-günüm var
Ne mutlu bana!
Ne mutlu, kendini aptal gibi hissetmeyi göze alarak
İstenip istenmediğini bile kestiremediği halde üstelik
Hala değer verdikleriyle bir gün geçirmek için uğraşanlara!

Doğum günüm mutlu olsun.

510

(15 KASIM PAZARTESİ)

Adada avarelikle geçirilen hoş bir arife günü: Kareli piknik örtüleri, pırasalı börekler, tırmanılan ıssız yokuşlar ve iskambil oyunları...

Evde öpücüklerle geçirilen ılık bir gece ve sabahı: Yeşil yatak çarşafları, Arap kahvesi, birkaç kadeh şarapla yenen kestaneler ve ısırılmayı seven bir sırt...

14 Kasım 2010 Pazar

509

O günler de gelecek
Kendimi sabah ezanında ağlayarak tokatlayacak kadar öfke ve pişmanlık biriktirmediğim günler...

13 Kasım 2010 Cumartesi

508

(13 KASIM CUMARTESİ)

Ezeli Yalnızlık

En şiddetle kendimden nefret ediyorum
En rahat kendimleyken ağlıyorum
En büyük pişmanlıklarımı kendim biliyorum
En dipsiz kuyulara kendim dalıyorum

"Yokmuş bir aha ey gül- i rana tahammülün
Bağrın ne yaktın ateş- hasretle bülbülün

Yek-rengdir zeban-ı hakikatte hüsn ü aşk
Bang-i hezar şu'lesidir ateş-i gülün " *



* Yokmuş bir acıya ey ebruli gül tahammülün
Bağrını nasıl yaktın hasret ateşiyle bülbülün

Tek renktir gerçeğin dilinde güzellik ile aşk
Bin haykırış alevidir gülün ateşinin"

Şeyh Galip

507

(12 KASIM CUMA)

Eski dostla bırakamadığımız alışkanlıklarımız,
Bir türlü atlatamadığımız travmalarımız,
Hatırlamaktan korktuğumuz unutamadığımız anılarımız,
Biraz da üzerinde dolaştığımız yıkıntılarımızdan konuştuk...

Gecenin bir yarısı aklımıza esti, Taksim'e geçtik
Sesleri bir kulak işkencesi olan herkes toplanmış
Şarkı söylüyorlardı, dinledik, güldük, dans ettik
Sonra yolda tost alıp yedik, hırsla ısırdık, kopardık...

12 Kasım 2010 Cuma

506

(11 KASIM PERŞEMBE)

Hayat,hayat

İnanmıyorum kehanetlere ya da korkuya
Kötü sezilere. Ne iftiradan kaçarım
Ne zehirden. Ölüm diye bir şey yok.
Herkes ölümsüz. Her şey de öyle.
Anlamı yok korkmanın ölümden 17'de
Ya da 70'te. Yalnız bura ve şimdi var ve ışık:
Ne ölüm var, ne karanlık.
Şimdiden kıyıdayız
Ağları çekenlerden biri olacağım
Bir ölümsüzlük sürüsü yüzdüğünde

Eğer bir evde yaşarsan- o ev çökmez
Herhangi bir yüzyılı emrime çağırabilirim
Sonra içine girip bir ev yapabilirim
Bu yüzden eşleriniz ve çocuklarınız
Benle oturuyorlar bir masada
Atalarınız ve torunlarınız için de aynısı:
Gelecek şu an hayata geçiriliyor.
Elimi kaldırırsam biraz
Beş ışık huzmesinin hepsi seninle kalacak
Her gün köprücük kemiklerimi
Geçmişi desteklemek için kullandım, kereste gibi
Zamanı ölçtüm yersel zincirlerle
Ve yanından uygun adın yürüyüp geçtim-Urallarmış gibi

Yaşımı bana uysun diye kesip biçtim
Güneye yürüdük, bozkırlardan toz kaldırarak
Uzun otlar tütüyordu, çekirge dans ediyordu
Antenlerini at nallarına değdirerek ve kehanette bulundu
Beni yıkımla tehdit ederek, bir keşiş gibi
Kaderimi eyere bağladım
Ve şimdi bile, gelen bu zamanda
Bir çocuk gibi duruyorum üzengide

Ölümsüzlükten tatmin oldum
Yaştan yaşa akan kanımdan
Yine de bir köşe için kimin ılıklığına güvenebilirim
Rızamla verebilirdim tüm hayatımı
Ne zaman onun uçan iğnesi
Yerkürenin etrafına çekse sarsa beni ip gibi



Arseny Tarkovski'den

505

(10 KASIM ÇARŞAMBA)

Ben susayım o konuşsun, çünkü daha güzel susuyor benden:

Her anını kutladık buluşmalarımızın,
Tanrı'nın göründüğü aydınlanış anları gibi,
Tüm dünyada sadece ikimiz...
Daha cesur, bir kuşun kanadından daha hafif
Baş dönmesi gibi hızla fırlayıp indin
Merdivenlerden, nemli leylaktan geçip
Kendi diyarına gidiyordun, aynanın ardındaki

Gece çöktüğünde tanrısal lütuf bağışlandı bana,
Tapınak kapıları açıldı,
Karanlıkta parlayan
Çıplaklık yavaşça eğildi,
Uyanıp "Tanrı seni korusun!" dedim, bilerek
Korkusuzca uyudun
Leylak sana uzandı masadan
Evrensel mavisiyle göz kapaklarına dokunmak için
Mavi fırça sürülmüş o göz kapakları huzurluydu,
Ve elin ılık

Avcunda tutarak o kristal küreyi,
Tahtın üstünde uyukluyordun
Ve -Tanrı'ya şükür-benimdin!
Uyanışınla dönüştürdün
İnsanoğlunun sıkıcı sözlüğünü
Ta ki konuşma tamamlanana ve akana dek
Ses getiren bir güçle ve kelime
Sen anlamını açıkladın onun: kral demekti
Her şey farklıydı dünyadaki-sürahi bile, leğen bile-
Katmanlaştırıldığında ve katı su
Duruyordu aramızda bekçi gibi

Kim bilir nereye sürüldük
Ardımızda seraptan meydana geldi
Harikadan inşa edilmiş kentler,
Nane yaprakları bitti ayaklarımızın dibinde
Kuşlar geldi bizimle yolculuğa
Ve gökyüzü açıldı üzerimizde

Bir yandan arkamızda hep kader ilerliyordu:
Usturayı tehditkarca sallayan bir deli adam...



Arseniy Tarkovsky'nin "İlk buluşmalar" şiirinin çeviri denemesi


9 Kasım 2010 Salı

504

Bob Dylan bütün gün bana
"Bir kahve daha içelim ne olur"
Diye yalvardı, görmezden geldim önce
Sonra baktım, "Sonsuza dek genç"
Diye şarkı mırıldanıyor, kendi kendine
Döndüm, gülümsedim, bir kahve koydum
İkimize...

8 Kasım 2010 Pazartesi

503

Bırakmak ve Tutmak üzerine:

Ne fazla sıkı tutana tahammülümüz var,
Ne hepten gevşek bırakana...
En eski dostum, bırakamıyor bir türlü,
Bir zamanlar onu tuttuğuna çok inandığı birini-
Bense fazlaca sevinebiliyorum son günlerde,
Bir zamanlar beni çok gevşek bırakan birinin
Yavaş yavaş ucumdan tuttuğunu gördükçe...

7 Kasım 2010 Pazar

502

Vizon süet ile siyah deri garni diz altı çizmeler- 1 çift, 39 numara.

İris özlü nemlendirici yüz kremi ile huş ağacı masaj yağı- 30 ml., 100 ml.

Güzellik, iç kıpırtısı, mide kelebekleri- 25 yaş, 1000000000 kahkaha

6 Kasım 2010 Cumartesi

501

(06 KASIM CUMARTESİ)

Sisli Gecede Öpüşme:

Yanıma geldi,
"N'apıyorsun burada?" diye sordu, kanepeye kıvrılmış yatıyordum ceketimi üzerime çekip.

"Uyuyamadım buraya geldim..." dedim, üşümüştüm.

"Sana battaniye getireyim mi?" diye sordu ilk, sessiz cevabımdan sonra "Seni yatağa taşıyayım mı?" diye önerdi, benden çekingen bir "Böyle iyiyim..."duyunca üzerime battaniye getirdi.

Bir kaç dakika öylece yattım, bomboş, gözlerim açık.
Sonra geldi, elini uzattı, hiç düşünmeden tuttum, kalktım, "İstanbul nerede?" diye sordum, sisler arasından görünen bir iki çatıyı göstererek, "Kaybolmuş!"

Beni olduğum gibi kucaklayıp yatak odasına taşıdı, yatırdı, "Ben seni hep odalardan mı toplayacağım?" diye kızdı. "Hep değil..." dedim savunma olarak.

"Öp beni" diye istedi, "İstiyorsan, öp beni..."

Öpüştük
...

500

(05 KASIM CUMA)

DECIDED TO GIVE IT A TRY!*





*Hayatı bir denemeye karar verdiğim gün...

4 Kasım 2010 Perşembe

499

Sabah Mantrası:

Hiç kimseyi sevmeye mecbur değilim
ben kendimi zorlamadıkça
Hiç bir şeyi anlamaya mecbur değilim
ben kendimi zorlamadıkça
Hiç kimseye söz vermek mecburiyetinde değilim
ben kendimi zorlamadıkça
Hiç bir yere ait olmak mecburiyetinde değilim
ben kendimi zorlamadıkça
Hiç bir şeyden korkmak mecburiyetinde değilim
ben kendimi zorlamadıkça
Hiç kimseye kırılmak mecburiyetinde değilim
ben kendimi zorlamadıkça
Hiç bir şeye öfkelenmek mecburiyetinde değilim
ben kendimi zorlamadıkça
Hiç bir şeyden endişelenmek mecburiyetinde değilim
ben kendimi zorlamadıkça
Hiç bir şeyden şüphe etmek mecburiyetinde değilim
ben kendimi zorlamadıkça
...
...
...


hepsinden özgürüm ben aslında....!

498

(03 KASIM ÇARŞAMBA)

Benim sorumluluğumu almayan biri, beni sevebilir mi?

Sorumluluksuz ilişkiler peşinde koşan biri, bana değer verebilir mi?

497

(02 KASIM SALI)

Geç gelen adalet, adalet değildir de

Geç gelen cevap, cevap mıdır?

???...

1 Kasım 2010 Pazartesi

495

(31 EKİM PAZAR)

Üşüten Gece:

Sahilde yazdan kalma bir günü geçirelim diye,
Kışın göbeğinde soğukta kaldık, hep birlikte
Üstündekileri çıkarıp bana giydirdi bir çocuk,
Yürüdü benle hızlı hızlı ısınalım diye, sonra
Çadır yapıp ceketi altına sakladı beni,
Koynunda yatırdı, sardı sarmaladı, başımı kapadı
Boynuma bir şey sardı, eldivenlerini giydirdi
Bir ara tuttu kaldırdı sırtlayıp döndürdü beni
Birden ayaklarımdan tutup baş aşağı kaldırdı sonra
Silkeledi, güldürdü, bağırttı, başımı döndürdü

"Yaptığımın tuhaf olduğunu biliyorum" dediğimde
"Belki de ısınmaya ihtiyacın vardır" diye cevapladı,
"Belki üşümüşsündür..."
Üşümüştüm, çok üşümüştüm korkudan
Tir tir titremekteydim umutsuzluktan
Bir arkadaşım öfkeden üşümüştü, yalnızlık korkusundan
Hayal kırıklığından titriyordu, güçsüz erkeklerden bıktığından
Üşümüştük, çok üşümüştük, iyi geldi sarılmak...