30 Aralık 2012 Pazar

1285

Birkaç gündür aklımdaki endişeleri senle birer makaron ve bir kahve eşliğinde paylaştım, fazlaca gerilmeden konuyu kapatıp soğuk havaya çıktık, ışıklarda ertesi gün görüşmek üzere ayrıldık...

Güneş balçıkla sıvanmaz, her ne olursa olsun gerçekler eninde sonunda gün yüzüne çıkacaktır, haklı olan hep güçlüdür. Ben haklıyım.

29 Aralık 2012 Cumartesi

1284

Sevilen Rutinler



Ev yapımı Eggs Benedict yanında taze çekilmiş kahve-mükemmel hafta sonu kahvaltısı!

***

Hayatımda son bir yılda oturan rutini sevdiğime karar verdim: hafta içi iş yorgunluğundan görüşemezsek cuma akşamlarını iple çekiyorum ve özenle hazırlanan nefis pazar kahvaltılarında hep şımarıyorum. Kahvaltı sonrası, daha da şımarıyorum!

Evet, geçtiğimiz hafta biraz kapana kısılmış hissetmiştim kendimi; hayatım hep rutin iş günlerinden ve sakin hafta sonlarından ibaret olmaya başlamış gibi geldi. Yapmak istediklerimin, yapabileceklerimin çok azını gerçekleştirdiğimi fark edince kendimi işe yaramaz hissettim, "bende daha fazlası var" diye düşündüm. Ara sıra karşıma çıkan ve bana ilgi gösteren erkeklere, sırf kendimi biraz daha değerli ve etkileyici hissedebilmek için bazen "yüz verdiğimi" görünce korktum; bir şeylerin eksikliğini hissettiğim umutsuz dönemlerde saçma sapan kişilere kapılmaktan korktum.

Kulağa basit gelecek ama-bu hafta sonu korkularımın bir yarısından kurtuldum diyebilirim. Hala hayatımda bir şeyler eksik geliyor, daha fazla şey denemeliyim, daha çok insana ulaşmalıyım, şimdikinden çok daha fazlasını başarmalıyım. Ama ikimizle ilgili arada bir su yüzüne çıkan endişelerim duruldu; bana herkesten öte değer verdiğini, sözlerimi ciddiye almandan anladım. Beni çok çekici bulduğundan şüphem kalmadı, bana tutkuyla bakışını görünce.

Sözlerim boş kuyuya atılan taşlar değil, hepsi suya düşüyor-oracıkta aklına geliveren küçük bir sürpriz gönlümü almaya yetiyor, "Güzel giyinip topuklu ayakkabılarımla dışarı çıkmak istiyorum." dediğimde cevabın, "Seni beğenmem için bunlara gerek yok..." yüzümü gülümsetmeye yetiyor. Benim için bir şeyler yapmaya hala isteklisin, sabırlısın, anlayışlısın...

Bu yazı pek güzel olmadı, ama yazarken gözlerim doldu.

1283

(28 ARALIK CUMA)

Dopdolu verimli bir gündü; gündüz işlerimi yoluna koyup karşıya geçtim ve Nişantaşı tarafında bir fincan kahve eşliğinde Eskişehir'e yerleşip kendi mini butiğini açmaya karar veren girişimci bir arkadaşın heyecanını paylaştım.

Fırından taze çıkan sıcacık ayakkabılarımı şanslı sahiplerini beklemek üzere vitrine koydum ve ardından Galata'ya çıktık.

Bir başka arkadaşın butiğine uğradıktan sonra acıkan karınlarımızı doyurmak için bir terası seçtik, bira yanında kızartma söyledik-sağlıksız yaşam çok eğlenceli!

***

İki biradan sonra konuştuk; ben aklıma takılanları söyledim, son günlerde hayatımdan tatmin olmadığımı anlattım, o bunları duymanın neler hissettirdiğini söyledi. Biraz üzülür gibi olunca, kalktık kendimizi sokağa attık. Hava güzeldi.

Şişhane'den metroya bindik, meydanda ineriz sanıyordum ki Hacıosman istikametine gittiğimizi fark edince şaşırdım, sordum-oto sanayiye gidiyoruz, dedi. Kabullendim. Gayrettepe'de inince nereye gittiğimizi tahmin ettim-İngiliz biraları yapan bir brewing company keşfetmiştik. Aromatik ve yüksek alkollü Haliç Gold'u sevdim. Her şeyden çok bu beklenmedik jeste memnun oldum.

Keşke biraz da Discovery ID seyretseydik!

27 Aralık 2012 Perşembe

1282

Anne ve anneanneyle yaşamak, resmen çocuk bakmak gibi-yalnız hiçbir şeyden memnun olmayan sürekli oflayıp ahlayan sağlıksız, dayanıksız, mızmız çocuklar!!!

Fenalık geçirmeme çok az kaldı, anlatabiliyor muyum??

26 Aralık 2012 Çarşamba

1281

Aman da pek bi güldürüklü efendim çok da şarkılı türkülü bi eğlenceli bi matrak ki sormayın-
Musahipzade Celal'in İstanbul Efendisi oyununu izledik...

25 Aralık 2012 Salı

1280

Ben kısa bir gezi yapmak istiyorum-
Gezide bir adam olsun, beni heyecanlandıran,
Gittiğimiz yerde ağaçlar olsun, ya kar yağsın ya Güneşli olsun,
Yolsa şarap olsun, şarkılar olsun, öpücükler konsun!
Ben bu haftasonu bir yerlere kaçmak istiyorum-
Belki kendimden kaçmak, bir süreliğine...

24 Aralık 2012 Pazartesi

1279

İroni

Bir zamanlar hayatındaki herkes, okulu, işi, anne babası, arkadaşları, işte her şey, hatta bizzat kendisi dahil toptan hiçbir şeye değer vermeyen, hepsinin anasını satmış bir adam vardı; bir tek bana değer vermişti, sanki tüm değerleri toplamış da hepsini birden yalnız bana vermeyi seçmişti- öyle bir değer vermek görülmemiştir!

Yıllar sonra zaman geçti, devir değişti, ben o adamın hayatında unutulmayacak eski bir hatıra oldum, ara sıra aklına getirip sarhoşken aradığı, sevdiğini söylediği, bence hala değer verdiği bir parçası oldum...

Başka bir adam tanıdım; herkese değer veren, etrafındaki, yakınındaki veya uzağındaki, görüştüğü görüşmediği, karşılaştığı herkese, iş arkadaşlarına, çocukluk arkadaşlarına, dostlarına, öğrencilerine, toptan hepsine fazlasıyla iyi davranan, iltifatlar edip kendilerini harika hissettiren, işte herkesin sevgilisi, hani olur ya hep joker eleman, kimselerle en ufak pürüz yaşamayan değil sadece-hak eden etmeyen herkese çok değer veren bir adam-bir bana fazlaca değer vermedi.

Bir türlü aklım almadı, içime sindiremedim, gururuma yediremedim, nasıl olur yahu dedim, bana öyle geliyor sandım, bir sebep bulmaya çalıştım, öfkeye kapıldım, sinirden deliye döndüm, saldırganlaştım, umudumu yitirdim, hatta bizzat kendi değerimi bile sorguladım.

Fakat hiç durmayan zaman yine ilerlemeye devam ediyordu, çember döndükçe devir tekrar değişiyordu, derken yavaş yavaş oldu tabii, bir de baktım ki bu adam da bana değer vermeye başlamış-şaşırdım, sorguladım, inanamadım, bu dönem geçer sandım, pişmanlıktan yahut merhametten dedim, güvenemedim.

Çok sopa yemiş sokak köpekleri misali, başımın okşanmasına alışamadım bir türlü-hala tetikteyim, kuyruğum hala dik.

23 Aralık 2012 Pazar

1278


Kutu cafe, Moda'da bir arka sokakta saklanmış, bir yer olduğu bile belli olmadan öylece kuytuda, başka bir yerin parçasıymışçasına sessiz sakin duruyordu-kapıyı açamadık çünkü içeriden açılıyordu, ancak bizi buyur ettiler de girip tek boş masaya oturduk ve heyecanla kahvaltı tabağı söyledik.

Herkesin okuldan arkadaş gibi durduğu bu miniminnacık kutu gibi yerde, paylaşırız diye düşündüğümüz kahvaltının porsiyonları birimizi zor doyuracak boyutta gelince, belki de son haftalarda şu pazar kahvaltılarını biraz abarttık diye düşünmeye başladık.

Tatmin olmak adına bir pancake tabağı söyledik, armut reçeli veya nutella sürüp muz dilimleriyle afiyetle yedik. Dışarının keskinleşen soğuğuna çıkmadan kahveyle çayla ısındık.

El ele Altıyol'a indik, etraf nasıl durgun, herkes adeta hala mahmurdu, eczaneler kapalı, dükkanlar genelde kepenkleri inik, pastanelerin vitrinleri renkli yılbaşı kurabiyeleriyle süslemiş ve kediler hep arabalar üzerine kıvrılıp uyumuştu.

İçimiz titreyerek otobüs durağına yürürken birden elini tuttuğum adam, hiç beklemediğim bir şey yaptı ve bana çiçek aldı; 3 buket kırmızı kokina!


Ne yalan söyleyeyim, hep içimde kalmıştı; -bazen sebepsiz biçimde bir şeyler birileri arasında tabu olur-bana 2 buçuk yıldır hiç çiçek almamıştı. Başkalarına çiçek aldığını duyduğumda, bir öğrencisine doğumgününde veya bir iş arkadaşına kadınlar günü münasebetiyle, kibar bir erkek olmasına sevinir, bir yandan da bana neden hiç almadı acaba diye düşünüp hayıflanırdım. Arkadaşları kadar değerim yok mu diye düşündükçe basbayağı kırılırdım. O sıralar bir başka arkadaşım her buluşmamızda çiçekler getiriyordu bana, o da görmüştü birkaç sefer-acaba ondan mı almıyor diye düşünürdüm kendi kendime. Hatta aramızda bunun konusu bir iki defa açılmıştı, artık bundan sonra hiç almaz diye düşünmeye başlamıştım ben de-gerginlik mevzusu haline gelmiş gibiydi. Doğumgünlerimde bekledim, fark ettirmeden çiçekçilere baktım göz ucuyla yanlarından birlikte geçerken.

Bugünün sabahında, bizi Kadıköy'e taşıyan otobüste yan yana otururken nereden aklıma düştü bilinmez-yeniden bana acaba bir gün çiçek alacak mı? diye geçirdim içimden. Neden bilmem... O gün bugünmüş meğer, eve gelince bir vazo bulup içine özenle yerleştirdim, kıpkırmızı top top kokinalarımı...


1277

(22 ARALIK CUMARTESİ)

Tembellikte son nokta!

Cumartesi günü; öğlene doğru "e artık hadi bari" mecburen yataktan çıkışla başlar gibi oldu, domatesli-peynirli-yumurtalı ekmekleri fırına verişim ve kahveyi demleyişimle resmen başladı, "çok yedik galiba" diye arkaya yaslanışımızla yeniden başladı, arayı hatırlamıyorum ama tahminimce bir film koyuşumuzla sürdü-evet evet masal dinler gibi seyrettik-akşamı ne ara bulduk bilemiyorum fakat canımız kestane çekince havanın kararmaya yüz tuttuğunun farkına vardık, bir sürü elma ve mandalinanın peşinden oyuna oturduk, nasıl yenildiğimi anlayamadan kutup ayısı belgeseline koyulduğumuzda akşamın başladığını iyice anladık, ayıların öyküsü bitince dönüp yanımdaki kocaman gövdeye ağaca sarılır gibi sarılıp, nasıl olduğunu bilemeden, uyuya kaldım ve sanırım ben öylece sakin, usul usul uyurken bir ara gece başladı-çünkü uyandıktan kısa süre sonra, sanki hiç yataktan çıkmışız gibi, "Yatalım mı?" diye sorduğunu hatırlıyorum...

1276

(21 ARALIK CUMA)

Kırmızı Gece

Haftasonu tatiline erkence girdim bu hafta, çok da güzel oldu; hem dinlendim, tembelliğin dibine vurdum, hem de biraz eğlendim, arkadaşları gördüm.

Perşembeyi perişan eden kar baskınının ardından, kıyamet hala kopabilir umudu/korkusuyla cuma günü bir iki işimi hallettikten sonra güzel güzel giyinip çıktım. Kıpkırmızı eteğimle dikkat çekici, düz siyah çizmelerimle olabildiğimce rahattım. Kırmızı deri eldivenlerim ile siyah suni-kürk kalpağım sayesinde soğuk pek içime işlemiyordu, kısacası keyfim yerindeydi.

İlk durağımız Galata'nın tatlı şarap butiği Sensus oldu; birer kadeh şarap eşliğinde otlu kek anıları,uyuşturucu etkisinde ortaya çıkan paranoya gibi eğlenceli muhabbetler çevirdik. Ardından aç karna şarapla yanan midelerimizi en iyi pizza olmakla övünen sevimli bir İtalyan restoranında doldurduk: önden gelen pideleri bandığımız zeytin ezmesi ve domates-mozarella salatasının peşinden bol peynirli ve jambonlu bir pizzayı bölüştük.

Tahminimizden biraz fazla doymuş biçimde ve bize gösterilen ekstra özenle hafif şımarmış vaziyette birer Jack-Kahlua shot devirmek niyetiyle her zamanki bara uğradık ve tanıdıklara selam ettik. Kırmızı eteğimin çok yakıştığını, balerin gibi göründüğümü duyunca gülümsedim.

Başlangıçta bir masayı ancak dolduran doğumgünü ahalisi gece ilerledikçe kalabalıklaştı ve hareketlendi. Önden Tekila-Kahlua-meyvesuyu karışımı tuhaf bir kıyamet kokteyli, susayınca bir bira ve masaya gelen fındık votka-Baileys shotlarla açılıp gevşedim ve doğumgünü sahibesi ile herkesi kendimize baktıran dans figürleri sergiledik.

İyice ısınan gece, hızını alamayınca karşı bara geçen biz kadınlar matinesi tadındaki grup için keyifle sürüyordu. Yine çeşitli tatlı kokteyller hazırlandı bizim için, yeşil shotlar ikram edildi. "Hayatımda hiç bir kadına kırmızının bu kadar yakıştığını görmemiştim." iltifatını alan kırmızı rujumu, arada bir tazeledim.

Epeydir gecelere ara vermiştik, gündüz çıkıyorduk da-dans etmekten terlemeyi, değişik insanlarla tanışmayı, birkaç shot sonrası bardağı masaya koyarken devirmeyi özlemişim. Bu gece sabahı da bulurdu ya neyse-3 gibi kendimi duşumu almış, dişlerimi fırçalamış, makyajımı çıkarmış, yatağa girmeye hazır bulunca şaşırdım-fazla şaşırmama kalmadan sıcacık uykuya yattım...









20 Aralık 2012 Perşembe

1275

Sabahları uyanır uyanmaz çatılar beyaz mı diye pencereye koştuğumuz günler başladı!

Son birkaç gecedir uğraştığım, sonunda dün gece 2 civarında bitirip mutlu olduğum hediyeyi, bugün nasıl olduğunu hiç anlayamadığım bir yanlışlık sonucu silmiş olduğumu fark ettiğim an yıkıldım. Hatta bunu kötü bir işaret olarak algıladım diyebilirim. Olacağı yoktu çünkü hiç, tuhaf bir kötü şans!

Ama yılmadım, vazgeçmedim ve bu akşam yeniden yaptım-sırt ağrılarım ve yanan gözlerime değdi-eskisinden bile tatlı oldu! :)

İpucu veririm ama göstermem...


19 Aralık 2012 Çarşamba

1274

Öğrenilmiş çaresizlik: mutsuzluğa, engellere alışmak...

Öğrenilecek çare: mutsuzluğu, engelleri de mutluluğun kadar sevmek...

18 Aralık 2012 Salı

1273

Viva Las Vegas!

Las Vegas ışıkları altında evlenip, balayında Los Cabos'un masmavi sularında yunuslarla yüzüp, rengarenk egzotik balıkları seyredeceklerini anlatan Amerikanlı bir çift için bir çift parlak, rengarenk, ışıltılı, şıkırtılı şans ayakkabısı boyadım...!













17 Aralık 2012 Pazartesi

1272

Bazen...

Bazen çok anlayışlı oluyorsun, öyle ki bir anda yumuşuyorum, rahatlayıveriyorum.
Bazen olmuyorsun, beklediğimi bulamıyorum, darılıyorum, içime kapanıp uzaklaşıveriyorum.

1271

(16 ARALIK PAZAR)

Emirgan korusu baharın sonunda sapsarı, uçuş uçuş, ıslak ve toprak...Çok güzel!

Öğlen vakti harika bir geç kahvaltı sofrası kurduk kendimize, üç kız, kardeş kardeş, iş bölümü yaptık: birimize peynir tabağına yeşil zeytin ve kırmızı biberlerle natürmort çalışmak düştü, diğerimize renk renk reçellerden gül kokulu, nar taneli, böğürtlen renkli bir tabak tasarlamak...Bana çeşit çeşit ekmekler, açmalar, börekler almak kaldı!



Çok yemenin mutluluğuyla hafifleyip, çıkarken ahlayıp vahlandığımız yokuşlardan hoplaya zıplaya, güle oynaya iniverdik...İstikamet bir diğer köşk; bu kez atlı!



Bahçevanlığa pek de meraklı yaşlıca bir katarakt amcanın piposuna, minicik şişe dibi gözlüklerine hasretle baktık...Nilüferlerin,zambakların,güllerin,mor salkımların kokusunu duyduk!











Ayaklarımızın yorulduğu günler genelde hep mutlu bitiyor-bu keyifli pazar günümüzü Arnavutköy tarafında içilen birer fincan kahveye eşlik eden sohbetle tamama erdirdik...Yine yapalım!


1270

(15 ARALIK CUMARTESİ)

Yine leziz bir kahvaltının ardından geçen akşamki masalın devamını dinledik...

1269

(14 ARALIK CUMA)

Bu akşam, İrlanda-Kelt geleneklerini hatırlatan, İskandinav-Viking efsaneleri ile buz ülkeleri mitolojisi soslu, bolca mistik ve hafiften gotik masallarda uzunca, dallamalı budaklamalı, güldürüklü müldürüklü, çokça şaşırtmacalı sürprizli, epeyce bir düşmeli kalkmalı, ha bayağı da vurdulu kırdılı bir yolculuğa çıktık...



"Modern" hayatın dayattığı hiper-gerçekçi yaşantısından bunalıp, kendini küçücük zavallı ölümlü bir insan olarak kabullenmeye bazen dayanamayan bizlere, tipik bir Odysseus macerası anlatan bu film, yine daha gerçekçi olması için 3 boyutlu çekilmişti.

Sanırım en çok, çok çok yiyen cücelere bayıldım!





1268

(13 ARALIK PERŞEMBE)

Bay ve Bayan Kuş çiftine selam edin!



Kendilerini bugün zevkle boyadım...



Güney Afrika'dan gelen ilk siparişimi heyecanla hazırladım...



Düğün yeminlerini ellerimle yazdım, mutluluk dileklerimi kattım...



Pek sevimli isimlerini yine pembe kalpler içine kondurdum...



Bizim evde gün itibariyle, bir dakika sayayım- hah- tam 9 baykuş var!



12 Aralık 2012 Çarşamba

1267

Gece biten bir göç hikayesi seyrettim dün, ağlamadım ama, birkaç defa boğazıma tıkandı birikmişler, sonunda birer yaş aktı...

"Onlar da bizim bir insanımız!" deyişini unutamayacağım, şapkasını taşıyışına bayıldığım, ağzını açmasıyla etrafını bambaşka bir havaya büründüren adam; dede rolünde Çetin Tekindor.




Muhteşem dedenin huysuz torunu; surat asışını, hemen her şeye itiraz edişini, burnundan kıl aldırmayan artist hallerini çok sevimli bulduğum çocuk.


"Babam; her akşam ne lazım eli kolu dolu gelirdi eve- kapılara sığmaz bir adam!"
Kömür gözlü, boylu poslu baba; Mert Fırat.



"Mübadele dediler, gitmeliymişiz buralardan."
Onları alıp memlekete götürmesini günlerce perperişan bekledikleri gemide üşütüp hasta olan bebeğini kaybettiğini anladığında kopardığı çığlık kulaklarımdan gitmeyen anne; Ezgi Mola.


Hatta, herkes onları gavur diye dışlarken Rum kökenli Yavaş bey sahip çıkıp tuhafiye dükkanına çırak aldı diye minnettar, kafasını yaran taşlara karşı çaresiz, alaylara sessiz kalan ufak, çalışkan, tertemiz çırak.




11 Aralık 2012 Salı

1266

Bütün gün telefon konuşmalarıyla geçti, kafam kazan gibi oldu ama bence iyi de oldu.

Rahatalamak için kendime 2 shot Baileys koydum sonrasında, bir ayakkabı boyadım ve birkaç kişiyle daha konuştum azar azar.

Zannedersem şizofren değilim ve olan bitenin tamamı benim yanlış anlamam olamaz- kaldı ki bu kolektif bir yanlış anlama!

Çok fazla tepki verdiğimi, sataştığımı da düşünmüyorum aslında, belki bir iki defa- bunun haricinde yalnızca yazdıklarınıza cevap verdim. Sonuçta üzerime alınmakta da haksız sayılmam, zaten laflarınız banaymış, öyle değil mi?

Ben sadece bir süredir devam eden kaçak oynama vaziyetine bir son vermek istedim ve yaptıklarınızın farkında olduğumu yüzünüze çarptım. Ne yapsaydım, anlamazlıktan mı gelseydim?

İçim rahat, kimseye bir şey yapmadığımı biliyorum. Düşünmesi gereken ben değilim.

1265

(10 ARALIK PAZARTESİ)

Pazartesileri sevmek için komik nedenlerim var.

Eminönü alışverişini sevmek için çocukça sebeplerim var.

-Bir dizi ile bir şeker...

10 Aralık 2012 Pazartesi

1264

Bir Pazar Sabahı daha...

(09 ARALIK PAZAR)

Sabah erkence ama dinlenmiş uyanıp, uyanmamış gibi yapıp yatakta esneye gerine bir yarım saat daha oyalanıp, dönüp dönüp birbirimize dolanıp, öpüşüp koklaşıp şımarıp, sonunda pes edip yataktan çıkmaya mecbur kaldığımız harika bir pazar sabahı...!

Ekmeğin üzerine konmuş yumurta üstünde erimiş çedar peynirinin dişlerimize yapıştığı, parmaklarımızın yağlandığı karnımız tok-sırtımız pek bir pazar sabahı...!

Rahatlığımızı hiç bir şeyin bozamadığı, arkamıza yaslanıp koyun koyuna çocukluğumun beni ağlatan Ayı filmini seyre koyulduğumuz, fakat ağlamaktan çok gülümsediğimiz bir pazar sabahı...!

9 Aralık 2012 Pazar

1263

(08 ARALIK CUMARTESİ)

Dünya'nın en mutlu insanı olarak geçirdiğim bir hafta sonu daha!

Öğleden sonra epeydir hasret kaldığımız Caddebostan sahilinde hafif rüzgarlı, serin ama güneşli havada yürüdük, son günlerde yaptıklarımızı anlattık. Ardından aheste aheste caddeye çıkıp dev yemek yedik: hamburger-bira! Filmin saatini beklerken sıradan bir heykel sergisi ile tuhaf bir Küba resimleri sergisi gezdik ve yeni çıkan dvd.lere bakındık. Beklentilerimizi karşılamasa da eğlenceli vakit geçirten, arada güldüren, arada bayan ve sonuçta tam olarak neden çekildiğini anlayamadığımız Uçuş filmini seyrettik. Açık havada yürüyüş ve filtresiz biranın çarptığı yorgun vücutlarımızı kanepeye yayıp kestane yemek bu keyifli günü uykuya teslim etmenin en tatlı yoluydu. Eh biz de öyle yapalım dedik!

7 Aralık 2012 Cuma

1262









Geniş bir aile olmaya hazırlanan tatlı bir çift için kıpkırmızı ayakkabılar yaptım!

1261

(06 ARALIK PERŞEMBE)

Dedemler yeni alınan ve dilinden hiç anlamadıkları belli olan smarttv.lerinde kanalı değiştirememeye başlayınca defalarca açıp kapama yöntemini deneyip giderek daha fazla strese girmiş, aralarında bunu kim bozdu diye bir atışmaya girişmiş, ne kadar kullanım kılavuzu filan varsa dizlerinde açıp karıştırmaya koyulmuş ve sonunda kimsenin televizyonu düzeltemeyeceğine hükmedip sinirle kapatmışlardı.

Gittim, bir tıkla televizyon kumandasından Kaynak'a girip, HDMI seçtim ve sorunu hallettim.

Uzun süre bunu nasıl yaptığımı anlamaya çalıştılar, aynı adımları sırayla ağır ağır tekrar ettim ve açıklamaya çalıştım. Sonunda televizyon kumandasından yalnızca açma kapama tuşuna basıp kanal ve ses ayarlarını değiştirmek için diğer kumandayı kullanmalarını tembihleyerek ayrıldım.

Yaşlılık çok eğlenceli!

5 Aralık 2012 Çarşamba

1260

Gergin Günün Vezinsiz Şiiri

Bütün gün gergin dolaştım.
Bir Amasya elması yedim, kokulu, sulu.
Bir türlü bir şeye konsantre olamadım,
Kitap okumayı, dizi izlemeyi, çizmeyi denedim-
İçim rahatlayamadı bir türlü...
Ne içmiş yahu!
Birkaç kişiye ne kadar aptal olduklarını söylemek istedim
Ama zaten biliyor olmalılar.
Bir Baileys koydum, içine bir buz, yanına bir çikolata.
Şöyle bir Kemal Sunal filmine dalmak istedim,
Unutmak, uyuşmak, saf kalan birilerini hatırlamak için
Zeki Müren de olur!
Gençlik haliyle gururlu, dimdik omuzlu, süt oğlanı Zeki Müren
Henüz vatkalı payetli değil daha, apartman topuk değil
Kabuki tiyatro makyajlı değil daha, maskeli değil...
Bugün gergin dolaştım,
Barış Manço dinledim bir ara: "Lambaya püf de"
Keşke bir 70ler partisinde dans ediyor olsaydım!
İspanyol paçalarımı savura savura örgü yeleğimi sallaya sallaya
Saçlarım uzun, örgülü, şarkılar söylemek istedim...

1259

(04 ARALIK SALI)

Bir kere düşmeye başladı mı, yuvarlanıp gidiyor her şey...

Birkaç gündür, ufak ve önemsiz konular üzerine yanlış anlamalarla başlayan gerginliğim(iz), istikrarla gün be gün tırmandı ve sonunda bu gece zirveye bayrak dikti.

Tam olarak hangi gün döneceğini bilmemem, aradığımda sana ulaşamamam ve belki de bir doğumgününe gitmiş olduğunu düşünmem sebep oldu buna- birlikte gideceğimize söz verdiğin bir doğumgününe...

Pazar sabahı ikimizin birden sinirini bozan, aslında diğer insanların sıkça başlarına geldiği halde bizim kırk yılda bir yaşadığımız için büyüttüğümüz sorunun senin ve benim aklıma taktığı soru işaretleri iki gündür yakamı bırakmadı.

Senin bu sorunu, kendi başarısızlığın olarak algıladığını, hatta son derece itici biçimde, yalnızca kendin için endişelendiğini fark ettiğimde birden geriye çekildim. Senden uzaklaştım.

Ben sorunun benden kaynaklı olmasından korkuyordum başından beri; artık beni çekici bulmuyor mu, başka insanları mı istiyor, yahut başka şeylere mi yöneliyor diye endişelenmiştim. Ben çok iyi biliyorum ki; her şeyin temizi, doğalı, safı en güzeldir. Senin, son zamanlarda ben farkında olmadan kirlendiğinden şüphelendim.

Eğer öyleyse, bu beni de mi kirletir diye içim içimi yedi. Ama, düşündükçe yine de hiç pişman değilim, iki yıldır kendimi yalnızca senle paylaşmış olmaktan. Çünkü aramızdakinin bu kadar harika olmasını sağlayan buydu.

Birkaç gün geçtiği halde ve beni rahatlatan birkaç laf ettiğin halde, hala sesini bu akşam böyle canı sıkkın, rahatsız duymak beni hem üzdü, hem korkuttu. Bir hafta öncesinde ne kadar muhteşem bir akşam geçirdiğimizi, karşılıklı rakı içerken birbirimizin gözlerine bakarak konuşup gülüştüğümüzü, beni beğendiğini ve istediğini hissettiğim o geceyi hatırladım- her şey nasıl değişmişti?!

Sorgulamaya o an başladım: belki de ben görememiştim ama, aslında her şey o kadar da harika değil miydi? Geriye dönüp baktığımda, hep kendimi daha hevesli görünce utandım. Ben sana kendini dünyanın en çekici erkeği gibi hissettiriyorken, senin gözünde kendimi dünyanın en güzel kadını gibi görmediğimi acıyla anladım. Öfkelendim! Benim gibi bir kadın, yanındaki adamın onu beğenip beğenmediğini sormamalı!

Bakalım, sular nasıl durulacak...

3 Aralık 2012 Pazartesi

1258

İkimiz de aynı korkulara mı kapılmışız yoksa seninle...?

2 Aralık 2012 Pazar

1257

Hayatımın en sıkıcı sergisi ve hafta sonu planlarında büyük hayal kırıklığı...

1256

(01 ARALIK CUMARTESİ)

Kuşlar...





30 Kasım 2012 Cuma

1255

Bugün rehavetle geçti gitti, dün akşam öyle güzeldi ki- hala gülümsüyorum ve kendime bir kupa earl grey çay koyup gizemli bir romana dalmak beni ziyadesiyle memnun etti...

1254

(29 KASIM PERŞEMBE)

Benim hep istediğim, buydu işte!

İş çıkışı, Bostancı'da olmasına rağmen varlığından yeni haberdar olduğumuz, vaktiyle Cemal Süreya'nın müdavimi olduğu Hatay meyhanesine götürdün beni.

Masaya oturur oturmaz bana sevgiyle bakışından o gecenin harika geçeceğini anlamıştım- gözlerin hem tanıdık, hem özlenmiş hissettirdi kendimi. Burayı arkadaşından duyduğunu söyledikten sonra, "Bari ben de ilk defa Rana ile gideyim dedim." dedin, "Ne de olsa, her yere ilk Rana ile gidiyorum." Doğrusu, mutluluğum çok belli oluyordur diye biraz utandım...



Mezelerden her zamanki favorim patlıcan salatası, yoğurtlu pazı, buranınki meşhur olduğundan pastırmalı humus, zeytinyağlı yumuşacık kereviz ve canımız çekti diye midye dolma aldık. Bir de küçük söyledik.

Önce birer dilim leziz beyaz peynir geldi tabaklarımıza, kavun dilimi de pek şekilliydi hani,rakıları tokuşturduk- ve içerken göz göze geldik, sen de fark ettin mi?... Kızarmış ekmek sepeti yeniden doldurulurken geçen yaz tatilimizin kopamadığımız bir parçası olan Zeki Müren şarkılarını tekrar dinlemekte olduğumuzu fark edince gittiğimiz yerleri anımsayıp güldük.

Eski şairlerin duvarlarda asılı berelerine, çantalarına, resimlerine baktık; ruhları da bir şekilde bu küçük samimi meyhanede asılı kalmış gibiydi...


Sen; iş yerindeki küçük ama sinir bozucu olayları anlatmak için bu akşama saklamıştın- ben; yeni siparişlerimi heyecanla anlatmak için bu akşamı beklemiştim. Bir şekilde ikimiz de biliyor olmalıydık; bu akşamın benim hep özlemini çektiğim gibi, karşılıklı otururken göz göze baktığımız, anlattıklarımızı gerçekten dinlediğimiz, neyimiz var neyimiz yoksa her şeyimizle o anda ve orada olduğumuz harika akşamlardan biri olacağını...

Ben temkinli içtim, ama sen hafif yalpalıyordun kalkarken, otobüs durağına yürüdük. İçimden bir ses sürekli "Çok mutluyum!" diye bağırıyordu ya, zor tutuyordum. Eve varan sokaklarda sarma dolaş yürürken sarhoş halinin çocukluğunu çok sevdiğimi anladım, bir de aşure sevdiğini öğrendim ve bunu bir kenara yazdım.

Benim istediğim hep böyle bir geceydi işte!

***

İçki evinden çıkınca
camdan
demin oturduğum yere
baktım.

Sigara paketimi
masada unutmuşum.
sandalyede
tipki benim gibi
oturuyor boşluğum.

Bir eli alnında
benim gibi.
Ama
biraz daha mi hüzünlü?
otururken de
biraz daha mı çıkarıyor
kamburunu?

Biraz daha mi benziyor
babama?

Bir yaş büyüğüm babamdan
ve rüzgar
bir törendeki gibi
çekiştirir durur
yağmurluğumu.


Cemal Süreya



28 Kasım 2012 Çarşamba

1253

Kendimi düşündüğümde, davranışlarımı en çok yönlendiren şeyin arzularım olduğunu görüyorum- isteğin önüne kimse geçemez...

Bazen, birileriyle flört etmeyi çok özlüyorum- ve bu sen ol istiyorum.

27 Kasım 2012 Salı

1252

Beklenmedik bir akşam: pek de tanımadığım hoş sohbet ve güleryüzlü biriyle ilk defa oturduğum bir cafede çay-kahve-sigara eşliğinde birkaç saatlik muhabbet...

26 Kasım 2012 Pazartesi

1251

Bazı günler hayat cidden can sıkıcı oluyor, özellikle yanınızda oflayıp poflayan, şikayet edip duran biri varsa. Bugünler bir an önce geçiversin de yine yaşamaktan zevk aldığımız, her şeyin tadını çıkardığımız günler geri gelsin!

1250

(25 KASIM PAZAR)

Hasta bakmak dünyanın en yıpratıcı işi olmalı.

1249

(24 KASIM CUMARTESİ)

Kendimi çok güzel hissederek hazırlanıp evden çıktığım bu cumartesi günü,hava daha yolda mızıkçılık yapıp yağmaya başladı. Üstelik ben kendisine güvenmiş de şemsiyesiz, deri ceketle çıkıvermiştim!

Tahminimden biraz soğuk, epeyce ıslak ve kesinlikle daha uzun geçen bu rutin-bozan cumartesiye biz-ikisi Güney yarımküreden gelen genç kızlar olmak üzere- Cihangir'in meşhur Van kahvaltısı ile ağır bir başlangıç yaptık: tahinli cevizli yumurtayı sevebileceği aklıma gelmezdi, fakat leziz bir sürpriz oldu, ayrıca daha önce herhangi bir yerde masayı bu kadar donattığımı hiç hatırlamıyorum!



Ardından üşengeç bacaklarımızı kaldırıp Harbiye'ye vardık ve çok metodik biçimde çağdaş sanat fuarı denen şeyi alt kattan itina ile gezmeye başladık. Toplamda 4 saati geçkin bir süre ayırarak ayaklarımıza isyan ettirdiğimiz bu sergide, kimine hiç anlam veremediğimiz, kimine yalnızca şaşırıp geçtiğimiz onlarca işin arasında gözümüze çarpan birkaç tanesinden epeyce etkilendik.


"ben"

"annem"
Esra Rotthoff'un müthiş ekspresif "aile portreleri"...

dekonstrükte edilmiş kadın

Daron Mouradian'ın gözlerimizi esir eden masalsı işleri...

İhsan Oktay Anar'ı anımsatan resimleri...

Ortadoğu'dan çıkan her zamanki gibi "içli sanat"

Kalp denizi

Yunanlı birinden balıklar...

Adeta balık istilası

Etkileyici heykeller...

Yaralı topuklar ve ıslak bacaklarla sonlanan günün akşamını evde battaniyeyi kedilerle paylaşarak geçirmeye karar verdik, yanına da bir film söyledik: Copacabana.

Ne hoş bir değişiklik oldu!