22 Temmuz 2023 Cumartesi

5098

 (7 HAZİRAN ÇARŞAMBA)

"No one can build you the bridge on which you, and only youmust cross the river of life."

Beni aptal mı sanıyorsun acaba? Kurtarıcı arayan biri miyim ben sence?

Ben seni aramadan buldum.

"Adanmışlık, köprüyü geçmeye... Avucuna bıraktığım çiçekleri, ben kendime verdim aslında."

"Atta Dipa Viharata."

5097

 (6 HAZİRAN SALI)

Heart Sutra mantra ile paylaştığın hikayende "Karşı kıyıya yaşamlar boyu birlikte yürümek dileğiyle..." notunu düşmüşsün bugün. Biliyorum, senin de aynı yüksek duygularla dolu olduğunu.

"Devotion. Doğru kelime determined değil, devoted olacaktı."



5096

 (5 HAZİRAN PAZARTESİ)

Yol boyunca bulutların üzerindeydim... 

Şimdi, biraz sessizliğe gömülmek ile, coşkumu yansıtmak arasındayım.

Geçen seneki gibi hissediyorum aslında; bana çok kıymetli bir hediye verildi, ben de tüm varlıklarla paylaşmak istiyorum bu mücevheri!

5095

 (4 HAZİRAN PAZAR)

Son sabaha dinlenmiş ve sakinlemiş uyandım. 

Dünkü rüya yogası, ölüm meditasyonu bambaşka deneyimlerdi. Sofraya seni davet ettim, kabuslarımdan nasıl kurtulmaya başladığımı paylaştım. Benle gurur duyduğunu biliyorum.

Adaya yürürken o patika yolun her adımında bir lotus çiçeği açtırdım ve sana bıraktım...

Kampımızı kapatırken gitar çalan arkadaşımız geldi, tam önümdeki mindere oturdun yine, "Boş mu?" Sana ait!

Mantralara eşlik ederken kulağın sesimdeydi, biliyorum. Birlikte dinlemek harikaydı.

Dersten sonra hep beraber oturup sohbet ederek gidenleri birer birer uğurladık, masama oturdun ve doktor arkadaşımızla konuşmana kulak misafiri oldum. Sağlık sorunlarını öğrendim, biraz endişelendim, bir de oğlunun senin biyolojik bir parçan olduğunu-o yüzden aynı ışık!

Çocuklarımı özledim mi diye sorduklarında, iyi olduklarını bilmenin bana yettiğini ve buradayken sürekli onları düşünmediğimi söyledim. Gülümseyerek gözlerini kıstın cevabımı izlerken, "Same dear..."

Veda vakti geldiğinde hala biraz gergindim, son anda 4 pembe zakkum çiçeği kopardım, kapı önünde sarılırken avucunun içine bıraktım. "Four beautiful days..."

Gözlerin mi doldu bana mı öyle geldi, teşekkür ederken. 

Ön koltuğa geçerken cesaretimi zor toplayıp geriye döndüm; senin de bana baktığını fark ettim, göz göze gelince belki 1 nanosaniyelik göz kırptım- irkildin. Beklemiyordun, heyecanlandın, sonra hemen toparlayıp gülümsedin, el salladın. Aynı tatlı, saklı gülümseme...



5094

 (3 HAZİRAN CUMARTESİ)

Ertesi gün her zaman zordur.

Kahvaltıya indim, herhalde 2 saat uyumamışımdır. Bir kase meyve aldım, yavaş yavaş çilekleri yemeye başladım. Geldin karşımdaki sandalyeye oturdun, "Boş mu?"

Yanımdaki arkadaşıma eski anılarımı anlatırken meraklandın, ısrarla "Ne fuarına gittin sen, spiritüel fuara mı? Tohum fuarı mı? Nedir?" sorup durduğunu seyretmek keyifliydi. "Sen Almanya'da yaşadın mı Rana?" Bakışların hiç kaçamak değil, her seferinde tam göz bebeklerimin içine... 

Arkadaşımla sohbetimize dahil oldun ilgiyle, "Hususi" sözünü kullandım arada-hemen yakaladın: "Hususi..." diye tekrarladın, "Rana yaşın meydana çıktı." 

"Tabi canım, bir ayağım çukurda!" Seni güldürmeyi seviyorum.

Kaçlı olduğumu öğrenince "Ah! Senin yaşında kardeşim var benim, onu ben büyüttüm. Çok gençsin daha, ölüme çok uzaksın."

Kahvaltıdan sonra sakin ve doğal kalmaya çalışarak derse girdim, anlatılmaz bir mutluluk vardı üzerimde. Elbette bu mutluluk; bana yakın davranıp davranmayacağın tedirginliği ile bozulmaya mahkumdu. Söyleyecek bir şeyim olduğunda "Hocam!" diye araya girdim, irkildin- "Ha?" Sen de tedirginsin, değil mi? "Samsara is actually Nirvana." Senle Zen sözleri paylaşmayı seviyorum.

Akşam yemekte herkes sanki yine bana çalışıyordu; güzelliğim övüldükçe övüldü, elbisem beğenildi, hatta bir fotoğrafçı varmış aramızda ve yemekten sonra bizim fotoğraflarımızı çekti. İçe dönük bir tipe göre fazlasıyla cesur, baskın ve sahne insanıydım bu akşam. Kahkahalar, sarılmalar, şakalaşmalar...

Geç saatte film seyretmeye oturduk, birileri bana yine üşümeyeyim diye sweatshirt verdi. Sessizce arkamda oturduğunu hissedebiliyordum, rüzgar kokunu burnuma taşıyordu. Sen kalkınca hızla peşinden gittim, bir an kaybedeceğim sandım dolambaçlı yollarda, ama tam karşıma çıkıverdin. 

Dün gece bana takındığın gibi bir tavır takındım ve odana kadar sana eşlik etmek istediğimi söyledim. Sanki bu kez biraz korkak ve çekingendin. Zakkumlarla kesilen o kısacık yolda cevap bekleyen doğrudan sorular sordum: "You laughed when I called you beautiful. Why? Am I viewing you with my attachment glasses on?"

"Tabii ki Rana. Elbette öyle..." Canını mı sıkıyorum şu an yoksa?

Kendimi açıklamaya çalıştım biraz bozularak: "When I call you beautiful, I don't mean this cage of yours. This beauty exceeds this body, transcends here and now..." Durduk. "Ama senin biliyor olman lazım bunları! Hala aynı mı düşünüyorsun?"

Gülerek başını salladın, "Hayır."

Odaya yaklaşırken kendi kendine söyleniyordun: "Rana... Ne yapacağız biz senle?..."

Yukarı giyecek bir şey almaya çıktığında verandada beklememi söyledin, üstüne gitmiş olduğumu hissederek biraz utandım. Gruptan ayrı baş başa görülmekten ürktüğünü biliyorum.

"Sana bir şey getirdim. Sabah ceketimin cebine atmıştım sana vermek için, odada kaldı."

"Ne getirdin?"

Cebinden bir ip gibi bir şey çıkardın, avucumun içine bıraktın. "Bu kaç yaşında, biliyor musun?"

"Kaç yaşında?" Meraklı bir çocuk gibiydim.

"24... Bunu bana gurum verdi, ona da kendi gurusu vermiş... Sana benim için çok değerli bir şey vermiş oldum."

"Pişman oldun mu bana ortadan kaybolma dediğine?"

"Hayır, olmadım."

"Guardını aldın mı bana karşı?"

İç geçirir gibi; "Almadım." 

"Almışsındır... Ya da belki almalısın- bütün cephaneni topla, zira ihtiyacın olacak."

"Ciddi misin? O kadar determined yani??"

"Hmm.. Determined demezdim."

"Ne derdin peki?"

Tam o sırada gruptan arkadaşlarla karşılaştık, konuşmamız burada bölündü, biz de onlara katıldık ve çay içmeye oturduk. Gerildiğini biliyorum.

Ertesi gün her zaman zordur.



20 Temmuz 2023 Perşembe

5093

 (2 HAZİRAN CUMA)

Her seferinde birlikte olduğumuz ortamlarda, beni dinlediğini, söylediklerimi ya da yazdıklarımı dikkate aldığını, aklında kaldığımı belli edecek referanslar vermekten geri durmuyorsun. Neden beni önemsiyorsun? Herkesi de bu kadar önemsiyor musun ya da?

"Burada bir ikiz annesi var ve bilir ki ikizler aslında hiç de ikiz değildirler." diye derste sınıfın öbür ucundan laf attın bana mesela. Podcastimi dinlemişsin yani, aklında kalmış bu cümle. 

Akşam yemeğinde zümrüt yeşili elbisemi giymiş, aynı renkte seramik kolyemi takmıştım ve elbette tüm arkadaşlar tarafından cömertçe iltifatlara boğuldum. Benim ne kadar güzel olduğumu, bu rengin bana nasıl yakıştığını söyleyip duruyorlardı sana... "Yakışmış..." dediğini duydum, adeta teslim olmuş bir tavırla, "Bir kere saçlar açılmamış." Bal gibi farkındasın işte!

Gözlerini kısarak bakarken "Kolyen güzelmiş, el yapımı mı... Hmm ne o?" 

"Seramik. Hediyedir." Ağaca benzer motif ilgini çekti, beğeneceğini biliyordum.

Yemekten sonra hep birlikte oturup sohbet ettik, birebir konuşmak isteyenleri çağırdın, ekstra bizim yanımıza gelip tekrar çağırdın gözlerime bakarak. Beni mi çağırıyorsun? Peki öyleyse

Gerideki masaya ahşap bir fener koydum, çekiniyordum elbette, ama cesaret ettim. "Buraya mı oturuyoruz?" Anladın değil mi, özel bir konuşma olacağını?...

Karşılıklı oturduk, bacak bacak üstüne attık, birbirimizin gözlerine doğrudan baktık, belki ilk defa sana direkt bakma cüretini buldum. Şaşırmış ve meraklıydın, "Benle konuşmak istediğine memnun oldum." derken öylesine söylemediğini anlayabiliyordum.

Kızlardan girdin lafa, her zamanki gibi-safe ground. Mayınsız tarlada dolanarak başlayalım bakalım...

"Geldiğine çok sevindim Rana, burası bana çok iyi geldi, çok ihtiyacım vardı. Sen nasılsın?" 

"Aslında buraya gelirken çok gergindim" diye başladım anlatmaya, hayatımda bir eşikteymiş gibi hissettiğimi, sanki majör bir değişiklik yapmalıymışım gibi bir kenarda durduğumu anlattım. Yalnızlığımı anlattım; en yakınımdaki insanın benim için gerçekten önemli ve değerli olan şeylerle pek ilgilenmediğini, içimde yaşadıklarımı bilmediğini... "Anlıyorum." dedin, anlıyordun.

Sıkıştırıldığımı ve baskı altında hissettiğimi söylediğimde, gülerek başını salladın ve "Rana, sen ne isterse onu yapan bir kızsın." dedin. "Kimse sıkıştıramaz seni, sen istemedikçe, sen zaten kararını vermişsin." Öyle mi?

"Belki de... ama ben buraya bunları konuşmaya gelmedim." sözlerim, gözlerim, kalbim alev aldı. 

Devam ettim, dile gelmesi en zor yere gelene kadar ve sustum. "Anlıyorum." hızla kestin sessizliği. "Yani anladığımı sanıyorum ama..." 

"Anladığını biliyorum." Muhteşem sessizlik anı

İkimiz de geriye yaslandık şimdi, birbirimize kilitledik bakışlarımızı, gözlerimiz giderek kısılırken dakikalarca sessiz kaldık. İşte artık biliyorsun. Peki parmakların ağzını kapatırken neyi gizlemeye çalışıyorsun? 

"Peki bu bir sorun mu?"

"Sorun olmaktan çok uzak!"

"Bu hayatında bir hoşluk mu? Sana ilham veriyor mu? Sabah uyanma motivasyonu veriyor mu? Seni Dharma çalışmaya teşvik ediyor mu?"

Hepsine gülümseyerek başımı salladım. 

"Peki çok mu ıstıraplı?" Gözlerinden bulutlar geçti.

"Hayır... Değil." Gözlerimde yağmur bulutları toplandı.

"Bu gece ne güzel bir gece, değil mi Rana?" Beni o ana çekiverdin.

"Evet." Söyleyeceğimi söyledikten sonra artık kelimelerim tükendi sanki

"Burası ne kadar güzel, değil mi? iyi ki geldin, doğru karar... Hoşuna gitti mi burada olmak, bugün iskelede meditasyon yapmak güzel miydi?" Sen kalkıp gelip tam yanıma oturduğunda kalbimizin ritmi birleşti sanki, evet

İkimiz de gözlerimizi hiç ayırmadık, konuşurken de, susarken de. 

 "Benim için çok kıymetli olduğunu biliyorsun, değil mi Rana?"

"Evet, diğer tüm sangha üyeleri kadar..."

Başın ilk kez öne düştü şimdi, hafif sitemkar "Peki... peki."

Masadan kalktık. Konuşmamız devam ederken ben elbette saatimi geçirdiğim için, arada gelen arkadaşlarımızı nazikçe yarına ertelemiştin. Onların yanına gidip biraz sohbete devam ettikten sonra odama geçmek, yalnız kalmak istedim. Hem tüy gibi hafiflemiş, hem yağmur bulutu gibi yüklü hissediyordum kendimi.

Odama yürürken adımlarımı duyup durdurdun beni, eşlik etmeyi teklif ettin. Tavrın bambaşkaydı, o birkaç adımlık yürüyüşümüz boyunca, yan yana, adımlarımız usulca birbirine uyumlanırken. Odamın köşesine geldik, sokak lambasının ışığının vurduğu duvarın kenarında durduk "Böyle konuşmalardan sonra ortadan kaybolma gibi bir huyunuz var mıdır Rana hanım?" 

"Yani... genellikle vardır, ama sizin için bir istisna yapabilirim." 

"Lütfen yap, yoksa beni üzersin."

"Sadece onun için değil... Çünkü bu da bir pratik!"

Yüzün aydınlandı, "This is a place of practice!" dedin gülümseyerek. Benim biraz içim burkuldu, sessizliğe daldım. Gözlerini asla kaçırmadın ısrarlı, meraklı, keskin bakışlarımdan ve zaman birkaç dakikalığına durdu. 

"Allow me to tell you this... An astonishingly beautiful Goddess... with a mesmerizing gaze... Showed me the way out of Tartaros."

Utangaç gülüşünle sözümü kesmen beni durduramadı, kaçmayacağıma söz verdirmeye çalışan laflarına aldırmadan, arkama bakmadan çıktım merdivenleri. 


18 Temmuz 2023 Salı

5092

 (1 HAZİRAN PERŞEMBE)

Sabahın kör karanlığında daha önce tanışmadığım biri tarafından alınıp hava alanına gitmek, ne macera!

Rahat bir yolculukla vardığımız otelimiz, muazzam bir bahçe içinde, gelir gelmez alerjim yok oluveriyor sanki-taptaze, mis gibi havayı soluyunca.

Odama yerleşip biraz kendime geldikten sonra çıkıyorum, bizi bekliyorlarmış, merhaba demeye gidiyoruz.

ilk beni öptün insanlar arasında, "Ranacım, geldin! You made it, I'm so proud of you!" 

"Ben de kendimle gurur duyuyorum." dedim, kalbime sığmayan heyecanımı dizginlemeye çalışarak. Yüzüne doğrudan bakamadım, her zamanki gibi.

Geniş bahçede bir nilüfer göleti var, etrafında bağdaş kurup oturduk, o sessizlikte bir kaz gelip su içerken duyduk. Sonrasında birçok meditasyonumda ben o göletin kıyısında buldum kendimi ve her 10 nefesimde 1 lotus çiçeği açtı...

Ada dedikleri yerde iskele kurmuşlar, denize oradan giriliyor. Bizi adaya taşıyacak minik tekneye doğru yürürken neşeli ve oyuncuydum, her zamanki gibi. "Odamız çok güzel, bize balayı yatağı hazırlamışlar... Nerede bu gece yatağımda uyuyacak olan kadın?" 

"Nasıl yani, double bed mi? Olmaz öyle, değiştirelim odanı."

"Sorun değil espri yapıyorum, yerleştim şimdi gerek yok."

"Topla eşyalarını hemen çık, öyle olmasın."

"Anlayamadı, pardon-sizin için bir mahsuru mu var?"

"Tabi ben sevmem öyle saçma sapan şeyler... Kızkıza... Sen kimle kalıyordun?"

"Şule ile."

"O zaman sorun yok."

"Öyle mi?? Kimle olsa sorun vardı?"

Tekneyle adaya geçerken tam karşımda oturdun, sadece varlığın, orada oluşun yeterli kalbimin yerinden çıkacak gibi atması için. Yanımdaki arkadaşımla konuşurken sen de duydun sanki... Bu kısacık nehir yolculuğu, zamanı durduran ne harika bir yolculuktu!

Adaya geldiğimizde, buradaki ufak işletmenin de çok hoş olduğunu fark ettim; natürel detaylarla dekore edilmiş zevkli bir ortam, içecek bir şeyler söyledik. Enerjiktin, sürekli gülümsüyordun, seni böyle görmek güzel ve farklı. 

Yanına oturmaktan çekindiğimi belli ederek yine her zamanki tavrımı; bir ortaya atılıp bir geri çekilen oyunsever, bazen sözleri şaka mı ciddi mi belli olmayan halimi sürdürdüm. Otomatik olarak senin yanında bu personam ortaya çıkıyor işte. Aramızda oturan arkadaşımla tüm şakalaşmalarımızı duydun, elbette, hep takıldın.

İlk dersimiz yukarıdaki şaledeydi, mis gibi lavanta kokuları taşıyan rüzgarı anımsıyorum. Müthiş hafif hissettim, her şeyden özgür... Burada olmak paha biçilemez bir şans.

Dersin sonuna doğru yine bana laf atıp "Hep sen ayartıyorsun bunları!" deyince topu yakaladım: "Hep ben.. hep ben...! Ama bu çocuğun yaptığı bana darbe girişimi değil de nedir? Kırk yılda bir saçlarımı ördürdüm ve o da hem ördürmüş hem kırmızıya boyamış, benden daha dikkat çekici olsun diye!"

"Bu şimdi kaç gün duruyor böyle?"

"Bilmem, yarın yıkarım herhalde..."

"Ama böyle güzel, dursun biraz."

Bu kampta bir adım daha ilerleyeceğimizi hissediyorum; Vipassana'ya başlayacağız, artık başlangıç seviyesini geçtik sanırım. Nereye gittiğimizi biliyoruz en azından.

5. kahveni aldığını söyleyince bu kez ben laf attım sana: "Kahveyle arana mesafe girmedi mi Dharma çalıştıktan sonra?

"Bu girmiş hali!"

"Ben de 30 yaşıma girerken doğum günümde 30 şişe şampanya açtırmıştım, 7-8 kişiydik sanırım ve her damlası içildi, yani belki birkaç damlası dökülmüş olabilir..."

"Hmmm. Düşünüyorum adam başı 4 şişe filan yapar!"

"O yüzden bu da benim şampanyayala arama mesafe girmiş halim!"

Böyle böyle, ufak detaylar veriyorum sana kendimle ilgili.

Akşam yemekte bir arkadaşın doğum günüydü; pastasını üflerken "Şampanyalar senden!" dedin bana gülümseyerek. 

Böyle böyle, sana verdiğim tüm detayları farkındalıkla aldığını anlıyorum ben de.