27 Şubat 2015 Cuma

26 Şubat 2015 Perşembe

2074

Rüyalarla mücadele ettiğim gecelerden bir ikisi daha...Yazmak bile gelmiyor içimden.
Adaletsiz bir dünyada, ikiyüzlülerin dünyasında hayatta kalmaya çalışıyoruz işte!

25 Şubat 2015 Çarşamba

2073

Kurtuluş savaşı döneminde Anadolu'nun ücra bir köyünde kar kış... Telgraf direğinin de devrilmesiye hepten dünyadan kopmuş 3 insan; istasyon şefi ile karısı, bir de makasçı... Sekizçakallar köyünde uzaktan çakallar uluyor, tipi bastırdıkça camlar buğulanıyor... Tren sesleri artık durmuş,
 Kendisinden bir türlü memnun olmayan genç karısının dırdırlarına suratsızlıkla cevap veren istasyon şefi de bir Yemen gazisi; tek gözünü kaybettiğinden beri belki daha huysuz... Makasçı da bir başka topal asker eskisi; uzun boyu ve gür bıyığı yine de mutsuz kadın için heyecan vesilesi... Sıkıntıdan masaya oturulan bir dama oyunu esnasında çekile tabancalar; biri kurşunsuz...
İnsan sesine hasret ve terk edilmiş vagonu parçalamazlarsa kışı geçiremeyecek olan 3lü; muharebeden çıkmış gelen donmak üzere bir askeri eve alırlar... Genç adamın güvenli sözleri, iştahla kaşıkladığı çorbası, vatanı düşmandan temizleme hevesi, hepsine umut olur...

"Yolcudur Abbas, bağlasan durmaz..."


24 Şubat 2015 Salı

2072

Yeni bir pasaport; heyecanlı planlar... Barış Manço'nunki gibi olsun!

2071

(23 ŞUBAT PAZARTESİ)

Gece yarısından sonra Kafka okumak; ne idüğü meçhul bir davanın dönen merdivenlerinden uçarcasına indiğim hiç bitmeyen kabuslar gibi...
 
Bunaltan bürokrasi; bu kadar iyi resmedilemezdi: susmayan insanların bir yere çıkmayan konuşmaları, her seferinde daha bir çatallaşan çıkmaz yollar, çetrefillendikçe katmerlenen bir "dava"...
Ürkütücü bir labirent bu kitabın ta kendisi!

23 Şubat 2015 Pazartesi

2070

(22 ŞUBAT PAZAR)

Stresli uykular arasında baş edilmeye çalışılan dertler...

21 Şubat 2015 Cumartesi

2069

Morali bozukmuş; uzun zamandır bu git-gellerden, sürekli bir taşınma halinde oluşundan, her seferinde yeni bir yatağa alışmaktan, yarının belirsiz olmasından...ve daha pek çok şeyden bıkmış, yorulmuş...
O kadar içimde hissettim ki onun bezginliğini, içimde telaşlı bir kuş çırpınmaya başladı-bu saate kadar da rahata ermedi hala.
Onu mutlu etmek, yeniden güçlendirmek ve kendine inanmasını sağlamak için bir şeyler yapabilmeyi çok istedim.
Onunla gurur duyduğumu, benim asla dayanamayacağım bir tempoyla başa çıkabilmesine hayran kaldığımı söylemek istedim.
Bunun aşılması gerek bir süreç olduğunu ve şimdi pes ederse emeklerinin boşa gideceğini hatırlatmak istedim.
Rahatsız koşullarda olduğunu bildiğimi ve uyum sağlayamamasını normal bulduğumu fakat; milyonlarca insanın da bu şekilde bir hayat sürdüklerini düşünmesini istedim.
Şimdi bir mülteci kampında, savaşta ailemizi kaybetmiş olarak aç ve perişan, kalabilirdik. Öyle bile olsa, yine de hayatta kalırdık ve birbirimize tutunurduk.
Hayat bize daha neler getirecek; neler getirecekse hepsi kabulümüz- böyle olmalı olgun insan...
Amor-fati: Kaderini sev.
"Evet" de!

2068

(20 ŞUBAT CUMA)

Zorba kral topal III.Richard'ın İngiltere krallığını ele geçirme hikayesini seyretmek için akşam Kadıköy'de buluştuk. Erimeye başlayan karların pislettiği ıslak dar sokaklarda, taksilerin sıçrattığı sudan kaçmaya çalışarak yolumuzu bulduk ve Duru Tiyatro sahnesine oturduk.
Başta bu klasik Shakespeare oyununun modernize edilmiş; cep telefonları ve kokain partilerine yer verilmiş versiyonundan pek hoşlanmadık açıkçası. Oldukça iddiasız kostümler ve sade dekor, belki de oyunun bu "zamansız" tavrına uygundu. Sonlara doğru savaş sahnesinin satranç oyunu şeklinde yansıtılması fikrini çok sevdim. İlk yarıda kendimi İngiliz isimleri arasında kaybolmuş hissederken, 2. yarıda hikayeye daha iyi adapte olabildim. 15.yy Osmanlı döneminden alışkın olduğumuz hiç bitmeyen taht oyunlarının İngiltere adasında nasıl cereyan ettiğini izledik diyebilirim.
 
Biraz da ister istemez, hali hazırda tepemize çöken diktatör bozuntusunu anımsadık. Başlangıçta, kral Edward ölünce yerine geçen küçük oğlunu kıskanarak, öz yeğenine hasetle bakarak iktidar yemini etmesini gördük. Dışarıya kendini aşırı dindar ve mütevazi gösterme çabalarını gülümseyerek izledik... Ahlakçı kinini intikam için büyütmesini, etrafına toplanan yandaşlarına kah propagandasını kah cellatlık yaptırmasını pek tanıdık bulduk...

Oyunun ardından bir kadeh şaraba ihtiyacımız vardı; Kadıköy'ün yeni dönem cool mekanları dolu olduğundan izbe bir köşeye geçtik. Biraz sohbetle yorgun kafalarımız ve üşüyen ellerimizi dinlendirdik.

19 Şubat 2015 Perşembe

18 Şubat 2015 Çarşamba

2066

Bastırdıkça havayı beyaz bir tülle örten kar, bulunamayan hepatit aşıları, yeni tepsi tasarımları, simitçi gibi kafada taşınmak zorunda kalınan ağır bir bavul, ıslak ve üşüyen ayaklar, yer altı ve sütünden gidebilen her çeşit taşıma aracı, iptal edilen uçuş numaraları, kalabalık hava alanında köşelerde yatan tipler, mahsur kalınan rampada taksiciyle sohbet ve arada kaçamak öpücüklerle, yeniden görüşme planlarıyla geçen maceralı bir İstanbul kış günü!

2065

(17 ŞUBAT SALI)

Bir sürü telaşın arasında 3 saatlik kaçamak sevişme...
Öpücükler arasında hızlı nefes alıp verişler, dışarıda kar yağarken tek kişilik yatakta çift kişi mahsur kalmanın sıcaklığı...
Heyecanla hazırlanan sofra: çabucak fırına verilen afili somon, yanına açılan 1 şişe şarap, önden bitirilen zeytinyağlı kereviz, sonrasında enerji yükselten fırın sütlaç...

3 haftaya bedel bir 3 saat geçirdik birlikte!


16 Şubat 2015 Pazartesi

2064

Sıcak mevsimlerden kalma güneşli anılar... Kış ortasında içimizi ısıttılar bugün.
 

15 Şubat 2015 Pazar

2063

Neden reddetiklerin kıçının dibinden ayrılmaz acaba?
Cidden soruyorum.
Açıkça erkek arkadaşım olduğunu söylediğim, birkaç kez konuşma arasında geçirmeye dikkat ettiğim bir çocuk, kendisiyle hiç flört etmediğim ve 8 dışarı çıkma teklifinden 7sini geri çevirdiğim halde neden hala denemeye devam eder?
Ara sıra görüşüp iki lafın belini kırmayı seviyorum, doğru.
Ama o kadar yani, ne bir imalı söz geçti aramızda, ne bir yakınlaşma...
Defalarca kere bozdum, hoşuma gitmeyen yorumlarını susturdum, ne bileyim hakkında eleştiri bile yaptım yakından tanımadığım halde.
Enteresan bir azim gerçekten takdire şayan!

2062

(14 ŞUBAT CUMARTESİ)

Hindistan hayalleri...

14 Şubat 2015 Cumartesi

2061

(13 ŞUBAT CUMA)

Koşturmacalı bir haftanın son gününü keyifli bitirdim.
Evde unuttuğum telefon ve eldiven tekine rağmen, kaçırdığım otobüse ve bastıran yağmura da rağmen hatta, ne güzel bir akşam!
1 sene aradan sonra okula uğrayıp, eski sınıf arkadaşımın artık hoca olmasını kutlamak için okulun şahane restoranında bir masaya oturduk ve kadehlerimizi kaldırdık. Dışarıda İstanbul vardı.
Biraz sohbet biraz dedikodudan sonra Kadıköy'e geçip bir arkadaşın şarap davetine icabet ettim.
Daracık bir ahşap merdivenle çıkılan minicik bir asma katın 2 masasından birine kurulduk, 1 şişe kırmızı söyledik.
Biriktirdiğimiz şeyleri anlattık, birkaç kere sigaraya indik çıktık.
İnsanlar yine kalabalık, coşkulu, çakır keyif... Bu mavi saç boyası akmış şapkalı kızları, yanımızda dikilen şu cool, tip herifleri seviyorum garip şekilde.
Şişenin sonuna doğru, maskeli baloya Luke Skywalker ile Prenses Leia olarak katılmaya karar verdik!
Heyecanlı, ıslak, serin, sohbeti güzel bir akşam...

12 Şubat 2015 Perşembe

2060

Bazen böyle düşüyorum görünmeyen bir çukura, yuvarlanırken anlıyorum ama duramıyorum...
Hiç bitmeyen iş stresine kapılıp gittiğim ve kendimle olan bağımı yitirdiğim kasvetli günler...
Ama bahar yaklaşıyor...
Acısını fena çıkaracağız!

2059

(11 ŞUBAT ÇARŞAMBA)

Absürt bir terzi sahne önüne gelip burnu havada, "Giyinmek yaratmaktır. Çıplaklık hiçliktir." diyor.
Oyundaki karakterler: zayıf bir ekselans, yaratıcı rolünü üstlenmiş terzi, terzinin robotik çırağı, örtülü bir metres, barbarlar ve hükümdarları Tozluk, metresin deli dolu oğlu... Terzi onlara giysiler biçerken, roller de biçmektedir aynı zamanda. Ekselans, barbar istilasından kellesini kurtarmak ümidiyle önce dilenci derviş olur, ardından kendini terzi yamağı rolünde buluverir. Giyinmeyi bilmeyen, saçı sakalı karışmış cahil barbar hükümdar, terzinin onun için diktiği kıyafetleri giyinince, asil bir ekselansa dönüşüverir...
"Herkes, hem başkaları gibi olmak, hem de kimsede olmayanı istiyor."
Barbar istilasından korkmak yerine kaosun tadını çıkaran deli oğlan, sahnede atlayıp zıplıyor. Atletik vücuduyla dans edip parandeler atıyor-annesinin artık soyunmasını istiyor. Maskesini kaldırıp özüne dönmesini, çıplak kalmasını...
Tam da bu yüzden, nefret ediyor terzi, kaosa ve barbarlığa tapan bu medeniyetsiz yaratıktan ve derisini yüzmek istiyor.
"Yalnız terzi düzen kurabilir."

10 Şubat 2015 Salı

2058

Tam bir inziva günü; kar fırtınasında sıcacık sarılıp uyumak, okulu ve işi kırıp telefonları kapatmak, sıcak çikolata hazırlayıp bir kitabı bitirmek için harika bir kış günü...

9 Şubat 2015 Pazartesi

2057

Sıkıntılı işler ve son dakika yetişmesi gerek bir sürü şeyin stresiyle dolu tam bir pazartesi!

8 Şubat 2015 Pazar

2056

Aile içi sıradan mevzular; bugünün temasını oluşturdu: bir gelin görümce zıtlaşması ile bir anne kız tartışması...

Ama kimseye fazladan iyilik göstermemenin gerektiğini öğrendik artık, yıllar sonra bile aileden de olsa kimseye tam güvenemeyeceğimizi anladık.
Zaman hep haklının yanındadır, bizim en büyük avantajımız haklılığımız.
Dolayısıyla, korkumuz hiç yok. Sıkıntı yok, telaş yok-zaman kendi halledecek bizim de önümüze getirecek!

7 Şubat 2015 Cumartesi

2055

Absürd, sürreal bir ada kaçamağı
Otelin adı otelin adı değil, numarası tutuyor ama- otel inşaat halindeyken biz bir odasında yatıyoruz. 
O kadar inşaat ki; kahvaltıyı odaya getirip minicik balkona sığdırıyorlar. 
Bir meyhaneye girdik; önce kapalı sandık, sonra garson kendi istediklerini getirdi- çok eğleniyor gibi görünüyordu. 
Güneşli bir günde gittik, kar soğuğunda döndük ve hatta fırtınalı sabahta neredeyse mahsur kalacağımızı sandık. 
Bir küçük rakıya niyetliyken bir büyük içtik; çünkü garson öyle uygun gördü ve erken kalkıp geceyi odamızda geçirmeyi planlarken, gece yarsına doğru odaya girdiğimize sarhoş olmuştuk, nasıl sızdığımızı hatırlamadık. 
Gece boyunca sokaktan telaşlı faytonlar geçti, köpekler birbirlerine havladı ve Kafka döneminin Prag sokaklarını anımsattı. 

2054

(06 ŞUBAT CUMA)

Kış ortasında bahar sefası dedik, adalara doğru bir vapur yolculuğuna çıktık.
Çığlık çığlık martılar, Şubat güneşi, deniz köpüğü, Marmara rüzgarı...
Adaya ayak basınca ortalıkta dolanıp durduk bir süre, alçalan akşamüstü güneşinde ısınmaya çalıştık.
Faytonlarda yine bir telaş, şaşkın turist kalabalığı, midyecilerde tıkınan aileler, dondurmacılarsa bomboş...
 
Eski köşklerin bahçe demirlerine, mandalina ağaçlarına hayran kalarak yürüdük adanın sokaklarında.
Kapı numaraları birbirine karışıyor, çarşının gürültüsünü geride bıraktıktan sonra tenha mahallelere çıkılıyor.
Köpekler her gece hırçın, kediler biraz fazla umursamaz ve teklifsiz, atlar hep koştur koştur...
 
Fıstık Ahmet'in yeri sahilin öbür ucunda, dizi dizi balık lokantalarından ve diğer her şeyden uzak, kendi köşesinde saklı bir cennet!
Geçen hafta lodosun dağıttığı adanın iskelesi çökmüş, sahilde yer yer taşlar yıkılmış denize doğru, Prinkipo meyhanesinin önündeki Lefter heykeli korumaya alınmış.
Biraz erkence oturuyoruz bir köşeye, neşeli garson bizim isteklerimize kulak asmadan kafasına göre rakıyı seçip mezeleri getiriyor-buranın usulü böyle!
Minik tabaklarda zeytinyağlı kereviz, beyaz peynir, nefis yeşil zeytin piyazı, yadırgadığımız brokoli&karnabahar haşlama, köpoğlu, lahana salatası,sürpriz cevizli yaprak sarma, pancar ve acı biber turşusu masamızı donatıyor. Rakının adı: "Demlen".
Yan masaya Uğur Yücel, Levent Kazak filan oturup hepimize afiyet olsun dedikten sonra rakı eşliğinde iş konuşmaya başlıyorlar. Ahmet amca, sırayla masaları gezip bizden başka hepsi tanıdık olan müdavimleri ile birer kadeh tokuşturuyor, bizi de hiç yabancı hissettirmiyor sağ olsun.
Mezeleri, öğlen yemeğini atlamış olmanın iştahı ile ilk dublede bitirince garson Memo'yu çağırıp sıcakları soruyoruz. Ve yine ağzımızın payını alıyoruz: "Sürpriz olsa daha güzel abi!" 
Sürprizimiz mantar sote, ekşili salata ve ardından istavrit tava oluyor.
Öyle çok ihtiyacımız varmış ki bu geceye!

Çok güzel insanların geldiği bu çok özel mekanda 1 büyük bitirip, alakalı alakasız, içimizde kalan yahut unutulan onca şeyden konuşup gece yarısına doğru çakır keyif ve sevinç içinde ayrılıyoruz. Hava bozdu bu arada, yağmur yağdı biz içerken ve serin bir rüzgar çıktı. Otelimize giderken gece boşalan sokaklarda gülüşüp öpüşüyoruz...

5 Şubat 2015 Perşembe

2053

Heyecandan yerimde oturamadığım güneşli bir gün, her şeyin daha güzel olacağını hissettiriyor!

4 Şubat 2015 Çarşamba

2052

Güneşli bir sabah kaçamak yaptık; evden işe diye çıkıp Kadıköy'de buluştuk ve Karaköy'e kahvaltıya gittik. (Karaköy arkadaşımızmış gibi oldu.)
Gakkı'nın efsane kahvaltısı ile güne sağlam bir giriş yaptık: acukalı, fıçınlı Çerkes kahvaltılıklarını afiyetle yedik ve bu miniminnacık dublex, oyuncaklı cafeye giren çıkana baktık. 
Hoşçakal derken keyfimiz yerindeydi, bir de ara sokakların kuytusu bu kadar soğuk olmasa iyiydi! Graffitili duvarların arasından kıvrıla kıvrıla, mahalle kahvesinde pinekleyen amcaların sohbetlerine kulak misafiri olarak dolandık durduk. Galata'ya çıkıp makinenin kalan filmlerini bitirelim derken, bir de baktık Taksim meydana yaklaşmışız. 
Yan yana dizilip gizlenmiş ufak dükkanlara girip çıktık yolda; bunlar içinde bir sürü ıvır zıvır dolu fakat alacak bir tek şey bulunmayan enteresan yerler... Karaköy'e geri inip yeni meşhur kahveci Coffee Sapiens'te kahve molası verdik. Kapı önündeki 3 masadan birini beyaz kediyle paylaşarak bir Americano, bir latte söyledik. Kahveleri bitirirken, cool fakat gereksiz bir mekan olduğuna karar verdik.
Akşamüstü bir film seyretmek niyetindeydik; bu film de Leviathan oldu. Moda Sahnesi'nin samimi havasını, minik salonunu sevdik. Biraz fazla uzatılıp ağır temposuyla yer yer sıksa da, iyi bir görselliği ve şüphesiz güçlü bir hikayesi olan bir film... 
 Bol bol votka içen Rus adamlar görebilirsiniz, doğum gününü atış talimi yaparak kutlayan kalaşnikof seven adamlar... Bezgin bir kadının anlam veremediğiniz koca aldatma macerasını, aslında otoriteye mağlup olan bir orta halli adamı izleyeceksiniz. Kentsel dönüşüm ve pek çok tanıdık mevzu aklınıza gelecek. Ama "tarihe mal olmuş" Rus siyasetçilerin resimlerini hedef almaları çok tatlıydı gerçekten-yenileri "duvarda olgunlaşmaya" bırakıyorlar!
Dopdolu, sıcacık bir gün geçirmek ne kadar iyi geldi!

3 Şubat 2015 Salı

2051

Korkuyla umut arasında...

2050

(02 ŞUBAT PAZARTESİ)

Bazı günler yağmur öyle bir yağar ki pencere kenarından ayrılıp da işe oturmak imkansızlaşır. Bazen de Güneş öyle parlar ki evlere sığılmaz.

Öyle bir yağmurlu gündü; yine yarınım belirsiz, hayat her zamanki kadar muğlak... Öyleyse neden fazla ciddiye almalı, dedim kendi kendime ve dışarı çıktım. Tertemiz, mis gibi sokaklarda şakır şakır yürüdüm.

Üşenmedim karşıya geçtim, hava kararıyordu. Bir film vardı aklımda; 10 yıl evvel beni sarsan bir İngiliz suluboyacı. Ressam yerine boyacı-daha tatlı değil mi?

Suluboya ile imtihan verdiğimiz lise yıllarında onun fırça darbelerine, boyayı püskürterek, tükürerek, kazıyarak ve sıvayarak yaptığı işlere bakar bakar dururduk. Pencereden fırtınayı seyretmek gibi, hatta daha heyecanlıydı; fırtınanın gözüne bakar gibi bakardık...
Şüphesiz bu bardaktan boşanan İstanbul yağmuru; geçen senenin öcünü alırcasına hepimizi sırılsıklam etmeye yeminli bu akşam, Mr.Turner filmini seyretmek için en güzel akşamdı.

Her bir yolunu şaşmış yağmur damlasını yahut her rüzgar ısırışını çizmek imkansız fakat, fırtınanın ne hissettirdiğini resmetmek mümkün işte: kaotik hiçliğin ortasında savrulup yalpalarken ve bilincin yitmek üzereyken, o karanlığın içindeki bir şimşek çakması anı...