31 Temmuz 2015 Cuma

2228

(30 TEMMUZ PERŞEMBE)

Ne kadar iyi geldi, günlerin gerginliğinden birkaç saatliğine olsun uzaklaşıp, yeni insanlarla tanışmak...
İnsafsız sıcakta bir parça nefes aldık, rengarenk oyuncaklı masaya oturduk, kapı önünde rastgele sohbete başladık.
Urfalı kıvırcık bir naif çocuk, esmer ve komik bir Zaza, bir Arnavut ve bir göçmen kuş Kemal Sunal filmindeki kiralık katilden, intihar yöntemlerinden, Cache filmindeki boğaz kesme sahnesinin sembolize ettiği Batı'nın Doğu üzerine tahakkümünden, Funny Games'teki manyak delikanlıların aşırı kibarlıklarıyla kamufle ettikleri barbarlıklarından, Kadıköy'de açılan veya kapanan mekanlardan, bir cafede müşteri-çalışan ilişkisinin nasıl kurulduğundan, komşuların kulaklarının bazen aşırı hassaslaştığından ve daha pek çok şeyden bahsettik.
Yeldeğirmeni gün geçtikçe güzelleşiyor, kendimizi ait hissedeceğimiz yeni bir çehre kazanıyor.

29 Temmuz 2015 Çarşamba

2227

Senelerdir yaptığın haksızlığı bana yüklemen komik duruma düşürüyor seni gözümde!

28 Temmuz 2015 Salı

2226

Burama kadar geldiyse hayat, işler, hiç yoktan çıkan anlamsız sorunlar, bunaltan sıcak, gün boyu tek odaya tıkılmak, yılların biriktirdikleri, içimde bir şeylerin doğru gitmediğini söyleyen ses...her şey...

Sandalyeleri sırtlayıp bir şişe soğuk blush alıp birer sigara yaksak mı sahilde?

27 Temmuz 2015 Pazartesi

2225

Enkaz gibi uyandım: terlemişim, hava nefes aldırmıyor, boynum tutulmuş, karnım ağrıyor, halsizim.
Dişçiye gitmek için harika bir gün!
Yine de bu acılı başlayan günü keyifli hale getirmek mümkün; bir fincan soğuk kahve yanına bademli tart ısmarlasam kendime...
Biraz dergi baksam, arkadaşımla sahilde şarap içme planları yapsam ve kendime biraz çalışmama izni versem...

2224

(26 TEMMUZ PAZAR)

Haz dolu Yaz öğleden sonrası Rehaveti

Temmuz sıcağında yanıyor şehir, biz seninle uzanmış 2 kişilik cumhuriyetimizi kurmuşuz yine.
Mis gibi domatesli pilav yapmışım, balkondaki biberlerim olmuş, toplayıp kavurmuşum, sarımsaklı yoğurtlayıp yemişiz.
Evin için yaz kokuyor.
Biraz tuzlu; deniz gibi ter gibi, biraz tatlı; karpuz gibi sakız gibi...
Dışarısı sıcaktan kırılıyor, ağaçlar kıpırtısız, böcekler bile uykuda.
Biz seninle kanepeye uzanıp bir film koymuşuz, hem de hangi film!
Birkaç yıllık tabuyu yıkıyoruz, öyle deme-senle izlememeye yemin ettiğim bir filmdi bu, bugün izliyoruz.
Bugünün şerefine sen ağır mı ağır bir kokteyl hazırlamışsın; yeşil limonlu esmer şekerle ezmiş buz kırmışsın yarım bardak sek Pitu'ya.
"Bu filmi onla izlemiş olsaydın, daha mı çok eğlenirdiniz?"
İlk yudumda acı geliyor tadı, çok da keskin kokuyor.
"O da okumuş muydu bu serinin kitaplarını?"
Sonra güzel geliyor, belki de biz güzel oluyoruz.
"Bu yaptığına devam edersen birazdan sevişmek zorunda kalacağız."
Yapış yapıl bir Temmuz öğleden sonrası, çıplak, uyuya kalıyoruz.




2223

(25 TEMMUZ CUMARTESİ)

Sabah erkenden aradığına sevindim, şaşırdım.
Sahilde beni karşıladığında yüzün gülüyordu, biraz rahatladım.

"Hafta sonu belki gelmezsin, gelsen bile belki aramazsın diye düşündüm. Burada olup olmadığını anlayabilmek için sürekli internette aktif misin diye baktım. 1 haftadır bilmeden yaşadım, neyi beklediğimi..."
"Ben de sürekli sana baktım, mesaj geldiğinde senden sanıp sevindim, sen neden hiç aramadın?"
"Yazdıklarıma cevap vermedin, ben de artık beni görmek istemiyorsun sandım. Mesela hafta sonu da hiç ses çıkmazsa ne düşünmeliyim, ayrılmış mı olacağız, diye düşünüp durdum. Nasıl anlayacaktım, hiçbir şey söylemeden terk ettiysen beni?"
"Böyle bir şeyi kendime yakıştırmazdım, ben de aynı şeyi düşündüm; beni istemiyor artık herhalde dedim. Yazdıklarının hepsini okudum, özellikle son günleri... Arayıp taradım buldum ve okudum; "Gözümde küçüldün" yazmışsın. Böyle birini artık sevemeyeceğini düşündüm."
"Ben, "Gözümde bir çocuk gibi küçüldün" yazmıştım. Çocuk gibi ifadesi var orada, çok aşağılayıcı değil aslında."
"Gerçekten o kadar karaktersiz mi görüyorsun beni?!"
"Seni hiç bir zaman karaktersiz görmedim."

Sana sarıldım, sende ağladım, senle avundum.

24 Temmuz 2015 Cuma

2222

En son ne zaman kendimi böyle hissetmiştim?
Mide kramplarından iştahsız, haksızlığa uğramış olduğuma kırgın, hayal kırıklığına yakın bir umutsuzluğa düşmüş, berbat bir bekleme halinde çakılıp kalmış, öfkesini bastırmaya çalışırken kendini boğan, dayanamayacak gibi olunca uykuya dalmaya çalışan, yaşamaya sadece otomatik devam eden...
Hatırlamıyorum, ama bugünler de geçecek, onu biliyorum.

23 Temmuz 2015 Perşembe

2221

Midem ağzımda, tahammülü çok ama çok zor günler...
Temmuz sıcağında kum fırtınasına yakalanmak gibi,
Yağmur sıkıntısı gibi yapış yapış, ağır ve gri günler...

2220

(22 TEMMUZ ÇARŞAMBA)

Bertram's Oteli'nde bir kış gecesi geçirmek için neler vermezdim şimdi...

21 Temmuz 2015 Salı

2219

Bana geçmişinin değerini kanıtlamaya çalışırken gözümde bir çocuk kadar küçüldün

2218

(20 TEMMUZ PAZARTESİ)

İşte o pazartesi: ilk pazartesi, tatilin ardından işe dönüş, beni bekleyen sorunlarla boğuşmacalı, kabuslu, sırt ağrılı pazartesi...
Dinlenmiş yerine yorulmuş, üstelik içime öküz oturmuş, serin maviler arkada bırakılmış pazartesi...


19 Temmuz 2015 Pazar

2217

Herkesin kendine özel, en az seninki kadar güzel anıları var...
Ben de senden uzakta anılarıma sığınırım:

krallığın tilkileri aşka düştüğüm gibi lale deliliğine düştüm refakatımda gebe bulutlar elimde boş bir kafes lan zaman mekan çanağından arsız bülbül kanı damladı ırzına şebekenin iç bulaşıcıdır görünmezlik iksiri bebe şehrin geçer günler, kudret tazelemeler, kıymet harbinde topa tutulur survilayetim
terkeder üvey ecdadını göğe, yere ve ırklara karşı bey oğlu deli beyin
lale deliliği nü bilincinizin gizlendiği mıntıkalarda uyur iken zırhlı kruvazörün tembihnamesi son ihtilal meclisine vurdurdu kıçtankara, baştanyara, sancak dalgalanadura şark'a akar iken bir facia_i aşk şükür kına gecesi teslimiyetini duyurdu öp beni özledim seni dokun karnıma aşığım sana canım öp beni kıvrıl yanıma sarıl bana dudaklarımı em canım krallığın tilkileri lale bahçeme sakın adım atmayın lalelerime dokunup lale deliliğime bulaşöayın refakatımda gebe bulutlar, elimde boş bir kafes vardığım çocuk mezarımda beni uykumdan uyandırmayın

"Lale Deliliği"
Can Tanyeli

2216

(18 TEMMUZ CUMARTESİ)

Dönüş yolu hep biraz hüzünlüdür; ama bu sefer benim içimde daha büyük bir sıkıntı var.
Hava alanında saatlerce beklerken geçmiyor, aksine artıyor.
İçimi sıkıştıran düşüncelerden kurtulmak için sadece dergi okuyorum, bitirince baştan okuyorum.
Sakin kalmaya çalışıyorum ama kızgınım, daha fazlasıyla kırgınım.
Beklemekten sıkılıyorum ama yollar hiç bitmesin istiyorum aslında servisin arkasına oturmuş camdan bakarken...

2215

(17 TEMMUZ CUMA)

Buranın kahvaltıları biraz fakir; sebzeli omlet olmasa doyulmaz. Neden acaba beyaz ekmeğin yanında bir köy ekmeği koymuyorlar, veya minik paketli reçel-bal yerine ev yağımı reçel çeşitleri sunmuyorlar diye söylenirken, bungalovlarda kalan kitlenin bu detaylardan anlamayacağını hatırlattı erkek arkadaşım. Olabilir, ne versen yer cinsten rahat bir gençlik tayfası buraları daha çok tercih ediyor.

Yine Çıralı maratonu başlıyor; atm bulmak ümidiyle dev çalılar arasından düzgünsüz toprak yollardan yürüyüp dolanıyoruz. Güneş adeta peşimizden geliyor gölgemizle birlikte, kollarımdan ve göğsümden sicim gibi süzülen ter damlalarını görüyorum.

Buralara daha önce gelmemiştim, Çıralı'nın iç tarafında bir iki ruhsuz restoranın yanında aykırı duran bir iki acayip masaj salonu, aromaterapi şeysi var. Sıcak bastırınca sanki hayat duruyor etrafta; cırcır korosundan gayrı bir sarı sessizlik çöküyor...

Antalya'dan gelen arkadaşımızı karşılıyor, birlikte denize giriyoruz. Buranın denizini ne yalan söyleyeyim-sevemedim bir türlü. Tuzdan bulanık, ılık ve heyecansız geliyor bana.

Erkek arkadaşımın eskiden tanıdığı bir yerlisi var buranın: Hüseyin Amca'yı yeni açtığı bungalovlarında ziyarete gidiyoruz. Birer soda içip sohbet ediyoruz. Geçen sene Kaş'ta tanıştığımız barmen çocuğun açtığı kahveciye uğramak için kalkıyoruz sonra; onun komşusu çatlak bir amcayla tanışıyoruz.

Akşam yemeğinde her kazandan birer kepçe doldurmuşken tabaklarımıza, 9-10 yaşlarında bir çocuğun masasına oturuyoruz. "afiyet olsun" deyip lafı atıyor bize, amma da rahat ve girişken bir çocukmuş-yemeğini kaşıklarken arada bir sohbet açmaya çalışıyor. Biraz ilgi gösterip ben de konuşturuyorum onu; ailesinin işi dolayısıyla bebekken İngiltere'de yaşadıklarını ve bu sebeple İngilizce'yi ana dili gibi konuştuğunu söyledi önce. İngilizce devam ettim ben de; burada garson olarak çalıştığını ve tabakları toplamanın onun vazifesi olduğunu anlattı. Kendine görev edinmiş, millete çay getirip boşları götüren, fazlasıyla akıllı ve kendine güveni tastamam bir oğlan!

Böyle çıkacağını bilsem şimdiye kadar doğurmuştum, diye düşündüm onu dinlerken...

Aslında niyetimiz bir Olympos gecesi yaşamaktı bu sefer; belki Kaktüs'te başlayıp Öküz'de biten biraz danslı müzikli bir gece... Ama yorgunluk ağır basıp da uyuya kalınca, bizden daha enerjik ve hevesli olan arkadaşımı gece yarısına doğru bu tarafa gelen Çıralı tayfasının yanına bırakıp odaya geri yürüme macerasıyla yetindim.

2214

(16 TEMMUZ PERŞEMBE)

Gitsek mi, kalsak mı... İçimden Kaş'ı bırakmak gelmiyor, ama Olympos'un da kendine özgü bir havası var. Kahvaltıdan sonra düşüyoruz yine yola.
Biraz uzun süren yolculuktan sonra öğleden sonra varıyoruz; zaten sıcak basmışken sahilde çakıllar ve kum üzerinden Çıralı'ya kadar yürümek beni mahvediyor.
Çıralı sahilinde beynimin içinde çorba kaynıyor gibi hissediyorum; sıcak ve sulu bir sıvı taşıyorum sanki kafamda beyin yerine!
Temmuz sıcağında, hele ki bayram kalabalığında buraya gelmek akıllıca sayılmaz aslında-yine de tanıdık manzarayı görmek güzel...
Hiç de serinletmeyen denize girip çıkınca biraz kendime geliyorum, yine de pek keyfim yok bugün. Olympos'un bana çağrıştırdığı çok detay var içimi burkan...

Kaş konforundan sonra bungalovda duş alma macerası; bir türlü başımı tutturamayan suyu zapt etmek için duş başlığı ile imtihanımız biraz şampuanlı geçiyor.

Akşam yemeğinde okul kantinini hatırlıyorum elimde tabaklarla sıraya girince; buranın ortamını seviyorum. Neyse ki akşamları serin, öyle bir güzelliği var, gece hiç terlemeden uyuyoruz mışıl mışıl.

2213

(15 TEMMUZ ÇARŞAMBA)

 Bu sabah arkadaşımız ayrılıyor; bizim de kaş'ta son günümüz. Öyleyse begonvillere gözümüz doya doya bakalım ve maviyi sınırsızca içimize çekelim!
Kendimizi en rahat hissettiğimiz mekandan vazgeçmeyip yine Hera'nın bu kez denize yakın bir köşesine kuruluyoruz. 
Her zaman iyi bir eşlikçi olan OT, bu çarşamba kapağına Havva Ana'yı taşıyan Uykusuz elimizde yıpranarak bitiyor. Umut Sarıkaya'nın tek kişilik dev kadro olarak çıkardığı Naber dergisini keşfettiğimiz de iyi oldu-üstelik 2. sayısında Gogol'ün Portre öyküsünün karikatürünü resimlemiş! Gogol sanırım, sıkıcı dünyamıza düşmüş en egzantrik hikayeci...
Son günümüzde bu muhteşem denizin tadını akşama kadar çıkarıyoruz; masmavi, serin, derin ve pırıl pırıl...

Akşam bir değişiklik yapıp Kaş'ın meşhurlarından Hayta Meyhane'yi denemeye karar veriyoruz. Geçen sene buranın tatlı mı tatlı kocamış bir köpeği vardı, mekana ismini veren-ne yazık ki geçen kış ölmüş.
Hayta'nın ortamı sevimli; sokak arasında küçük masalar atılmış, kapı eşiğinde bir udi hafif sanat müziği çalıp söylüyor. Duvarda felsefeleri yazılı, Aydın Boysan, Çiçek Abbas'tan Şener Şen ile "Şakirr" İlyas Salman ve Uğur Mumcu kadehlerini şerefimize kaldırıyor-Güzel adamlarla içiyoruz!
Mezeleri çok ahım şahım değil doğruyu söylemek gerekirse; kavurmalı humus tadalım diyoruz, güveçte biraz kuru geliyor. Ahtapot istiyoruz, sanki Piraye ve Turkuaz'da daha lezzetliydi... Kadir'in kanununu dinlemek de arkamda çalan udiden biraz daha keyifliydi. Buranın repertuvarı biraz Türk filmi şarkıları tadında, daha bir romantik hafiflikte..

Odaya dönerken heyecanla "Bu akşam da bir Poe hikayesi okuyalım mı?" diye soruyorum- Tell-Tale Heart'ı seçiyoruz.

2212

(14 TEMMUZ SALI)

Bu mis gibi suyu bırakıp neden Limanağzı'na gitmişiz, diye sorduk bugün Küçükçakıl'da.
Tarihimizin en konforlu tatilini yaptığımız Hera Beach'in alışıldık platformunda yerimizi alıyoruz. Şezlong yerine kullandıkları hantal puflara gömülüp, terden bunaldıkça denize atıyoruz kendimizi...
Güneş'le köşe kapmaca oynadığımız gün boyunca mizah dergilerine dalıp vaktin nasıl geçtiğini anlamıyoruz. Acıkınca birer sandviç istiyoruz; ama bu dev club-sandviçler ağza sığmıyor!

Bu akşam içmeye kısa bir ara verip,midelere fazla yüklenmeden geçirmek en iyisi; Bilokma'nın meze tabağından söylüyoruz. Burası dar alanda aç kalabalıklar ağırlayan sevimli ama biraz gürültülü bir mekan. Müşteri kitlesi karışık: torunlu babaanneler, limonata içen çiftler...

Yemekten sonra bu akşam başka arkadaşlarını Zaika'da ağırlayan 3.müzün yanına uğrayıp biraz sohbet ediyoruz. Geceyi uzatmayıp odamıza çekilmeyi tercih ediyoruz; çünkü kısa bir hikaye okumak geliyor içimizden: Poe'nun Black Cat'ini açıyoruz uykuya dalmadan...

14 Temmuz 2015 Salı

2211

(13 TEMMUZ PAZARTESİ)

Dün gece iyi içmişiz, çok eğlenmişiz!
Kimseyi iplemeden çalan eski şarkıya eşlik ederek etrafımda döne döne dans eden tatlı bir adamla birlikte olmak ne güzel!

Bu sabah gözlük bakıyoruz, 20 liradan fazlaysa almıyoruz. Bisikletli deri bileklik kardeşliği yapıyor ve bankadaki işi bir türlü halledemiyoruz.
Tekneyle limanağzına geçerken biraz ferahlatıyor rüzgar, ama Nuri'nin yeri çok sıcak ve kıpırtısız. Denize girmek bile pek serinletmiyor, duş buz gibi en azından.
Burayı Delos kadar sevemedim; fazla büyük, kalabalık ve bezdirici sıcak.
Değişik içecekler kokteyller hazırlıyorlar ama yiyecek menüsü hiç zengin değil.

Akşamüstü yanmaya dayanamayıp karşı kıyıya dönmeye karar veriyoruz. Dejavu'da birer bira için güzel vakit. Geçen akşam biz odaya döndükten sonra deli dolu arkadaşımız burada takılmış da bar kapanırken zor uyandırmışlar.

Akşam için heyecanlıyız; geçen yaz çok sevdiğimiz Turkuaz Meyhane'ye gitmeyi planladık.
Meze dolabında somon dolması göremeyince hayal kırıklığına uğradıysak da, karışık tapas tabağında getirdiklerinin hepsi nefisti. Enginar, peynirli Girit ezme aklımda kaldı, geç keşfettiğim ahtapotla olan aşkım bu akşam da devam etti. En şahanesi de ustanın bize bir jest yapıp geçen sene bayıldığımız somon dolmasının çok benzerimi hazırlayıp masamıza göndermesi oldu.
İsmini Bedir hatırlasam da Bigalı kanuni Kadir sağolsun zariflik etti, beni sahneye ses sanatçısı diye anons ederek çağırdı. "Kaç kere yemin ettim"i söylemeye çalıştık.

Sahneden inince heyecanımızı yenmek içim saganaki söyledik; Şarapta marine edilmiş kremalı karides. Kadirciğim Kadir gecesi sebebiyle bizle rakı içmese de, "baharı bekleyen kumrular gibi"yi söyleyerek memnun etti bizi.
Kışın Galata Köprüsü'nde çıkacağı Yıldızlar'a gelme söz verip ayrılıyoruz mekandan.

Otele dönmeden illaki bir Echo'ya uğramak adetten. Feti Blues çalıyor, buranın gediklisi. Nedense bu mekana ısınamadım bir türlü. Fazla durmayıp otele geçiyoruz, yolda bana gaddar diyen sevgilim, sıradan bütün arabaların dikiz aynasını açıyor, açık duranları kapıyor,tabelalara tekme atıp sekiz çizerek yürüyor. Sarhoşluk onda çok sevimli duruyor!


2210

(12 TEMMUZ PAZAR)

Tatilin 2.günü en güzel günüdür; yol yorgunluğu atılmış, daha önümüzde bir hafta var!
Öyleyse Büyükçakıl'a geçelim. İşletmeler çok iyi değil burada, ama sahil uzun ve yüzmek için güzel. Ara ara çıkan tatlı su kaynakları ayaklarımızı dondursa da tadını çıkarıyoruz denizin.
Dergi, gazete, çay, ayran-soda, köpek, ihtiyar delikanlı amca sohbeti, dondurma gibi sahil klasiklerini ihmal etmiyoruz.
Yemek tatmin etmiyor, deniz de akşamüstü pislenince dönüşe geçiyoruz. Akşam Zaika'da rezervasyonumuz var.
Arkadaşımızın bir tanıdığı burayı açalı 4-5sene olmuş, fazlasıyla popüler. Kaş'ın tek ocakbaşında yer kolay bulunmuyor.
Geçen gelişimde Ortadoğu-Akdeniz meze menüsü çok hoşuma gitmişti; bu sefer ete ağırlık veriyoruz. Kebaplar, gavurdağı, pirzola, şiş-hepsi lezzetli.

Yemek üzerine biraz konu açılıyor yaşananlardan; tekrar tekrar şaşırıyoruz en yakınlarının insana yaptıklarına...

Biraz da dans edelim yahu!
Echo'da umduğumuzu bulamayınca Fırt'a uğruyoruz. Kaş epey kalabalık, tam sezon. Önceki gelişimde pek havaya girememiştim ama repertuar yenilenince Angara Bebeleri oynattı bizi bu gece.
Jäger shotlar Jack shotlara karışınca yine sahne önünde dans şovlu, t-shirt çıkarmalı, solist öpmeli harika bir gece oldu- bizim kadar eğlenen var mı?!

2209

(11 TEMMUZ CUMARTESİ)

Yine düştük yollara!
Sabaha karşı rüyalardan uyanmak zor, hava alanında peynirli vollkorn sandviç yemek güzel...
Gecikmesiz sayılabilecek bir uçak yolculuğu ardından Antalya'da bizi arkadaşımız karşılıyor. Arabanın arkasında Kaş'a giderken bu şimdiye kadarki en rahat Kaş yolculuğumuz, diye düşünüyorum.
2haftadir Olimpos-Kayaköy ekseninde takılan arkadaşa da bizim otelde bir oda bulunca seviniyoruz. Ayarlasan olmaz birlikte tatilimiz başlıyor!
Geçen seneki mekanımızdan denize girelim diyoruz ilk gün, 3hafta evvel üşüten Küçükçakıl suyu tam kıvamına gelmiş.
Güneşe verip yüzümüzü, birer akşamüstü birasıyla keyfimizi perçinliyoruz...

Akşam Piraye'ye oturalım diyoruz; 2hafta evvel burada tatlı bir akşam geçirmiştik. Yine eski Istanbul filmleri ve eski şarkılara eşlik edip Sadri'ye selam çakıyoruz. Mezeler burada çok şahane diyemem, ama ortam sıcak. Babamla annemin İstanbul'a geliş hikayelerini anlatıp biraz eskiyi anıyorum-yatağa girdikten sonra sarsıla sarsıla ağlamak olarak geri dönecek bu sohbet bana...

2208

(10 TEMMUZ CUMA)

Son dakikada çıkan işler illa ki olur her tatil öncesi.
Bu kez acil boyanması gereken ayakkabı var, oje sürülmesi gereken el ve ayak tırnakları...
Anahtarımı kaybetmesem daha rahat uyuyabilirdim belki...

9 Temmuz 2015 Perşembe

2207

Yol öncesi son çalışmalar...
Mis gibi fesleğen kokuyor burnuma, deniz kokuyor!

2206

(08 TEMMUZ ÇARŞAMBA)

Saçma sapan insanlarla uğraşmak cidden zor.
Yorulmak, çok çalışmak, az uyumak filan vız gelir de acayip tepkilerle karşılaşıp haksızlığa uğramak zorluyor.
Hepimiz aynı dünyada yaşayıp, aynı sistemde çalıştığımız halde neden bazılarımız uzaylı gibi davranıyor çözmek zor...

Avrupalı zihniyetinin daha prensipli, kuralcı ve dakik olduğunu sanarak büyüdük ya-bizden daha salak, daha bulanık ve yalnız kendi işine gelen durumlarda sesi çıkan beş para etmez tiplermiş. Bunu da iyiden iyiye bellemiş oldum.

8 Temmuz 2015 Çarşamba

2205

(07 TEMMUZ SALI)

Sahilde blushlı akşamlar sezonu açıldı!
Pesto alla Cenovese soslu (lütfen) pise sandviçlerle bir kültür karması...
Sarı yönetmen sandalyelerimizle çekirdeklerden yarım metre yukarıdan hayata bakmanın elit havası...

7 Temmuz 2015 Salı

2204

(06 TEMMUZ PAZARTESİ)

Zor zamanlarda köprüyü el ele geçmek
ve her şey bittiğinde arkamıza dönüp
"Biz bunu birlikte atlattık!" demek

Aşk şudur, budur yazan şıpsevdiciler- dağılın!

5 Temmuz 2015 Pazar

2203

Yeni arabasıyla patır patır bize doğru kayan, heyecanlı meraklı kocaman gözlerle bakan tontik bir yer mantarı ile kahvaltıya gittik bu sabah.
Poğaçaları börekleri götürdük, bir de üstüne film patlattık: bir kez daha izlerim mutlaka, dediğim Whiplash.
Bir de işleri yetiştirme stresi olmasa, yine de ama-ne güzel bir haftasonu!

2202

(04 TEMMUZ CUMARTESİ)

Fenerbahçe Parkı'nda elit etkinliklerden biri; Caz Festivali kapsamında mini açık hava konserleri...
Ayakkabılar yeni; zemin düzgünsüz-haliyle biraz can yakıcı, hafiften dengesiz bir akşam...
Püfür püfür bir yaz gecesi; minder de bulduysak yerimiz rahat, insanlar müzikten ziyade keyifte...
Arkadaşlarla sohbet aralarında New Orleans tarzı jazza eşlik ediyoruz, şarkı aralarında öpüşme molaları veriyoruz...

3 Temmuz 2015 Cuma

2201

Cilt bakımına niyet saç bakımına kısmet!
Bir yağmur sıkıntısı, bir püfür püfür rüzgar...
Planlara isyan eden, kararsızlığı seven bir yaz günü.

2200

(02 TEMMUZ PERŞEMBE)

http://ariadnevademecum.blogspot.com.tr/2012/03/mide-bulantisi.html

Bugün hep midemizi bulandıracak...

1 Temmuz 2015 Çarşamba

2199

Bedenin Sırları

Gel sana sırlarımı anlatayım
Sol ayak baş parmağımın gerçek olmadığını
Sağ gözümün soldan farklı
ve biraz daha güzel olduğunu
Sol elimin baş parmağının
Çocukluktan beri bastırınca takılıp kaldığını
ve sağ baş parmağımdan biraz kısa olduğunu
Sağ kaşımın ortasında yarık gibi
Küçük bir boşluk bulunduğunu
ve senin onu çok sevdiğini
Gel bana sırlarını anlat hadi
Ensende koyu kabarık bir ben olduğunu
Yaşlanınca en büyük korkunun
Kulak kıllarının büyümesi olduğunu
Kaşlarını kestiğini
Göğsünün ortasında kılların arasında
Bazen kızarık benekler çıktığını
ve kaşındığını
Bazı yerlerini yalnız benim bildiğimi
Bildiğim sırlarını anlat bana

2198

(30 HAZİRAN SALI)

Orta Amerika bağnazlığı, taşra dedikodusu ve ekonomik çöküşün göz göre göre getirdikleri; babası beş para etmez ergen bir çocuğun hapse mecbur kalması...
Hayatını değerli kılamamış bir annenin çaresizlik içinde ölümünü işe yarar kılmaya karar vermesi, sigorta parasını garantilemek için tutulan kiralık katillerin iş yaptığı 80ler ortası Amerika...
Doğmamış bir çocuk uğruna tutulan sırrın bedeli, iftiranın siyah saçlı çocuklarda kolayca kabul görmesi, aileden geçen kötülük genleri...

Bu akşam güzel bir film izledim, bildik bir hikayeyi farklı bir yerden anlatan.