28 Şubat 2016 Pazar

2440

Erken uyandırıldığım pazar sabahlarına suratsız başlıyorum, ama bu kez Kireçburnu kahvaltı pikniği planımız var.
Sabah sabah açılmayan gözlerle arkadaşımızı ve köpeğini arka koltuğa atıp düşüyoruz yola.
Köprüyü geçmek bu saatte 15 dakika!
 Bizden önce gidip masa kapan arkadaşlarımızın yanına kurulmadan önce en sevdiğim fırından mantarlı su böreği ile kıymalı üzümlü kol böreği kapıyoruz.
Hava beklediğimizden soğuk, güneşli veriyordu birkaç gün evvel ama epey sisli, puslu...
Olsun-soframız günlük güneşlik, kahkahalarımız sıcacık!

2439

(27 ŞUBAT CUMARTESİ)

İşler büyüdükçe dertler de büyüyor, bu cumartesi biraz rahatlamaya ihtiyacım vardı ama yine fatura meselelerinden kafama takıldı kaldı.
Öğleden sonra balık pazarında ikişer bira yanında midye dolma, köz patlıcan salata, levrek marin güneşli günleri müjdeler gibi iyi geldi.
Midye tava Urla tatilimizi anımsatınca yüzler güldü, deniz kokulu günlere bir iç çekildi...
Arkadaşımız da yanımıza uğrayınca işle ilgili mevzular konuşulurken birer sigara yakıldı, masaya mezgit söylendi.
"Çözülecek bir şekilde, öyle ya da böyle!" dendi kadehler tokuşturulurken...

26 Şubat 2016 Cuma

2438

Öğlen üzeri bankaya gidip para yatırdım ki ödemelerimi yapabileyim, sonrasında anlaştığım kargo şirketinin satış müdürü ile bir çay içtim. Yine son ayın standartı yoğun ve karışık, birkaç ile birden uğraştığım bir gün.
Ama haftanın son iş günü ve 1 aydır uğraştığım her şeyin sonucunu önümüzdeki hafta somut olarak alacağım için ayrıca heyecanlı...
Haftasonu hayatın tadını çıkarmak istiyorum, hava da güneşli görünüyor-harika!

25 Şubat 2016 Perşembe

2437

Geceyarısı Çılgınlığı 
Saat geç sayılmaz-hala bir çılgınlık yapabilirim.
Birazdan bilgisayarı kapatıp masadan kalkabilir, üzerimden pijamalarımı çıkarıp Külkedisi misali beni prensese dönüştüren giysilerimi giyebilir ve evden çıkacak motivasyonu bulabilirim.
Belki kırmızı ruj sürüp topuklu ayakkabılarımı giyerim ve bir dolmuşa atlar çabucak Beyoğlu'na varırım...
İstiklal'den inerken herkes bana bakıyor gibi gelir ama ben kimseye bakmadan yürürüm.
Balo sokaktan girip en sevdiğim çatı katındaki bara çıkarım.
Bir duble rakı söyleyip erken dansa başlayanları seyrederim biraz, ısınma turlarıdır ilk şarkılar...
Karşı koyamayacağım bir şey çalmaya başlarlar, ben de kendimi kaybederim-tıpkı eski günlerdeki gibi; özgür ve Rana olurum...
Saat geç sayılmaz.

24 Şubat 2016 Çarşamba

2436

Her gün yeni bir küçük aksilik çıkıyor, olacak o kadar.
Yine günün ilk yarısı ondan ona iletilen mailler ve düzeltilen tasarımlarla geçerken, diğer yarısı daha çok online dükkan vitrini ile satış politikası güncellemelerine ayrıldı...
Mevcudiyetim İstanbul'da bir evin arka odasında ama, hayallerim uzaklarda, rengarenk balonlar gibi...
Motivasyon olarak ara verdiğimde Peru'ya uçak bileti baktım.

23 Şubat 2016 Salı

2435

Biraz gıcık bir gün; aslında güneşli ama trafikli de.

Planlanan işler mecburen kayıp, gecikmeler beni gerse de, yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik işte...

22 Şubat 2016 Pazartesi

2434

Çok mu sevindinizdi a benim canım kadıncıklar, kendinize pay mı çıkardınızdı arkadaş kontenjanından yandan yandan yanaşanlar, cidden bir şey mi sandınızdı bir parça kemiğe atlayanlar...
Bunca yıl umutla dolandınız etrafında, yazık- hepsi boşa mı çıktı?



2433

(21 ŞUBAT PAZAR)

Pazar sabahının tadını çıkarmak yerine erkenden evden çıktık, aslında dün epey sağlam yorulmuşuz.
11:00 matinesine bilet almayı tercih etmem normalde, bu kez kaçırmak istemediğim bir film var: He named me Malala.
Pakistanlı kızın öyküsünü duymuşsunuzdur; kızların eğitimini savunduğu için Taliban tarafından vurulan ama ölmeyen, tedavisi sonrasında Nobel barış ödülüne layık görülen genç kızın öyküsü...
Belki beylik bir kahraman hikayesi ama hepten gerçek oluşu, aslında çok basit bir kız çocuğu dünyasının saf gerçekliği sarstı beni. Sadece okula gitmek isteyen sıradan bir çocuktur o, ama babası adını Malala koyduğunda kaderi sıradanın çok ötesinde çizilmiştir.
Afgan ulusunu savaşta yüreklendiren cesur kızın adını alan Malala, tam bir "babasının kızı" olarak öğretmenler arasında kültürlü sohbetlere kulak misafiri olarak büyür. Babası da bir öğretmen olduğundan, okumaya hep çok hevesli bir çocuktur. Cehaletin ortasında bir çiçek gibi rengarenk dikkat çeker.
Tabi radikal İslam terörizmi altında okula gitmek gibi masum ve sıradan, hatta sıkıcı bir rutin bile imkansız oluyor. Billboardlardaki çorba reklamlarında kadın suratına tahammül edemeyen ruh hastaları elbette okumayı, öğrenmeyi yasaklayacak ilk iş. Okulların bombalanması yetmeyince, dikbaşlı söylemleriyle sivrilen kız da vurulur.
Ama bir mucize olur; ölmez. İyileşir ve hatta, güçlükle de olsa yeniden eskisi gibi yüksek perdeden inançla gür gür konuşmaya devam eder. 
Suriye'den Kenya'ya okuldan koparılan çocuklara umut ve örnek olmaktır artık onun yazgısı.
Filmden çıkarken kendi kendime düşündüm: Kimileri parayla okuyor, kimileri kurşunla...

2432

(20 ŞUBAT CUMARTESİ)

Bugün için korkarım, yetişemeyeceğimiz kadar çok şey planlamışız.
Kahvaltımızı manasızca uzatıp öğlen evden çıktığımızda cumartesi trafiğiyle yüzleşince paçalar tutuştu hafiften.
Kadıköy etrafında otoparklardan otopark beğenmeye çalışarak biraz daha vakit kaybettikten sonra bir cafenin kapı önü masasında markamın tescilini hallettim.
Belki yıllardır aklımda olan bu işi aradan çıkarıverdim ya içim rahatladı!
Koştura koştura rıhtıma inip Starbucks'ın nefretlik kalabalığında 3 kat çıkıp grafiker kızla buluştum.
Kahve içmeye değil oturmaya dahi vaktim yoktu ama karton kartelasına bakıp kartvizit ve kutu tasarımı detaylarını konuşmayı başardım 10 dakikada.
Starbucks'tan Karaköy vapuruna 2 dakikada yetişmem olanaksız olduğundan 15:00 vapurunu kaçırdık ve mecbur 15:15 Beşiktaş'ı aldık.
Film festivalinden Yallah! Underground filmine biletimiz vardı, 16:00 seansına.
Demek 45 dakikada Kadıköy'den Fitaş'a yetişiliyormuş, üstelik tuvalete girme payı da dahil.
Sonunda terlemiş ve ayaklarım ağrıyarak ama kırmızı eteğim ve topuklu çizmelerimle gereksiz bir şıklık halinde sinema koltuğunda gevşedim.
Unutmayacağım ve arada dönüp dönüp izleyeceğim filmlerden biri oldu bu, Crossing the Bridge gibi.
 Mısır'da ailelerinden ayrı eve çıkan müzisyen genç kızların istedikleri gibi görünme, kendilerini ifade etme hevesi bana çok tanıdık geldi. Yine de mutlular, diye düşündüm.
"General Süleyman" şarkısı dilimden düşmedi iki gün... Lübnanlı Zeid Hamdan bunun için ulusal güvenliğe tehdit oluşturduğu iddiasıyla tutuklanmıştı.
 Tahrir meydanında toplanan insanların ağzında umut şarkıları vardı; aslında yumruklarını havaya kaldırırken ne hissettiklerini biliyoruz biz de-malum buralarda da devrim göz kırptı...
Filistin'de zeytin ağaçları ve denize gün batımını resmeden eşsiz manzaranın önünde örülmüş duvarın üzerinde oturup gitarını çalan adamı çok sevdim. Tanıyorum sanki onu.
Bütün bu güzel adamlarla tanışmak istiyorum bir gün; Ortadoğu denilen kadim ama bugün ürkütücü Arap coğrafyasının arka sokaklarında yeşeren underground klüplere girip çıkmak, en otantik müziği burada dinlemek, en tatlı sohbeti buradakilerle etmek istiyorum. Avrupa'nın kibirle göz ardı edeceği, Amerikanın zaten anlayamayacağı derinlikte insanlarla bir arada olmak, onlardan çok şey öğrenmek ve ne kadar benzediğimizi keşfetmek istiyorum. Renklerimiz, seslerimiz, tatlarımız ve kokularımız öyle iç içe geçmiş ki kendimi tam da buraya ait hissediyorum...

Bana bu insanlarla gel Dünya!

2431

(19 ŞUBAT CUMA)

Son zamanlarda daha bir hakkını veriyorum sanki yaşamın, haftalarımı dibine kadar dolduruyorum da hafta sonlarımı daha bir hak ediyor gibi hissediyorum.
O zaman
Bu akşamüstü hazırlanıp çıktım, esnaf kimliğimi dünde bırakarak fönlü saçlarım ve deri eteğimle karşıya geçtim. Akşam tiyatro biletimiz vardı Muhsin Ertuğrul'da, bir klasik güldürü Şekerpare'ye...
Elbette Şener Şen ve İlyas Salman'dan yıllardır defalarca seyrettiğimiz ve her seferinde gene güldüğümüz bir hikayeyi bu kez sahnede izlemek farklı bir tat verdi. Oyun metni aslında epey eğlenceli ve zengin karakterler barındırıyor; 19.yy döneminin farklı kökenlere mensup tipleri arasında geçen ve günümüze pek benzeyen bir öyküyü anlatıyor.
Haraç kesen güvenlik görevlileri, zenginlere çifte standart uygulamalar, namuslu geçinen rüşvetçi ve çıkarcı insanlar... 
İstanbul siluetini deforme şekilde metalden resmeden dekor belki de oyunun en sevdiğim detayı oldu, şehnaz longadan nihavend longaya uzanan şarkıları zaten keyifli. Yer yer modern operaya kayan kısımlarından pek hazzetmedim ama.
Biraz fazla uzatılmış geldi bana, Brechtyen tarzda abartılı esprileri ve gerçeklikten koparan doğaçlama aralarını çok sevemedim açıkçası. Hemen her oyunda en ufak bir bel altı imaya ve argoya kahkaha patlatan seyirci burada da mevcuttu. 
Başroldeki Ziver ile Cumali beni tatmin eden performanslarla sahnelendiği için genel olarak memnun kaldım, yalnız oyunun izlenebilmesi için biraz insani koşullar da gerek. O kadar sıcaktı ki 3 saatlik oyunda fenalık geçirdik.

Oyun öncesi Osmanbey'deki eski hatıralarımı canlandıran Mono cafe'de birer bira içip sandviç atıştırdık. Arkadaşımın çalıştığı bir yerdi burası birkaç sene evvel, neşeli hoş bir atmosferi vardı. Devredildikten sonra şarküteri reyonu kaldırılmış ve ruhunu kaybetmiş.

18 Şubat 2016 Perşembe

2430

Bir güne birkaç iş sığdı gene: sabahtan bankayla görüşme, arada müşterilere geri dönme, öğleden sonra kargo şirketiyle ile bir öngörüşme ve akşamüstü kutucuları ziyaret...

Hava birden soğuyup sert bir rüzgar çıktı bugün, dönüşte Karaköy vapuru kalabalık ama yollar açıktı.

Gedikpaşa'yı özlemişim, koli koli ayakkabılar, rengarenk kutular, sokaklarda meraklı insanlar, daracık merdivenlerden çıkılan hanlar ve son yıllarda güzelleşen vitrinler...

Bu kez bir de mahallenin sarhoş delisi vardı, ne diyordu tam dinleyemedim ama sanki özlü sözler etti.


17 Şubat 2016 Çarşamba

2429

Yorgun kalktım, biraz daha uyumam lazımdı. Bir de hafif akşamdan kalmayım.
Zor geldi cilt bakımına gitmek sabah sabah, ayaklarım geri geri gittim doğrusu.
Bu kez muhabbetli olduğum kız yoktu, tanımadığım biri yaptı, pek memnun kalmadım ama yine de içim rahatladı. Siyah noktalarım sıkışmayı reddedip canımı epey acıttılar ama neyse.
Buhar ve oksijenle gevşeyip eve döndüğümde öğlen olmuştu, vakit kaybetmeden Kadıköy'e geçtim.
Muhasebecimi beklerken bir çay içimlik oturdum ve kaşemi alıp Erenköy'e döndüm.
Yapılacaklar listesi bir türlü bitmiyor, biri eksilse biri ekleniyor!
Bankadaki hesabımı blokajdan kaldırmak için bekledim biraz, eve vardığımda akşamüstüydü ve gözlerim kapanıyordu...

2428

(16 ŞUBAT SALI)

Her şey hesapladığın gibi gitmez, bazı işler sarkar hep böyle sıkışık zamanlarda.
Yine öyle bir gün; her iş birbiriyle bağlantılı olduğundan biraz da sıralamada bir aksaklık olunca toptan kayıyor.
Öğleden sonra Kadıköy'de arkadaşımla buluşup önce birer kahve içimlik oturduk, onun evine uğrayıp çalışmalarına baktık ve kedilerini sevdik, ardından Moda tarafına yürüyüp kiralık bir daireye baktık. Asıl plan grafiker arkadaşla görüşüp logo/kartvizit tasarımlarıma bakmaktı, erkek arkadaşım da uğrayınca hep beraber fikir yürüttük.
Beğendim, içime sindi, ufak eklemelerle tamam olacak.
Kutulardan, kağıt türlerinden filan konuştuk akşama kadar.
Akşam için de son anda spontane bir plan yapıverdik.
Agapia'dan yer ayırtıp iki tek atalım dedik, hem biraz da iş dışında birşeyler konuşalım artık!
Başka bir arkadaşın da eklenmesiyle 3lü kız masamız, bol mezeli ve sohbetli oldu.
Erkek arkadaş sorunları ve ilişki uyumsuzluklarını konuşmak uzun sürdü, biraz dertleştik biraz da dertlendik. Neyse ki ben bu kez başkalarının dertlerine ortak oluyorum yalnızca.
Eve vardığımda gece yarısına yakındı, Toramanımı sevmekten aptala döndürdükten sonra en sevdiğim mizah dergisi Naberi okuyup bitirdim uyumadan.

15 Şubat 2016 Pazartesi

2427

İşler 2 haftadır oturmadığından ve her şey ayakta olduğundan biraz heyheylerim üzerimde.
Bir rahatlayamadım daha, yapılacak pek çok şey var bu hafta yine.
Öte yandan içten içe keyifliyim; kedim var diye mi, yakında hayatımda çok güzel şeyler olacak diye mi bilmem...

14 Şubat 2016 Pazar

2426

Dün gece biraz votka kokulu uykuya daldık, sabah duş iyi geldi...
Birkaç yıl önce hayal bile edemeyeceğim güzellikte sözler duydum dün sevgilimden, sarhoşluktan değildi sırf, biliyorum.
Gözleri doldu bana ne kadar güzel bir insan olduğumu söylerken, ne yapacağımı şaşırdım.
İçince ben de ağlıyorum genelde, anladım onun hissiyatını.
 Bu pazar hiç bitmesin istedim!
 Her şeyi birden yapmak istediğim harika bir gün...
 baharın gelişini müjdeledi lodos, biz de kendimizi sahile attık. Anlaşılan herkes öyle yapmış çünkü epey kalabalıktı. Kahve sırası sokaklara taşıyordu cafelerde.
 Torişimiz eve uğradığımda bana şapşal bakışlarından birini attı.
 İçim mis gibi ferahladı...

2425

(13 ŞUBAT CUMARTESİ)

Çok tatlı bir insanın doğum gününü kutlamak üzere bugün davetliyiz; önce Kadıköy'de buluşup hediyemizi alıyoruz.
Pikaba plak lazım! Bizden yeni yaş sahibine bir Fikret Kızılok...
Öğlen ilk gelen misafir biz oluyoruz her zamanki gibi; kanepe hazırlıklarına girişiyoruz.
Guakamole üzerine somon füme de kuru et de nefis oluyor!
Baharatlı peynir dolgulu minik domatesler birer birer diziliyor tabaklara, salatalıkların içi itinayla oyulup salama sarılmış peynir parçaları ile dolduruluyor...
Peynir&domates ve peynir&sucuk dilimleri konulan ekmekler fırına verilince mis gibi kokuyor.
Akşama kadar şampanya su gibi akıyor, 45likler çok çabuk bitiyor ama herkesin keyfi yerinde.
Bazı misafirler akşamüstü katılıyor, bu esnada şarap ve bira stokları da tazeleniyor.
Çilekli cheesecake üzerine dizilen mumlar üflenirken dilekler hep daha güzel şeylere...
Birkaçımız cin tonik hazırlıyor kendine, erkekler votka shotlara başlıyor.
Ne demişler; çirkin erkek yoktur-az votka vardır.
Gece yarısından sonra 20 senelik dostlar birbirini ısırma noktasına geliyor...
Neyse ki sınırı aşmadan evlerimize dağılıyoruz!


2424

(12 ŞUBAT CUMA)

Haftanın son günü; yorgundum ve biraz kafam meşguldü.
Huysuz ve tatlı kedimi seve seve uyandırdım.
Sanırım akşam 9'dan 11'e kadar manikür pedikür yaptım-terapi niyetine...

12 Şubat 2016 Cuma

2423

(11 ŞUBAT PERŞEMBE)

"Onlar ki toprakta karınca,
suda balık,
havada kuş kadar
çokturlar;
korkak,
cesur,
cahil,
hâkim,
ve çocukturlar

ve kahreden
yaratan ki onlardır,
destanımızda yalnız onların maceraları vardır." *
Dün akşam Arhaveli İsmail'in deniz ortasında baş başa kaldığı yalnızlığını izledik, Kambur Kerim'in ağır makineli çocuk oyunlarını, Süleymaniyeli şoför Ahmet'in anadan doğma şarkı söyleyerek 3 numrolü kamyoneti sürüşünü izledik.
Teselyalı çoban Mihail'e "Seni biz öldürmedik, buraya gönderenler öldürdü seni." diyen Nurettin Eşfak'ın hikayesini dinledik, Antepli Karayılan'ın kahramanlık öyküsünü dinledik.
Kendine biçilen kadere razı gelmeyen bir milletin onurlu direnişini, sonunda kazandığı imkansız zaferi hayret, gurur ve bu toprakların nasıl temizlendiğinin ümitli ürpertisi içinde seyrettik.
"Biz ki İstanbul şehriyiz, 
güzelizdir, 
dört yanımız mavi mavi dağdır, denizdir. 
Öfkeli, büyük bir şair : 
«Ey bin kocadan arta kalan bilmem neyi bakir» 
demiş 
bize 
ve bir başkası, 
yekpare Acem mülkünü fedâ etti bir sengimize. 

Biz ki İstanbul şehriyiz, 
yüce Türk halkı, 
malûmun olsun çektiğimiz acılar... "**


* , ** Nazım Hikmet'in Kuvayi Milliye Destanı'ndan 

10 Şubat 2016 Çarşamba

2422

Bu kez 15dk.lık bir işimiz var derken yine yarım günümü alan işler...
Bir rıhtıma bir Boğa'ya inip çıkarken poşet poşet ayakkabı taşıdığım ve bahara dönen havada terleyip gölgede beklerken üşüdüğüm yıpratıcı bir yarım gün...
Öğleden sonrası daha sakin, biraz kafa toplayıp önümüzdeki haftaları planlayabildiğim zaman...
Yorgunluktan ayaklarım ağrıyor, başım zonkluyor, içten içe gerginim-bir atlatsam şu haftaları alnımın akıyla...
Sağlam bir kutlamayı hal etmiş sayacağım kendimi ilk faturamı kesip ilk ayakkabımı sapasağlam teslim ettikten sonra...
Ama bir adım attık, şimdi sıra 2. yarıda...

9 Şubat 2016 Salı

2421

Bu sabah bankadan aldığım blokaj yazısı ile ticaret odasına başvuruldu, akşama tescil bilgisinin mesajı geldi. Şimdi şirketim 9 Şubat doğumlu mu oluyor?

İlk telefonumu hemen aldım, şirket müdürü olarak cevapladım-garip bir his ama sevdim.

Öğlede arasında kendime ve sevgilime birer güneş gözlüğü aldım, şans getirsin!

Öğleden sonraya çabucak bir öğlen yemeği sıkıştırıp Şişli'de arkadaşımın ofisine geçtim ve Kosgeb eğitiminden tanıdığım grafiker kızlarla tatlı sohbetli bir iş görüşmesi yaptım.

Müşterilerin acayiplikleri, faturalar, logo tasarımları, responsive websiteleri ve kartvizitler üzerine biraz beyin fırtınası; Irish cream kahve ve çikolatalı kurabiye eşliğinde...

Aslında çalışmak zevkliymiş!

2420

(08 ŞUBAT PAZARTESİ)

Günde maksimum 1 devlet dairesine tahammül edebiliyorum demiştim, bugün rekor kırdım.
Sabahtan noter, hemen ardından vergi dairesi ve öğle tatiline girmeden banka hesabı açtırma işlemlerini halletmiş oldum.
Epeyce yoruldum ama yine de çok kolay halloldu diyebilirim, hiç sorun çıkmadan ve hiç bir soru sorulmadan belgelerimi aldım.
Hava da adeta bana bir kıyak çekmek istercesine güneşliydi, muhasebecim de sohbeti tatlı bir insan olunca sıkıcı işlerle dolu pazartesi günü keyifli geçti.
İlk adımı attık bugün, tam da istediğim gibi-haydi bakalım!

7 Şubat 2016 Pazar

2419

Kedi ana babası olmak ne zor işmiş yahu!
Yok daha büyük tuvalet alalım rahat eşelensin, aman kapalı olsun da sıçratmasın, değişik mamalar alalım içeriği sağlıklı olsun, tüylerini kestirince morali bozulmasın diye yaş mama verelim, tek gözü sanki kanlı gibi mi ne-veterinere götürelim...
Pazar öğleden sonramızı işte bu meymenetsiz kedimize, sinsi sinsi bakan, sevelim diye kucağımıza oturttuğumuzda bazen kaçan bazen kıçını dönüp kanepenin ucuna oturan, kuru mamaya burun kıvıran, habire kaka yapan uyuz Torişimize verdik.

2418

(06 ŞUBAT CUMARTESİ)

Ne güzel planlanmadık bir cumartesi!
Öğlen yine atölyeye uğrayıp çıkan siparişleri aldıktan sonra biraz gezindik ama hava acayip soğumuştu. Geçen gün aklımda kalan güneş gözlüğünün benzerlerini denedim, gözlükçülere girip çıktık...
Ardından Moda tarafında kuytu ve loş bir cafede arkadaşımızla birer kahve içmeye oturduk. Böcek kendi şahsına münhasır tatlı bir yer.
 Aslında aklımda kısa film gösterimlerinden birine girmek vardı, Alman veya İtalyan Kültür'de akşam seansına. Ama başka türlü gelişti akşam; karşıya geçip biraz yürüyünce buraları özlediğimi hissettim. Filmlere daha 1.5saat vardı, gözlükler çok pahalıydı ve canım şarap çekiyordu.
Epeydir gelmediğimiz ama sevdiğimiz bir yeri hatırladık: Solera Winery. Burası sıkışılığına ve havalandırma eksiğine rağmen kendimi iyi hissettiğim bir şarap evi. Bir şişe Pamukkale Trio söyledik, peynir&kuru et tabağı lezzetliydi. Pizzaları varmış artık menüde, bir de pizza seçtik.
Gözlerimizin içine bakarak konuştuğumuz, hep özlediğim ve tam istediğim gibi, çakırkeyif ve sıcacık bir kış akşamı...
Kısa filmler yalan olduysa olsun!
Kızımız olursa adı Leyla olsun.

5 Şubat 2016 Cuma

2417

Sözleşme düzeltmeleri, kurdele renkleri ve gıcık detaylarla dolu ayakkabı boyamaları...Hepsi fırtınalı bir Şubat gününe sığdı.

Tam kedi sevme havası!

2416

(04 ŞUBAT PERŞEMBE)

Uzun, yorucu, dolu dolu ama eğlenceli bir gün...
Öğlen laptopumu sırtlayıp düştüm Kadıköy yollarına, önce nüfus müdürlüğünden ikametgah almam gerekiyordu, beklediğimden çabuk oldu, çıkışta muhasebecime uğrayıp biraz konuştum.
Birkaç işi halletmiş olmanın rahatlığıyla yukarı yürüdüm, omzumda leş gibi ağırlaşan laptop ile arkadaşımın sokağına vardım.
Her zamanki gibi beklemem gerekti, bu arada aşırı acımış ve terlemiştim, sonunda buluştuğumuzda bu kez sabırsızlıkla onun sahaflardan kartpostal seçmesine tahammül etmeye çalıştım.
Ardından bir yere uğramak için tekrar rıhtıma indik ve sonunda ne bulsam yiyecek noktaya geldiğimde bir yere oturabildik.

Karnımı doyurduktan sonra çalışmak ve sohbet etmek için sakin bir cafe arayışımız başladı; önceki Walters deneyimimiz iyiydi aslında ama bu kez masamız kapılmıştı.
Restore edilmiş bir köşkte hep önünden geçerken baktığımız ama hiç oturmadığımız Eski Moda cafeyi deneyelim dedik, sobalı ve yüksek tavanı hoş bir yer.
Sessiz sakin, sıkışıklık ve kalabalıktan uzak huzurlu bir yer, ama daha güzel değerlendirilebilirdi sanki...
Cam kenarına kurulup kahve söyledik, sonra bir yandan laflayarak bir yandan internette dolaşarak yapılacak işlere baktık bir kaç saat.

Akşama Kosgeb eğitimden tanıdığım bir grafiker arkadaşım uğrayacaktı yanımıza, onunla da istediğim kartvizit&kutu tasarımları üzerine konuştuk.
Kahveden çaya, çaydan sıcak çikolataya geçmiştik ki camdan dışarı bakarken senelerdir görmediğim bir okul arkadaşımla göz göze geldik.
Sokakta kalakaldı bir saniye, çekindi, sonra içeri geldi.
Biraz tuhaf şekilde hayatımdan kendini çekmişti en son, bir anlam verememiş ama kabul etmiştim.
Şimdi böyle karşılaşınca ben de hiç bir şey olmamış gibi kahve ısmarladım, masamız sanatçı takımıyla doldu ve hemen kaynaşıldı.

Uzayan sohbetimizle cafeyi kapattık, akşam yemeği için de Thales'e oturduk.
Birer bira içip iyice gevşeyince erkek arkadaşlar, ilişki sorunları dökülüp serildi.
Dışarıdan çok sevimli görünen, iyi kalpli olduğuna inandığım insanların bazen en yakınlarına işkence edebildiğini anladım.
Arkadaşları yanında çok tatlı davranan adamların sevgililerine öküzlük edebildiğini hatırladım.
Biraz dayanışma ruhu ve teselli iyi geldi diye düşünüyorum, hepimiz için beklenmedik ama keyifli bir gün oldu...

3 Şubat 2016 Çarşamba

2415

Sonunda...Şubat yeni ayında, tam da istediğim gibi olacak galiba...
Sevdiğim her şeyi içine sığdırdığım bir dünya yaratmak istiyorum!

2 Şubat 2016 Salı

2414

Bir süredir böyle keyifli ve huzurlu uyanmıyorum, üstelik erken ve dinlenmiş...
Uzun bir gün oldu ve bugüne film fragmanları, ayakkabı tasarımları, müşteri mesajlaşmaları ile edebiyat takvimi yazıları sığdırdım.

2413

(01 ŞUBAT PAZARTESİ)

Enerji isteyen bir pazartesi, neyse ki Güneş açtı!
İşler dağ gibi yığılınca önümde biraz gerginim haliyle; tipik pazartesi sendromu...
Akşamüstü işten erken çıkan erkek arkadaşımla buluşup haftaya mutluluk yüklemek iyi geldi; hem Torişimizi sevdik hem de bir film koyduk.
Epeydir aklımızda olup da dvd.sini bulamadığımız Taksi Tahran ilk seferindeki gibi güldürdü beni.
Bu arada- çiğ köfte birayla çok yakışıyor, üzerine de esktra über hiper duble fıstıklı Koçak şöbiyeti fena bağımlılık yapıyor!

2412

(31 OCAK PAZAR)

Ayıp denen bir şey var-10a kadar uyumuşuz misafirlikte.
Rahatsız olmasına rağmen yatak iyi uyutuyormuş demek!
Birer sabah kahvesi eşliğinde bebek doyurup kedi sevdik, mutfakta oturmak da güzel bu evde.
Kahvaltının dünkü akşam yemeğinden kalır yanı yoktu; sucuklu yumurta, hamur kızartması aç aç, gerçek Abhaz acıkası, çeşit çeşit ev reçelleri, isli Çerkes peynirleri...
Gazetelere daldık biraz kahvaltıdan sonra, zamanın nasıl geçtiğini anlayamadan dönüş vakti geliverdi.
Yol kahvelerimizi alıp arabaya bindik, iki saat sonra ilk molamızı white chocolate mocha arayışı içerisinde Starbucks'ta verdik. Epey geyik çevirdik bu süslü kahve isimleri üzerine.
Dönüşte Adapazarı civarında köfte yeme planımız vardı aslında ama acıkmaya fırsatımız kalmadığı için köfteleri eve aldık.
Nedense dönüş yolu hep daha uzun sürer ya, trafiğe de kalınca biraz işkenceli oldu.
Sonunda eve vardığımızda köfteleri kızartıp biralarımızı açtık ve hafta sonunu kanepe keyfiyle bitirdik...

2411

(30 OCAK CUMARTESİ)

Arkadaşlarla beraber yine düştük yollara-istikamet Eskişehir!
Gecikmeli çıktığımızdan mıdır, ucunda bizi bekleyen dev kahvaltıyı bildiğimizden midir bilinmez, hepimiz kurt gibi acıkmışız!
Meğer Maşukiye ne kadar uzun sürüyormuş, zor dayanıyoruz masaya kadar adeta.
Masa da masa hani-kavurması, yumurtası, güveçte eritilmiş peyniri, bal kaymağı nefis...
3er kişilik yedikten sonra arabaya dönüyoruz.
Aslında aklımda yapmam gereken tonla iş var, bu yüzden biraz sıkıntılı içim. Yolda puslu nemli bir hava var, arada tünellerden geçiyoruz, arka koltuk da sıkışık olunca bunalıyorum biraz...
Yine de çabuk geçiyor yolculuk ve sonunda karın henüz kalkmadığı Eskişehir'deyiz.
Keyifli bir ev burası; hem sahipleri iyi insanlar olduğundan hem de konforundan.
Çoluk çocuk derken sohbetle, oyunlarla, şarapla geçiyor cumartesi akşamı...