30 Nisan 2013 Salı

1405

(29 NİSAN PAZARTESİ)

Düğün telaşıyla iyice strese girmiş obez bir Amerikalı gelin adayının hışmına uğrayarak başladığım bu hızlı gün, bir kaç yeni müşteriyle konuşarak, kişiye özel tasarladığım iki düğün ayakkabısı boyayarak epey verimli ve fakat; masa başından kalkmadığımdan biraz tutuk ve sırt ağrılı geçti.

1404

(28 NİSAN PAZAR)

Her Sene...

Sanırım bir ritüel olacak bu; her sene bir Nisan pazar sabahı aynı cafede arada gazeteye bakarak nefis bir kahvaltı etmemizin ardından trafiğe kapatılmış geniş caddede beni bisikletine bindirip teyzelere çarpmamaya çalışarak heyecanlı bir tur attırdıktan sonra birlikte Güneş altında terleyerek bisiklet yarışının son 8 turunu seyretmemiz-güzel bir ritüel!

1403

(27 NİSAN CUMARTESİ)

Hala hazmedemediğim şeyler var, canımı yakan ve içimi kinle dolduran.
Yoksa ben de mutluydum, senle birlikte olmaktan...

Yine de, seni kızdıracak şeyler söylediğimde bile sabır gösterip, bana şefkatle sarıldığın için minnettarım ve kavga ettikten sonra artık daha çabuk eski halimize dönebildiğimize memnunum.

Akşam biraz basit ve fazlaca bilindik memleket tiplemeleri gösteren tiyatro oyununda enseme üflediğin anlar güzeldi...

26 Nisan 2013 Cuma

1402

Madem ki vakit akşam,
Madem ne evim barkım,
Ne de bir tek âşinam,
Açılsın gizli sofram,
Gelsin kadehte rakım,
Dostum, neşem ve şarkım!
Madem ki vakit akşam...


Milli içkimiz olarak ayranın seçildiği bugünün anlam ve önemine dair şiir, Cahit Sıtkı Tarancı'dan...

25 Nisan 2013 Perşembe

1401

Lütfen ikide bir artık eski adam olmadığını
ve bana ayak uyduramadığını söyleme,
benim gözümde sen hala gençsin, canlısın
yapacak çok şeyimiz var, keyifli vakit geçirebiliriz hala...

Evet ben dışarı çıkmak, dans etmek
ve insanlarla tanışmak, gezmek istiyorum
ama bu demek değil ki senden ayrı, seni unutarak
Lütfen aban başka bir sevgili mi buldun deyip durma...





1400

(24 NİSAN ÇARŞAMBA)

Yine ağladım, yine tıkandım-
çünkü "bazı şeyler hiç geçmiyor."

Bütün gün telefonumu kapatıp
güneşli havaya inat panjurları indirip
yatakta yorganın altına gömülüp
Sherlock Holmes okumak ve
dünyayı içindeki herkesle birlikte
toptan unutmak istiyorum!

23 Nisan 2013 Salı

1399

Suskun Bayram Çocukları

Bugün 23 Nisan diyorlar, Atatürk bugünü tüm Dünya çocuklarına armağan etmiş.
Bir şey sormak istiyorum:
Bugün Ermeni çocukların da bayramı mı?
Hani şu, göç eden ailelerinden yetim kalan yahut evlatlık alınan,
Ermeni oldukları belli olmasın diye çenelerini kapalı tutmaları tembihlenen
Ve ağızlarından bir iki kelime kaçırdıklarında günlerce falakaya yatırılıp
Saatlerce Güneş'e bakmaya zorlanan suskun, köksüz çocukların...
Ona göre kutlayacağım da!

1398

(22 NİSAN PAZARTESİ)

Biraz yorgun ve keyifsiz gibi de olsak, uykulu gözlerle azmedip konsere gittik dün gece; Korhan sağ olsun, saksafonuyla kulaklarımızı patlattı, doğaçlamalarıyla bizi uçurdu kopardı...

Kadıköy gecelerinin tadı ayrı!

21 Nisan 2013 Pazar

1397



"Της θάλασσας βαστώ κακιά, αμάν αμάν...
του βαποριού αμάχη" *




(Tis thalassas vasto kakia, aman aman...
tou vaporiou amahi) *




Garezim var denize *


20 Nisan 2013 Cumartesi

1396

Kelimeler olmadan...
Bu gece senle sevişiyorum,
Sessiz, sen bile olmadan...

1395

(19 NİSAN CUMA)

Ayakkabılarım ellerimde İstiklal'in leş sokaklarında yanımdaki İtalyan'ın anlattığı çok dilli çok şehirli yaşam öyküsünü dinleyerek yürüdüğüm o geceden(sabahtan) sonra tabanlarım hala ağrıyor...

1394

(18 NİSAN PERŞEMBE)

Multi-Kulti İstanbul

Kazık bir Avrupalı ile Balkan-Endülüs-Çingene müziği yapan çok-kültürlü bir grubun çaldığı, kıvrak hareketlerle dans etmeniz gereken bara sakın gitmeyin, giderseniz de benim gibi yan tarafta eğlenen gruba katılın ve dünya tatlısı Türklerin bu hödük Avrupalının ceketini çıkarıp gömlek kollarını sıyırmalarını, kollarını havaya kaldırıp döndüre döndüre oynatmalarını seyredin-ha bir de unutmayın: İtalyanlar asla Avrupalı sayılmaz!

1393

(17 NİSAN ÇARŞAMBA)

Hem çocuk yaştasın, hem 40lı yaşlarında belki ancak olabileceğin centilmeni oynuyorsun, çok şey bildiğini sanıyorsun ama arkadaşlarımın yarısı kadar bile bilmiyorsun, Godfather dahil olmak üzere hiçbir kült filmi seyretmemişsin ve sinema hakkında hiçbir şey bilmiyorsun, 22 yılını yalnızca klasik müzik dinleyerek geçirdiğinden dünyada başka türler olduğunu fark etmeyen biri olarak bana Marslı gibi görünüyorsun, Global bir dünyada yaşadığımız halde Avrupa ülkelerinin sosyo-ekonomik durumu ve politika haricinde bir şeyden anlamıyorsun, şiire duygusal saçmalık gözüyle bakıyor, kurgudan hoşlanmadığın için neredeyse hiç kitap okumuyorsun, Viyana'da vals dersi aldığından bahsederken böbürleniyordun fakat biraz Balkan ritmi duyduğunda adeta ürküyorsun ve kaybolmuş köpek yavrusu gibi barda etrafına bakınırken kazık gibi dikiliyorsun, tatile çıktığın halde takım elbise ve kösele ayakkabılarla dolaşıyor, önemli bir randevun varmış veya benim senle ilgilenme mecburiyetim varmış gibi iki günde bir benden ütü ve ayakkabı cilası istiyorsun, gerçi benden önce koşup kapıları açıyorsun ama sana yabancı olan insanların yaşayışını, şehirlerini sığ görüşün ve önyargılarınla değerlendiriyorsun, sana göre daha dün Avrupa'nın orta yerinde yaşanan Bosna soykırımına seyirci kalan Birleşmiş Milletler Hollanda askerleri biliyor musun belki buradan biraz daha iyi yönetilen, refah seviyesi yüksek toplumlarda yaşamaktansa mücadele gerektiren, umudunu hep yüksek tutan şehirlerde yaşamayı isteyecek benim gibi cesur ve tutkulu insanlar da olabilir, konformistlerden tiksinen ve hayatta kalmak için heyecana ihtiyaç duyan... Bence sen kendini biraz fazla önemsiyorsun!

17 Nisan 2013 Çarşamba

1392

(16 NİSAN SALI)



Hatay Meyhanesi'nde müdavimi Cemal Süreya'yı, oradan girip Garipler'i ve Orhan Veli'yi, nazire yaptığı Ahmet Haşim'i, unutursak olmayacaktı Nazım Hikmet'i, günün meşhuru Ömer Hayyam'ı, arada bir de Nesimi'yi andık da fark ettim ki ne derin edebiyat kültürümüz varmış meğer! Kimselerde yokmuş böylesi, Fars, Arap, Türk şairler, Osmanlıca yazanlar yahut Can Baba gibi ağzı bozuk yeniler...Avrupalıların kaçırdıkları ne çok şey varmış!

Haramı-helali, Müslümanlara cennette vaat edilenleri, İstanbullu şairleri, Boğaz'da sıralı yalıların güzelliğini, Nisan ayının bu şehri erguvan-leylak ve mor salkımlarla mora buladığını, Anadolu rockçıları, Erkin Baba ve Barış Manço'nun nasıl devrimci figürler olup Sezen Aksu'yu herksin ama herkesin çok sevdiğini, Orhan Gencebay'ın müzik tekniğini, Müzeyyen Senar'ın rakı içişini, Rum ve Ermenilerden miras meyhane geleneğini, Karadeniz-Akdeniz-Rumeli ve Doğu mutfaklarının çeşitliliğini, Kürt ağıtlarının tüyleri diken diken eden gücünü, Zeki Müren ile Bülent Ersoy'un Türk musıkisinin Apollonik-Dionizyak kişiliklerini temsil ettiklerini, bal kaymaksız kahvaltının eksik kalacağını ve bunlardan başka daha ne sebeplerle İstanbul'dan başka hiçbir yerde yaşayamayacağımı öğrenen Hollandalı arkadaşım, ne çok şey kaçırdığını fark edince şaştı da kaldı...

15 Nisan 2013 Pazartesi

1391

Kasvetli, yeniden üşüten, soğuk ve sessiz bir gün...

1390

(14 NİSAN PAZAR)

Dün gecenin çok dağıtmamış olsak da hafif kokteylli hafif danslı yorgunluğunu atmaya fırsatımız kalmadan uyanır uyanmaz Cihangir'de bulduk kendimizi ve biraz hayal kırıklığı yaratan yarım Van kahvaltısının olabildiğince tadına vardıktan sonra Boğaz turuna çıktık. Ortaköy trafiğinde canımızdan bezince mecbur Bebek'te inip temiz havaya şükrederek sakızlı Türk kahvesi yudumladık. Soğuyan havanın ve şaşırtıcı Nisan rüzgarının el verdiğince Boğaz hattında yürüyüp Boyacıköy yokuşunu nefes nefese tırmandık. "Mor mevsim" adlandırdığım bu şehrin en taze zamanında İstanbul'un purpur süsü erguvanlar, beklenmedik köşelerden sarkan mor salkımlar ve seyrek leylaklara gülümseyerek dolaştık. Balık tutanların oltalarına yakalanmadan korkarak geçtik arkalarından, yorulunca Emirgan kahvelerinde çay molası verdik. Hollandalı misafirimi tavlada mars etmenin keyfime keyif kattığını itiraf etmeliyim, üzerine de dönüşte muhallebiciye gitmeye karar verdik. Önden az tavuklu çorba, tavuklu pilav ve üzerine tavuk göğsü ile her şeyin tavuklu olduğu geleneksel menüyü tattırmış olduk. Eh yatmadan bir kaç masal iyi gider...

13 Nisan 2013 Cumartesi

1389

-Ama misafirler iyidir!

1388

(12 NİSAN CUMA)

(...)
Akşam ayrı hikaye; tuhaf biçimde ıssız hissetmekteydim İstiklal'in deli kalabalığını yararak Tünel tarafına inerken, içimde bir isyan ve birkaç küfür dolanıyordu, derken saçma şeyler yaparken buldum kendimi ama hemen sonra Galatasaray mevkiinde kafası çok tanıdık kokan o adamla buluşunca biraz ben gibi oldum.

Bu tuhaf gece acayip bir filmle devam etti; son dönemde aralarından güzel işler çıkan İspanyol gerilimlerinden birini Beyoğlu sinemasında gaylerle seyrederken kocasının öldürdüğü kadının cesedinin neden kaybolduğunu merak ettik ama ondan evvel, kimin kimin dayısı ile yattığını öğrendik.

Garipsemeyiniz lütfen, zira burası İstanbul!

1387

(11 NİSAN PERŞEMBE)

Yağmurlu bir gündü ve endişeler sarmıştı içimi...

11 Nisan 2013 Perşembe

1386

(10 NİSAN ÇARŞAMBA)

"Uzun zamandır böyle keyif almadım!" dedirten bir bardak bira, Beylerbeyi sahil tarafında, denize nazır mis gibi serin bahar havasında, pek sevilen bir dostla paylaşılan "ortaya patates" eşliğinde karşılıklı içildi!

1385

(09 NİSAN SALI)

Bazen, biraz yeniliğe ihtiyacım olduğunu düşünüyorum; yeni biriyle tanışmak, yeniden heyecanlanmak, yeni endişeler edinmek belki ama, yine de işte...

Baş edemediğim korkularımdan, sürekli baş gösteren çekincelerimden ve geri döndüremediğin hataların pişmanlığını yüklenmekten bıktığını duyunca düşünüyorum bunu; ikimizi de hafifletecek bir hamle yapıp yeni biriyle tanışsam...

Ama bilemiyorum; senin kadar ılık mıdır uyurken sırtı, ısınır mıyım ona da böyle çabuk, hiç bilmiyorum bana istediğim sözleri söyler mi ya da beklediğim mesajları yazar mı?

Bazen bunlar geçiyor aklımdan, paralel evrende bir yandan böyle yaşar gibi, tuhaf bir bölünmüşlük hissi hakim oluyor bana sonraki saatlerde, hep acabalarla dolu...

9 Nisan 2013 Salı

1384

(08 NİSAN PAZARTESİ)

Harika bir Doğumgünü

Az değil, tam 3 sene önce bugün ne kadar harika biri olduğunu söylemek ve biraz olsun gülümsetmek istediğim bu adam, gün geldi benim sevgilim oldu ve onu şaşırtan doğum günü sürprizlerine sevinip bana "harika" olduğumu yazdı...

Kendisinin büyüdükçe olgunlaşan meyveler misali tatlılaştığını ifade etmek maksadıyla meyvelerden bir buket hazırladım; zannedersem hayatındaki en şahane pasta bu oldu!

7 Nisan 2013 Pazar

1383

Siz hiç iki dilim tahıllı tost ekmeği arasına bol kaşarlı tostun üzerine tereyağda yumurta pişirip üzerine de iki dilim pastırma kızartıp hepsini birden karabiberleyip yediniz mi?? Dünyanın en şahane kahvaltısı oluyor da!

Az önce verdiğiniz hediyelerini gerçekten beğendiği için yüzünde sevimli hafif utangaç bir gülümseme beliren, her şeyin en güzelini hak eden çok tatlı bir adamla koyun koyuna acayip heyecanlı bir bisiklet yarışı seyrettiniz mi peki??? Sanmıyorum, benim kadar şanslı değilsiniz!


1382

(06 NİSAN CUMARTESİ)

Piraye taş plak meyhanesinde önden kalınca birer dilim mis gibi koyun peyniri ile başlayan rakı muhabbetimiz, değişmez favorim patlıcan salata, Ermeni pilakisi, gavurdağı gibi soğukların ardından enfes ciğer ve humusla devam etti. Kalabalığın arasında bahçede küçük bir masaya sığışmış karşılıklı oturmak, arkadan usulca gelen müziğe arada eşlik ederek gülüşmek, giderek damarlarımıza yayılan rakının etkisiyle ondan buna atlayarak, kopuk fakat tutkulu konuşmak... Çakırkeyif bir otobüse atlayıp yolcular içinde birbirimizi fazla öpmemeye çalışarak kıkırdaşarak eve gitmek...

Yaklaşan doğum gününe bir ön kutlama oldu, son haftayı hasta geçirdiğimden bana da moral oldu, pek de güzel oldu!



6 Nisan 2013 Cumartesi

1381

(05 NİSAN CUMA)

Avrupa'nın tartışmasız en güzel şehri; özünü çağlar öncesinden bugüne kadar bir şekilde korumuş, Mucha'nın Sarah Bernhardt'ının şemsiyesiyle dolaştığı, Kafka öykülerinin mükemmel arka planı, dolambaçlı dar taş yolların kıvrımlarında bitiveren gotik dev binaların rutubet kokan loş serinliği sinmiş Prag...

Çok sevdiğim bu kıyas kabul etmez şehirde evlenecek bir çift için yeni bir çift düğün ayakkabısı boyadım bugün.

1380

(04 NİSAN PERŞEMBE)

İlişkimizin Kısa Tarihi

"Kırgınlıklarım, her nefes alışımda cam kırıkları çekiyormuşum gibi içime, boğazıma takılıyor, kanatıyor.

Hayatımın geri gelmeyecek iki yılı, seninle kaybettiğim, bana bugün çocuğa düşürdüğü dondurması misali, çok tatlı görünüyor.

Kendimi hiç değersiz hissetmemiştim senden evvel, hiç çirkin bulmamıştım doğrusu, hiç yenilmemiştim ki ben!

Sen, bana iki yıl boyu yalan söyleyen, içeri almaya layık görmeden beni eşikte bekleten, sen bana bu aşağılamayı reva gören...

Sensin benim kendi küçük travmam."

Paylaştığımız ilk iki yıl, öyle güzel şeyler de yaşamıştık ki aslında, belki şimdikinden daha heyecanlıydı hatta, daha bol vakit ayırabiliyorduk birbirimize, merak ediyor, bir an önce birbirimizi deşip kurcalayıp parça pinçik önümüze sermek istiyorduk... Hayat, ilk gençlik yıllarında geçirilen unutulmaz yaz tatilleri misali pek kaygan ve geçirgen, pastel renklerde yumuşak ve hafif, fıskiyelerde ıslanan çocuklar gibi neşeli olabilirdi- ama bu kırgınlıklar bizi birdenbire büyütüverdi.

Sana hiç beklemediğin halde, bunlardan bahsettim dün gece, sesim kısıktı, kırık döküktüm.
Kızdığın anlar oldu, yükselen öfken kendini haklı çıkarmaya çalıştığında biraz çirkinleşti...
Ama genelde sen hep susuyordun, sessiz ve suçlu, dinliyordun. Öyle sessizdin ki; yüzünü görebiliyordum.
Sonunda özür diledin benden, bence ilk defa içten, kabul ettin ve pişmandın da.
Nasıl oldu, beklediğim buymuş gibi, anında rahatladım, hep yürüyordum konuşurken, oturdum.
Ben de sustum sessizleştim, ağlamaya başladım, bıraktım...


3 Nisan 2013 Çarşamba

1379


Bazı insanlardan hala öldüresiye nefret ediyorum ve bazılarını hala çok ama çok seviyorum.

Kin de geçmiyor, sevgi de kalıyor; zira ikisi de derine kök salıyor.

1378

(02 NİSAN SALI)

Cornell Üniversitesi'nde köpekleri ve atlarının da katıldığı rengarenk bir sonbahar düğünü ile evlenecek tatlı bir çift için özel tasarladığım düğün ayakkabıları bugün hastalığımın elverdiği vakitlerde çıktı...

1377

(01 NİSAN PAZARTESİ)

Eveeet;
bütün kış hastalanmayıp durup durup
havanın yaza yaklaştığı, güneşin tepede parladığı Mart'ın son gününde
kendimi çok zinde hissettiğim, bütün gün yürüdüğüm harika bir haftasonunun ardından
boğazımı ağrıtıp burnumu akıtmayı nasıl olduysa başardım!

1376

(31 MART PAZAR)

Kuzguncuk'ta kavurmalı yumurtalı kahvaltı ardından sahilde Çınaraltı Kahvesi'nde az şekerli kahveleri hüpleterek başlayan güneşli Pazar, İcadiye caddesi boyunca etrafa hayranlıkla bakarak yürüyüp Üsküdar sırtlarından Boğaziçi'ne karşı Fethi Paşa Korusu'na tırmanışımızla sürdü, tekel sahnesinde dolu dolu bir tiyatro oyunu ile devam etti, iyi bir kebapçıda iskender ziyafeti ile akşamı buldu...