29 Eylül 2017 Cuma

3019

Haftanın son günü, hava iyice soğudu, yeni battaniyemizi serdik ve artık sabahları karanlıkta uyanıyoruz.
Sonunda finansal planımı bitirdim! Üzerimden bir yük kalkmış gibi hissediyorum, her ne kadar daha çok işim olsa da.
Yapabileceğim en güzel şekilde tamamlayıp hocama gönderdim, o da onaylarsa haftaya evrakımı teslim edeceğim ve süreç başlamış olacak.
Yarın için kesin bir planımız yok henüz, bu işlerle uğraşmaktan vakit mi kaldı kafa mı kaldı düşünecek...
Biraz rahatlayalım bu hafta sonu artık.

3018

(28 EYLÜL PERŞEMBE)

Sabah sabah feci bir stres yaşadım; kahvaltımı etmiş çalışmaya oturmadan önce biraz ortalığı topluyordum ki misafir kedimiz Diego ani bir bizim Latte'ye saldırdı. Fena halde debelenip yerlerde yuvarlanmaya başladılar, bizimkinin boynundan köpek gibi kapıp ısıran vahşi Diego'yu durdurmak mümkün olmadı. Ne yapacağımı şaşırıp kaldım, bağıra çağıra peşlerinden koştururken salonda kuş tüyü yastık deşilmiş gibi tüy topakları uçuşuyordu!
Sonunda Latte'yi mutfak balkonuna kıstırınca elime geçen ilk büyük şey olan pazar arabasıyla zapt edebildim Diego'yu, ikisini ayrı odalara kapattım.
Birkaç saat kendime gelemedim, kalbim çarptı, elim ayağım titredi. Latte'yi kontrol ettim, fazla bir yara almamıştı nasıl olduysa, biraz rahatladım.
Öğleden sonra yine işlerle uğraştım; gönderiler, dükkan, boyamalar...
Akşam Diego'yu sahibinin kız arkadaşına teslim ettik, geçmiş olsun. Bir daha kolay kolay eve yeni kedi almam.
Sonrasında yürüyerek yakınımızdaki alışveriş merkezine gittik ve teknolojik aletler için yeniden proforma aldık. Bu işleri de hallettik, çok az kaldı.

27 Eylül 2017 Çarşamba

3017

Wuuuu beyin fırtınası günü!
Sabahtan akşama kadar finansal planla uğraşıp kafa patlattığım, biraz stresli, biraz endişeli, biraz hırslı hissettiğim hafta ortası.
Umarım emeğim boşa gitmez de karşılığını alırız, büyük kısmını tamamladım. Birkaç soru kaldı aklımda, onları da ekledikten sonra hocaya onaylatmak var.
Haydi bakalım şans bizimle olsun!

3016

(26 EYLÜL SALI)

Yulaflı peynirli muffinler ve keçiboynuzlu pekmezli kek yaparak güne başladım.
Annem kahveye geldi uğradı, ondan sonra ben şu bir türlü anlaşamadığım Hollandalı müşterimin ayakkabısına başladım.
 Dil problemine rağmen istediği gibi bir gelin ayakkabısı hazırlayacağıma eminim!
 Yel değirmeni ve lalelerle başladım boyamaya...
Zamanı kovalayamadığımız fark ettim; Eylül de bitiyor! geçen sene hiç yakalayamamıştık İstanbul'da sonbaharı, bu sene bari ucundan yakalasak.

26 Eylül 2017 Salı

3015

(25 EYLÜL PAZARTESİ)

Haftanın ilk günü hep biraz zor başlar, bu pazartesi de diğerlerine benzer.
Sanki sonbaharın gelmesiyle hafif bir yorgunluk da var üstümde...
Dünden bıraktığım dağınıklığı toplayıp yemek yapmak zaten yarısını aldı götürdü bu günün, kalanında da yeni bir ayakkabı üzerinde çalışmaya başladım.
Akşam yemeğinden sonra kedileri beslemeye çıktık biraz yürüdük, şu 3 bacaklı 3 renkli aklıma takıldı son zamanlarda...
Dönüşte kurtçuk kusan kızımız ve aynı tuvaleti paylaşan kedilerimize iç parazit hapı yuttturmaya çalıştık ama ne mümkün! O kibar kızın nasıl vahşileştiğini görseniz inanamazsınız.
Sonuçta her yerimiz çizik içinde ve sinirle bitirdik günü-kediler 1 insanlar 0!

25 Eylül 2017 Pazartesi

3014

(24 EYLÜL PAZAR)

Dünkü telaşeden sonra bugünü biraz pazar gibi yaşayalım!
Sabah kahvaltıdan sonra yola çıkıp Tekirdağ istikametine, arkadaş ziyaretine gidiyoruz. Ayvalık'tan aldığımız peynirler de yanımızda.
Yol açık da olsa 1 buçuk saat sürüyor, öğleden sonra varıyoruz. Epeydir görüşememiştik, sohbet etmek iyi geldi.
Amerika'dan sipariş verdiğimiz ayakkabı ile kozmetik ürünlerinin yanında İngiltere'den getirdiği çikolatalar da yüzümüzü güldürdü.
Çay sofrasından sonra balkonda puro&mojito eşliğinde Küba müziği dinledik, keyif yaptık.
En kötü günümüz böyle olsun!

23 Eylül 2017 Cumartesi

3013

Güne biraz yorgun uyandık, hava birden soğuyunca hapşırık mevsimi başladı malum.
Hafif bir kırgınlık vardı üzerimizde, zihin yorgunluğu bir taraftan, uyutmayan kediler bir taraftan...
Kahvaltıyı oyalanmadan yaptıktan sonra Filmekimi'ne bilet almak için bilgisayar başına geçtik. Epey zorladı yine, eski ders seçimlerimiz gibi aynen-son dakikada ekran donunca ödediğimiz bazı biletleri alamamış olduk.
Sabırla müşteri hizmetleri hattında bekledikten sonra, bu alamadığımız ama ödediğimiz biletlerin iadesini isteyebildik. Uzun süre bundan sonra, müşteri hizmetlerini aramak zorunda kalmayayım-mümkünse!
Neyse bu işi hallettikten sonra, olumlu bir gelişme oldu en azından, dertlerimizin birinden kurtulduk. Dün düştüğünü fark ettiğimiz ön plakamızı kapının önünde bulduk!
Kaybedilen plakalar teröristlerin eline geçer diye artık yenisi çıkartılıyormuş, randevu alıp emniyete gitmek dilekçe yazıp sonra yaptırmak gerekliymiş. E tabi plaka değişince ruhsat da değişecek, iş babam iş! Kurtulduğuma ne kadar sevindim anlatamam.
Öğleden sonra asıl bugünkü işimizi halletmeye IKEA'ya doğru yola çıktık, ofis ve dükkan için mobilya bakacağız. Keyifli doğrusu, kendime ve ustaya masa, sandalye seçtim. Kağıtlığından çöp kovasına kadar düşündüm, umarım çok güzel bir yerimiz olacak.
Yorulmuştuk, kısa bir kahve molası verip ardından laptop, yazıcı, tablet için de proforma aldık.
Akşamüstü içim rahatlamış eve döndükten sonra mutfak işlerine giriştim; yarın arkadaşlarımıza götürmek için leziz bir kısır hazırladım.
Geçen hafta yarım kalan fındık kremasını bitirdim, etrafı toparladım.
Artık yarın tatil günümüz, biraz da güzel vakit geçirelim olur mu?

3012

(22 EYLÜL CUMA)

Sabahın köründe kalbim fırlayacakmış gibi çarparak uyandım, neden?
Çünkü beş para etmez insanın tekine bas bas bağırıyordum rüyamda.
İnsanların aptallıkları yüzünden amma çok yıprandım geçtiğimiz sene!
Düşünüyorum da; defalarca hep sinirlendim, zarar gördüm insanların düşüncesizlikleri, saçmalıkları yüzünden-yeter artık!
Dün gece beni uyutmayan, stresime stres katan değersiz mahlukatın da bir gün elbet suratına vuracağım beş para etmezliğini...
Kimsenin yeri bende eskisi gibi değil artık; güvendiğim insanların, ailem dediklerimin, en yakınlarımın yaprak dökümü oldu bu yıl benim için.

Yine siparişlerimi yetiştirmeye çalıştığım stresli bir güne uyandım, sorunlarım yetmezmiş gibi bir tane daha eklendi. Hayat, her şeyinle üzerime gel, e mi?

Akşamüstü rahatlayabildim bir parça, ama içten içe beni sinir eden detaylara takılıp kaldı aklım. Bir soğuk kahve molası verdim sıkıntılarıma, kendime bakım yapmak için vakit ayırdım biraz, iyi geldi.


21 Eylül 2017 Perşembe

3011

Eveeet, işte sinir küpü bir gün!
Neden mi? Çünkü Vodadonelu olmak pişman olmak demek! Paranla rezil olmak demek. Dünyanın tartışmasız en berbat müşteri hizmetleri demek. Aklınla alay edilmesi demek. Mağduriyetinle kimsenin ilgilenmemesi demek.
Aziz Nesin hikayesi gibi bir olay yaşıyorum 5 haftadır, bakalım nasıl sonuçlanacak!

20 Eylül 2017 Çarşamba

3010

Bu sabah güne erken başladım, banyo yapıp kahvaltı ettikten sonra masa başına oturdum.
Aklımı kurcalayan sorular için mailler atıp telefonlar açtım, cevapları alınca rahatladım.
En azından hiçbir şey için gecikmiş değilim ve belli bir aşamaya gelmiş bulunuyorum, artık az kaldı.

Ders notlarına göz gezdirdim, sarı defterin kapağını yeniden açtım ve hatırlamaya başladım anlatılanları bir bir. İş planım üzerinde değişiklikler yapıp biraz kafa yordum.

Öğleden sonra dükkana geçip yeni bir telefon hattı sözleşmesi imzaladım, pos cihazımızın güncelleme işlerini hallettim, siparişleri gözden geçirdik ustayla. Almak istediğimiz makineleri planladık birlikte, umuyorum ki atölyemizi genişleteceğiz.

Akşamüstü yine ayakkabılarıma geri döndüm, bu kez siyah zemin üzerine kırmızı kiraz çiçekleri boyuyorum, 10. yıl dönümü için-her şey yavaş yavaş tamama eriyor, hissediyorum...

3009

(19 EYLÜL SALI)

Henüz iş planını tam olarak kafamda oturtamadığım için biraz gerginim, aklıma takılan detaylar rahat vermiyor bugünlerde...
Bir günlük ara verip rutin ayakkabı boyama tempoma döndüm ve Almanya'ya gidecek bir siparişimi bitirdim.
Umarım daha güzel günler göreceğiz, Eylül'ün hep ayrı bir yeri vardır bende...

18 Eylül 2017 Pazartesi

3008

Haftanın ilk gününe hareketli başladım, yapmam gereken çok iş var bu aralar!
Kendime güzel bir kahvaltı hazırladım, öğlen evi toparlayıp evraklarımı yanıma alıp muhasebecimle görüşmeye gittim.
Önce her zamanki gibi sohbet ettik, laf lafı açınca zaman çabuk geçti, sorularım da vardı Kosgeb ile ilgili, derken bir iki saat kalmışım yanında.
Neyse ki biraz aklım rahatladı en azından bir parça daha yol almış olduk iş planı ile ilgili. Geriye kalan kısmı da umarım bu hafta içi bitirmiş olacağım.
Çıkışta yemek yemeye oturdum, hava deli sıcak-Eylül desen kimse inanmaz.
Eve dönüşüm akşamüstünü buldu, biraz mutfakta bir şeyler hazırladıktan sonra eşimi yemeğe beklemeye başladım...

17 Eylül 2017 Pazar

3007

Dünden sonra hafif tabi yorgun uyandık, ama fazla içmemiştik neyse ki.
Kahvaltıdan sonra malum ev işleri, mayışmaca derken gün nasıl geçti anlamadık.
Biraz tembel pazar günümüze bir film ve yeni bir dizi sığdırdık; Mr. Mercedes merak uyandırdı ilk 2 bölümüyle...

3006

(16 EYLÜL CUMARTESİ)

Sabah kahvaltıya misafirlerimiz var, erkenden pazar alışverişimizi hallediyoruz: incir, üzüm, kavun, son yaz meyveleri ve yeşilliklerin hepsini dolduruyoruz çantaya.

Masamız açılınca kocaman oluyorsa da biraz kullanışsız tarafı var, en sonunda optimum masa düzenini ayarlıyoruz. Keten runner örtüler üzerine sıraladığım pastel renkli tabak takımımla şık bir sofra kuruyorum. Rengarenk kahvaltı salatası, incirli cevizli üzümlü peynir tahtası, zeytin ağacı üzerinde sunulan zeytin çeşitleri ve hasır supla üzerinde tatlı seçeneklerimizle doyurmaya hazırız!

Ayvalık'tan getirdiğimiz bence dünyanın en leziz peynir ve zeytinleri, mis gibi zeytinyağı içinde servis edilen özel Armola, sanıyorum ki misafirlerimizin hayatlarında tatmadıkları lezzetler...
Sucuklu yumurtamızın yumurtaları bile Karaağaç köyünden taptaze ve çift sarılı, daha ne diyeyim.

Bazı detaylar dikkatimden kaçmıyor yine; her kasenin servis kaşığı olduğu halde insanlar neden çatallarını batırıp ortadan yemekte inat eder mesela? Ya da, herkesin önüne reçellikler konulduğu halde, masanın öbür ucundan ballar pekmezler ağza kadar taşınır mı bıçak üstünde? Gerçekten anlamak mümkün değil, ama demek ki işte görgü herkeste bol bulunan bir şey değil.

Benim çocuğum, bunları yapmamalı, yapanı uyarmalı, diye düşünüyorum. Rahatlık bu kadar ileri gitmemeli, bence. Artık tavrın değersiz olduğu bir çağda mı yaşıyoruz? Sanmıyorum ve öyle bile olsa ben bildiğim gibi devam ederim. Misafirlikte ayaklarını insan orta sehpaya dayayıp yatmaz bence, ben böyle biliyorum.

Fazla kafayı takmamak en iyisi, fazla görüşmemek de öyle. Akşama kadar dinlenip evi toparlıyoruz, akşam planımız var. Uzun zaman sonra gezmek için karşıya geçiyoruz, üstelik gece! Babylon açılış partisine gidelim dedik, arkadaşımla buluşup birlikte önce Bomonti sokak festivaline uğruyoruz. Stantlar genelde yemek içmek üzerinde ama birkaç küçük tasarım butiği de var, bir yandan müzik ve daha sonra film gösterimi olacakmış.

Burada çok vakit kaybetmeden Bomontiada'ya geçiyoruz; girişte sıra var ve etraf deli kalabalık. Bu kadar beklemiyordum nedense, ama hem ücretsiz hem de şehirdeki ilk büyük etkinlik sayılır, tatilden sonra. Biraz dışarıda takılıp insanlara bakınıyoruz önce, birer içki alıp içeri giriyoruz Korhan Futacı konseri için. Bu kez fazla doğaçlamaya girmeden ve baymadan eğlenceli bir konser veriyor kendisi, sağolsun.

Ardından Babazula, yedi deliler dokuz oturaklılar çıkıyorlar sahneye, kavuklu solist boynunda çift sazıyla, solda iri yarı udi, ud çalarken saçları püfür püfür adeta 80ler Bon Jovi edasıyla, arkada baterist hafiften oynak-dansözü atıp bunu almışlar yerine-, sağda davulcu; ona laf yok adam işinde gücünde.
Derken bunlar yörükler misali kona göçe seyirci arasında ilerleyerek çaldılar söylediler oynadılar oynattılar...

Bana çok iyi geldi, eve dönüş imkansız gibi olsa da sonrasında, trafik akıl almaz da olsa, her şeyi unutturdu bu gece!


3005

(15 EYLÜL CUMA)

Yarım gün mesai yaptığım haftanın son günü, öğleden sonra borçlarımızı ödemek için altın bozdurmaya gittik. Bu son borçtan da kurtulduktan sonra artık rahatlarız umarım.
Akşamüstü eşimin kuzeniyle buluşup memleketten gelen misafirleri görmeye evlerine gittik. Oğullarını üniversiteye kaydettirip yerleştirmek için gelmişler, çocuğun artık hayatında yeni bir dönem açılıyor. İstanbullu olmak- her şeye rağmen- bir ayrıcalık...
Akşam Amerikan aileleri gibi pizza söyledik, hala insanların kola fanta içmesi bana çok garip geliyor aslında. Kilolu olduğu halde Nutella yiyen insanlara anlam veremiyorum doğrusu.
Birlikte olduğumuz vakitlerde dikkatimi çekti; küçük yerden gelmek, illa ki bir şekilde kendini belli etmek demek. Görgüyü aileden ve yakın çevreden öğreniyoruz kesinlikle. Kendini rahat hissetmek ve samimiyet başka bir şey, tek başınaymış gibi davranmak başka...
Ben kendimi, kendi ailemi daha bir beğendim bu akşam.

15 Eylül 2017 Cuma

3004

(14 EYLÜL PERŞEMBE)

Sonunda kendimi daha rahat hissediyorum bugün... Konuştuk, içimi döktüm, anladı o da.
Tabi birkaç gündür çalışamıyorum doğru düzgün, bugün de açıkçası hiç içimden gelmedi işlere bakmak, ben de evi temizleyip yemek yaptım.
Hafta sonu da planlarımız var, ne yapalım artık haftaya hızlı olmak zorundayım. Bana bol şans!

13 Eylül 2017 Çarşamba

3003

Nispeten daha iyi uyandığım bir gün, arkadaşım bizde kalmıştı, güzel bir kahvaltı sofrası kurduk.
Kahvelerimizi içip sohbet ettikten sonra o ayrıldı, ben işlere başladım.
Evden çıkmayıp kafamı toplamaya çalıştım ve bir süredir ihmal ettiğim boyamalara geri döndüm.
Fena da gitmedi hani, tam randımanlı olmasa da çalıştım bugün.
Arada kedileri sevdim, kendime kahve koydum filan, mutlu olmayı denedim.
Akşam bir yurtdışı siparişimle ilgili-bu kez alıcı benim-panik yaşamam kötü oldu.
Akıbeti belirsiz bir siparişin takibini yapabilmek için yine teknolojiyle savaş verdik, bakalım galip çıkabilecek miyiz?!

3002

(12 EYLÜL SALI)

Dün gece ağlayarak uyuya kaldığım için sabaha baş ağrısı ve tıkanmış boğazla leş gibi uyandım.
Rüyamda kavga ettiğim ailemle uyandıktan sonra da içimden konuşmaya devam ettim, ara ara ağlamaya başlayarak.
Gün içinde halletmeye mecbur olduğum işlerimin peşinde koştum, yapılması gerekenleri yaptım robot gibi.
Ne yaparsam yapayım işlere kafamı veremedim ve aklımdan duyduğum ağır sözleri çıkaramadım.
Annemle bir arada geçirmek zorunda kaldığım saatlerde ağzımı bıçak açmadı çünkü açtığım anda ağlamaya başlayacağımı hissediyordum.
İçimde tuttum cevaplarımı,yapmayı düşündüğüm konuşmayı göze alamadım.
Akşama doğru eşimle buluşup yeni işe başlayacak arkadaşımızla görüşmek için dışarı çıktım, biraz da kafa dağıtmaya aslında...
Birlikte yeni mekanda oturup kredi ve iş mevzularını konuştuk, fazla geçe kalmadan eve döndük.
Arkadaşımız da kedisiyle uyumuş oldu bu gece, biz de birkaç bira içip rahatladık biraz olsun.
Her şey sanki yoluna girmeye başlıyor-sonunda!

11 Eylül 2017 Pazartesi

3001

Yutkunamadığım bir gün.
Sabah kahvaltımı ederken annem uğrayıp birşeyler konuşmak istediğini söyledi. Anlamıştım gergin olduğunu, merakla dinledim.
Üzüldüm, utandım, onu rahatlatmaya çalıştım, bir yandan kendimi sorguladım, arada kaldım...
Genel olarak ona hak verdim ama biraz da fazla yanlış anlamaya, kötü düşünmeye meyilli olduğunu hissettim, söyleyecek fazla bir şey bulamadım.
Bundan sonra nasıl olacak diye düşünmekten kendimi alamadım bütün gün, işlere hiç konsantre olamadım, önümüzdeki günler için endişelendim durdum...
Eşim eve geldiğinde konuşmayı bekledim ama gelince de konuya giremedim, böyle şeyler nasıl söylenir ki? 
Konuşmadan da duramayacak gibiyim, konuştuklarımın onu inciteceğini bilmek de beni geriyor içten içe. Ama rahatsızım böyle de.
Akşamüstü bankaya gidip kredi mevzusunu konuşup bilgi aldık, bu zaten beni ayrıca korkutan bir konu-başkasının borcuna girmek fazlasıyla ürkütücü, kaybettiğimize üzülürken daha beter olmayalım.
Çok kötü hissediyorum kendimi, kaybetmiş gibi bir şeyleri, sevdiğim bir şeyleri...

3000

(10 EYLÜL PAZAR)

Tatilin resmen son günü.
Kedilerimiz döndüğümüz için çok ama çok mutlular, yalnız Diego stresli gibi, arka odada tek başına yatıyor ve hepimize kıhlıyor. Umarım fazla uzamaz bizde kalışı ve kendine gelir en kısa zamanda...
Kızımızın kusmuğundan kurt çıktı bu arada, ciddi birşey olmamasını umuyoruz, iç parazittir diye düşünüyoruz ama biraz aklımıza takıldı tabi.
İşlere başlamadan önce yapmak istediklerim var evde; manikür pedikür ve bakım günü bugün.
Mutfakta bitmeyen işler de var hala; kiler düzenleyip bozulan bayatlamış ne varsa attık, yenilerine yer açtık. Hafta içinde bizi idare edecek sağlıklı atıştırmalıklar pişirdim; humus ve şekersiz fındık kreması yaptım.
Akşam korkularımla yüzleşip bilgisayar başına geçtim, maillerime baktım.
Hayatımız normal rutinine giriyor yeniden, umarım bu ay bize güzellikler getirir!

2999

(09 EYLÜL CUMARTESİ)

Hayır hayır- tatil bitmedi! Bitmemeli, evde mutfak işlerini yapmak da tatilin bir parçası...
Bugünü aldıklarımızı yerleştirmeye ayırıyorum; adaçayı ve karabiberi yıkayıp kurumaya seriyorum önce,Karaağaç pazarından getirdiğimiz kabak ve fasulyeden yemek koyuyorum ocağa. Yanına değişiklik olsun diye, sağlıklı beslenme niyetine-siyah pirinçten pilav yapıyorum. Hiç de fena değil tadı, biraz daha diri kalmış o kadar.
Mutfakta geçen günün akşamında en sevdiğim kült filmlerimden biri olan Rosemary'nin Bebeği'nin dizi versiyonunu izlemeye karar veriyoruz. 2 bölümlük bir mini dizi, orjinalin yeniden çevrimi. Fransa'da geçiyor ve genel konu aynı kalsa da detaylar farklılaşıyor. Aslını geçemiyor bence, yine de seyretmek hoşuma gidiyor.

2998

(08 EYLÜL CUMA)

Pazar alışverişini yapacağız dönüş yoluna çıkmadan önce, kahvaltıdan sonra hemen Karaağaç pazarına gittik. Burhaniye kadar büyük olmayan bir köy pazarı burası, her şey taptaze...
Mis gibi incirler, yeşil saplı kara üzümler, tazecik cevizler, kabuklu bademler, küçücük kabaklar seçiyoruz. Son durak peynirci, tadarken doyuyoruz sepet peynirleri, kekikli peynirler ve keçi peynirini...
Ellerimiz kollarımız dolu, alnımız terli ve arabamız tepeleme ayrılıyoruz pazardan. Bahçeden lavanta yolup adaçayı topluyoruz son olarak. Hazırlıkları hızla tamamlayıp yola çıkıyoruz, dönüş yolu hep daha can sıkıcıdır ve daha uzun sürer ya nedense...
Birkaç saat sonra köftecide mola verip feribota biniyoruz. İstanbul'da trafiğe kalmazsak olmaz-elbette Maltepe civarında trafiğe giriyoruz ki şehre döndüğümüzü anlayalım.
Yorgun argın eve vardığımızda kedilerimize bakan arkadaşımız bizi karşılıyor, kendimi banyoya atıyorum. Bir başka arkadaşımız kedisini getirip bize bırakıyor, bizimkilerle dalaşırsa diye endişeliyim. Arka odaya Diego'yu kapatıp uykuya dalıyorum, çok yorgunum.

2997

(07 EYLÜL PERŞEMBE)

Denize sabahtan girmek lazım bu havalarda, imbat öğleden sonra çalkantıya başlıyor. Köpüklenip dalgalanınca tadı kalmıyor denizin. Sabahın erken vakitlerinde hep buranın yaşlıları oluyor yüzen, zaten Artur bayramdan sonra boşalmış gibi...
Eylül'e girdiğimizden beri hava gündüz sıcak olsa da, denizden çıkınca gölgede üşütüyor, akşamları serin oluyor.
Akşamüstü zeytinyağlarımızı almaya gidiyoruz, önceden bagaja yerleştirmek için.
Mangal da yakılınca, tüm Artur ritüelleri gerçekleşmiş oluyor...

2996

(06 EYLÜL ÇARŞAMBA)

Artur'da havayı güzelleşmiş buluyoruz, deniz ılık, rahatça yüzüyoruz sabah.
Suyun tadını çıkarabildiğimize seviniyorum, ilk iskeleden üçüncüye yüzmenin keyfine varıyoruz...
Öğleden sonra imbat çıkınca deniz dalgalanıp su bulanıyor. Akşamüstü eve dönüp yemekten sonra yine kedileri besliyoruz. Kışı çıkarabilecekler mi, diye endişeleniyorum.
Fenere yürüyüş yaparken karşımıza çıkan karabiber ağaçlarını yolduk, kırmızı topçukları torbalara doldurduk...

2995

(05 EYLÜL SALI)

Sığacık'a veda günü, sokak kedilerini, küçük limanı ve sıcak denizi ardımızda bırakıyoruz...
İzmir'de bir arkadaşımız var, onun yanına uğramayı planlıyoruz. İzmir güzel memleket, fakat çok sıcak-Eylül'de bile.
Bir iki saat annesinin evine misafir oluyoruz, aylardır çözülemeyen borç-kredi mevzularını konuşmak için buradayız. Kendisinin ne kadar zor zamanlar geçirdiğini bilsem de, annesine bağırıp çağırması, aniden sinirlenmesi ve hiç bir lafa tahammül edememesi bizi sinirlendirdi.
İzmir'in trafiği meşhurmuş, sabah saatinde köprüden farkı yok diyebilirim. Çılgınca bir trafiğe takılıp bezdik akşamüstü.
Bir yerden sonra yapacak bir şey kalmayınca dışarı attık kendimizi, buranın Kadıköy'ü hatırlatan bir öğrenci mahallesinde oturup bira içiyoruz. Umarım sorunlar hallolur diyerek ayrılıyoruz onlardan akşama doğru.
Bizi Ayvalık'a götüren yol uzadıkça uzuyor, sonunda Artur'a varınca rahatlıyoruz...

5 Eylül 2017 Salı

2994

(04 EYLÜL PAZARTESİ)

Sendromsuz pazartesiye Sığacık'tan merhaba! Buralar çok güzel cidden, ama gelen turist kitlesi biraz değişse daha iyi olacak.
Bu defa biraz daha ileri gidip boş ve sakin bir plaj buluyoruz kendimize, üstelik bedava. Sabah bomboş neredeyse, akşamüstü dolsa da zaten sık değil şemsiyeler.
Deniz hafif çalkantılı ama güzel yine, tadını çıkarıyoruz yüzmenin... Eylül güneşi yakmaz sanıp kanıyoruz, odaya dönünce bir de bakıyoruz ki ıstakoz gibi kızarmışız!

Öğlen mısırcı geçiyor, birer tane alıyoruz. Bu arada bulduğumuz bir kitaptan okuyoruz; Teos zamanında çok önemli bir antik kentmiş, elverişli limanıyla İonya merkeziymiş. Baş tanrıları olan Dionysos'a tapan halkın koruduğu, kutsal saydığı sanatçılar topuluğu varmış-büyüleyici...
Akşamüstü erken kalkıp dönüşte bir mandıraya uğradık ve buraya özgü armola peyniri ile sert izmir tulumu aldık. 2 teneke de zeytinyağı attık arabaya.

Otelin civarında o kadar çok kedi var ki, yarısı da yavru, onları beslemeye hem kuru hem yaş mama aldık, hepsi koşturup deli oldular etrafımızda!
Keşke yerel halk biraz daha çaba sarf etse, belediyeler de kısırlaştırsa ve ilaç bıraksa, her şeyden önce sokak hayvanlarının da yaşam hakkı olduğu bir anlaşılsa...

Akşam yemeği için kararsızız, Nena'ya bir şans verelim diyoruz, görünüşü güzel ama içi boş bir mekan çıkıyor. Menü kısıtlı, yine de tereyağında karides ve kalamar tava ile sardalya söylüyoruz. Yeşil salata niyetine önümüze gelen tabak küçük ve yetersiz, Gordios beyaz şarap tatlımsı ama hoşuma gitti.

Dönüşte odada korku filmi izlemeye hevesleniyoruz, sonuç yine hüsran yine aptalca. Olsun-keyfimiz yerinde!

2993

(03 EYLÜL PAZAR)

Bugün Sığacık pazarını gezmeyi planlıyoruz, hemen kale içinde kurulan sevimli bir lokal pazar. Bayrama da denk gelince baklava börek dolu tüm tezgahlar, reçeller çeşit çeşit... Memleketim insanının şişmanlığına şaşırmamak gerek, her şey şekerli hamurlu!
Bir köylü kadından kuru domates, bir diğerinden kapari alıyoruz. Asıl istediğim gerçek karadut duyu içmekti, onu da fazlasıyla modern bir tezgahta bulup seviniyorum. Karizmatik bir amca, cam sebiller içinde buzlu limonata, leker ilavesiz karadut suyu, mürver şerbeti ve koruk suyu sergiliyor.
Bir bardak dolduruyorum karadutta, tam aradığım tat-nefis!
Dar taş sokaklardan üçer beşer kere geçtikten sonra biraz da yaprak sarma alıyoruz öğlen deniz kenarında yemek için, bir kutu da tazecik incir.

Öğle vakti nereden denize girsek diye dolanıp duruyoruz, biraz sıkıntılı buranın sahilleri zira her biri ya bir site ya bir otel tarafından kapatılmış. Halk plajı bir Akkum kalmış, o da bayramda deli kalabalık. Özcan kamping diye bir yere oturuyoruz sonunda, aslında izmaritli küçük taşlı plajını çok da sevmesek de, şemsiyeler için ayrı, şezlonglara ayrı fiyat talep etse de-fazla seçeneğimiz yok gibi.

Gün boyu ufak ve alçak hasır şemsiyeler altında kumda yatıp kitabımı okurken, bir yandan istemeden kulak misafiri olduğum konuşmalardan halkımızın kalitesizliğini bir kez daha idrak ediyorum. Birbirine gerizekalı diye hitap eden baba-kız, haşemalı annelerin oturdukları yerden bağırarak idare etmeye çalıştıkları haylaz veletler, egosantrik erkek figürleri...
Bu halde oluşumuza şaşmamalı. Neyse ki, deniz güzel, su ılık ve temiz. Kitabımda Huvatla Atiye didişip dururken Dirmit kızı cinler tuttu-çok eğleniyorum!

Akşamüstü biraz çalışıp siparişleri kontrol ediyorum ve müşterilere cevap yazıyorum. Bu akşam yemeği için rezervasyonumuz yoktu, biz de LaVie Restoran'ı deniyoruz. Menüde pek bir şey olmayan, sorduğum midye tava, kalamar ızgara ve ahtapot kalmamış olan, bahçesi sevimli bir mekan. Ne bulduysak onu yiyoruz haliyle; midye dolma, barbun, mezgit, salata ve özel patlıcan mezelerinden geliyor sofraya. pek övülen patlıcan mezesi, pane patlıcan üzerine yoğurt sosundan ibaret.

Etrafımızda koşturan yavru tekir en şirin detayı akşamın, onu beslemek için masadan kalkıp mama almaya gidiyor eşim. Yaş mamaya bayılan ufaklık silip süpürüyor!
Çıkışta dondurma alıyoruz, sanırım buranın en güzeli Zeyno dondurmaları. Sakızlı frambuazlı nefis.

Yine kedici amcaya uğruyoruz dönüşte, gözleri açılmayan yavru kediye damlatmış getirdiğimiz damlayı-en azından ilgilenen biri var diye seviniyorum ve bütün kedilerin mutlu olmasını diliyorum!



3 Eylül 2017 Pazar

2992

(02 EYLÜL CUMARTESİ)

Odamız aşırı büyük, sanırım kaldığımız en geniş oda bu. Clementin Suits; adı gibi şirin dekorasyonlu, mavi beyaz ferah bir atmosfere sahip. Bahçesinde oturmak, birer kahve içmek keyifli. Yalnız nasıl anlatsam bilemiyorum, internette yansıttığı imajdan biraz farklı bir işletme anlayışı var. Daha Avrupai ve profesyonel bekliyordum, biraz daha alaturka buldum. Müşteri kitlesi de yerli turist, haliyle Kaş'la kıyaslanmaz. Yine de buralarda bulunabilecek az sayıda iyi seçeneklerden biri sanıyorum.
Kahvaltı tatmin edici; peynir çeşitleri bol ve lezzetli, reçeller ev yapımı değişik değişik...
Bir tek ekmek çeşidi olmasını az buldum, beyaz undan kaçış yok küçük yerlerde ne yazık ki. Erik reçelini beğendim.
Denize girmek için yakında bir halk plajı olsa da, bayram kalabalığında tavsiye etmediler. onun yerine yakınlardaki bir sitenin plajına gittik; sabah bomboştu. Kayalıklardaki şezlonglardan ikisine yayıldık, su serin ama Artur'dan daha ılıktı. Giriş biraz taşlık ve yosunlu da olsa güzel bir denizdi, tadını çıkardık.
Akşamüstü arkamıza doluşan site sakini teyzelerin laf atmalarına maruz kalınca keyfimiz kaçtı; yabancılara yasakmış. Oysa ki onların yerini işgal etmiyorduk ve yeterince boş şezlong da vardı. Sinir olup kalktık mecburen, otele erken dönmemek için de yol üzerinde Teos antik kentini gezmeye karar verdik.
Buralarda demek 5000 yıl önce yaşayan insanlar varmış, diye düşünmek çok eşsiz bir duygu... Liman inşa etmişler, meclis binaları ve tiyatroları varmış-epey medeniler yani!
Başımızda çatır çatır yanan güneşten bayılacak gibi olduk yürürken, ama Dionysos tapınağı kalıntılarını görmek heyecan vericiydi.
Odada hızlıca hazırlandıktan sonra yemek için dışarı çıktık; bu akşam masamız Milos Restoran'da.
Burası Kaş mekanlarını anımsatan daha sevimli bir yer, menüde enteresan lezzetler var.
Bir şişe beyaz şarap açtırıp, meze dolabından haydari, kuru domatesli cevizli ezme ve fesleğenli mezgit seçiyoruz.
Asıl gönlümüzü çelen ara sıcaklar oluyor elbette; beğendili karides ve acı kalamar muhteşem.
Taptaze ve nefisler gerçekten, memnun ayrılıyoruz.
Odaya dönerken liman etrafında dünkü yavruları ararken, onlara bakan bir amcayla tanışıyoruz. Gözleri açılmayan bir başka yavruyu getiriyor bize, damlasını damlatıp biraz konuşuyoruz. En azından ilgilenen biri olduğunu görmek umut veriyor bana, içim biraz rahatlıyor.

2991

(01 EYLÜL CUMA)

Bayram sabahı kahvaltımızı neşeyle yaptık, tebrik telefonlarımızı açtık.
Sabah kahvemizi de incirin altında içtikten sonra yola çıktık; istikamet İzmir.
Beklediğimizden biraz daha uzun sürse de; yolda neden Ege'nin zamanında kan can pahasına savunulduğunu idrak ettim: buralar bırakılır mı? O kadar güzel ki!
Beğene beğene İzmir'i dolaşıp Seferihisar'a vardık. Küçük sevimli bir yer burası; Urla'yı hatırlatan.
Sığacık ise sahilde balıkçı köyü; dar Roma tipi taş sokaklarında karşılıklı sıralanmış cafe ve restoranlarla dolu...
Rengarenk, sempatik ve tuhaf dekorasyonlu dükkanlar bunlar; hem köy havasında hem de değişik.
Etrafa bakına bakına geziyoruz biraz, öğlen yemeğini pas geçtiğimiz için çok acıkmış vaziyette ilk akşam için rezervasyon yaptığımız restorana oturuyoruz.
Liman Restoran, buranın belli ki en eskisi, tam limanda, oturaklı bir balık lokantası. Fazla süslü püslü değil, pek bir özelliği yok, ama olması gerektiği gibi her şey.
Bir ufak rakı açtırıp köz patlıcan, roka salatası, yaprak sarma ve levrek marin seçiyoruz meze dolabından.
Ardından kalamar dolma, ahtapot ızgara ve barbun geliyor-açız demiştim!
Hepsi gayet lezzetli, ama en tatlısı da sürekli beslediğimiz yavru kediler.
Bir tane siyah olanın tek gözünün kötü olduğunu görünce üzülüyorum, boynundaki yarasına içim takılıyor. Yarın mutlaka, bir göz damlası bir merhem alıp gelelim diyorum, içim rahat etmiyor.
Meydanda küçük bir bayram panayırı var gibi; çoluk çocuk oynuyor, çarpışan arabaları izliyoruz biraz gülerek.
Odamıza döndüğümüzde yanımızda getirdiğimiz filmi izleyemeyecek kadar yorgunuz, ama bu dünyanın en mutlu yorgunluğu!...

2990

(31 AĞUSTOS PERŞEMBE)

Yaz tatilimizi epeyce üşüyerek geçirdiğimizi fark ettim-gündüz denizde üşüyoruz, denizden çıkınca gölgede yatarsak üşüyoruz, gece zaten donuyoruz.
Bu günü Güvercin'e ayırdık; artık alıştık nasıl olsa soğuk suya!
Bayram tatilinde herkes gelmiş galiba, Artur'u bu kadar dolu hatırlamıyorum hiç.
Sahilin tadını çıkarıp, kitap ve dergi okumaya bayılıyorum. Normalde pek fırsat olmuyor böyle boş kaldığım zamanlara...
Yanımda iki kitap getirmiştim; biri eşimin ısrarlı tavsiyeleri ile Latife Tekin'den Sevgili Arsız Ölüm
Şimdiye dek okumamakla ne cahil kalmışım meğer-çok acayip kendine özgü bir dil kurmuş, kafası da şüphesiz tuhaf çalışan bir kadın olmalı!
Huvatlı Dirmitli abuk subuk isimlerde insanların, aslında sıradan gündelik hayatlarını, kahramanlarını su tulumbası ve yede biten yabani otlarla konuşturarak hafif gerçeküstücü üslupla, epeyce komik anlatan bir roman...
Akşamüstü saçlarım kurusun diye biraz erken eve çıkalım diyoruz ve çıkmadan önce dondurmacıya uğruyoruz. Karadutlu sakızlı favori ikilim, tam Egeli!
Yemekten sonra fenere yürüyüşe çıkıyoruz, tıpkı eski günlerdeki gibi...
Deniz feneri Gemiyatağı koyunun en ucunda, rüzgarın insanı uçuracak kadar sert estiği bir noktada dikilir, yanıp sönen ışığı kapkaranlık yolun sonunda ürpertir bakanı.
Bu kez ilk defa olarak fenere giden yolda ışıklar, park etmiş arabalar ve insanlarla dolu evler görünce çok şaşırdım. Gotik havasından kaybettirdi biraz ama olsun - yine de fenere yürümek bir ritüel.
Birkaç sene evvel buraya geldiğimde, şimdi eşim olan o zamanki sevgilimi düşünerek hayaller kurmuştum...
Bu gece gerçek oldu işte, şükürler olsun.

2989

(30 AĞUSTOS ÇARŞAMBA)

Sabaha korna sesleriyle uyanıyoruz; arabalarını bayraklarıyla donatan Arturlular, zafer bayramını tur atarak kutluyorlar.
Kahvaltımızı ettikten sonra denize inmek için hazırlanıyoruz, bu kez Tilki Koyu'nu deneyeceğiz. Eskiden, çok eskiden ben çocukken buraya teknemizle gelir denize girerdik. Taşlık ufak bir koydu, tamamen bakirdi. Yanımıza buz dolabında yiyecek içecek alır, şemsiyemizle gelirdik-ne güzel günlerdi!
Şimdi tesis kurulmuş, şezlong ve şemsiyeler var, aslında fena da olmamış hani. Artık kalabalığa yetmiyor Güvercin plajı, hem burası konumu itibariyle biraz daha durgun ve ılık oluyor rüzgarlı günlerde.
Deniz suyu yine serin ama fazla üşütmüyor, çok da kalabalık değil, bugünümüz keyifli geçiyor.
Bir de midye dolma getiriyorlar biranın yanına akşamüstü, daha ne isterim?!
Akşam yemekten sonra saçlarım henüz tam kurumamışken, sinemaya gidelim diye evden çıkıyoruz. Bu aslında pek mantıklı bir karar sayılmaz çünkü hava bayağı soğuk. Sonbahar gelmiş buralara...
Bir Hint filmi oynuyor bu akşam; aslında bize film bahane, açık hava sinemasında yıldız seyretmek şahane!
Film de gayet iyi çıkıyor üstelik; Lion, 5 yaşında kaybolan Hintli bir çocuğun Avustralyalı bir aile tarafından evlat edinilme hikayesi...
 Bir tık duygusallığı uzatsa da, izlenmeye değer bir filmdi. Çocuğun oyunculuğu acayip, hikaye zaten gerçek olduğu kadar etkileyici...
 Filmde üşüme rekoru kırdık yalnız; eve yürürken dizlerim kasılmış, her yanım tutulmuş ve burnum tıkanmıştı.
Hemen battaniyeye sarılıp uykuya daldık...