30 Eylül 2015 Çarşamba

2290

Ekim ayında İstanbul'da yapacak öyle çok şey var ki!
Biraz hafif çalışmayı hak ediyorum bence. Hem tatil dönüşü ilk hafta iş yükünü zaten bünye kaldırmaz değil mi?
Bugün de böyle bir havada geçti...

Kadıköy'den almam gereken danteller ve kurdeleleri bahane ederek kendime alışverişli sinemalı bir akşamüstü için vakit yarattım.
Çünkü o mat beyaz ojeyle tüvit jileyi almam lazımdı.
Bu aralar en sık gittiğim mağazada, 70lerin floral baskılarını görünce dayanamayıp bir de çiçekli elbise almam kaçınılmazdı.
Acıkınca kendime kaşarlı döner dürüm ısmarlamayıp ne yapacaktım söyler misiniz?
Ya o filme girmeseydim-aklımda mı kalsaydı?!

Korkutmaktan ziyade güldürmeyi amaçlayan, epeyce deneysel ama bir şekilde hoş bir filmdi The Visit.
Anneanne ve dedemizden ürkmemize sebep olan filmdeki bazı sahnelere epey güldüm. Sabriyeciğim aklıma geldi; gece yarısı duvarları tırmalamıyor ama kendi kendine sürekli konuşuyor.
 
Bu velet inanılmaz tatlıydı! Korktuğu halde oyun oynarken masadan kalkmayışı, rap yapışları acayip doğal bir mizah katmış filme.
 
Ninenin torunu temizlesin diye fırının içine kapattığı sahnede yemin ediyorum gerildim. Hansel ile Gretel geldi aklıma...
 
Zeki bir senaryosu olan ama korkutmayan bir filmdi, çıkışta Kadıköy iyice soğumuştu, atkımı içime sokup otobüse koştum.

29 Eylül 2015 Salı

2289

Ben sizler gibi değilim, hiç de olmadım.
Benim ayaklarım yere basmadı bir türlü, hercailiğimden değil.
Kredi kartı ekstreleri ve mevduat hesapları yeni yeni girdi hayatıma, bilmezdim.
Arabam var kullanmıyorum, sadece bazen rüzgara saçlarımı bırakacağım ay çiçekli uzun yollar hayal ediyorum...
Telefonumda yol durumu aplikasyonu yok, trafikte kaçış güzergahları bilmem.
Gazeteleri kağıttan okuyorum hala.
Ben hiç işe girmedim, dolayısıyla hiç işten çıkmadım.
Kıdem tazminatından bihaberim, kurumsal hayatım 1 aylık stajımdan ibaret.
Staj yaptığım firmanın Güneşli'deki yerleşkesine her sabah 5:30da uyanıp gitmek zorunda kalmaktan nefret ettiğim için, okulu 1-2 sene uzattım.
Ben okula girdiğim sene bir gün kafama estiler, okulu bıraktım.
Sizler gibi değilim dedim ya; tuhaf ve anlaşılmaz biriyim.
Dışarıda yürürken çoğunlukla yere bakarım, insanların arasında çok farklı olduğumu hissederim genelde ve onlardan kaçarım.
Mümkün olsa, hiç bir insanla konuşmadan yaşamayı tercih ederdim-mesela ıssız bir adaya düşmeyi isterdim lisedeyken.
Kendimi bildim bileli hayalperesttim; bazen düşünerek saatler, günler geçirebilirim.
Susanların yanında daha rahat ederim konuşanlardan.
Çalıştığım şirket beni sık sık yurtdışına gönderseydi mesela, belki bir seferinde geri dönmeyebilirdim.
Kafayı kırıp orada kalır, kayıplara karışır ve telefonumu kapatabilirdim.
Ben ölümden hiç korkmadım, arada düşlerim.
Hayat üzerime çok gelirse kestirip atmayı seçebilirim-bir gece kendimi köprüden atma özgürlüğümü hep elimde tutmak isterim.
Benim hiç spor salonu üyeliğim olmadı.
30 yaşıma yaklaştım, hala gündelik hayat denilen rutine ayak uyduramıyorum.
Dünyanın uzaylılarca işgal edilmesini hevesle bekliyorum!
Kariyer sahibi değilim, olmayı hedeflemiyorum.
Amatör ve keyfi çalışmayı tercih ediyorum, bir gelecek planım yok.
Tıkandığımı hissettiğim yerde her şeyi bırakıp gidebilmeliyim.
Dedim ya; ben sizler gibi değilim, hiç olmadım.

28 Eylül 2015 Pazartesi

2288

İlk iş günü; bayram öncesi ertelenmiş ve birikmişleri halletmekle başladı. Devlet dairesinde işin varsa o günü güzelleştirmek için kendine minik bir ödül vermen gerekebiliyor sonrasında-ben de Kadıköy Nüfus Müdürlüğü'nün öğle tatilinde plansız bir Moda gezintisi yaptım. Poğaça ile ay çöreği alıp çay bahçesine oturdum, yağmur sıkıntısını attım. Oradan oraya yürümekle geçen pazartesinin eve dönüşünde henüz tatil yorgunluğunu üzerimden atamadığımdan olacak, uyuya kaldım. Mis gibi mısır kokusu uyandırdı beni, tuzlayıp hapur hupur giriştim-hayatımda yediğim en tatlı süt mısırdı!
GDOsuz mu acaba? Yamuk yumuk ve şeker gibi, Gelibolu tarafında yoldan aldığımız mısırlardan biri gitti...

2287

(27 EYLÜL PAZAR)

Bitkin vaziyette uyandık, uyandığımıza emin olamayarak.
Ayılmak için menemen yapmaya giriştik-Domatesle biber ne için aldık sanıyordunuz?

Pazar filmi olarak bir süredir ertelediğimiz İnterstellar'ı seçtik ve seçimimizden memnun kaldık.
Uzun bir rüya gibi; maceralı hatta ürkütücü, ama tuhaflığın gizemiyle çekici, uyanmak istemeyeceğim bir rüya...
 
 
 
Uzay-zamanın göreceliliği, yer çekiminin boyutlar arası oluşu, kara deliklerin içinde cisimleşen paralel evrenler arasında kaybolduk...

2286

(26 EYLÜL CUMARTESİ)

Bugün dönüş yolundayız!
Trafikten fena tırsıyoruz-gözümüz kulağımız yol durumu haberlerinde.
10 feribotunun kuyruğunda 7 seferini kaçıranların beklediğini görünce, buna binmenin kısmet olmayacağını fark ediyoruz.
Olsun! Biz de limandaki kahvenin rengarenk sandalyelerinden birer tane çeker, çay kahve söyler, kurabiye paketimizi açarız.
Hatta kızlar-erkekler tabu oynar ve 2 saatin nasıl geçtiğini anlamayız.
Gemiyle giderken denize gölgesi düşermiş insanın, bilir misiniz?

Yollar uzadıkça uzuyor, bitmek bilmiyor dönüşte de.
Neyse ki yol kenarından alınanlar neşe veriyor insana; 2 kilo Çanakkale domatesi, 1 kilo sivri biber, 5 koçan mısır, bal gibi küçük bir kavun, 1 kilo kabuklu çiğ badem, ekmek, peynir helvası...

2285

(25 EYLÜL CUMA)

Bayramda kalabalıklaşan adayı çok sevemedim, gerçi yine de kalabalık sayılmaz.
İmroz'un dokusunu beğenmekle beraber hiçbirimiz insanına çok ısınamadık; çünkü buralı değiller.
70lerde doğudan getirilip ait olmadıkları bir yere yerleştirilmiş kopuk, ruhsuz insanlar... Sokağının taşına, evinin kapısı önündeki su küpüne sahip çıkamamışlar. Buranın tek eksiği adanın asıl sakinleri, Rum sahipleri...

Son günümüzde havayı güneşli görünce denize girelim istiyoruz, limana yakın tertemiz bir koy var. Şaşırtıcı berrak ve ılık suyun tadını çıkarıyoruz. Yüzdükten sonra köfte ekmek çok tatlı geliyor.
Son akşam yemeği mühimdir; ama her yer rezerve edilmiş masalarla dolu. 
Yukarı Kaleköy mevkinde en tepeye kurulmuş rüzgarlı Poseidon'a niyet edip daha güzel manzaraya kurulmuş üstelik rüzgardan korunan Yakamoz'a oturuyoruz.
Bir ara babalarından bahsediyor herkes; baba ne önemli çocuk için, diye düşünüyorum.
Bir gün çocuğum olursa, babası çok sevsin onu.

2284

(24 EYLÜL PERŞEMBE)

Bu sabah sağlam uyandım!
Kahvaltının ardından bayram telefonlarımı sıraya koydum.
Her tatilimizde bir çeşit kahvaltı rutini geliştiriyoruz ya-çok gülüyorum. Nereden başlayıp hangi peyniri alacağız, ekmeği nasıl kızartacağız ve hangi reçel lezzetli, 2. gün öğreniyoruz. Yumurta tabağını taşırken ve çayları tazelerken kendiliğinden iş bölümü geliştiriyoruz.
Vakit geçirdikçe kaldığımız yeri eleştirmeye başlıyoruz; haklıyız da-çok daha keyifli bir yer yaratılabilirdi. Her kafadan fikirler çıkıyor: kimi fayansları yeniliyor, hepimiz banyoya bir şekilde el atıyoruz zaten, kimi mutfak ve kahvaltı salonunu deniz manzarasını açacak şekilde geriye alıyor...
Neden bir türlü sahiplenip emek verilmiş bir yere rastlamıyoruz? Çoğunlukla ticari, vasat işletmelerle dolu ruhsuz bir hava hakim böyle yerlere.
Bugünü adanın koylarını dolaşmaya ayırdık; tuz gölü kenarında biraz duraklayıp dikenlere bakıyor, kemik topluyoruz. İnsan gözünün ancak insan yapımı olmayan manzaralarda dinlendiğini düşünüyorum.
Kite yapanların salaş yerinde birer bira içip, ayaklarımızı denize sokuyoruz. Su durgun ve ılık. Başka bir koyda ise rüzgarlı, burası sörf eğitim merkezi. Geniş alana yayılmış taş binalarda iyi görünen konaklama ve restoranları var.
Bir koydan diğerine giderken arabada kıvrıla kıvrıla tırmanmaktan midem bulanıyor biraz, İmroz adamı sarhoş eder!
Bu akşam Kale Otel'in limandaki restoranına oturuyoruz. Burası ilk gelişimizde kaldığımız yer; biraz daha klasik havada. Mezelerden barbunya, şakşuka, cevizli kabak, yoğurtlu kırmızı biber seçiyoruz. Her meyhanede ahtapot denemeye kararlıydık zaten, burası sarımsaklı yağ ile servis ediyor. Sanırım gördüğüm en iri barbunları sipariş veriyoruz.

Dost sohbetiyle aheste, kıvamında bir gece...

27 Eylül 2015 Pazar

2283

(23 EYLÜL ÇARŞAMBA)

İnatla açılmayan burnum az akmaya başladı, biraz daha halim yerine geldi bugün. Bu kez de dün geceden midem kötü! Geceki halime güldük epey, neler anlatmışım da haberim yok! İlacı kestim, gezmeme baktım.
Zeytinliköy ne sevimliymiş böyle! 60 yıl evvel buranın nasıl koktuğunu hissedebiliyorum. Kıvrıla kıvrıla yukarı tırmanan dar sokakların taşları taşıyor geçenlerin ayak izlerini...
Evlerin her birinin kendi karakteri olduğu kadar, birbiriyle uyumlu sakin bir hali de var. Burası ufak ama her şeyi olan bir Rum köyü imiş...
Sağlı sollu son yıllarda türemiş kahvelerin arasından en eskisine oturuyoruz; bu sahici Rum kahvesini çalıştıran yaşlı amca önce "Başlayalım mı?" diye sorup, şeker tercihlerimizi öğrendikten sonra cevzeyi karıştırmaya koyuluyor. Masamıza kulpsuz seramik fincanlarda dibek kahvesi, ortaya bademli kurabiyeler getiriyor. 
Yediğim en nefis kurabiye olabilir bu-ağızda dağılan taptaze incecik bir tat... Burada bence çok uğraşılmış yeni nesil İstanbul cafelerinde olmayan bir estetik var-ruhu var bu kahvenin. Bazı dediklerimizi duymayan bu amcanın akrabalarını, komşularını adadan sürenlere lanet okuyorum içimden.
Bütün Rum köylerini gezerken, terk edilmiş toprağın kuruduğunu hissediyor, sahipsiz kalmış taş evlerin köhnediğini görüyorum. Onu seven birileri kalmayınca ölüyor her şey demek.

Neşelenmek için tatlı yemeye oturuyoruz; Hristo'nun muhallebileri tam anneanne işi. Sakız adasından getirilen sakızla hazırlanan muhallebiyi kaşıklarken çocuklar kadar şeniz!

Tertemiz bir havayı soluduğumuzdan mıdır içimiz ferahlıyor yürüdükçe, buralarda yaşama hayalleri kuruyoruz. Adanın tek fena yanı musallat sinekleri. Zeytinyağı, sabunları, keçi peyniri, reçelleri ile balı güzel, oğlak tandırı meşhur. 
Öğlen yemeği elbette akşamüstüne kaydı, şu yokuşun köşesinde sevimli bir yer var: Cicirya ve vişinada neymiş, merak edip tadına bakıyoruz. Cicirya peynirli pizzavari bir kahvaltılık gibi, hoş ama hamuru fazla geliyor, vişinada da vişne şerbeti sayılır.

Yağmur bir bastırıp bir kesiyor, ada büyük olduğundan limanda sağanak varken otelin orası açık olabiliyor. Bugün epey fotoğraf çektik, akşamı oyun oynayarak havuz başında geçirelim diyoruz ve günün yorgunluğu üstüne çok eğleniyoruz. 

2282

(22 EYLÜL SALI)

Hemen iyileşemedim, gece defalarca uyandım.
Sabah minik balkonumuzdan manzaramız serin, bulutlu Gökçeada...
4 yıl evvel 2 günlüğüne uğramıştık oradan hatırlıyorum adayı biraz; tepelik coğrafyası, geniş zeytinlikleri, her yerden çıkan keçileri, temiz yüksek bir havası var...
Akşamları epey serin, gün boyu da yer yer yağışlı genel olarak kapalı bir havaya denk geldik-bari şemsiyemle hava atayım!
Arkadaşlarımız gelene kadar biraz dinlendik, akşamüstü birer sakızlı kahve söyledik.
İlk yemeğimiz için limandaki Eleni Meyhane'ye oturduk; meze dolabından deniz börülcesi, yoğurtlu cevizli kabak ve köz patlıcan seçtik. Aklımızda ahtapot ızgara var, kalamar dolmayı görünce hayır demedik elbette, biraz da balık pazarlığına girdik.
Tavandan kuru portakal limon dilimleri asılı bu turkuazlı meyhaneyi beğendik.
Hastalık beni güçten düşürmüş olacak ki; 3. dubleden sonra tatlıya geçemeden kötüleştim.
İşte böyle beklenmedik gecelerde sağlam bir sevgili çok işe yarıyor! En son bir ara arabanın camını açıp dışarı tükürdüğümü sanıyorken içeri tükürmüşüm, otele taşıdıktan sonra yatağa yatırıp benim fotoğrafımı da çekmişler-ama göstermem!

2281

(21 EYLÜL PAZARTESİ)

Yola çıkmadan önceki gece hasta olmayı başararak kendimi sinir ettim!
Bir süredir etrafımdaki herkes zaten grip sezonunu açmıştı, dayandım dayandım son gece vurdum.
Beni iyileştiren tek ilaç olan sıcak parasetamole ıhlamurlar ekledim, gargarayı içtim pastilleri yuttum, ertesi güne iyileşmeye ahdettim.

Normal şartlar altında 6 saati geçmeyecek yolculuk sabah 10 gibi evden çıkmamla başladı kabul edersek; yaklaşık 13 saat sürdü.
Pis tuvalet çeşitlemeleri, tipsiz insan tiplemeleri ve batan güneşe karşı gözleme arasıyla bu yolculuğu da atlattık.
Evden Ataşehir otogara, oradan Esenler'e, İstanbul'u zaten 12 ye doğru terk edebilmiştik ki Tekirdağ civarında birkaç mola vererek Gelibolu tarafına akşama doğru varabildik. Bayram arifesinde kaldırılan feribot seferi bize 2 saat daha attırınca gece yarısına doğru odaya girdiğimizde yatağa serildik.
Odanın tahminimden epeyce büyük ve gereksiz 2 yatakla dolu olduğunu, ama banyosunun hem ufak hem kullanışsız gözüktüğünü idrak edebildim ilk gece.
Yol boyu yanan boğazım ve tutulan bacaklarım uykuya teslim oldu...


20 Eylül 2015 Pazar

2280

Güneşte gevreyip kafeine doyduğumuz aheste bir pazar öğleden sonrası...
Sanki bir bahtsız halim var, insanların neşesine ortak olamıyorum bugünlerde.
Biraz kırgın hissediyorum, biraz da güçsüz, ama geçer yakında...

2279

(19 EYLÜL CUMARTESİ)

Rüyalarımın sokaklarında at binen o vahşi adam nerede?...

18 Eylül 2015 Cuma

2278

Koşturmacalı geçen bir "tatilden önce son iş günü" daha akşama vardı...

Şimdi biraz ayaklarımı uzatabilirim, yaklaşan yağmuru düşünerek ürperebilir, hatta rüzgarın uğultusunu duyabilirim.

Sahi-Beethoven'dan sonra müzik yapıldı mı?

17 Eylül 2015 Perşembe

2277

Gecikmeli Cevaplar

Bir gerginlik var üzerimde bugün; hormonlar mı acaba, sonbaharda yapmak istediğim çok şey olması ve yetişememe korkum mu, yoksa pazartesi çıkacağım tatile kadar bitirilmesi gereken acil işler mi, bilemedim...
Rahat vermeyen halledilememiş meseleler mi, diye düşündüm ve kendimi ara ara yerimden kalkmış birine cevap verirken buldum.
Çok geç kalmış bir kaç cevabım kaldığını fark ettim, bir iki kişiye verilecek.
Gülerek karşılarına çıkacak kadar gücüm var bugün.

16 Eylül 2015 Çarşamba

2276

Mavinin tonlarında, denim kumaşın tuşelerinde kaybolduğum, daracık kabinin terleten havasızlığında türlü kesimlerde pantolonları giyip çıkardığım sıkıntılı bir saatin sonunda kendime bir kot pantolon seçebildim! 
Kiminin ağı çok kısa, artık düşük bel istemiyorum, hepsi mi skinny yarabbim, kiminin bacakları dar, kalıbı bana uygun değil, hemen hepsinin beli bol, paçaları biraz kısa sanki, yahut fazla uzun, çok sıradan ya da aşırı yırtık pırtık, düğmesi kıro gibi, arka cep dikişleri çirkin-yüzlerce kot arasından hangisi benim?!
Ava çıkmış gibi yorgun, ama tatmin olmuş vaziyette eve döndüm: yarım günün ganimetleri bir kot pantolon, bir siyah ceket, bir siyah bot. 

15 Eylül 2015 Salı

2275

Ekim ajandam şimdiden film festivali, tiyatrolar ve konserlerle dolu!

14 Eylül 2015 Pazartesi

2274

Beklenen çanta ile küpeler dünyanın bir ucundan geldi sonunda!
Havanın serinlemesiyle birlikte sabahları egzersiz yapmaya başlayınca kendime geldim biraz...
Ceket mevsimi geldi, spor ayakkabılarımı giyebilir ve yokuş çıkabilirim artık!
Akşamüstü bir sürpriz telefon aldım Polonya'dan; sesini tanıyamadığıma şaşırdığım dünyanın en tatlı adamından!

2273

(13 EYLÜL PAZAR)

Uykumu almış mutlu uyandığım aydınlık sabahlarda efsane kahvaltı sofralarımızı çok seviyorum.
Ayvalık'tan peynirlerle, zeytinlerle, Karağaç pazarından aldığım pide ve yoldan aldığım sucukla geldim!

2272

(12 EYLÜL CUMARTESİ)

Evicimize hoşgeldik!

Gözüme yol ışıkları çarparak, horlama ve hapşurmalarla tam dalmışken hoplayarak, başım yana devrilerek ve dizlerim ön koltuğa çarpıp ezilerek uyandırıldığım gece yolculuğunun ardından yatağımda öğlene kadar dinleniyorum.

Öğleden sonra biraz kendimi insana çevirip, yarıya kadar çıkmış ojelerimi yeniliyor ve tuzlu suda keçeleşmiş saçlarımı tarıyorum.

Şehir bizi sırılsıklam karşılıyor: adeta erkek arkadaşım geçen hafta Klimt şemsiyemi hediye ettikten sonra "Umarım çok yapar bu sonbahar!" dedim diye coşturmuş.

Mini dereler arasından atlaya zıplaya sokaklardan geçiyor, maceralı bir yolculukla sinemaya gidiyoruz. Yaşlanmış Sherlock'un vicdan azabını izlemeye...


13 Eylül 2015 Pazar

2271

(11 EYLÜL CUMA)

Hava bozmadan önce son akşam; masa başında oturmuşuz, sardalya sofraya deniz kokusu getirmiş.
Erken kalkıp bütün gün denizde geçirmişim, parmaklarım buruşup nefesim kesilene kadar yüzmüşüm.
Ojelerim çıkmış belki ama tenimde hafif bir Güneş kızıllığı...

Gelirken mutluydum, döndüğüme de memnunum bu gece.

10 Eylül 2015 Perşembe

2270

Ayvalık sahiller bu tatlı tatlı kemiklerimi ısıtıp cildimi yakmayan yumuşak Güneş'i ve boş şemsiyeleriyle adeta bana "Eylül'de gel" diyor!
Fotoğraflar yamuk ve filtresiz, kıçımı kaldırmaya üşendiğimden şezlongta kitabın üzerinden çektim. ne var?
Karadutlu&sakızlı dondurmayı akıtmadan yalayarak selamlaşmak istemediğim komşularla köşe kapmaca oynadığım komik bir akşamüstü... Çok konuşup sorular soran 90lık komşu teyzenin hala ısrarla yüzmeye inmesine imrenmekle sinir olmak arasında, dipten iskeleye kadar yüzmek suretiyle kaçmayı başardım!

9 Eylül 2015 Çarşamba

2269

Serinledi bu sabah... Etraf sessizleşti, sahiller boşaldı.
 Özlediğim, hep özleyeceğim bu sakin sahillere karşı bir bank çekip oturdum, dergimi karıştırdım.
Zeytin kokulu bahçelerde kızaran nar bereketi, sararmış geçgin otlarda bir güz kokusu...
Hamur açmanın inceliklerini neşesi hiç solmayan anneannemden öğrendim.