31 Ekim 2014 Cuma

1955

(30 EKİM PERŞEMBE)

Yorgan altı hayalleri

Yaz ortasında hava kapansa, bir fırtına kopsa... Ben açık denizde bir gemide mahsur kalsam, bir türlü limana yanaşamasak... Yolcuların tümü yabancı olsa, kitaplıkta bir Agatha Cristie romanı bulsam...

30 Ekim 2014 Perşembe

1954

(29 EKİM ÇARŞAMBA)

Yazdan kalma bir günün analog hatıraları...

1953

(28 EKİM SALI)

Hiç bitmeyen mutluluk!

Bu son 6 ay aşırı güzeldi-hayat bir yaz günü gibi güneşli ve uzundu ve bazı akşamlar bana korku filmi krizi geliyordu...
Açıldıkça açılıyordu mavi önümüzde ve kimse yanımıza yaklaşamıyordu-mutluluk hem bulaşıcı hem de rahatsız edici olabilir...
Hayatı boş bırakınca nasıl da kendi ritmini buluveriyordu-bisiklete binerken uzayıp giden yollarda dinlediğin şarkıların hepsinde benden bir ses duyuluyordu...

27 Ekim 2014 Pazartesi

1952

Umutlu Muhasebe

Belki de o kadar zor olmayacak, ne dersin?
Bana sımsıkı sarılmışsın bütün fotoğraflarda...
Sayılı gün çabuk geçer ve kaldığımız yerden devam ederiz, olmaz mı?
Ayrı kaldığımız zamanı sileriz anılardan, yeni anılar biriktirdikçe...
Hem- başından beri zoru başarmıyor muyuz biz?
Baksana-geçmiş tümden aleyhimizdeyken başladık el ele tutuşmaya ve birlikte yola çıktık.
İkimiz de eski hayatımızdan pek çok insanı geride bırakmayı göze aldık...
Şimdiden sonra aslında daha kolay- elimizi bırakmasak yeter!

1951

(26 EKİM PAZAR)

Uyanır uyanmaz Leonard Cohen'in yeni albümünü koyduk ve kahve demledik.
Arkadaşların evinde kendi evimizdeki gibi huzurlu, rahattık.
Diğerlerinin kalkmasını beklerken biraz gazetelere baktık.
Ev sahibesinin hazırladığı eksiksiz kahvaltının tadını çıkardıktan sonra istemeye istemeye ayrıldık.

Anadolu Üniversitesi'nin sonbahar yapraklarıyla renklenmiş sessiz ve geniş bir kampüsünü gezip son birer kahve içtik.
Dönüş yolunda sanırım herkes biraz depresifti, ertesi gün işe gidecek olanlar özellikle.
Ben uykusuz ve yorgun ama geçirdiğimiz güzel günden çok memnundum.

Dönüş yolunda bir mola verip Adapazarı'nın meşhur köftecisine uğradık.
1 kilo köfteyle piyaz, yoğurt söyleyip tıklım tıklım dolu restoranın hızlı temposuna ayak uydurduk.
Karnımız tok, sırtımız pek eve vardığımızda akşam olmuştu.
Kanepede bir dizi seyredecek kadar ayık kalabildik, onu da ben pek anlayamadım.

1950

(25 EKİM CUMARTESİ)

Sabahın kör karanlığında, şakır şakır yağmura zorla uyandım.
Eskişehir'de arkadaşları ziyarete gitmeye karar vermiştik bu haftasonu-ama bu havada sokağa çıkılır mı?!
Çıktık, kısa sürede yağmur kesti. Enteresan şekilde öğlen güneş açıp ısındı hatta.
Daha şehri terk edememiştik ki; araba arıza yaptı.
İstanbul'un öbür ucuna geri dönüp arabayı değiştirmek zorunda kaldık, yine de yılmadık!

Uzadıkça uzayan yolculuğun sonunda, erkek arkadaşımın en güzel üniversite yıllarının şehri Eskişehir vardı. Bizler için de biraz sohbet, hava değişimi...
Bir bastırıp bir dinen yağmurda arkadaşların şehrin dışındaki sakin, rahat evlerine vardığımızda öğlen olmuştu. Gecikiş kahvaltının ardından verandada kahvelerimizle oturmaya çekildik.

Çocukların mutlu, hayatın telaşsız ve komşuların çok yakın olduğu tatlı bir yer burası.
Kahveler bitince getirdiğimiz 1 kasa beyaz bira, keyifle içildi. Orta masada şişelerden yer kalmayınca acıkmaya fırsat kalmadan akşam yemeğine oturuldu. Öğrencilik, gençlik yılları anıları havada uçuşurken 3 şişe de şarap açıldı, bitti.
Gece yarısını geçtikten sonra artık ben epey yorulmuş, dinlediğim hikayeleri anlayacak halim kalmamış ve üşümekten tutulmuş halde, sigara dumanıyla ağırlaşmış verandadan kalkıp üst kattaki odamıza gittik. Sıcacık sarılıp uykuya dalarken hafif sarhoş ama yalansız sözler söylendi: "Benim için çok önemli bu insanların yanında kendini rahat hissetmiş olman... Sonuçta onlar benim çok eski arkadaşlarım ve hayatımda yerleri gerçekten büyük... Eski yaşantımı da biliyorlar, eğer seni rahatsız eden bir şeyler geçtiyse sohbet arsında... Eski arkadaşlarımın yanında keyif alman benim için çok önemliydi, geçen seferki gibi... Ben seni seviyorum..."


24 Ekim 2014 Cuma

1949

Gideceğin kesinleşti.
Telefonla konuşurken öyle kötü oldum ki; zor durdum kapatana kadar. Ağlamadım ama, kaskatı kaldım. İçim soğudu.
Gideceğini biliyorduk, bekliyorduk bir süredir, hazırlanıyorduk sanmıştım ama hazır değilmişim.

Doğum günümde burada olmayacağını, belki daha pek çok günde, konserde, festivalde birlikte olamayacağımızı idrak edince içim burkuldu. Bütün gün o burkuntuyla sersem dolaştım, akşama doğru yatağa attım kendimi. Öyle güçsüz, hasta hissediyordum ki!

Yemek yemedim, uyuya kaldım erkenden ve ertesi öğlene kadar uyudum. Unutmak için-iyi geldi.
Şimdiden soğumuş hissediyorum senden, biliyorum kızacaksın yarın bana.
"Hayatmı çok zorlaştıracak mısın?" diye sordun ilk konuştuğumuzda; demek beni hayatını zorlaştıran biri olarak görüyorsun. Kırıldım.
Halbuki sen gidişinden hiç etkilenmeyen, dönüşünde kaldığın yerden devam edebileceğin birini istiyorsun değil mi?
Sana sonsuz güvenecek ve konuşmadığınız birkaç gece olursa ayrıyken, bunu hiç sorun etmeyecek sakin birini...
Ben o değilim! Olmadığıma da memnunum açıkçası. Öyle biri yok çünkü-varsa da seni sevmiyor.

Keşke bunları anlayabilsen...
Keşke gittiğinde benle her fırsatta iletişime geçmeye çalışıp yanımda olduğunu hissetmek ve hissettirmek için çaba sarf etsen.
Keşke şimdiden beni ikna etsen; ayrı geçireceğimiz zamanın bizi ayırmayacağına.

Ben geçenlerde bir programda, komik bir türkücü kadının hayatını izledim.
Tesadüf denk geldim; yeni kaybettiği kocasıyla yaşadıklarını anlatıyordu.
İş sebebiyle adamın Avustralya'da geçirdiği birkaç haftalık sürede ona gönderdiği kartın arkasına yazdıklarını okudu. "Canım sevgilim, göz açıp kapayana kadar yanında olacağım. Burası dünyanın merak ettiği memleket, ama ben yokluğunda yalnızım." gibi şeyler yazmış...Yazının bunca umut aşılaması ne hoş! Hala 3-5 cümleyle bir sevgiye tutunmak, hayata tutunmak ne naif!

Biz de onlar gibi olabilecek miyiz sence?

1948

(23 EKİM PERŞEMBE)

Haberini alır almaz sana geldim.
Seni bırakıp gitmişler, evde yalnız kalmışsın.
Sevgili gelinin ve vefalı torunların pıllarını pırtlarını toplayıp evi terk etmişler.
Kalan tek oğlun da almış başını Amerika'ya gitmiş, 97 yaşındaki annesini düşünmeden.
Gündüzleri pislik götüren evde bir başına, odandan pek çıkmadan yataktaymışsın, akşama doğru alt komşu seni alıp kendi evine yemek yedikten sonra bunamış annesiyle karşılıklı yataklarda yatırırmış.
Yürüteçsiz yürüyemediğinden, çamaşırını makineye atıp düğmeyi çevirmen bile zor, komşu yardım etmese.
Aşağıda market yakın ama, apartmanda asansör olmayınca 5.kattan inip alışverişini taşıman imkansız. Alışverişe çıkarken ihtiyacını sormaya gelen komşuların ekmeğini suyunu bırakıyor ancak. Çorbanı yapacak kap bırakmamışlar giderken. Tek tük bardak, tabak...
Mutfak yağ içinde, kötü kokuyor. Yerler kırık dolu, sehpalar toz yuvası...
Gelen gidenin yok bizden başka, arada bir küçük torunun uğrayıp para istermiş. Sağolsun.

Haline çok üzüldüm, ilk defa seni yaşlanmış ve aciz gördüm, babaanne.
Babam hayatta olsaydı, hiçbiri bunlara cür'et edemezdi, biliyorsun sen de.
Şaşılacak bir vurdumduymazlık içinde öz oğlun, aklı almayacak bir zalimlik halinde gelinin, torunların. Ama şaşıracak halimiz kalmadı artık-senelerdir ölmeni çok isteyen onlar değil miydi zaten?

Defolup gitsinler boşver!
Zaman öyle acayip şey ki; yeterince uzun yaşayan herkes adaletini görür.
Ben de görürüm hepsinin sonlarını, yalnızlıklarını, muhtaç hallerini...
Şimdi ben yanındayım babaanne, bırakmam artık seni, son günlerinde.

22 Ekim 2014 Çarşamba

1947

Her şeyi bilen sevgilimle güneşli bir İstanbul turu: Kalenderhane CamiiŞehzade Camii, Süleymaniye külliyesi, Ali Baba'da kurufasulye, Atıf Efendi Kütüphanesi, Molla Gürani Camii, Vefa bozacısı, türbeler mezar taşları, sokaklar, kalabalıklar, köprüler, taşlar, bulutlar...


1946

(21 EKİM SALI)

Bir türlü başlayamayan günler vardır- oyalanıp bir şeye başlayamadan saatler geçirdiğim ve bir türlü evden çıkamadığım... Öyle bir gün başladı, akşamüstü çıkabildim.

Karşıya geçip aylardır duran film makarasını taba verdik, Galata yokuşlarında biraz gezindik, eğlenceli şeyler dükkanından bisikletli anahtarlık beğendik ve Ot Cafe'ye oturup birer kahve söyledik.

Dönüşte Üsküdar balık pazarına uğrayıp ayırttığımız tekirleri alırken bir tane de iri lüfer seçtik. Tam balık mevsimi!

Mutfak yine duman oldu, gözlerim yaşarıp kızardı ama mis gibi mısır ununda kızartılan altın renkli çıtır çıtır tekirle çocukluğumdan beri değişmeyen favorim lüferin yanına kırmızı soğanlı, mor lahanalı bir roka salatası her şeye değer!

Altunizade trafiğinde kalmaya bile.

20 Ekim 2014 Pazartesi

1945

Uyandığımda bitkindim, her tarafım dökülüyordu. yataktan kendimi zor attım tuvalete.

Öğlene kadar bir türlü ısınamadım, kazak üstüne hırkayla battaniyelere sarınıp yattım, birikmiş gazetelere baktım. Pek de okuyamadım, içim sıkıldı.

Dışarıda Güneş açtı öğleden sonra, hava iyice ısındı sanırım, ama evden çıkasım gelmedi. Tembellik yapmayı, çocukken hasta olup okula gitmediğim günlerin gizli sevincini özledim.

Mutfaktan tavuk suyuna şehriye çorbası kokusu, tv.de hep kaçırdığım çizgi filmler, arada uykuya daldıran terleten ateş düşürücüler ve rüyalarıma giren bir kitap...


1944

(19 EKİM PAZAR)

Kadın-erkek ilişkisinin ne kadar sarpa sarabileceği, nasıl hızla değişip baş aşağı yuvarlanırken hepten dallanıp budaklanabileceği, içinden çıkılmaz bir hapishaneye dönüşüp öldürebileceğini anlatan; biraz fazla uzamış, oyuncu, manyak bir film seyrettik bu akşam.
Hava soğuktu, ilk defa ellerim ve yüzüm üşüdü eve yürürken...

19 Ekim 2014 Pazar

1943

(18 EKİM CUMARTESİ)

Anne-Kız

Birkaç günlük gerginlik mi, yıllardır ortaklaşa sırtladığımız yük mü bilmem, bizi böyle hırçınlaştıran ve beni sana uzaklaştıran. Sanki en yumuşak karnımsın anne, sana sarılmaya korkar gibiyim. Yakınlaştığın an huzursuz oluyorum, neden bilmem ve sana karşı tahammülsüzüm. Belki hep böyledir anne-kız ilişkisi, belki bizim acı bir farkımız oldu 20 küsür yıldan beri diğer mutlu anne-kızlardan...

Herkesle tartışmaktan rahatsız olurum ama senle birkaç yılda bir kavga etmek beni en çok yıpratan. Herkese bağırırım ben, fevriyimdir zaten ama sana sesimi dün gece bu kadar yükseltmek beni utandırdı. Hatırlamak istemediğim bir gecenin sabahına dinlenememiş, sıkıntılı ve şiş gözlerle uyandım. Kimsenin yanında ağlamaktan hazzetmem ama, en yakınım olan senin yanında hemen hemen hiç ağlamadım ben.

Babam öldüğünde ben senin görebileceğin bir yerde hiç ağlamadım.

17 Ekim 2014 Cuma

1942

Bugünler biraz gel-gitli....

Biraz enerjim düşüktü bu sabah kahvaltıya gelirken, dün gece huzursuz uykuya dalmıştım. Uzadıkça tahammülü zorlaşan bu belirsizlik hali ve bekleme vaziyeti beni zaten son haftalarda germeye başlamıştı. Bugün de bir şey söyleyince sinirim bozuldu, yine eskisi gibi aynı teraneleri yaşamaktan korktuğum için patladım birden.

Sonrasında kendime gelemedim epeyce, keşke olmasaydı evet ama oluyor işte!

Yatakta koyun koyuna Kafka seyretmek tatlıydı, sonrasında karşılıklı oturup Morrissey dinlemek de öyle...

16 Ekim 2014 Perşembe

15 Ekim 2014 Çarşamba

1940

"İyi bir erkek arkadaş olmak için bak geldim, dedim kız arkadaşım bu caddeden aşağı iner, ben de buradan gideyim..." 

Sabah sabah ağzından bal damlayan seksi bir adamla karşılaştım, önce yeni gelen spor giyim ürünlerini denemeye gittik, biraz alışveriş yapıp fazlasıyla terleyerek çıktık ve birer kahve aldık.

Güne başlamak için harika bir sabah yürüyüşü oldu!


1939

(14 EKİM SALI)
Visit my facebook page to take a closer look. 
You can order customized shoes at my shop. :)

Yakından bakmak için facebook sayfamı ziyaret edebilir, kişiselleştirilmiş ayakkabılar sipariş vermek için ZETTARZIMON , EMEKSENSİN veya SOPSY dükkanlarıma uğrayabilirsiniz. :)

14 Ekim 2014 Salı

1938

(13 EKİM PAZARTESİ)

Evde sessiz sakin saç bakımı, kese, kil maskesi yaptığım yumuşacık bir gün başladı...
Akşamüstü Kadıköy'de yeni vizyona giren ve festivalde yer kalmayan birkaç filmin dvd.sini almaya gittik, oradan balık pazarına inip kocaman 2 palamut seçtik, dönerken baharlı roka, pembe turp ve mis gibi reyhanla bir şişe beyaz şarap da aldık yanına...
Evde muhteşem bir akşam yemeği hazırladık, karşılıklı balıklara saldırıp gülüşerek yedikten sonra da çay koyduk; balık ölsün diye küçük bir çilekli pastayı paylaştık...
Yeni filmlerden birini seçtik bu akşam için; huzurlu, keyifli, sıcacık bir geceye erdi gün...



13 Ekim 2014 Pazartesi

1937

(12 EKİM PAZAR)

Huzursuz geçiyor bazen anlamsızca, günler...

11 Ekim 2014 Cumartesi

1936

Kış Başı, Evde

Hareketli geçen günlerden sonra işlere geri dönmek biraz sıkıcı geldi bugün.
Dünden kalma yorgunlukla uzun uzun gazete okudum, uzun yeşil hırkama sarınıp kahve koydum.
Benim hep bir yeşil hırkam olmuştur sevdiğim- bir de kahveyi hiç bu kadar sevmemiştim.
Yağmur da yağsaydı...

1935

(10 EKİM CUMA)

"Bugün cumaymış!"

Cuma gününü kahvaltı tembelliğine ayırmayı düşünmüştük; öyleyse başlasın!
Sabah erkence uyandım ve heyecanla Kadıköy'de beni bekleyen sevgilimin yanına vardım. Hava kapalı, puslu ve serin ama öğlene açabilir-üzerime deri ceketimi aldım ama güneş gözlüklerimi de unutmadım.

Galata Aheste'de Alaçatı kahvaltısı bir efsane-ama bu kez hayvan gibi yemesek daha iyi diye düşünerek Aheste'yi pas geçip Tophane yokuşlarından bir bisiklet, iki sevgili, üç kuş hep beraber Cihangir'e tırmandık. Cihangir'e varınca, doğumgünümde deneyip sevdiğimiz Cuppa ile White Mill'i denedik-kapı duvar. Bohem mahalle vesselam; öğlenden evvel açmıyor kahvaltısıyla ünlü mekanlar!

Terlemiş ve aç bilaç kendimizi Van kahvaltı Evi'ne attık son dakika. Kahvaltıya ulaşmak biraz uzun ve zorlu oldu anlayacağınız-ama en güzelini bulduk sonunda! Yabancı turistlerle dolu mekanda masamızı çeşit çeşit peynirlerle, murtuğa, jaji gibi en sevdiğim yöresel kahvaltılıklarla donattılar-özlemişim!

Karnımızı doyurduktan sonra Beyoğlu'nu boydan boya aşağı indik ve biz gelmeyeli pırtlayan yeni dükkanlara şaşkınlıkla baktık. Özel çekirdekler getirerek eğitimli baristalarıyla hizmet veren yeni nesil kahvecileri fena keşfettiler son zamanlarda- her yeri dilim pizza ve minik kahve dükkanları sardı. Karaköy'e inip Karabatak'ın o her daim kuytuda, loş ve serin masalarından boş bulduğumuz birine oturduk. Buranın kahvelerini mekanın yayılışını çok seviyorum, yalnız hep üşüyorum nedense.

Yanımızda getirdiğimiz envai çeşit gazete, bilim teknik eki, film ekimi broşürü ve mizah dergisine göz atarken birer latte söyledik. Ardından geldiğimiz yoldan gerisin geri Kadıköy'e dönüp bu keyifli günün birlikte geçirdiğimiz kısmını sonlandırdık.

Ama bu kararsız sonbahar günü benim için henüz bitmemişti; kuaföre gitmeyi sürekli erteleyip sonunda bu akşamüstü saçını kestirmeyi kafasına koyan kuzenimin yanına uğramaya karar verdim. Çıkmasını beklerim derken, kendimi nemlendirici maske yaptırırken buldum. Güzelleşen saçlarımız yorgunluğumuzu gizleyebilir diye umut ederek tekrar Kadıköy'e geçtik-bir arkadaşımız bizi bekliyordu.

Geceyi fazla uzatacak halimiz kalmamıştı ama, bir şeyler içip sohbet etmek hepimize iyi geldi. Karga'nın bahçesine kurulup Peyk konserine gitsek mi diye konuştuk. Birlikte soğuyan sonbahar günlerinde yapmak istediklerimizden konuşup biraz dert dağıttık, sonra da bir güne bu kadar gezmek yeter deyip eve döndük...


9 Ekim 2014 Perşembe

1934

O büyük kanepeler artık sizin eski evinizin eşyaları değil-bizim seviştiğimiz kanepeler...
Hayatını paylaşmayı seçtiğin kadın benim artık-geçmişte kalanlar çoktan unutuldu...
Katlanmak zorunda kaldığım her şeye değdi bugün, biliyor musun?
Teşekkürler; bugüne kadarki tüm özürlere bedeldi bugünkü cesaretin, kararlı halin...
Artık yalnız benim elimi tutuyorsun ve yanımdasın-herkese karşı benim arkamdasın.
Bizi savunduğun için teşekkürler-bizi herkese anlattığın için, bizi kabullendiğin, bu kadar benimsediğin için...
Bugün biz olduğumuzu en çok hissettim, hayatında benim yerimin en büyük olduğunu ve hiç de kolay değişemeyeceğini...

Boş sokaklar gibi geride bıraktıklarını sana hatırlatmaya çalışan herkese, paçandan çekiştiren zombilere karşı sen bugün iman dolu bir savaşçıydın-tebrikler!

O kanepeler var ya o kanepeler...

1933

(08 EKİM ÇARŞAMBA)

Büyükada'da güneşli bir sonbahar günü!
AyaYorgi'ye tırmanmak bu kez çok işkenceli olmadı-sen yanımdasın diye tabi...
Yetimhane tarafından çıktık meydana, son patikayı sabırsızlıkla yürüyüp kilisenin olduğu tepeye vardık. Romantik bir çift ve bu çiftin çaldığı sanat müziğine eşlik etmekten büyük keyif alan bir yaşlı teyzeler grubu oturuyordu. Güneş alçalmıştı; 1.5 köfte, ortaya piyaz, birer de bira söyledik.

 
Güneş batarken biraz yorgun, fazlaca mutluyduk.
Geri dönüş yolu karanlığa denk gelip, bir de dolunay bulutlar arasından belirince ortam pek "gotik" oldu.
Peşimizden gelen papazın işlediği cinayetlerden bahsederek heyecanla, hızlı hızlı indik iskeleye...

Koç burcundaki ay tutulmasını; ikimize de bol şans getirmesi dileğiyle selamladık el ele.


1932

(07 EKİM SALI)

Kıyametin koptuğu günleri yaşıyor memleketimiz.

6 Ekim 2014 Pazartesi

1931

2 gündür kahvaltıdan arta kalanlarla besleniyoruz ve ben hayatımın geri kalanında bu beslenme düzenini korumayı çok isterdim!

Sıcacık, mayışık, koyun koyuna...musmutlu bir sabah!

1930

(05 EKİM PAZAR)

Sabah heyecandan erkenden uyandım, yataktan fırlayıp çabucak hazırlandım.
Kahvaltıya arkadaşlarımızı çağırmıştık, ben de kesikli biber ve muhammara hazırlamıştım dün akşamdan. Poğaçaları zaten fazladan yapmıştım, elinden her iş gelen erkek arkadaşımın da herkesi memnun edecek bir sürü şey hazırladığına emindim...
Sofrayı görünce hiç şaşırmadım: peynir tahtasının iki yanına hazırladığı kahvaltılıkların en özelleri belki de kuru domatesli sarımsaklı tereyağı ile fırından mis gibi kokusu gelen tazecik ekmeklerdi.

Birer kadeh Sekt ile davetli arkadaşlardan birinin geçmiş doğum gününü kutlayıp masaya gelen sıcak menemene saldırdık!

Keyifli sohbet akşamüstüne kadar uzadı, ardından sinemada biraz gülmeye karar verildi. Bir istisna yapıp Cem Yılmaz filmi seyrettim, sonuna doğru salondaki  kalabalıktan ve havasızlıktan bunaldım.

Temiz havaya çıkınca bir nefes aldık, üstümüzü değiştirip geceye hazırlanmak için eve uğradık. Şimdiden yorgundum ama, bordo topuklu ayakkabılarımı giyip bordo rujumu sürünce hemen canlandım!

Bir avazda İstiklal'e geçtik ve geçer geçmez fark ettik ki etraf apaçi kaynıyor, arabalarıyla kırolar basmış şehrim merkezini-her bayramda ve yılbaşında olduğu gibi. Kısa yoldan Muaf'a birer bira içmeye oturduk, hava biraz serin, hepimiz biraz enerjisizdik.

Hayal'e gece yarısı gibi girip Erdem başlayana kadar Lynyrd Skynyrd ve Stevie Ray çalması bana çok hoş sürpriz oldu. Repertuar değişikliklerini biraz yadırgamış olsam da, eşlik edebildiğim şarkılarda dans edip eğlendim. Ünlü kategorisinin bu geceki konuğu Ahmet Uğurlu idi-kendisini severek gözetledik.

Ama sabahın köründe başlayan günü ertesi sabahın körüne kadar uzatmak pek iyi bir fikir değilmiş-sabaha karşı bitik vaziyette eve döndük. Topuklu ayakkabıların yasaklanmasını destekliyorum!




1929

(04 EKİM CUMARTESİ)

Müşterilere cevap vermeye hiç zaman ayırmadan, mutfakta geçirilen bir ilk bayram günü sevinci; tam buğday unundan dere otlu çökelekli minik poğaçalar, kıymalı patatesli tava böreği ve elmalı tarçınlı kek yaparak sürdü...

Aile ziyaretleri, bulutlu günlerin kasvetini dağıtıp içimizi ısıttı.

4 Ekim 2014 Cumartesi

1928

(03 EKİM CUMA)

Yine bir rüzgarlı sonbahar gününde, üstelik iletişim problemleriyle modern çağın kabusunu yaşamakta olduğumuz bu soğuk günde Kadıköy'de beraberiz...

İki bardak çay, etrafta bolca amaçsız dolanma ve kalabalığın arasından bayramlık zeytin peynir seçme telaşı, bir sürü de yeni kitap!

Kafka okumak için en güzel mevsim; bir aya kadar İstanbul'a gelecek: yalnızlığa ve dikilen ceket yakalarına yakışan fevri fırtınalı, çetin bir Kasım...

2 Ekim 2014 Perşembe

1927

Sevindirici bir haberle uyandım,
bundan sonra her şey daha güzel, Rana bir tık daha cesur!
"dosta düşmana karşı" diye bir laf vardır...