29 Ocak 2015 Perşembe

2045

(28 OCAK ÇARŞAMBA)

Yerler kabarıp şişen bir çadırımsı kumaşla kaplanmış; arkada kan kırmızı bir ışık... Sahnede kartal timsali siyahlara bürünmüş kargacık burgacık adamlar; kimi ince ve çok uzun, biri tombul, biri yaşlı ve beli bükük, ikisi gencecik, ikisi cüce...
 Müzik tanıdık ve hüzünlü, arada bir görünen kadınların hareketleri çok ağır ve ürkek, ama güçlü... Sahneye yansıtılan ışıklar mekana boyut katmakla kalmayıp, gerçek üstü bir atmosfer yaratıyor... Sahneye çıktıklarında kimilerini güldüren, beni sessizleştiren dev kafalı kuklalar hepimizi ürkütücü bir rüyaya daldırıyor...
Babamın arkadaşı İsmail Kadare'den bir savaş öyküsü seyrettiğimiz bu oyun. Bu gece prömiyeri varmış, uzun sürmesine rağmen tek perde oynandı. Sahne dekoru ve kostümler, ışık ve müzik çok iyiydi.
Savaştan 20 sene sonra ölmüş askerlerinin kemiklerini toplayıp memleketlerine götürmek üzere görevli general ile rahip, mezar kazıcı işçileriyle birlikte Arnavutluk topraklarında dolanmaktalar... Buldukları kemikler kime ait peki; saygı değer bir amirale mi, yoksa sapkın bir pedofile mi? Savaş saygıdeğer insanları zavallı sapıklara mı dönüştürür yoksa..?
Bundan sonraki katliamları planlayan generaller viski kadehlerini tokuştururken, Arnavut halkı yine acıyı taşıyarak, yine vakur, onlara kemiklerini atıp topraklarından def eder.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder