21 Nisan 2015 Salı

2128

Bir kez daha karar verdim, İstanbul'un en güzel şehir ve Eylül'ün en güzel mevsim olduğuna...
Nisan'da olduğumuzun farkındayım.

Selim İleri okuduğum bir akşamüstü hayal ettim, fırtına öncesi sabahtan bozmuş hava; ben denize inmemişim. Hatta üşüyormuşum, pencere kenarındaki yatağımda hafiften. Rüzgar estikçe kapılar çarpıyormuş içeride, hava kararmaya başlarken...

Bir bardak su içiyorum, dışarıda denizin köpürmesini izleyerek ağır ağır; suya şükrederek. İstanbul'da değilim, Ayvalık'tayım ama İstanbul Eylül'ünü özlemişim. Haklı öfke gibi bir yağmur boşanıyor; durmaya niyeti yok, tam da beklediğim anda. Perdelerle odama saldırıyor fırtına, kediler kaçışıyor.
Kapıdan sen giriyorsun, yetiştiğine seviniyorum, azıcık ıslanmış saçların; alnını siliyorum. Bir şeyler diyorsun telaşlı, camları örtüyorsun beni bir şeyden kaçırır gibi. Sakin, izliyorum, kitabımı bırakmışım. Arkamdan sarılıyorsun bana her zamanki gibi ılık ılık, birlikte artık bastıran fırtınayı seyrediyoruz alaca karanlıkta.

"İstanbul da böyle midir?" diyorsun, gülümsüyorum. Daha sıkı sarıyorsun. Ne kadar mutlu olduğumu  hiç bilmiyorsun!

Sözler için fazla bakir bir sessizlik dolmuş odaya; bembeyaz çarşaflar dağınık, saçlarım sabahtan örülü, yatak başımda elma kabukları ve su bardağı... Deniz fenerinin ışığı yanıp sönüyor, hırçın dalgalar vurdukça şaklıyor aşağıda- uçurumun dibine kurmuşuz evimizi.

Uçurum karanlık bir deniz, baktıkça içine çekip susturuyor ikimizi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder