(12 TEMMUZ CUMARTESİ)
Barba Yanni'nin gerçek yerinde bir şeyler yemek için güzel bir akşam, dedik, hava kapadıysa da ılık ve esintili hoş bir yaz akşamı idi...
Burgaz'a geçen motorlardan birine atlayıp adaya gidenlerle birlikte deniz havasının tadını çıkardık, kalabalığın yanından sahilde biraz ilerleyip ramazana ve tatile rağmen dolmuş meyhanelere baktık...
Oturacak yer bulamayınca hiç canımızı sıkmadık, biraz dolanıp ters-öz-çekim deneyleriyle eğlenerek yarım saat geçirirken iyice acıktık...
Cumartesi akşamları genelde kaotik geçtiğinden; ne servis hızlı olur, ne bira yeterince soğuk gelir, pek tercih edilmez aslında o kalabalık müşteri kitlesinden ikisi olarak bir kenara sıkışmak...
Yine de adada yaz akşamları bambaşka-kaçırmadan hemen kaptık boşalan bir masayı ve istediğimiz mezeleri art arda sıraladık: köz patlıcan, Girit usulü patlıcanlı kırmızı biber, peynir dolgulu acı biber turşusu, levrek marin bittiği için mecburen fesleğenli mezgit marine ve adalarda keşfettiğimiz midye salma...
Fazla içebilecek gibi hissetmediğim bir akşamdı, ertesi sabahı da mahvetmeyelim diye bira söyledik ve beklediğimiz gibi yeterince soğuk gelmedi...
İlk uğrayışımızda bizi geri çevirmek zorunda kaldıkları için mahçup olan garsonların bize fazladan ilgi alaka göstermeleri pek hoşumuza gitti, bir dahaki sefere dertleşmek üzere mekandan ayrıldık...
Gece yarısına kalmadan direkt Bostancı'ya bir motor yakaladık, beklerken tam karşımızdaki dolunayı seyrettik ve arada çakan şimşeklere bakarken keyifle ürperdik...
Motorda sarılıp otururken, dolunayda kurtkadına dönüşme sürecine girmiş olacağım ki; deliler gibi korku filmi seyretme, gotik öyküler okuma krizine girdim ve yoksunluk belirtileri göstermeye başladım...
Otobüs beklerken İstanbul'un en iyi dondurmacısından bir çilekli bir kayısılı top aldım, mis gibi kokusunu yaladım...
Ne yazık ki; hızlı hayat tempomuzdan ve sıcak çarpmasından olsa gerek, eve vardığımızda seyretmek için ölüp bittiğim filmin sonunu getiremeden uyuya kaldım...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder