29 Şubat 2020 Cumartesi

3902

(28 ŞUBAT CUMA)

Kısacık tatilimizin son gününe geldik bile; kahvaltıya 2 günde bağımlı olduk. Domuz sosisini özleyeceğiz!
İçki, çay ve çikolata alışverişi için bir posta çarşıya indik sabahtan; taşımak kolay değil hepsini birden. Rakılar, likörler ve şarapların rengarenk şişeleri arasında kaybolunca hepsini tatmak istiyor insan. En sevdiklerimden aldım, umarım ülkeye girerken sorun olmaz diye de endişelendim biraz.
Buranın zaten otantik bir tadı hiç yok; çitlembik denen bir tohumla hazırlanan kıtır kıtır peksimeti var yalnız, bir de hellim peyniri.
Öğlen otelden çıkış yaptıktan sonra bavulları bırakıp merkeze indik, yine aynı mekanda oturup bira içtik. Güneşte gevşemenin tadını çıkardık bu kez, hiç acelemiz yok. Sohbet ettik, gelen gideni izledik, İngilizleri dinledik.
 Ben ne bileyim, biraz Rum kültürü beklemiştim adadan, ama alakası yok. Biraz Akdeniz havası ummuştum; oysa denizin muhteşem kokusu olmasa adada olduğunu hissetmek zor.
Her yerde çalışan personel Afrikalı veya güney Asyalı; buraya yabancılar. Biraz tuhafıma gitti; Türk kahvesini İngilizce ısmarlamak.
 Çok kendine özgü ve cennet gibi bir yer olabilecekken, hizmet almayan ve ilerlemeyen, potansiyelini kullanmadan atıl kalan bir yermiş Kıbrıs; ben öyle gözlemledim ve üzüldüm. Yerlisi de evine küçük de olsa bir bahçe yapmayacak kadar umursamaz ve sahip çıkmıyor belli ki toprağına.
Yine de mis gibi deniz meltemini, yol kenarlarında açan sarı bahar çiçeklerini, köşelerde kendini sevdiren tatlı kedilerini ve aheste hayatını unutmayacağım Girne...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder