(02 AĞUSTOS CUMA)
05:30da uyanıp hazırlandım, arkadaşım arabayla aldı, herkesle buluşup önce gazeboda oturduk. Sonuncuyu beklerken kahve içtik konuştuk, başta biraz gergindim, bence o da öyleydi. Sahiplendirmek istediği bir kediyi gösterdi, kendisine miras kalan kurt köpeğini anlattı, başka bir kediden bahsetti.
Onun uzun boyuyla önümüzde yürüyüşünü seyretmek harikaydı, ne kadar asil ve güzeldi. Yine bana azıcık laf atmadan edemedi, nadir bir kitabın sonuncusunu ben almışım galiba dediğimde, "cik cik cik... Yine Rana, hep Rana" dedi şakayla.
Beğendiğim Rinpoche muhabbetinde kimi söylediğimi duymuş ileride yürümesine rağmen, arkasına bakıyordu zaten, dinlemiş meğer. Espiriyle "Tahmin etmeliydim..." dedi, "Kim söyledi?" diye sorunca ben, "Kimse söylemedi, ben duydum."
Müzik, yine en yakınlaştıran şey oldu bizi. "Hocam! Ne demek oluyor bu playlist? Müzik tarihindeki en önemli parçalar konulmuş... Ne anlama geliyor bu bakalım?" diye laf attım.
Çok güzel gülerek- bugünkü en canlı gülüşüyle- "Sen bulacaksın ne anlama geldiğini." diye cevap verdi.
Nereye otursak diye konuşulurken arkadaşımla şakalaşmamızı da duydu, eskiden oldu gibi, her sözüme çok duyarlıydı. Masaya kahve geldi mesela, arkadaşım istemeyince benim için acil olduğunu duyduğu için hemen bana uzattı.
Kahvaltıya oturduğumuzda unutmadı ve sahneleri mesaj attı. Ayrılırken tekrar "Yaz bana, senden umudum var." dedi.