15 Haziran 2014 Pazar

1811

(09 HAZİRAN PAZARTESİ)

Bitmek bilmeyen yollardan kıvrıla tırmana ilerledik gece boyunca...
Bölük pörçük uykular arasında yeni bir yer görmenin heyecanı içinde pek dinlenemedim, öğle üzeri Kaş'a varana dek...
Bavulları Arnavut kaldırımı dar sokaklardan ter içinde sürükleyip otele attıktan sonra rahatladık ve sağlam bir kahvaltı edebilmek için yakında bir restoranın terasına oturduk. Mis gibi bulutlar karşıladı bizi, taptaze peynir, şeker gibi domates ve ferahlatan yoğurtla gece yolculuğunun kirini pasını üzerimizden attık.
Son haftayı aşırı yoğun çalışarak geçirmiş ve biraz stresli evden ayrılmıştım, 45dk. gecikmeli kalkan otobüs de yolu 14 saate çıkarmıştı. Doğrusu tatile çıktığımı ancak iskeleye kurulunca anladım...
Deniz tam sevdiğim gibi; serin, derin ve tertemizdi. Antalya'nın tuzlu, bulanık, bir türlü derinleşmeyen ılık suyundan bambaşka-üstelik akşamüstü bulutlanan hava da bunaltmıyor; hatta ıslakken üşütüyor bile...
Hemen arkamızda paraşütle atladıkları tepenin doruklarına sis basınca, "Ramses" dediğimiz mumyaya benzeyen görüntü iyice ürkütücü hale geliyor...
Kaş çarşısında deri bileklikler ve sandaletler, renkli küçük hediyelikler, genelde 60 yaş grubu İngiliz turistler, nazarlıklar, gümüş takılar ve bolca keyif masası var... Akşam yemeğe oturduğumuzda, sağ yanımızdan İtalyanca, sol yanımızdan Almanca sohbetlere kulak misafiri oluyorduk ve acaba Kaş'a girişte yaş sınırı mı var diye düşünüp gülüyorduk.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder