11 Ekim 2016 Salı

2658

(03 EKİM PAZARTESİ)

Tatil başlasın!
Sabahları beklenmedik serinlikte oluyormuş burası, öğleden sonra bastıran çatır çatır sıcağa ve göz kamaştıran güneşe bakılınca beklemiyor insan.
 
 Kahvaltı için fazla seçenek olmadığını ilk günden fark ediyoruz; zaten açık olan az cafe var, insanlar da sadece kahve içmeye uğramış görünüyor. İnce su bardaklarında servis edilen sütlü kahve tuhaf geliyor bize, vitrinini beğendiğimiz bir modern cafeye oturuyoruz.
Dekorasyonu gerçekten güzel buranın, yüksek tavanlı eski binalardan birinin giriş katında genç bir mekan. Menüde "enerjik kahvaltı" adı altında yer alan jambonlu peynirli omlet ve "lüks kahvaltı" yı oluşturan reçelli yağlı kruasan lezzetli olmakla birlikte bir Türk'ü tatmin etmekten uzaklar.
Şehrin en önemli ismi elbette Picasso. Burada doğan ressamın evini ve müzesini gezerek başlıyoruz turumuza. Gerçek bir devrimci, çocuk ruhlu bir adam Pablo Ruiz Picasso.
Bir şeye baktığında, sadece gördüğünü değil, orada olduğunu bildiğini çiziyormuş-öyle anlatıyor.
İnsan yüzünü bozup bozup tekrar yapmaktan zevk alan bu tatlı deliye selam gönderiyoruz.
Öğleden sonra şehrin pazarına rast geliyoruz; kapalı bir market yeri  burası. 
 Çok sık pişirdikleri tuzlanmış beyaz bir balık Bacalao, her yerde satılıyor...
 Meşhur İberya jambonu, sosis ve salamları yani şarküteri en çok ilgi gören stantlar arasında...
 Pazarın dışına masalar atmışlar, taze taze alıp yiyebiliyorsunuz. Bu fikir çok hoşumuza gidiyor, birer bira yanında jambon&peynir tabağı söylüyoruz önce. "Queso manchego curado" denen eski kurutulmuş yöresel peynirleri harika.
 Ardından ahtapot istiyoruz ve "Galiçya stili" ile tanışmış olıuyoruz: patates dilimleri üzerinde servis edilen sıcak söğüş ahtapot dilimleri üzerine biberli yağ gezdirilmiş...
Lezzetli, fiyatlar da İstanbul'dan bir tık yüksek ama çok farklı değil. Aslında bizim meze çeşitlerimiz ve otlarımız daha nefis, fakat burada herhangi bir yere oturup deniz ürünlerinin her çeşidine ulaşmak mümkün ki bu ne yazık ki bizim ülkemizde olmuyor.
 
Bir takım psycho vitrinler, pek severim böyle yerleri...
Aslında burası biraz eski Beyoğlu tadında; labirentli dar sokaklarda gezmek keyifli. Giderek daha fazla alışıp seviyoruz Malaga'yı.
Akşam yemeğinde La Cueva'ya oturup tadım menülerinden seçiyoruz. Bu kadar çok çeşit geleceğini tahmin edememişiz; jambon peynir tabağı ile başlayıp, sucuk salam, yerel çorbaları, patates kızartması üzerine pastırmalı yumurta, balık kroket, kalamar tava ve domuz yanağı ile devam eden uzuuun bir yemek...
Mekanın tavanına asılı domuz bacaklarından birini götürmeyi çok isterdik ama uzanamadık.
 Jambon&peynir her yerde, her zaman yenen bir klasik...
 Soğuk ve yoğun domates çorbalarını sevemedim.
 Patates kızartması üzerine yumurta kırmak da neyin nesi-anlayamadım?
 Deniz ürünleriyle eti karıştırıp yemekte sakınca görmüyorlar.
 Krokete karşı bir zaafları var sanki, her restoranın menüsünde var mutlaka.
 Domuz yanaklarının yanında servis edilen su böreği değil-patatesli bir şey.
Şişmiş midelerle bitiremediğimiz tabaklara elveda deyip ayrılıyoruz, akşam hareketlenen şehir merkezinde dolanıp otele dönüyoruz...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder