18 Haziran 2012 Pazartesi

1090

(17 HAZİRAN PAZAR)

Beyoğlu'nun Pazar Geceleri Yavuz Çetin'i Hatırlatınca Hüzünlü Oluyor

Yazın geldiğini iyice anlayalım diye, bir de yeni işten çıkarılan arkadaşımın boş gezenler arasına katılmasını kutlamak için, bir değişiklik yapıp Beyoğlu'nun pazar gecelerini görmeye çıktık.

Cumartesinin kuru kalabalığından arınınca, ipsiz sapsızları azalınca belki biraz boşalan şehirde daha rahat gezilip tozulabilir, terleyen kalabalıkta havalandırmaya doğru kafaları kaldırarak nefes almaya çalışmadan ferah ferah dans edilebilir diye düşündük.

Niyetler bu şekildeyken akşamın geceye yaklaştığı vakitlerde Galatasaray'a çıkıp önce bir arkadaşın evine uğradık; votkamızı hazırlayıp evde budluğumuz cd.lerden karışık playlist yapabilir, dilediğimizce dans veya sohbet edip geceye hazırlanabilirdik. Tam keyfimiz yerine gelmişken ikimiz de zil çalındığını duyduk, müziği kapatıp dinledik-kimse yok. Aşağı baktık, biri içeri girmeye çalışıyordu-tedirgin olduk. Müziğin sesini açıp dinlemeye başladık ki-elektrik kesildi. Tek ışık ve ses kaynağımız olan laptop da şarjının son demlerini yaşamaktaydı, birkaç dakika sonra bu sessiz ve karanlık arka sokak ara katında başlayan eğlenceli gecemiz birden korku filmine dönüştü!

Zifiri karanlıkta tanımadığımız bir evde yolumuzu bulmaya çalışarak cep telefonu ışığıyla aydınlatmayı başardığımız kapıyı açıp kendimizi dışarı attık. Sokağın köşesini kıvrılınca yine bildik kalabalık, ışıklı İstiklal'de bulduk kendimizi. Sanırım Amerika'dan gelen çok tatlı bir grubu dinlemek için Tünel'e doğru 10 dakikalık mola verdik. Ardından bir tanıdığın çalıştığı bara uğrayıp ikram ettiği jager shotları içtik.

Geceyarısına yaklaşmamıza rağmen gece hala bir türlü başlamamıştı. Pazar geceleri böyle demek ki.

Sonunda hayallerin kahvesine varıldı, kapıda yazmadığı için bir an içimizi hoplatan adam, neyse ki sahneye çıkacakmış, öğrenildi. En güzel dinlenecek ve rahat dans edilecek yerlerde mevzi alındı. Geceyarısını çoktan geçmişken beklenen iri adam sahneye çıkıp söylemeye başladı-ama beklendiği üzere bizleri eğlendirmek yerine hüzünlendirmeyi amaçlamış gibiydi.

"Öllllmek istiyorummm!" diye bağıra bağıra kafa sallamalar
"Ben ölmeden önceee bir sürü dostum vardııı" diye düşülen diplerden sonra,
"Before you accuse me-take a look at yourself" ile ısınıp hareketlenmeler...

Eskileri hatırlatıp, kaybedilenleri, yanımızda olmayanları anıp melankoli yazan sevgili Erdem Akakçe, beklentimizi karşılamasa da güzel söyledi. Bir ara blues-rock'n'roll havasına girmelerini fırsat bilip zaten kendimizi kaybettik. Hafiftik artık, uçuyorduk, bir tanrı şüphesiz dans ediyordu içimizde...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder