(19 HAZİRAN SALI)
Kaş tatilimizin aslen ilk günü!
Yine müdavimi olduğumuz Hera'ya denize gidiyoruz, ama burası her sene el değiştiriyor ve geçen seneki İstanbullu işletmecisinden sonra eski atmosferinin kalmadığı görülüyor. Yine Küçük Çakıl'ın en boş beachi olması tercih sebebimiz, ama bu kez çalan müzikler korkunç, cidden berbat bir 15 sene öncesinden kalma Türkçe pop, hatta popüler arabesk playlisti var.
Deniz suyu serin, her zamanki gibi, hava da bulutlu olunca tabi ıslak ıslak üşütüyor. Biraz dergi biraz kitap okuyorum, denizin tadını çıkarıyorum.
Yüzerken fark etmeden caretta carettaya çarpınca bir an panikliyorum suda! ne yapacağımı şaşırdım hayvancağız beni ısırır mı diye korkumdan hızla yüzerek uzaklaştım, çok komikti halim.
Akşam için ilk kez deneyeceğimiz Voyn'da yer ayırtıyoruz, önceden şarap evi olan bu mekan artık meyhane olmuş, gayet de hoş bir atmosferi var. Çok keyifli sohbet ediyoruz, beyaz şarap açtırıp mezelerden hardallı enginar, peynir topları seçiyoruz. Çoban salata bile lezzetli geliyor bize, uzun zamandır birlikteyken bile birlikte değil gibiydik, bu akşam sonunda başbaşa oturup konuşabiliyoruz. Ben endişelerimi sıralıyorum; iş dediğimiz şey hayatımızın bu kadar büyük kısmını kaplamamalı. Artık konuştuğumuz tek konu ortak sorumluluklarımız oldu; ev işleri, kedilerin bakımı filan. Onun dışında twitter dan bir haber paylaşıyoruz bazen, miting dinliyoruz birlikte ama konuşmuyoruz gerçek anlamda. İçimizi açmıyoruz, ya da bana öyle geliyor.
İnsan zaten gününün çoğunu işte geçirdiği için, eve döndükten sonra da işlere dalınca, yetmedi hafta sonları da birkaç saatini bilgisayar başında geçirirse, tatilde dahi sürekli işleri takipteyse, ne kalıyor ki geriye? İş arkadaşları ile eşinden, çocuğundan çok daha fazla vakit geçiriyorsa, sonunda elbette onlara daha yakın olur. Bu durumdan rahatsızım ve sonunu iyi görmüyorum, diyorum.
Bir yandan onu anlamam gerektiğini de düşünüyorum elbette; yeni işinde kendini göstermeye çalışıyor ve prim kazanmak gibi bir hedefi var. Anlıyorum, ama kendimi çok büyük bir boşlukta buluyorum ister istemez. Yalnız kalıyorum, onun da bunu anlaması lazım, görmesi gerek artık.
Her şey keyifli bu gece; tereyağında karides ve deniz mahsulü kokoreç masaya gelirken bir şişe daha şarap açtırıyoruz. Çıkarken başım dönmeye başlayınca fark ediyorum fazla kaçırdığımı, otele döndüğümüzde balkonda oturup Bülent Ersoy dinliyordum en son, hatırladığım bu... Birden kustum biraz, zorlanmadan hatta midem bile bulanmadan sanki. Kocacığım sağ olsun beni yatırdı, soydu, ama hiç rahat uyuyamadım. Gece yarısı biraz su içip makyajımı silmeye kalktım, ama kendime gelememişim daha. Banyoda yüzümü silerken birden gözüm karardı, düştüğümü bile anlamadım. Kendimi yerde buldum, yavaş yavaş duymaya başladığımda eşimin başımda panik halinde dolandığını anladım. İyiyim, demeye çalıştım ama burnum çok kanıyordu. Kanı durdurmak için odada kağıt da bittiğinden adamcağız t-shirtünü çıkarıp burnuma tıkadı. Sonunda doğrulabildiğimde burnumu ve çenemi yere vurmuş olduğumu anladım, ertesi güne nasıl uyanacağımı çok merak ederek son derece rahatsız, bölük pörçük bir uykuya daldım terden sırılsıklam...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder