(17 HAZİRAN PAZAR)
Kahvaltıdan sonra biraz işlere bakıyoruz, sahile inmemiz öğlen üzerini buluyor. Hayat nasıl da kendiliğinden yeni bir ritme kavuşuyor tatilde...
Benim işlerim durgunlaştı birkaç gündür, ama fazla üzülemiyorum, dinlenmeye ihtiyacım var. Eşimin işi ise, birden bire hayatında çok daha fazla yer kaplamaya başladı. Her dakika telefonundan online satışları takip etmesi gerekiyor artık, eskiden kitap okurdu, şimdi bakıyorum da hiç başka bir şeye konsantre olamıyor. Biraz yalnız kaldığımı hissediyorum, bazen sorduğum soruları duymuyor bile, kendi başımayım çoğunlukla son günlerde.
Denize girip çıkıyoruz, hava açıkken birden bulutlanıp yine yağmur başlıyor-bu hafta hep böyle galiba. Apar topar toplanıp yukarı çıkıyoruz, öğlen birer bira açıp yanına patates söylüyoruz.
İkindi uykusuna dalıyoruz bir saatliğine, inanılmaz dinlendirici, ne çok ihtiyacımız varmış!
Kalkınca tekrar denize gidiyoruz, akşam yemeğinden sonra dondurmacıya yürüyüp kavunlu, limonlu, vişneli, tahinli çeşitleri deniyoruz.
Yatmadan önce eşimin bana aldığı Boğazkesen kitabını okuyorum; Fatih'in romanı. Sürükleyici, epey iyi yazılmış bir kitapmış, daha önce keşfetmediğime şaşırdım. Rönesans çağında Osmanlı'daki akıl almaz işkenceler beni biraz sarstı okurken, kazığa oturtma sahnesini aklımdan çıkaramadım bir süre...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder