3 Eylül 2017 Pazar

2991

(01 EYLÜL CUMA)

Bayram sabahı kahvaltımızı neşeyle yaptık, tebrik telefonlarımızı açtık.
Sabah kahvemizi de incirin altında içtikten sonra yola çıktık; istikamet İzmir.
Beklediğimizden biraz daha uzun sürse de; yolda neden Ege'nin zamanında kan can pahasına savunulduğunu idrak ettim: buralar bırakılır mı? O kadar güzel ki!
Beğene beğene İzmir'i dolaşıp Seferihisar'a vardık. Küçük sevimli bir yer burası; Urla'yı hatırlatan.
Sığacık ise sahilde balıkçı köyü; dar Roma tipi taş sokaklarında karşılıklı sıralanmış cafe ve restoranlarla dolu...
Rengarenk, sempatik ve tuhaf dekorasyonlu dükkanlar bunlar; hem köy havasında hem de değişik.
Etrafa bakına bakına geziyoruz biraz, öğlen yemeğini pas geçtiğimiz için çok acıkmış vaziyette ilk akşam için rezervasyon yaptığımız restorana oturuyoruz.
Liman Restoran, buranın belli ki en eskisi, tam limanda, oturaklı bir balık lokantası. Fazla süslü püslü değil, pek bir özelliği yok, ama olması gerektiği gibi her şey.
Bir ufak rakı açtırıp köz patlıcan, roka salatası, yaprak sarma ve levrek marin seçiyoruz meze dolabından.
Ardından kalamar dolma, ahtapot ızgara ve barbun geliyor-açız demiştim!
Hepsi gayet lezzetli, ama en tatlısı da sürekli beslediğimiz yavru kediler.
Bir tane siyah olanın tek gözünün kötü olduğunu görünce üzülüyorum, boynundaki yarasına içim takılıyor. Yarın mutlaka, bir göz damlası bir merhem alıp gelelim diyorum, içim rahat etmiyor.
Meydanda küçük bir bayram panayırı var gibi; çoluk çocuk oynuyor, çarpışan arabaları izliyoruz biraz gülerek.
Odamıza döndüğümüzde yanımızda getirdiğimiz filmi izleyemeyecek kadar yorgunuz, ama bu dünyanın en mutlu yorgunluğu!...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder