(31 AĞUSTOS PERŞEMBE)
Yaz tatilimizi epeyce üşüyerek geçirdiğimizi fark ettim-gündüz denizde üşüyoruz, denizden çıkınca gölgede yatarsak üşüyoruz, gece zaten donuyoruz.
Bu günü Güvercin'e ayırdık; artık alıştık nasıl olsa soğuk suya!
Bayram tatilinde herkes gelmiş galiba, Artur'u bu kadar dolu hatırlamıyorum hiç.
Sahilin tadını çıkarıp, kitap ve dergi okumaya bayılıyorum. Normalde pek fırsat olmuyor böyle boş kaldığım zamanlara...
Yanımda iki kitap getirmiştim; biri eşimin ısrarlı tavsiyeleri ile Latife Tekin'den Sevgili Arsız Ölüm
Şimdiye dek okumamakla ne cahil kalmışım meğer-çok acayip kendine özgü bir dil kurmuş, kafası da şüphesiz tuhaf çalışan bir kadın olmalı!
Huvatlı Dirmitli abuk subuk isimlerde insanların, aslında sıradan gündelik hayatlarını, kahramanlarını su tulumbası ve yede biten yabani otlarla konuşturarak hafif gerçeküstücü üslupla, epeyce komik anlatan bir roman...
Akşamüstü saçlarım kurusun diye biraz erken eve çıkalım diyoruz ve çıkmadan önce dondurmacıya uğruyoruz. Karadutlu sakızlı favori ikilim, tam Egeli!
Yemekten sonra fenere yürüyüşe çıkıyoruz, tıpkı eski günlerdeki gibi...
Deniz feneri Gemiyatağı koyunun en ucunda, rüzgarın insanı uçuracak kadar sert estiği bir noktada dikilir, yanıp sönen ışığı kapkaranlık yolun sonunda ürpertir bakanı.
Bu kez ilk defa olarak fenere giden yolda ışıklar, park etmiş arabalar ve insanlarla dolu evler görünce çok şaşırdım. Gotik havasından kaybettirdi biraz ama olsun - yine de fenere yürümek bir ritüel.
Birkaç sene evvel buraya geldiğimde, şimdi eşim olan o zamanki sevgilimi düşünerek hayaller kurmuştum...
Bu gece gerçek oldu işte, şükürler olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder