Annemde kaldığım gece derin uyumuşum, kadıncağız gece yarısı kalkmış duymamışım. Ben de hasta gibiydim, geceyi kötü geçirdiğini fark etmemişim. Bu baş dönmesi tansiyona da bağlı değilse nedir anlayamıyorum, sanki psikolojik gibi geliyor. Belli bir yaşa kadar başına gelenlere sessiz kalıp içine atan annem, bence artık en ufak sıkıntıya katlanamıyor.
Eylül ayı zaten annemin ve Bücürcan'ın sağlık sorunlarıyla geçti tamamen; kendim için hiçbir şey yapmamış olsam da yetemediğimi hissediyorum onlara. Vicdanım çok rahat değil, ama daha ne yapabilirim ki? Kedilere bakmak zor geliyor, birini vermek istediğini söyledi hatta. Üzüldüm tabi ki, haklı kendine göre. Her gün yanında biri kalmadıkça işlerini halletmesi zor, haftada 2-3 uğramakla da olmuyor işte ne yapalım...
Neyse bugün de böyle geçti; işler istediğim gibi gitmediği için çok canım sıkkın zaten hiç motivasyonum yok. Boyamam gereken ayakkabılar birikti ama başlayamıyorum, umarım düzelir...
Akşam festivalden film biletimiz vardı ve endişeli huzursuz ruh halinden kurtulmama iyi geldi. Uzun zamandır Nişantaşı'na gitmiyordum; vitrinleri insanları görmeyi özlemişim... Hava tahminimden de soğuktu ve mor yün ceketimi giyebildiğime sevindim. Önce Trump'ta buluşup hafif bit yemek yedik, ardından filme girdik. Küçük Joe; absürt bilimkurgu diyebileceğim enteresan bir filmdi.
Genetiği ile oynanmış yeni bir çiçek yetiştiriliyor; kokusu insanı mutlu eden tuhaf kırmızı bir çiçek bu... Laborant kadının oğlu dahil herkesi tek tek ele geçiren bu koku, insanların farklı davranmalarına sebep oluyor. Sonlara doğru biraz sıktı ama yine de sevdim bu filmi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder