30 Kasım 2017 Perşembe

3079

(28 KASIM SALI)

Bugün kendimize gezme izni verdik-anne kız biraz kafa dağıtalım bakalım!
Eşimin yurt dışında kaldığı zamanlarda birlikte vakit geçirmeye çalışıyoruz; ikimize de iyi geliyor...
Öğleden sonra karşıya geçiyoruz, devlet tiyatrolarından bir oyuna biletimiz var: Avrupa.

Biraz erken gidip vitrin bakmak istiyoruz, alışveriş yapmak da bir ihtiyaç sanki, moral düzeltmek için.
Yine aynı hisse kapıldık mağazaları gezdikçe; fiyatlar giderek pahalandıkça kalite aynı oranda düşüyor ve artık eli yüzü düzgün bir giysi bulmak gerçekten zorlaştı. Abuk subuk tasarımlar, yerlerde sürünen ve zedelenen kıyafetler, almayacağı şeyleri giyip çıkaran dikkatsiz ve düşüncesiz müşteriler...
Neyse ki hala bozulmayan bir iki marka var; ulaşılabilir fiyatlara sunulan. Ben de kendime çok ait hissettiğim uzun, gri bir ekoseli etek ile hali renkli midi bir süet etek buldum. 
Yılbaşı üstü hani kırk yılda bir kullanılabilecek süslü püslü aksesuarlar filan sergilenir ya, benim de aklım kaldı o yağ yeşili işlemeli kadife çantayla pırıltılı bluzda...

Oyun benim içimi pek açmadı doğrusu; uzun ve yavaş ilerleyen, kasvetli bir sahnesi olan bir oyundu.
Aslında metin içeriği derinlikliydi; Doğu Avrupa'nın ortasında savaş gölgesinde büyüyen ırkçılık, yoksulluk ve boşluğun ortasında amaçsız kalan erkekler, küçük hayalet kasabalara sıkışıp kalmış kadınlar...
 Dedim ya; iç karartıcı bir öykü, kapatılan bir tren istasyonu çalışanları ile o istasyonda gecelemeye başlayan çingenelerin arasında gelişen ilişkiler üzerine odaklanıyor...
"Bizimki bir sınırda küçük bir kasaba... Kimi zaman o tarafta, kimi zaman diğer tarafta ama her zaman sınırda! Çorbamızla ve ampul üretilen fabrikamızla ünlüyüz, bir de sınırda olmamızla..."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder