(17 KASIM CUMA)
Hemen hemen her cuma gibi bugün de yarım gün çalışıp yarım günü kendime tatil ettim.
Öğlen üzeri bir telaşla geçti zaten; dükkanda bir müşterimiz için ayakkabılarının yanına çanta yaptık, güzel de oldu. Gönderimizi hazırladık, teslim ettik.
Ardından hem biraz bakım yaptırmak , hem doğum günümde güzel olmak, bir de aslında iyi hissetmek için kuaföre gitmeye karar verdim. Sohbet muhabbet keyifli geçiyor kuaförde, çay ağacı yağlı bakım da saçlarıma da iyi geliyor...
Kendimi daha iyi hissederek çıktım, hava da güzeldi, eve kadar yürüdüm. Uzun uzun, arkadaşımla konuşa konuşa tırmandım yukarı caddeleri, sokakları hızla geçtim. Eve vardığımda terden sırılsıklamdım ama iyi geldi.
Kendimi duşa atıp hızlıca hazırlandım, akşam yemeğini evde çabucak yedik ve tekrar dışarı çıktık. Kocamla 21:30 suaresine filme gireceğiz. Senenin çok konuşulan İsveç filmi, absürt mizah üslubuyla çağdaş sanat çevrelerinden insan portrelerini anlatıyor.
Sıradan bir objeyi müzeye koysak, o artık sanat olur mu? Sergilenen bir sanat eserini, bizzat müdahale edip değiştirsek değerinden bir şey kaybeder mi? Gibi derin sorulara komik cevaplar veren bu film aslında son seans için fazla uzunmuş.
Tam 2.5 saat havasız küçük ve dopdolu salonda bize fenalık geldi biraz, evde izlesem daha çok severdim sanırım. Yine de iyi filmdi.
Sanat meselesiyle kalmayıp İsveç toplum yapısını da inceliyor tabi; düşünce özgürlüğüne bakış açısı, engelli insanlara karşı tutumu, azınlıklara karşı ön yargıları, evsiz ve dilencilerin yeri...
"Kare" içinde hepimiz güvendeyiz, eşit hak ve sorumluluklara sahibiz-belki de kare bir İsveç toplum prototipi. Ama karenin içine ayak basan küçük dilenci kızı bombalar havaya uçuruyor!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder