(24 EYLÜL SALI)
KUŞ
Kendine acıyan biri gibi görünmek istemem, ama uğradığım tüm haksızlıklar boğazımda düğümlenmişti sanki bu sabah.
Güneş yeni doğmuştu da belli olmuyordu pek, kapalıydı hava, yatağımdaydım ve canım acıyordu.
Beni en çok kıran sen oldun, diyorum hep; çünkü öyle, fakat ne yazık ki senin hayatındaki rekoru ben kıramayacağım!
O güzel aklın, diyorsun sık sık benle konuşurken, aklıma hitap ediyorsun, neden hala yaşadıklarımızı geride bırakmıyor?
Sinirlenmeye başlıyorsun o arada, neden hala taşıyorum diye sorarken ve eklerken: hoşuma mı gidiyor acaba bana borçlu kalman?
Bu hiç bir zaman bir ego savaşı olmadı; hem kimsenin de hoşlanacağı bir şey olduğunu sanmam birine borçlu kalmanın yahut birinden alacaklı olmanın.
Yaptığım onca şeye rağmen birine, bu dünya üzerinde yalnız bir tek kişiye çok borçlu hissediyorum ve senden ise; yaptığın onca şeye rağmen hala alacaklı!
Bu ikisi inan ki; içimde sızlayan, kıvrandıran ama belli etmediğim birer yara, ara ara kendini unutturan...
Ama bir hatırladım mı; her şey yalan dolan! Herkes gibi gamsız olamayacağımı ve bütün acıları, haksızlıkları görüp kahrolayım diye dünyaya geldiğimi filan sanıyorum. Kimse bundan hoşlanmaz,demek sen bunu bilmiyorsun.
Sen anlam veremiyorsun; nasıl oluyor da birlikte mutlu görünürken ertesi gün değişiyorum, sana öfkeli bir mesaj yazabiliyorum?
Anlayamadığın şu; ben senle mutluyken bile o öfkeyi, küllenmiş ama sönmemiş öfkeyi kaybedilen birinin fotoğrafına bakar gibi anımsıyorum, söylediğin güzel sözlerde bile bazen içime bir kor düşüyor da senin hiç haberin olmadan ben belli belirsiz dudaklarımı büzerek gülümsüyorum, kendimi sıkıyorum.
Sımsıkı sıkıyorum, taş gibi sert ve yanmaz oluncaya dek içimi sıkıyorum.
Sonra yeniden gülmeye, konuşmaya, etrafa bakmaya ve yaşamaya başlıyorum, hemencecik, sanki gamsızmışım gibi!
Bazı günler kutsal bir hafıza kaybı yaşıyorum, kendim bile inanıyorum mutlu olduğuma.
Bana gerçekten çok ağır haksızlık ettiğine inanıyorum, bu bir yerde hep duruyor.
Bir yandan da sana eskiden saf bir nefret hissederken, suratını dağıtmayı arzularken bugün bir şefkat duyabiliyorum. Bu da hep duruyor.
Yaptıklarının bir çoğunu belki benim bile, başka koşullarda düşebileceğim hatalar olarak görmeyi başardım- yine de; bu kadar çok hata yapan birine artık tanıştığımız ilk günlerdeki kadar saygı duyamıyorum. Hayranlık duyamıyorum.
Oysa ben sana hayran olmuştum tanıdığımda.
Bu affetme sürecinde; kendimce üstesinden en zor geldiğim engel de bu oldu zaten: affederim elbet bir gün, ama affettiğim bu adamı artık sevebilir miyim?
Affetmek bir büyüklük; affetmeye karar verdiğin insandan sen büyüksün aslında, halbuki çok takdir ettiğim bir arkadaşımın bana birkaç yıl evvel yazdığı gibi:
"Aşk, asimetriktir."
Sana aşık olma şansım kalmadığına göre, seni sevebilecek miydim? Arkadaşım olarak değil ama, yakınımdaki biri, içime sokacağım biri olarak yani seni kabullenebilecek miydim?
Beni en çok zorlayan; mesela başkalarından fazlasıyla kolayca etkilendiğini gördüğüm senin, bir başka kadını beğenmeni kıskanmak değildi; sen burayı kaçırıyorsun işte: beni en çok zorlayan, bana bu ilişkide tat vermeyen, heyecansız bırakan; bu kadar kolay elde edilebilen bir adamın benimle olması beni mutlu edecek miydi?
Anlıyor musun?
Sen benden o kadar çok şey alıp götürdün ki; tahmin ettiğini sanmıyorum. Şimdi zaman zaman ortaya benim hala acı çektiğim, hala bir şeylerin üstesinden gelmeye çalışırken ağladığım çıkınca görüyorsun yaranın derinliğini ve korkuyorsun. Oysa ben başından beri bu yara ile baş başayım. Bu korkuyla ben tek başımayım.
Sen sıkılınca terk edip gidebilirsin, ama ben hep onunlayım.
Belki kıyas doğru değil, ama şunu unutma ki; senin travman ne kadar derinse, benimki de kendi hayat ölçüme göre o kadar derin.
Ben de hazmedemiyorum, ben de hak etmediğimi düşünüyorum, ben de gereken tepkiyi veremediğim için pişmanım ve ben de bundan sonra hayata bakışımın, insanlara ve ilişkilere inancımın asla eskisi gibi olamayacağını biliyorum.
Şimdi bu son cümleyi tekrar oku ve kendin bende bir daha konumlandır lütfen: ne görüyorsun? Nasıl görüyorsun kendini?
Ateşkes yapılmış bir düşman? Hayal kırıklığına uğratmış bir sevgili? Asla kapanmayacak bir hesap?
Seni, lekesiz sevebilmeyi ne çok isterdim!
Geçen pazar kahvaltımızda bana suratında hiç hazzetmediğim bir bıkkınlık ifadesiyle "Ne kadar gereksiz..." gibi laflar gevelediğin olaylar silsilesi boyunca, sen de yıprandın elbette; sana güvenebilecek çok değerli bir kadının güvenini kaybettin.
Ben; hem sana hem kendime güvenimi kaybettim; öyle ki 26 yaşımda ilk defa sadece o zamanlarda, kendimi değersiz, çirkin, aptal, uyumsuz, yeteneksiz ve zavallı görüyordum.
Sen, bilmeyerek söylediklerinle, sana gereksiz gelen tepkilerimi tetiklemekle kalmadın; o tartışmalar, ağlamalar içimde açtığın uçurumun kenarından bakmak gibi bir şeydi-uçurumun kendisini sen hiç görmedin.
Bir iki gece, bir iki gün var hiç aklımdan çıkmayacak.
Ölümü çok sevdiğim, çok istediğim, yıllardır görmediğim sevgilim gibi hasretle beklediğim bir iki gün ve gecem oldu.
Çocukluğumdan beri ilk defa, hiçbir yaratıcıya inanmasam da dua ettim; ölmek için.
Neyse ki; bir tanrı gerçekten yok.
Ve neyse ki; benim kanatlarım var!
Bugün bir daha o dibe düşmeyeceğime inanıyorum, inandığım için de kenarından bakabiliyorum aşağıya, karanlığa.
Hala ürpertici, derinliği, dipsizliği...
Şimdi daha güçlüyüm evet, daha sert değil daha esneğim; kırılmaktan yorulduğum için esnemeye karar verdim.
Bazı mevzularda adalet aranmaz demiştim sana, bir de örnek vermiştim: biri çocuğunu öldürse sen de onunkini öldürmeden onu affedemezsin, diye.
Sen benim çocuğumu öldürmedin ya, yine de yakın sayılır: içimdeki pırpır küçücük kuşu ezdin.
Her dem heyecanlı, her şeye rağmen yine de yeniden başlamaya hevesli, zayıf belki ama ölü değil kesinlikle; kıpır kıpır bir kuş vardı içimde, senle tanıştığımız günlerde.
Ben o kuşu bir caninin kafesinden kurtarmıştım, biliyor musun?
Tam diyecektim sana; aman dikkat et çok değerlidir o küçük kuş, neler gördü geçirdi de hala kırılmadı kanatları diyecektim ki...
Çat! Ezdin.
En çok o kuş bir daha uçamayacak diye düşündüm ağlarken. En fazla inandığımda onun uçmayacağına, ölmeyi istedim.
Ben rüyalarımda çocukluğumdan beri hep bir kuş görürüm; o kuş benmişim gibi görürüm ama; kendime dışarıdan bakar gibi...
Kuş hep kaçacak gibi yapar, açık kalmış pencereden veya kapılardan çıkar, şöyle bir dolanıp gökyüzünde gene bana döner. Gülümser.
Gülümser gibidir kuşun yüzü ve ben onu kaybettim sanarken ölümden korkar gibi korkarım, rüyalarımda, ama hep bana geri döner.
Benim uğurumdur bu kuş, çocukluğumdan beri beni ziyaret eder ve kaçmayıp geri geldiği zaman her şeyin güzel olacağını söyler.
Tesadüf olmasa gerek; bana telafi etmek ister gibi gittiğin yerden, uçurumun diplerindeyken ben henüz, bir küçük kuş getirmen.
Yani bana, farkında olmadan neredeyse öldürecek kadar yaraladığın kuşumu geri getirdin.
Lisede bilek içlerime yazılar yazar, kelebekler çizerdim; yalnız kalmamak için.
Cebimde bir fotoğraf yahut bir kitap taşırdım, yanımda olsunlar diye.
Artık bir kuş taşıyorum boynumda, geldiğim her yere gelmek isteyen, koynumda yatan ve hep ama hep kaşlarını çatan.
Son cümlede gülümsettim, değil mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder