20 Eylül 2013 Cuma

1548

(19 EYLÜL PERŞEMBE)

Saatlerle Perşembe

Bu hafta da yine, hayattan bir perşembe çaldık...
Hikayemiz uykusuz saatlerin, tiktak dakikaların, gizemli tıkırtıların, pencereye vuran araba farlarının sayıldığı ve son olarak sabah ezanını müteakip uykuya dalınarak yarım saat sonra alarmla uyandırıldığım serin bir perşembe sabahı başlıyor.

Ben yokuşu tırmanıp, sevgilime iyi işler dileyip otobüs durağında Üsküdar minibüsü beklemeye başladığımda, saat henüz 6 buçuktu.

Sabahın köründe nasıl da tıklım tıkış minibüsten trafikte kalmaktansa yürürüm, diyerek indiğimde muhtemelen 6:45...

Bir sürü merdivenden inip çıka çıka sonunda jetgiller gibi havada gezdiğimi hissederek Altunizade metrobüse vardığımda 7 olmuş, şehir hepten uyanmıştı. Neyse ki, köprü üstünden şöyle bir bakıp, "İstanbul, kuzum, günaydın!" demeyi unutmadım.

Metrobüsün Mecidiyeköy'de durmayıp çoktan Çağlayan'a gelmiş olduğunu fark edip telaşla inerken en fazla 7:15 idi saat, aksi yönde giden metrobüse binip kaçırdığım 1 durağı geri gittiğimde ise olsa olsa 7:25 olmuştur.

Mecidiyeköy metrobüsten arkadaşımın evine aşağı yukarı 20dk. yürüyüş mesafesi olduğunu düşünürsek, bir de buna yol üstünde uğradığım fırında börek-poğaça-simit seçme süremi ekleyecek olursak; ter içinde ve uykusuzluk sersemi vaziyette kapıyı çalmam 8'i buldu bulmadı.

Sabahlığı içinde şaşkın gözlerle bana sarılan güzel arkadaşıma, dün öğleden beri yemek yemediğimden açlıktan ölmek üzere olduğumu, bir de planladığımız gibi bienal gezecek gücü kendimde bulamadığımı söyleyip, kahvaltıya oturduğumuzda 8'i geçiyordu sanırım.

Kahvaltı esnasında saatler durduğu için, ötesini sayamadım.

Birkaç peynirli poğaça, birkaç ıspanaklı börek sonra bienali ertelemek için organize mesajlar atılarak pek davetkar görünen battaniyeli kanepeye yayılındı- böyle bir fiil yok sanırım- ve çaydan devam edildi.

Kendini sevdirecek fazladan bir insanın varlığından pek memnun gözüken kediyi de ortamız alarak, sohbete başlayınca bir saat sonra hala duramadığımızı, demek ki konuşacak çok detay biriktirdiğimizi ve belki de filmi bir iki saat daha ertelememizin iyi olacağını fark ettik.

Fıstıklı, cipsli, dedikodulu kanepeye biz sonbahar niyetine yattık, dışarıda ısıtan güneşe inat biz Eylül niyetine uzandık.

Gün akşama varırken yatmaktan, yemekten ve konuşmaktan yorgunluk çöktü de yatağa kendimizi zor attık.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder