5 Eylül 2013 Perşembe

1532

(03 EYLÜL SALI)

Menemen ve Kedi

Şehri görmeden gitmiş olmasın diye, yabancı misafirimizi Beyoğlu'na çıkarmaya karar verdim bu akşam.
Taksim meydanında halen bekleyen polislerle uğursuz TOMA'yı, Gezi parkı'nın birkaç ay evvel nasıl çadırlarla dolu olduğunu, içinde yemek yapan, yaralıları tedavi eden gönüllüleri ve her şeyi paylaşan güzel insanları, hayal etmek çok zor olsa da buraların bir vakitler hep barikat olduğunu filan anlattım.
Anladığını sanmam.

Önceki gelişi o döneme denk gelmişti de, Altunizade'deki otelinden çıkmaya bile korkuyordu.

Şöyle İstiklali boydan boya bir inelim dedim, kendim de epeydir gelmemiştim, yani direnmekten başka yapabildiğimiz pek bir şey olmamıştı bu taraflarda. özlemişim.

Ruhunun çalındığını söyleyerek, yine de güzel olan, inadına ulan hala güzel kalan Beyoğlu'nda sağlı sollu 19. yüzyıl Art Nouveau yapıları gösterirken, kendisinin Zara'ya girip alışveriş yapma teklifi ile bir an durakladım. Neyse devam ettim.

Galata Kulesi'ne inerken renk renk aromatik zeytinyağlı sabunlar, peştamallar satan sevimli bir dükkana sokup hamam kültürünü ucundan tanıtmaya çalıştım. "Bak bu kese ipektir, keselenirsen ipek gibi olur tenin." dedim. İnanamayarak gözlerini açtı, bilimsel açıklamasını yapmayı denedim; kan dolaşımı hani, hızlanır filan falan... Sanırım anlamıştır. Sonra minik teneke kutulara konmuş hediyelik sabunlardan bir tane seçmesi için yarım saat bekledim, çabuklaştırmak için müdahale etmek istedim ve çini desenli kutuları önerdim, geleneksel motifler oldukları için. Onu da ilk defa duymuş, bu desenlerin neden geleneksel olduğunu sordu.

Kuledibi'nde meydanda bir yerlere çöküp biralarını içen insanlar olduğunu görünce sevindim, köşe bakkaldan birer tane alıp oturalım istedim ama pek yanaşmadı; yokuşu inerken taşlara giren minik topukları gibi elbisesi de uygun değildi.

Bari müdavimi olduğumuz bara uğrayalım, dedim, kendim de epeydir gitmemiştim, birer kokteyl içeriz. Evrensel bir kokteyl söyledim, içerken barın önündeki bir çok erkeğin Türk olup olmadıklarını sordu ve şaşkınlıkla uzun siyah kıvırcık saçlarını arkadan bağlamış olanın Avustralyalı gibi göründüğünü söyledi. Neden Avustralyalı? Saçlarını topluyormuş çünkü Avustralyalılar.

Patlamış mısır satan amcayı işaret ederek heyecanla onun "Türk" olduğunu, işte Türklerin hep böyle kel ve bıyıklı olduklarını iddia etti. Yanımızdaki barmen gülerek onun köken olarak Türk bile olmadığını, muhtemelen Kürt olduğunu, bir de aslında hani burada pek çok halk yaşadığından bu kadar net bir Türk tipi olmadığını herhalde bugün 3. sefer açıklamaya çalıştı.

Avrupalı Kezban adını taktığım arkadaşın şaşkınlıkları bitmek tükenmek bilmiyordu: bu kez de gece 3 gibi acıkıp barı kapatınca menemen yemeye karar vermemize o kadar şaştı o kadar şaştı ki; kendisine içmeye gittiği gecelerin sonunda ne yemeyi tercih ettiğini sorduğumuzda "kebap" cevabına biz bile o kadar şaşmadık!

Menemen travmasını henüz atlatmaktayken, Avrupalı rutinleri ortaya çıktı: "Her gece mi menemen yiyorsunuz?" Hayır- bazen tost, bazen tantuni yeriz, çorba içilir bazen, canımız ne içerse onu yeriz yani, niye ki? Benzer bir soru daha: "Her gece çıktığında mı sigara içiyorsun?" Genelde bir şeyler içerken içerim, ama bir programım yok.

Derken planlamadığımız şekilde akşam geceye uzadı, yağmur serpiştirmeye başlayıp da fırtına çıkınca karşıya geçmemiz zor olacağından Şişli tarafında arkadaşımda kalmamızın mantıklı olacağına karar verdim. Takside kendisine kedilerle problemi ovar mı diye sormayı ihmal etmedik, evde uslu bir kedi vardı. Seviyormuş kedileri, komşusunun da varmış filan, güzel.

Eve girince saatlerdir yalnız bırakılan kedicik sevindirik oldu, kuyruk sallayıp ayaklarımızı koklamaya başladı. Baktım bizimki her seferinde zıplıyor, ikide bir kanepeden kalkıp kedi ayakkabılarını yer mi diye kontrol ediyor, yerlerini değiştiriyor. Ayakkabılar Prada değil.

Kanepeyi yatak yaptık ona, biz de odaya çekildik, uyku için fazla vaktimiz yoktu. Biz konuşup gülüşerek uykuya daldık. Ertesi sabah nasıl uyuduğunu sorduğumda, tıpkı bizim evde geçirdiği 2 gecenin sabahında söylediği gibi dışarıdan gelen sesleri dinlemekten uyuyamadığını, bütün gece miyavlar diye endişelendiği kedinin ses çıkarmamasına şaşırdığını fakat yine de odaya girmesinden korktuğunu sıraladı. "Kedileri sevdiğini sanmıştım? " "Sadece yakından tanıdığım kedileri severim, diğerlerinin beni tırmalamasından korkarım." "Ah hadiii, kedi bu sonuçta aslan değil ya!" "Ama beni bir kere kedi tırmalamıştı kolumdan..." Geçmiş olsun ne diyeyim!

Ertesi gün işimiz vardı; Güngören sanayiye geçmemiz gerekiyordu ve benim tek endişem bu elbiselerle fazla dikkat çekici göründüğümüz hususundaydı. Çok sevgili arkadaşım evini açtığı gibi baştan aşağı eşofmanlı kıyafet düzerek bir kez daha günümü kurtardı sağ olsun, yeterince çirkin oldum. Fakat Hollandalı misafirimiz rutini bozulduğundan surat asmaktaydı, eve uğramak istiyordu fakat akşamüstü uçağa yetişeceğinden köprüyü 3 defa geçmek pek mümkün değildi. Anlatmaya çalışırken, "Makyaj malzemelerim yanımda değil." dedi, "Yani birkaç bir şey almıştım ama işte..." Makyaj ve Güngören sanayi??

30lu yaşlarında, Avrupa'nın tamamını gezmiş, ailesiyle değil erkek arkadaşıyla kendi evlerinde yaşayan ve kendi işini yapmaya başlamış bir genç hanımın, hayatında bir kere kedi tarafından tırmalanmış olmasından bahsedecek kadar heyecansız, sıkıcı, tekdüze bir yaşam sürmesine cidden üzüldüm.
























Hiç yorum yok:

Yorum Gönder