(11 TEMMUZ PERŞEMBE)
Sabah 4buçukta uyandım, aslında hemen hiç uyuyamadım. Yola çıkacağım sabahın gecesi olur böyle bana. Hep saat çalmadan önce uyanmış olurum ve gece boyu zihnimi susturamam.
Kedilerimizi terk edip hava alanına yola çıktık, bu kadar erken olunca çabucak vardık zaten. Uçağımızı beklerken sandviçlerimizi yedik, kahvemizi içtik. Kahveleri içerken 20.yy.a kadar felsefe ve sanat alanlarında söylenecek her sözün söylenmiş, sanki en büyük eserlerin verilmiş olduğundan bahsettik. Hani şu çağımızın dertli söylemi; hepimiz biraz sanattan anlasak da hepimizin söyleyecek lafı olsa da, sanki çok da bir yere gitmiyor. Nasıl desem, bir Mozart daha çıkmıyor, yanın abile varan yok bu devirde!
Entelektüel kaygılarla başlayan uçak yolculuğumuz bizi Antalya'ya getirdiğinde saat sabahın 8inde hava sıcaktı. Çıralı'ya kadar çok rahat geldik, hiç beklemeden. Öğlen biraz dinlenip sahile indik. Hava aşırı sıcak, bunaltan bir hava ve öyle rüzgarlı ki kumlar insanı dövüyor. Fazla kalmadık, yine de turkuaz suya girmek keyifliydi. Akşam yemeğimizi zeytinyağlılarla yaptık ve erkenden uyuya kaldık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder